23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 26 Nisan 2018 10 Yazarımız Aydın Engin bugün... Hep özenmişimdir. Hani köşe yazılarında yazar bir nedenle yazmadığı ya da yazdığını gazeteye ulaştıramadığı günlerde pek firaklı bir not konur: “Yazarımız Falan Filan’ın bugünkü yazısı elimize ulaşmadığından yayımlayamıyoruz...” Bazen bu kadar kestirme bir not yerine ufaktan hava basan bir not eklenir, “Yazarımız Falan Filan bir araştırma için yurtdışında olduğundan bugünkü yazısını yayımlayamıyoruz. Okurlarımızdan özür dileriz...” Sanki okurlar Falan Filan’ın yazısını bir gün okumazlarsa mutsuz olacaklar, bir şeyleri eksik kalacak gibi... Tamam okurların böyle bir eksikliği dert etmeyeceklerini biliyorum. Ama yine de böyle önemsenen bir köşe yazarı olmaya hep özenmişimdir ama nafile. Ya o gazeteyi ben yönetiyorumdur, kendi kendime “Yazamamıştır, ulaştıramamıştır” gibi bir parantez yazmak beni gülünç kılacaktır, vazgeçer ve o günü de boş geçerim ya da gazetedekiler, “Abi sen yabancı değilsin. Zaten bugün haberler iyice bastırdı. Senin yazmaman iyi oldu. O yere ihtiyacımız var” diye seni büsbütün önemsizleştiren bir kılçık atarlar. Sana da hiç önemsememiş gibi omuz silkip, “Ayıp ettiniz çocuklar, keyfinize ve işinize bakın” demek düşer. Ey okur, Silivri mahpushanesinin bitişiğindeki kocaman mahkeme salonunda savunmalarımızı yapıyoruz. Ben sıramı dün savdım. Bugün avukatlar asıl savunmayı yapacaklar. Duruşma salonunun olduğu binaya bırakın dizüstü bilgisayarı, cep telefonu bile sokulamıyor. Gerçi bir yolunu bulup sokarım ama ben avukatlarımızın savunmalarını da kaçırmadan dinlemek, izlemek istiyorum. O yüzden yazarımız Falan Filan’ın değil, yazarınız Aydın Engin’in bugünkü Tırmık’ı yerine bu “Laf olsun sepet dolsun” misali gece yarısı, uzun ve yoğun bir duruşma gününün ardından gözlerden akan uykuya direnerek zor bela çırpıştırılan şu “yavan Tırmık” ile idare edin. Hele şu duruşma maratonu bitsin, hele Akın Atalay arkadaşımı da Silivri’de tembellik yapmaktan kurtarıp Şişli’ye getirip, Cumhuriyet’te günde 30 saat, haftada sekiz gün çalıştırmaya başlayalım, ben size pek keyifli Silivri anıları aktarırım. Bugünlük idare etmenizi karşılıksız bırakmam yani... Şimdi bırakın da ben Ödemişli Adalet Hanım’ın çocukluğumda her günkü çağrısına uyup “Haydi Aydın tumba yatak” yapayım... Hatta yaptım bile... AVUKATLARDAN TEPKI: Cezalar hukuki değil, siyasi Ergin Cinmen: Bu bir mahkeme kararı değil. Bunun zaten meşru olabilmesi için neler içermesi gerektiğini söylemiştik. Bunu meşru bir mahkeme kararı olarak görmüyorum. Dileriz önce istinaf mahkemesi hukuku uygular ve adaleti yerine getirir. Mahkemenin bu absürt kararı Cumhuriyet gazetesini silahlı terör örgütü haline getirdi. Buna karşı söylenecek herhangi bir sözüm yok Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özmen: Bugünkü mahkeme kararı basın hürriyetine ve halkın haber alma hakkına yönelik engelleyici bir karardır. Burada yargılama konusu yapılan yayın politikasıdır. Söz konusu yanlış kararın istinaf mahkemesi tarafından bozulmasını ümit ediyorum. Bahri Belen: Bu kararın hukuki bir dayanağı yok. Tamamiyle soruşturmanın başladığı ilk günden itibaren düşündüğümüz ve yargılama boyunca öngördüğümüz gibi siyasi bir karardır. Bu karar kalıcı bir karar olamayacaktır. Yarkadaş: 542 günün hesabını kim verecek CHP milletvekili Barış Yarkadaş, yazar ve yöneticilerimize ceza yağmasına tepki gösterdi. İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay’ın hakkında yakalama kararı çıkarıldıktan sonra kendi iradesiyle yurtdışından geldiğini anımsatan Yarkadaş, “Haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde, içi boş ve tel tel dökülen bir savcılık iddianamesi yüzünden tam 542 gün cezaevinde tutuldu. Bu 542 gün boyunca, yargılamak istedikleri gazetecilikti. Gerçeğin peşinde koşan ve halkın haber alma hakkının kullanılabilmesi için mücadele eden Cumhuriyet çalışanlarına 542 gün boyunca zulüm uygulandı” dedi. 542 günün hesabını kimin vereceğini soran Yarkadaş, “Başta AKP olmak üzere bu hukuksuz kararda etkisi olan kim varsa özür dilemeli ve hesap vermelidir. Cumhuriyet her şeye rağmen teslim olmamış ve gazetecilğin onur kalesi haline gelmiştir” ifadelerini kullandı. l ANKARA/Cumhuriyet EDİTÖR: SERKAN OZAN / ASLAN YILDIZ haber 11 CUMHURİYET’E KURULAN KUMPAS HER DURUŞMADA TEŞHİR EDİLDİ, İDDİANAME ÇÖKERTİLDİ ANCAK MAHKEME 14 ARKADAŞIMIZA CEZA VERDİ TARIH ÖNÜNDE UTANACAKSINIZ Cumhuriyet’i susturma amaçlı davanın İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 8. duruşmasının 2. oturumunda karar açıklandı. Mahkeme, örgüte yardım suçla masıyla Akın Atalay’ın 8 yıl 1 ay 15 gün, gazetemizin imtiyaz sahibi Orhan Erinç’in 6 yıl 3 ay, avukatımız Bülent Utku’nun 4 yıl 6 ay, Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu’nun 7 yıl 6 ay, yazarımız Kadri Gürsel’in 2 yıl 6 ay, okur temsilcimiz Güray Öz’ün 3 yıl 9 ay, yöneticimiz Önder Çelik’in 3 yıl 9 ay, çizerimiz Musa Kart’ın 3 yıl 9 ay, yazarımız Hakan Kara’nın 3 yıl 9 ay, avukatımız Mustafa Kemal Güngör’ün 3 yıl 9 ay, yazarımız Aydın Engin’in 7 yıl 6 ay, yazarımız Hikmet Çetinkaya’nın 6 yıl 3 ay, muhabirimiz Ahmet Şık’ın 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verdi. Muhasebe çalışanımız Emre İper’in tweet’leri ile örgüt propagandası yaptığını belirten heyet 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile ceza landırılmasına hükmetti. Akın Atalay’a tahliye Heyet, 541 gündür tutuklu bulunan Akın Atalay’ın da tahliyesine karar verdi. Mahkum edilen tüm yazar ve yöneticilerimizin yurtdışına çıkışlarının da yasaklanmasına karar verildi. Mahkeme heyeti, yazar ve yöneticilerimizden Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyelerinin güveni kötüye kullanma suçundan beraatına karar verdi. Heyet, Kitap eki yönetmeni Turhan Günay, muhasebe müdürümüz Günseli Özaltay ve eski çalışanımız Bü lent Yener’in de güveni kötüye kullanma örgüte yardım suçlarından beraatına hükmetti. Öte yandan eski Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar ve İlhan Tanır hakkındaki dava dosyasının da ayrılmasına karar verildi. Mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, kararın Kadri Gürsel yönünden oyçokluğu, diğer Cumhuriyet gazetesi mensupları yönünden ise oybirliği ile alındığını duyurdu. Gürsel yönünden muhalif kalan üye hâkim Halit İçdemir, “Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince karara katılmadığını söyledi. Orhan Erinç: Murat Sabuncu: Hikmet Çetinkaya: Aydın Engin: 6 yıl 3 ay 7 yıl 6 ay 6 yıl 3 ay 7 yıl 6 ay Güray Öz: 3 yıl 9 ay Musa Kart: 3 yıl 9 ay Hakan Kara: 3 yıl 9 ay Ahmet Şık: 7 yıl 6 ay Akın Atalay: 8 yıl 1 ay 15 gün Kadri Gürsel: 2 yıl 6 ay Bülent Utku M. Kemal Güngör: Önder Çelik: Emre İper: Turhan Günay: Günseli Özaltay: Bülent Yener: 4 yıl 6 ay 3 yıl 9 ay 3 yıl 9 ay 3 yıl 1 ay 15 gün Beraat Beraat Beraat ‘Karar basına darbe’BASIN MESLEK ÖRGÜTLERI ARKADAŞLARIMIZA CEZA VERILMESINE SERT TEPKI GÖSTERDI Türkiye Gazeteciler Cemiye ti (TGC) Başkanı Turgay Olcay to: Biz ısrarla gazeteciliğin suç olmadı ğını anlatıyoruz. Ama bize de savcı bizmi şiz gibi suçsuz olduğumuzu bizim kanıtla mamızı istiyorlar. Böyle bir terslik var or tada. Bugün arkadaşlarımıza verilen ceza lar Türkiye de yavaş yavaş halkın, kamuo yunun haber alma hakkı nın kapanması anlamına geliyor. Gazeteciliğin ya pılamaz hale gelmesi söz konusu. Ama yine de biz bildiklerimizi sözlemeye devam edeceğiz. Cumhu riyet aynı çizgide devam edecek buna inanıyoruz. Turgay Olcayto Yine insan odaklı haberler yapmaya devam ede cek. Yine halktan saklanmaya çalışılan haberleri ortaya çıkaracak. Bir hafta ön ce Akın (Atalay) ile cezaevinde görüşmüş tüm. Şimdi onu dışarıda görmek beni çok mutlu ediyor. Türkiye Gazeteciler Sendika sı (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş: Bir yılı aşkın zamandır hukuk la açıklayamadığımız Cumhuriyet davasın da yine hukukla açıklanamayacak cezalar çıktı. Mahkeme heyetinin verdiği bu karar Türkiye’de gazetecilik yapmanın suç kabul edildiğinin belgesi niteliğinde. Bir gazetenin yayın politikası sadece yönetenlerin politikalarına uymadığı için bütün yöneticilerine ceza verilmesi sadece basın özgürlüğünün yok edildiğinin değil huGökhan Durmuş kukunda yok edildiğinin kanıtıdır. Bu akşamın tek sevindirici haberi 542 gündür özgürlüğünden mahrum bırakılan Akın Atalay’ın tahliye edilme kararı oldu. Cumhuriyet davasında verilen cezalara baktığımızda basın özgürlüğü mücadelesinin daha da büyütülmesi gerektiğini gösteriyor bize. Dayanışma ile bu kötü günler geçecektir. DİSK BASINİŞ: Başından itibaren Cumhuriyet’i ele geçirme kumpası olarak planlanan davadan haksız ve ağır cezaların cezaların yağması biz gazetecileri şaşırtmadı. Plan hâlâ devrede demek. İktidarın korkusunun bir tezahürü... Oysa bir şansları vardı, hem kendileri için hem de yargıya olan inancın bir nebze de olsa tamiri için... Bireysel istikbal ve korkunun galip geldiğini görüyoruz. Kaybedenler onlar. Gazeteciliği sonuna kadar savunanlar kazandı. Eğilmeyenler, teslim olmayanlar kazandı. Bu kararlar dava sürecindeki yalan iddiaları inandırıcı kılmak için alındı. Ama inandıramazlar. Tekrar söylüyoruz: GazetecilikSuçDeğildir. Verdiğiniz cezalar la gazeteciliği kriminalize edebileceğinizi sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Verdiği niz cezalarla gazetecileri susturabileceği nizi sanıyorsanız, yine çok yanılıyorsunuz. Arkadaşlarımız o çok korktukları haberleri yazmaya devam edecektir. Çünkü gazete cilik demek gerçekleri sevmektir. Ne hak sız cezalara boğduğunuz Cumhuriyetçile ri, ne de mesleği hakkıyla yapan gazeteci lere engel olamayacaksınız! Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç: Sadece yazıklar olsun diyorum. Ummadığım ve bekleme diğim bir sonuç çıktı. Bi zi rahatlatan tek şey 542 gündür tutuklu olan Akın Atalay’ın tahliye edilme si. Ama bu cezalar bağım sız hukuk ve demokrasi nin işlediği ülkelerde ka bul edilemeyecek iddi Pınar Türenç alardır. Basın özgürlüğü, habere müdahelenin ya şandığı bir ortamdır, yazıklar olsun. RSF Türkiye Temsilcisi Erol Ön deroğlu: RSF olarak gazetecilerin hu kuka aykırı şekilde, mesleklerinden dola yı sorgulanması, keyfi şekilde tutuklan ması, 1 yıl ağır tecrit altında tutuklu bıra kılmasıyla kalmasını bek lerken, Türkiye hukuk ta rihinde oldukça hazin bir kararla karşılaştık. AİHM dahil tüm evrensel içti hatları çiğneyen bir karar la karşılaştık. Açıklanan hüküm yargının siyaset Erol Önderoğlu tin emrinde olarak gazetecilik haklarını çiğneme de tereddüt göstermediğini açıkça gözler önüne sermiştir. Cumhuriyet çalışanlarına verilen cezaları hiçbir zaman kabul etme yeceğiz, yargı bağımsız olana kadar gaze teci haklarının çiğnenmesinin hazin bir ör neği olarak her düzlemde paylaşacağız. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) İcra Direktörü Barbara Tri onfi: Türkiye’deki mah keme bugün çok büyük yanlış bir karar aldı. Ga zetecilik suç değil. Türki ye’deki yargı sisteminin, temel haklarının çiğnen mesine karşı gazetecile ri korumakta başarısız ol masından dolayı derin bir hayal kırıklığı içindeyiz. Barbara Trionfi Çağdaş Gazeteci ler Derneği (ÇGD): Yine haykırıyoruz. Gazetecilik Suç Değildir! Gazetecilik suç değildir Cumhuriyet davasında son sözlerini söyleyen yazar ve yöneticilerimiz, ‘Biz Cumhuriyetçiler kötülüğe karşı direnmekten asla vazgeçmeyeceğiz’ dedi CANAN COŞKUN Davanın 8. duruşmasının 2. oturumunda son sözlerini söyleyen yazar ve yöneticilerimiz, “Bu davada gazetecilik yargılanıyor. Gazetecilik suz değildir” dedi. Yazar ve yöneticilerimizin son sözleri ise şöyle: ORHAN ERİNÇ: Son sözümü avukatlarımız için söyleyeceğim. Onlara çok teşekkür ediyorum. AKIN ATALAY: Kötülüğün bu toplumda sıradanlaşmasına engel olmak için her türlü çabayı sarfedeceğiz. Bir kez daha buradan alenen beyan ve taahhüt ediyoruz. Heyetin kararı ne olursa olsun bilinmesini isteriz ki Cumhuriyet gazetesi ve biz Cumhuriyetçiler kötülüğe karşı direnmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Çünkü bu yaşamımıza anlam katan şeydir. MURAT SABUNCU: Özgürlük çok güzel bir şey, insan değerini kaybedin ce anlıyor. Cumhuriyet gazetesi de gazeteciler de her koşulda doğruları söyler ve hep böyle yaptık. Gazetecilik suç değildir. HİKMET ÇETİNKAYA: Fethullah Gülen’in kim olduğunu ve amacını Cumhuriyet gazetesinde yıllarca yazdım. Gülen’e yardım etmekle suçlanıyorum ve hepsini reddediyorum. Gazetecilik suç değildir. Asıl suç şeriat düzeni kurmak istemektir. GÜRAY ÖZ: Bu davada gazetecilik yargılanıyor; ki bu zor bir iştir. Cumhuriyet gazetesini terör örgütüyle ve FETÖ’cülükle suçlamak insan aklıyla alay etmektir. Umarım böyle yapmazsınız. Çünkü bu aydınlara yakışmaz. TURHAN GÜNAY: Gazetecilik suç değildir. MUSA KART: Bu davayla ömrümüzden aylar ve yıllar çalındı. Ama ülkemize olan umudumuzu çalamadılar. KADRİ GÜRSEL: Gazeteci olduğu muz için tutuklandık. Önümüze çürük, boş ve mesnetsiz bir iddianame geldi. Uzun tutukluluk bir infaza dönüştü. Adil yargılanma hakkımız ihlal edildi. Savunmamda mesleğimi savundum ve bana göre saçma olan iddialara cevap verdim. Şimdi siz zor bir karar vereceksiniz. Çünkü içinde hiçbir delil olmayan dosyalara bakarak karar vereceksiniz. Demek oluyor ki aklınıza ve vicdanınıza sığınarak karar vereceksiniz. Böyle yapacağınıza dair inancım var, bu inancım nedeniyle pişman olmak istemiyorum. Biz buradan başımız dik olarak gideceğiz ve mesleğimizi yapmaya devam edeceğiz. Ben ve tüm arkadaşlarım için beraat talep ediyorum. AYDIN ENGİN: Bana sizde James Bond ruhu var demiştiniz, ben bunu iltifat olarak anlamıştım. Ama düşündüm ki o majesteleri adına çalışıyordu, ben halk adına çalışıyorum. Burada halkın haber alma özgürlüğü yargıla nıyor. Size de halkın haber alma hakkını savunmak düşüyor, zor bir görev, size yardımcı olamayacağım, tek başınıza yapacaksınız. Hoşça kalın. AHMET ŞIK: Bu daha başlangıç diyerek başlıyorum. Siyaset, bürokrasi ve medyanın kimi mensuplarından oluşan bir çetenin hayata geçirdiği bu komplonun amacı en başından beri belliydi. Tüm yaşamı boyunca hukuksuzlukların hak ihlallerinin karşısında duranlar adına ilk günden bu yana söylediğimizi tekrarlayarak bu çeteye ve benzerlerine hak ettiği yanıtı verelim o halde: Asıl siz teslim olun. MUSTAFA KEMAL GÜNGÖR: Aylardır yapılan bu haksızlığa son verin. Montesquieu, “Bir kişiye yapılan haksızlık, tüm topluma yapılan tehdittir” der. Adaletin olmadığı ülkede hiçbir şey yok demektir. EMRE İPER: Benim son sözümü Âşık Veysel söylemiş: “Hakikat yok hürriyet var bu yolda.” Beğenmezseniz almazsınızAVUKATLAR DÜNKÜ DURUŞMADA ESAS HAKKINDA SAVUNMA YAPTI Karar duruşmasının dünkü ikinci oturumunda avukatlar esas hakkındaki savunmalarına devam etti. İlk olarak söz alan avukat Duygun Yarsuvat şöyle konuştu: “Cumhuriyet gazetesi davası ne sanıkları ne heyeti ne de yöneltilen iddiaları itibariyle sıradan bir dava değil. Bu dava siyasi nitelikte bir davadır. Hukuk dışında her şey bu davada var. İddianamenin tanziminden bu güne kadar ceza hukuku prensipleri ile halledebilecek hiçbir şey öne sürülmedi.” Muktedir olanlar Cumhuriyet gazetesini susturmak istemiştir diğer gazeteleri susturmak istedikleri gibi. Bir savcı bulmuşlardır. Yazık bu savcıya. Çünkü hakkında soruşturma vardır. Savcı kendini güçlendirmek için bu zaptı tutmuştur. Bunun sonrasında yapacağı bir şey yok. Elinde dosya yok. ‘Ne yapabilirim’ diye düşünmüş ve Ünal Aldemir isimli bilirkişiye gitmiştir. Ünal Aldemir bir Erdoğan hayranıdır. Açık kaynaklardan bilgi toplamıştır. 10 gün içinde haberlerle ilgili bir rapor hazırlamıştır. Gazetedeki yazıları okumamıştır. Manipülasyon demiştir raporunda. Bu dosyanın bütün belgeleri bir manipülasyon, bir algı operasyonudur. Bu şahsın hiçbir akademik titri, hiçbir çalışması ve eseri yoktur. Bilal Erdoğan’ın vakfına üyedir. Atmış olduğu tweet’lerle siyasal iktidarı desteklediğini göstermiştir. Manşetlerle örgüte yardım ettiğini söyleyen bu kişi haberleri es geçip, manşetlerin de sadece belli kısmını alıp diğer kısımlarını okumadan bir sonuca varmıştır. Başka bir bilirkişi daha vardı, o da Ahmet Keçeci idi. MÜ İktisat Fakültesi mezunu bir murakıptır. Onun raporu da polis fezlekesi gibidir. Keçeci, o kadar ileri gitmiştir ki mensubu bulunduğum Ceza Hukuku Derneği’nin araştırılması gerektiğini yazmıştır. Bunun nedeni derneğin üyesi olan Akın Atalay’ın dernekle ilgili harcamalarıdır. Gül atsanız, yardım olur Dava kapsamında Cumhuriyet gazetesinin yayın faaliyetinden bahsediyoruz. Savcı da ‘Bu araçla örgüte yardım etmişlerdir’ diyor. Bu konuda bir araştırma yapılmamış. Bu dava ceza hukukunun tartışılmaz prensibi olan suçun kanuniliği prensibini ortadan kaldırmayı istemiştir. Bunu kaldırırsanız keyfilik olur. O zaman her şey yardım etmek anlamına gelir. Gül atsanız yardım etmek olarak suçlanabilir. Muktediri tatmin etmek için kanunun maddelerini değiştiremezsiniz. Murat İnam tatmin olmamış ki Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyelerine güveni kötüye kullanma suçunu yöneltmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü sonradan fikrini değiştirmiş, ‘gayrimenkuller düşük fiyatla satılmıştır’ demiştir. Böyle olmadığı ortaya çıkmıştır. Kamuoyu önünde ‘sen para yemiş birisin’ demek için bunu yapmışlardır. Bu iddia da fos çıkmıştır. Eğer gazetenin yayın faaliyetinde kanuna aykırı bir husus varsa bu konuda basın kanunun hükümleri açıktır. İddianame şahit beyanlarına dayanmıştır. Getirilen şahitler ‘Yayın politikası değişti’, ‘Bana yazı yazdırmıyorlar’ gibi beyanlarda bulunmuştur. Beğenmezseniz almazsınız bir gazeteyi. Bu davanın esası budur. Bilirkişi olarak geçinen, kendini bilmez, hiçbir formasyonu bulunmayan bir kişinin yapmış olduğu fezlekeye dayanmıştır bu dava. Esas hakkındaki mütalaa ilginçtir. İçinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin düşünce hürriyeti ve dürüst yargılanma hakkı ile ilgili ihlal kararları vardır. Bu kararların biri hariç hepsi Türkiye’ye karşı verilmiş kararlardır. Nasıl yer verildiğini anlamadık. Tümü basın özgürlüğü ya da düşünce açıklama hürriyetinin ihlalini ortaya koyan kararlardır. Muktediri tatmin etmek için Gazetede çıkan yazıları incelemeden, insanları suça teşvik edip etmediğini söylemeden bu davanın açılması keyfidir. Muktediri tatmin etmek için yapılmıştır. Çünkü Murat İnam 1725 Aralık soruşturmasında telefon dinleme için talepte bulunduğundan yargılanmaktadır. Önüne gelen talebi hâkime sevketmiştir. İnam da kendini kurtarmak için böyle bir iddianame hazırlamak zorunda kalmıştır. Hayatın cilvesi... Mütalaada Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin cezalandırılmalarını isteyen savcı Hacı Hasan Bölükbaşı 23 sene önce Cumhuriyet gazetesi aleyhine Fethullah Gülen’e hakaret ettiği gerekçesiyle dava açmıştır. Kendisi yatağa başını koyduğu vakit bu işten bir kurtulsam demiştir. Avukat Bahri Bayram Belen ise dinlenen tanık beyanlarına dikkat çekerek “Yayın politikası nedeniyle kendisine haksızlık yapıldığını söyleyenler bu gazeteyi okumaz ama kimse ne İnan Kıraç ne de Alev Coşkun burada yargılananların bir silahlı örgüte üye olduğunu iddia etmedi” dedi. Savcının yaman çelişkisi Gazetemizi FETÖ’cülükle suçlayan savcı, 5 yıl önce Gülen’e hakaret ettiğimizi iddia etmiş Mahkemede söz alan avukatımız Tora Pekin, Cumhuriyet davasının ilk duruşmasının yapıldığı 24 Temmuz 2017’den bugüne iddianameden, bu suçlamalardan geriye hiçbir şey kalmadığını kaydederek, “On bin sayfa çöp demiştik, az demişiz. O kadar çok anlattık, o kadar ayrıntılı anlattık ki... Üstelik beraat gibi bir düşünce aklımızın kıyısında olmadığı halde hâlâ da anlatıyoruz” dedi. 24 Temmuz 2017’deki ilk duruşmada avukatımız Bülent Utku’nun duruşma savcısı Hacı Hasan Bölükbaşı’nın hazırladığı Fethullah Gülen’in şikayetçi, gazetemiz yazarı Mine Kırıkkanat’ın şüpheli olduğu bir iddianame sunduğunu anımsattı ve benzer bir iddianame sunacağını söyledi. Pekin sunduğu iddianameyi şöyle anlattı: “Öyle bir dava ki bu; şikayetçi ve katılan mağdur Gülen, diğer mağdur Recep Tayyip Er doğan. Sanık Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı. Suçlama konusu; tek bir cümle. Yazarımız Orhan Bursalı’nın Balyoz davası için söylediği “RTE/FG iktidarı ortaklaşa bu siyasi sahtekarlığı tezgahladı” cümlesi. Savcı Hacı Hasan Bölükbaşı Cumhuriyet gazetesine 2013’te FETÖ tarafından el konduğunu iddia ediyor ama gerçekte yürüttüğü, andığım bu soruşturma nedeniyle bizzat kendisi tanık. Cumhuriyet suç tarihi olarak gösterilen 2013’te ve sonrasındaki yayınlar nedeniyle Fethullah Gülen’in hedefinde. Sayın savcı biliyor, görüyor. Cumhuriyet, 2014’te kendisinin de basın savcısı olarak katkısının olduğu, bizim sanık yapıldığımız bu davalardan, Gülen’e yönelik bu koruma kalkanından kurtulmak için AYM’ye bireysel başvuru yapıyordu. Savcı bey dün tam da 2013’te bizi Gülen’e hakaret etmekle suçluyordu. Bugün 2018’de fikir değiştirmiş, Gülen’in 2013’te gazetemize el koyduğunu iddia ediyor. Bu suç şebekesine yardım etmekten cezalandırılmamızı istiyor. Fikir değiştirmiş dedim. Aslında şöyle: Bizim hep eleştirdiğimiz ve hesabı sorulana dek eleştirdiğimiz AKPGülen ittifakı, çatırdamaya başlamışken ama hala iktidardayken, Pensilvanya’ya elçiler gönderilirken, Berat Albayraklar malikane midir, fakirhane midir bilmiyoruz ama Gülen tarafından ağırlanırken, biz bize göre Gülen’le ilgili ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylüyorduk. Savcılığınıza göre ise Gülen’e hakaret ediyorduk. Bu kararın altında Bölükbaşı’nın imzası olmasa da bunu burada anlatırdık. Savcımız 2013’te Gülen’e hakaret ediyordunuz diyordu, bugün ise burada şu anda 2013’te Gülen gazetenize adeta el koydu diyor. Kim inanır buna?” Savunmayı savcılığa mı sormalıyız? Davada söz alan avukat Fikret İlkiz’in konuşmasının satır başları şöyle: Bu davada acaba nasıl savunma yapmalıyız? Soruyu savcılık makamına sormamız gerekir mi? Bir sonraki davada nasıl savunma yapacağımızı savcılık makamına sormadığımız için suçlanıp yargılanabiliriz. Çünkü savcılık meğer önceki Cumhuriyet’i ne kadar çok seviyormuş ve bir o kadar da kendince ayırım yaptığı şimdiki Cumhuriyet’e ne kadar kızgınmış, haberimiz olmamış. Çünkü savcılık gazeteciliği ve basın özgürlüğünü ne kadar iyi biliyormuş ki; meğer çizdiği sınırlar içinde gazetecilik yapılırsa suç değil, gazetecilik ve basın özgürlüğü oluyormuş ve çizmeyi aşmadığımız takdirde yayın çizgisi değişmemiş oluyormuş da Cumhuriyet gazetesi mensupları bilmiyormuş. Bu ülkenin gazetecilerini ceza hukukunu kullanarak düzene uygun düşünmek için istediğiniz “basını” yaratamazsınız. Ama bu dava böyle bir dava ve “yayın çizgisini değiştirmek suretiyle suç işlemek” suçu diye bir suç var mıdır? Defalarca yüzünüze karşı söylediler size ne sana ne dediler. Vazgeçmediniz, alınmadınız. Ama basın özgürlüğünü böyle bir anlayışa mahkum edemezsiniz. Bu ülkenin gazetecileri düşmanınız değildir. Onlara duyulan husumeti ceza yargılamasına çevirmeniz ve Cumhuriyet gazetesi üzerinden böyle bir zihniyete memleket basınını sürüklemeye çalışmanız imkansızdır. Cumhuriyet gazetesine dair suçlamalarınızı basın yayın özgürlüğünü suçlayarak yapamazsınız. Soruyoruz ve suçluyoruz Soruyoruz, itham ediyoruz ve suçluyoruz. Müdafileri olduğumuz Cumhuriyet gazetecileri, mensupları ve onların, gazetecilerin avukatları ve Cumhuriyet Gazetesi hakkında düzenlenmiş olan iddianame ile ileri sürülen suçlamalar yüzünden verilmiş olan ve uzun süren tutuklama kararı ile verilen tahliye kararlarından sonra ve halen bu savunma yapılırken avukat Akın Atalay’ın cezaevi koşullarında hala kalıyor olmasından dolayı duyduğumuz kaygıyı belirtmemize izin verir misiniz? Tüm gerçeğe ve tüm adalete ağır bir haksızlık yapılması bu dava ile göze ‘GİZLİLİK İHLAL EDİLDİ’ Söz alan avukat Abbas Yalçın ise, dosya kapsamında hukukta eşi benzeri olmayan meçhul bir bilirkişiye ait rapor gördüklerini belirterek, “Meçhul bilirkişi MASAK raporunu incelemiş, başka kurumlarda müvekkillerle ilgili talepte bulunmuş, savcı da kabul etmiş. 1.5 yıl sonra öğrendik Ahmet Keçeci olduğunu. İstekleri, savcının bunları kabul etmesi delilden sanığa değil, sanıkları toplayıp delil elde edilmeye çalışılmasıdır. Ancak yine de elde edilememiştir” dedi. Soruşturma aşamasında savcılık koridorunun avukatlara kapalı olduğunu kaydeden Yalçın, şöyle devam etti: “Yalnızca bize kapalıymış. Dosyanın iktidar yanlısı medyaya sistemli bir biçimde servis edilmesi, savcılık kurumunun ve Adalet Bakanlığının utanç duyması gereken bir uygulamadır. Soruşturmanın gizliliğinin düzenli biçimde ihlal edildiği, belirli birkaç gazeteciye sürekli bilgi, belge sızdırılan bir dosyada, bu nedenle yapılacak eleştirilerin odağı konumunda olması gereken bir savcılığa itibar etmek mümkün değildir. Aksi yönde bir karar, yasa dışı yöntemleri ödüllendirmek anlamına gelecektir.” alındı. Böylece her şey bitti. Türkiye’nin alnına leke sürüldü. Tarih böylesine bir hukuka aykırılığın ‘ileri demokrasi’ denilen dönemde işlendiğini yazacaktır. Onlar hiçbir şeyden çekinmediklerine göre, biz de her şeyi göze alıyoruz. Konuşmak ödevimizdir, hukuksuzluğun ve hukuka aykırılığın suç ortağı olmak istemiyoruz. Hukukçu olarak tüm gücümüzle gerçeği size haykıracağız. Gazeteciler hakkındaki bu iddianame ve esas hakkındaki görüş hiçbir hukuksal değer taşımamaktadır. Bir insanın böylesine bir suçlama yazısı üzerine hüküm giymesi söz konusu olursa bu, adaletsizliğin mucizesidir. Bu davada gazetecilerin, gazeteci olması suçtur. Cumhuriyet Gazetesinin bizatihi kendisinin var olması suçtur. Evlerinde, işyerlerinde “hiçbir tehlikeli belgenin bulunmamış olması suçtur.” Bu davanın gazetecilerinin çalışkan olması, memleket sevgisi, gazetecilik mesleğini sevmeleri ve Cumhuriyet Gazetesini her şeye rağmen ayakta tutmaları, öğrenme kaygısı içinde olmaları da suçtur. Coşkulanmaları da suçtur. Coşkulanmamaları da suçtur. İddianamenin kaleme alınışındaki zihniyetinin tüm basını ilgilendiren ve basın özgürlüğünü istedikleri gibi yaratmak şeklindeki yorum ve yargıları aslında; “boşlukta kalan biçimsel iddialarıdır, ama ciddidir ve ifade özgürlüğünün korunması adına endişe verici ve tehlikelidir.Tarih tek gerçeği yazacaktır ve yazmıştır bile... Bu ceza davasında tek bir maddeden ibaret olan “gazetecilik” mesleğinden ve gazetecilik faaliyetinden “başka bir şey” bulamıyoruz, bulamadık. Yürekleri bulandırarak, kafaları karıştırarak ağızları kapatıyorlar. Bundan daha büyük bir kamu suçu olamaz. Gerçeği durduramazsınız Kamuoyunu şaşırtmak, onu çileden çıkartmak ağır bir suçtur. Sıradan, objektif ve gösterişsiz insanları kimse aldatmasın, kimse gazetecilere düşmanlık beslemesin. Gazetecilere karşı hoş görmezlik tutkularını körüklemesin ve gazetecileri topluma “düşman” gibi göstermesin, bu suçların en ağırıdır! Eğer bu yanılgı iyileştirilmezse insan haklarına saygılı ve onu koruyan özgürlükçü Türkiye tehlike altında demektir. Derin bir tutkuyla arzuladığımız gerçeğin ve adaletin hiçe sayıldığını görmek ne büyük bir yıkımdır! Ne zaman bilinmez ama bu davanın adaleti bir gün ulaşacağından asla kuşkumuz yok. Şimdi daha büyük bir kesinlikle yineliyorum: Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacaktır. Herkesin aldığı durum bugün açıkça belli olduğuna göre, bitti sanılıyor ama dava ancak bugün başlamıştır. Bir yandan gerçeğin gün ışığına çıkmasını istemeyenler, öte yanda her şeyin aydınlanması için yaşamlarını vermeye hazır olan adalet severler, gazeteciler ve avukatlar, muhasebeciler, yöneticiler ve Cumhuriyetin gazetesi cumhuriyet gazetesi mensupları. Bu davada gazeteciler daha önce söylediler, tekrarlıyoruz. Gerçeği yeraltına kapatmayın. Bütün bu söylediğimiz sözlerin özü; J’Accuse! / İtham Ediyoruz! CHP’nin zor kararı Birkaç gündür Ankara’dayım. Siyaset arenasında yaşanan gelişmeleri, muhalefet partilerinin AKPMHP blokuna karşı ittifak kurma çabalarını, bizzat siyasi aktörlerle konuşarak anlamaya çalışıyorum. Öncelikle şunu teslim edeyim. Bütün bu çabaların merkez üssü, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi. Şu anda yeni kurulacak ittifak sisteminin ana kumandası, orada. Geçmişte CHP Genel Merkezi’ni, Enis Berberoğlu ve Selahattin Demirtaş dahil birçok seçilmiş halk temsilcisinin cezaevine yollanmasına imkân veren “dokunulmazlık” kararından dolayı çok eleştirmiştim. Ancak CHP, bu hatayı telafi etti. Büyük özveriyle, bir dizi açık ve gizli temas sayesinde bugün ‘oyunkurucu’ konumunda. Kemal Kılıçdaroğlu, partideki tribünlerden gelen sese değil, ‘kazanmaya’ odaklanmış halde. Abdullah Gül, İlhan Kesici, Muharrem İnce gibi isimleri, Saadet ya da İYİ Parti’yle ittifak gibi ideolojik olarak farklı anlamlar içeren tüm senaryoları masaya yatırıyor. CHP’liler, özellikle de sosyal medyada çok yüksek sesli konuşan topu topu 2030 bin kişilik bir grup, Kemal Bey’in yapmaya çalıştığı işin mantığını anlamıyor. Hâlâ “parlamenter sistem” varmış ya da Türkiye’nin çoğunluğu CHP seçmeninden oluşuyormuş gibi bir yanılsamayla hareket ediyorlar. Özür dileyerek söylüyorum ve 56 milyon seçmenin profilini tam anlamıyorlar. Sol aday olsun, CHP’den olsun, alnında Altı Ok damgası olsun vs. istiyorlar. Oysa CHP Genel Merkezi şunu görüyor: Bu seçimde belirleyici olan, Kürt oyları ve AKP’den uzaklaşan ancak gidecek adresi olmayan “şehirli muhafazakârlar.” Matematiksel olarak CHP içinde çıkan ve güçlü CHP kimliği olan bir aday, ilk turda yüzde 25 alıyor ancak ikinci turda yüzde 51’i bulamıyor. Bu yüzden, ilk turda isim belirlerken bile, ikinci turda Kürt ve muhafazakâr oyların bir bölümünü alacak ‘ortak aday’ arayışı içinde CHP. Yeni seçim sistemi, ister istemez Türkiye’yi iki partili bir sisteme sürüklüyor ve hem parlamento seçimleri hem de Cumhurbaşkanlığı için ittifak, şart. Burada CHP’nin oyunu, “şerefli bir mağlubiyet” değil; kazanmak! Türkiye’de yüzde 6065’lik bir muhafazakârmilliyetçi seçmen var. Bunların çoğu, “CHP” markasına önyargılı. Demokrasi ve özgürlük istiyor, ekonomik refah istiyor; hatta aslında gazetecilerin de, bebeğiyle Ayşe Öğretmen’in cezaevine gönderilmesini de istemiyor. Ancak kendi yaşam alanının tehdit altında olduğunu düşünerek muhafazakâr ya da kendi muhafazakâr olmasa da muhafazakârdostu bir kimliğe daha sıcak bakıyor. CHP genel merkezinin şu zamana kadar Abdullah Gül gibi seçenekleri ciddi olarak değerlendirmesinin nedeni de bu. CHP’siz Cumhuriyet okurlarını ya da teşkilatları tatmin etmek değil, Türkiye’nin karanlık gidişatını değiştirmek istiyor. “Ortak aday” ise, mutsuz MHP’lilerin, CHP’nin, sayıları neredeyse yüzde18’e varan Kürt seçmenin (HDP ve AKP’ye oy veren) ve Saadet’in oylarını alabiliyor. Bütün yoklama ve simülasyonlarda, ikinci turda Tayyip Erdoğan’ı yenebilecek tek isim, açık ara Abdullah Gül gözüküyor. Kemal Bey bu yüzden Gül meselesine kafa yoruyor. Gerçek şu ki, gündeme gelen diğer isimler, ikinci turda ya Kürt oyu alamadığı için ya da muhafazakârlara itici geldiği için, kazanamıyor. Ancak artık Gül ihtimali masada değil. Malum Gül, ancak ortak aday olursa çıkmaya razı. Ancak İYİ Parti, CHP’nin gösterdiği özveriyi göstermeye gönüllü değil; ille de “Meral Hanım olsun” diyorlar. Akşener’in çıkışı sonrasında Gül senaryosu yok. Gel gör ki, Meral Hanım şu anda farklı araştırmalarda yüzde 711 arası gözüküyor. Saadet’le ittifak yaparsa, baraj sorunu kalmıyor. Ancak her durumda ikinci turda Kürt oylarını alma ihtimali yok. Büyük bir iddia koyuyor ancak bunu destekleyen rakamlar yok. Siyaseti bilenler açısından bunun matematiksel bir dayanağı yok. Bu durumda CHP de kendi adayına yönelecektir. Zor bir karar bu. Gül dışında gündemdeki isimlerin ikinci turda şansı zayıf. Yine de bakalım kim çıkacak... Tabii kim çıkarsa çıksın şu bir gerçek: Dün ortaya çıkan tabloyla Tayyip Erdoğan, ciddi anlamda rahatlamış durumda. Artık işi, daha kolay. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle