22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 1 Nisan 2018 14 haber TASARIM: İLKNUR FİLİZ Daha ölmedik! Baktım ki, takvim 1 Nisan’ı gösteriyor ve her bahar açan muhteşem çiçekleriyle adını bilmediğim kaktüs çiçeğim gene yapmış yapa cağını, “hadi bir yıl daha kazandın” diyor. Öyle mi, “ben de bugün dalgamı geçerim” dedim ve hepimizin ortak tek noktası aşk hakkında yazmaya karar ver dim. Ayrıca hani “dünyada aşk hakkında söylenecek yeni bir söz yoktur” deniliyor ya, işte bendeniz bunu çürütmek için bugünkü muhteşem yazımı kaleme alı yorum. Aşk tanımları başkalarından, benimki, en son da. Başlayalım bakalım, bir can dostum, fevkalade il ginç düşünceler üretmekle nam salmıştır, adını vermi yorum, şımarır, şöyle diyor. Ona göre “aşk, tenyadan sonra gelen cümle canlılara verilen bir cezaymış.” Hiç bir şey anlamadınız, değil mi? Önce ben de anlama dım, ama o gayet sakin bir biçimde düşüncesini açın ca vallahi hak verdim... Malumunuz, laf kalabalığı bir yana aşkın en doruk noktası, iki karşı cinsin birleşme anıdır. Arkadaşım bu noktayı esas alıp şöyle bir açıklama yapıyor: “Kuşlar, böcekler, timsahlar, koyunlar, gergedanlar, insanlar işte bu birleşme anı için öyle yoğun bir çaba harcarlar ki, yeryüzü kanunlarına göre bunun boşa git memesi gerekir. Yani bir birleşme için harcanan bu çabanın, pek de akıllıca bir şey olmadığı herkes ve her cins tarafından kabul edil diğinden, ortak bir enayilik paydasında anlaşılır ve bu çabanın adı kuş dilinde de, Daha ölemedik çiçeği. timsah dilinde de, insan dilinde de aşk olur.” Herkes itirazını daha sonraya saklasın, açıklama devam ediyor. Arkadaşım, gayet hâkim bir ses tonuy la anlatıyor: “Yeryüzünün en mutlu yaratıkları, böyle bir çabaya ihtiyaç duymadan şıp diye işin: bitiren çift eşeyli hay vanlardır. Yani terliksi hayvan, tenya gibi. Hem erkek hem dişi organ aynı bedende. Birleşme için yoğun bir çaba harcanmadığından aşkın sözü bile yok. Evrim ta rihinde bir yerlerde bir hata olmuş ve cümle yaratık lar erkek ve dişi diye ayrılmışlar. İşte şimdi biz hepimiz bu evrim hatasının kurbanları olarak, aşk aşk diye in leyip, mektuplar yazıyoruz, mesajlar atıyoruz, olmadık jestler yapmayı planlıyoruz, yapıyoruz. Ancak bazıla rımız bundan pekâlâ para kazanmasını biliyor. Onlara da ben şapka çıkarıyorum. Evrim hatasını paraya dön dürenler için üç defa: Sağol! Sağol! Sağol!” Vallahi ben sözümü tutuyorum, biraz tuhaf tanımlar yapılıyorsa, suçlu ben değilim, arkadaşım. Evet, ne rede kalmıştık devam edelim. Bir başka arkadaşımın aşk üstüne oluşturduğu teori ise çok daha anlaşılır. O şöyle başlıyor: “Aşk yeryüzünde geçirdiğimiz zamanı kısaltmak için bizlerin uydurduğu tamamen hayali bir kavramdır.” Tamam bekleyin, şimdi sözlerini açacak: “Söyleyin bakalım, aşk olmasaydı, biz nasıl vakit geçirecektik? Aşksız film tatsız tutsuz bir saman yığı nına benzeyeceğinden kimse sinemaya gitmeyecek ti. Aşksız kitap kimseyi açmayacağından kitaplar ya zılmayacaktı. Hayatımızın vazgeçilmezleri olan maga zin programları ve kahve dedikoduları olmayacaktı. Peki ne yapacaktık, oflaya poflaya zamanın geçmesi ni bekleyecektik. Futbol bile bize yetmeyecekti, daha da beteri var, kadınlar, kızlar aşksız bir dünyada saç larını yaptırıp binbir kılığa girmek için zaman ve ça ba harcamayacaklardı. Ekonomi bile çökecekti. Valla hi can sıkıntısından herkes kendini birer ikişer pence relerden atmaya başlayacaktı. Yazık. İyi ki, şu aşk de nilen yanılsama var da vaktin çoğu zaman nasıl geçti ğini anlamıyoruz.” Bu da bir görüş. Benimkini en sona saklamıştım. Şöyle, “aşk, doğduğu günden beri kuşların uçma sını ve yunusların derin sularda sevinç çığlıkları atarak dans etmelerini kıskanan insanoğlunun uydurduğu en güzel yalandır. Çünkü ancak aşk insanoğluna uçma ve derin sularda dansetme şansını tanır.” İşte böyle, sonuncuyu tuttunuz değil mi? Hadi uç maya ve derin sularda dans etmeye başlayın! Vay canına benim kaktüs çiçeğim göz kırpıyor, an laşılan aşk onu da etkiledi. Çünkü o da bir aşk çocuğu. 1 Nisan 2018 SAYI: 33779 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:14 05:01 05:27 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 06:41 13:14 16:46 19:35 06:26 12:59 16:31 19:19 06:50 13:22 16:53 19:41 Yatsı 20:57 20:39 20:59 “Cümbür cemaat” sözü, “cumhur cemaat”in bozulmuş halidir. Zaten uyduruk “cümbür” sözcüğü de, “cümbüş” ile “cumhur”un Türk halkına pek yakışan arabesk kaynaşmasından ibarettir. Yıllardır kurmaya çalıştıkları İkinci Cumhuriyet, buymuş demek: Cümbüşle cumhurun kesiştiği “cümbür” noktasından, “cemaat cumhuriyeti”ne varıldı. Birinci Cumhuriyet ile İkinci Cumhuriyet’in kurucuları arasındaki fark, heyhat! Yalnız zekâ, zarafet, bilgi, birikim, vizyon ve uygarlıkta değil, aynı zamanda fasıl heyetlerindeymiş meğer. Böyle bir cemaat cumhuriyetinin fasıl heyetine de elbette çümbüşle eşlik edilir! Ama kanunla değil. Oysa Atatürk’ü gerek kendi heyetinden, gerekse İkinci Cumhuriyetin müteahhit ve taşeron kadrosundan, ölçülemeyecek kadar üstün kılan en baş özellik, Türkiye Cumhuriyeti’ni “kanun” üzerine kurabilmiş olmasıdır. Mustafa Kemal, olağanüstü halin ta kendisi Kurtuluş Savaşı’nın en şiddetli, en belirsiz, tehlikenin en büyük olduğu, kazanmakla kaybetmenin arasındaki o ince çizgide, cephe ile Meclis arasında mekik dokuyor, savaşta atılan her adımı bile, TBMM’nin çıkardığı kanunlarla “hukuksal zemine” dayandırıyordu. HHH 13 Temmuz 1921’de Yunan orduları Ankara’nın 80 km. yakınına kadar ilerlemiş ve Meclis’te başkentin daha doğuya taşınması tartışılırken, Sakarya Savaşı’nı başlatan ve zaferle sonuçlandıran komutan, TBMM Başkanı Mustafa Kemal’di! Kurucu Meclis, bir ulusun var ya da yok oluşu Ya cemaat başa, ya cumhur leşe! nu belirleyecek bir kurtuluş savaşının yasama kurumu, savaşın sürdüğü üç yıl boyunca ara vermeden çalışan ve henüz var olup olmayacağı belirsiz yeni Türkiye’yi “hukuk devleti” yapacak, onlarca yasa çıkaran meclistir. Öyle bir yapılanmadır ki bu, cumhuriyetin her tuğlası, önceden hazırlanan yasal zemine oturtuluyor, harcı hukukla karılıyordu. Her yasa tek tek, hem de şiddetle tartışılıyor, ayrı ayrı oylanıyordu. O insanlar, bir devlet kurduklarının farkındaydılar. İster Mustafa Kemal yandaşı olsunlar ister muhalif, baş sallayıp maaş almak için orada değillerdi. Savundukları ilkeleri ve inançları, cephede savaşan evlatlara saygıları vardı. Meclis’te biri konuşurken oynayacakları cep telefonları, Candy Crush yoktu; ama ahlak vardı, onur vardı. O milletvekillerinin hiçbiri aman tüm yasaları bir torbaya dolduralım, bir kerede oylayalım bitsin, gidip çay içelim, hasbıhal edelim diye düşünmedi. Böyle bir davranış, akıllarına bile gelmezdi. Bir de bugüne bakınız. Gecekonduculuktan gelen devletliler; dağları tepeleri işgal, ormanları talan ettikleri, denizleri, gölleri, nehirleri kirlettikleri gibi, cumhuriyetin üzerinde yükseldiği tuğlaları tek tek söküyor, yerine kendilerine benzeyen, çünkü içinde yetiştikleri, gecekonducu, oldubittici etik ve ucube estetiği koyuyorlar. HHH İktidar milletvekilleri torbalara doldurulan çorba yasaları, içinde ne olduğunu bile bilmeden, parti emriyle oyluyor; Meclis’teki işi beyhude itiraz çığırtkanlığı yapmaktan ibaret “Twitter muhalifi” vekillerle birlikte maaşlarını alıp keyiflerine bakıyorlar. Oysa devlet ve adalet, her şeyden önce kurumlara saygıyla ayakta duran soyut güçlerdir. Bu soyutluğa saygıyı kaldırırsanız ortadan, geriye kaba gücü elinde tutanın somut yaptırımları kalır ki, hukuk tabanından yoksun bu yaptırımlara anarşi denir. Anarşinin de bir ülkeye ne getireceği bellidir: Ya dikta, ya da çöküş. Bugün hukuku temsil eden yargıya, cüppesinin iliksiz olduğunu unutan yargıcın kızını, partizanın kızanını ve daha nice yandaş yakınını hâkim, savcı atayanlar, sadece liyakati yok etmediler. Toplumda hem adalete saygıyı, hem de devlete güveni ortadan kaldırdılar. Türkiye’yi “ya cemaat başa, ya cumhur leşe” düsturuyla yönetenler, bundan böyle ancak korkutarak, ancak zor ve zorbalıkla ayakta kalabilir. Nitekim öyle yapıyorlar. Ama korku ve zorbalığın bekası yoktur! Gitanjali, Hintçe “ruhun sunumu” demek. Tagore’un bu ünlü ilahisini Türkçeye çevirip kitaplaştırdığında lise öğrencisi idi. O tarihten altmış dört yıl sonra Danıştay saldırısında şehit olan Mustafa Bilgin’in cenaze töreninde rahatsızlandı. GATA’da uzun bir uykuya yatırıldı. Bu uykunun bir “gitanjali” olacağı acaba kendisine 17 yaşında iken ayan mı olmuştu da “ruhun sunumu” ilahisine merak salmıştı. İşte Ecevit’in Türkçesinden o satırlar: “ Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin, arkadaşlarım! Beraberimde ne götüreceğimi de sormayın. Seyahatime boş eller ve ümit eden bir kalple çıkıyorum.” Doğada nefes alıp verenveremeyen her varlığın  bir ruhu var. Vakti saniyesi geldiğinde o ruhun sonsuzluğa “sunulması” kaçınılmaz. Kuran bu gerçeği “Her canlı ölümü tadacaktır” diye ilan ediyor. Tayyip Bey de bu ayetten çok etkilemiş olmalı ki, İstanbul’un reisi olduğunda Zincirlikuyu Mezarlığı nizamiyesine yazdırdı. Keşke şimdi de İlber Hoca’nın önerdiği üzere, Külliye dahil tüm makam koltuklarına yazdırsa. KHK’yi ilk kez böyle bir hayır için de kullansa... HHH Mehmet Çetingüleç ve eşi Tülay, İstanbul basınına hep mesafeli olan Ecevitler’in güvenini ve dostluğunu kazanmış az sayıdaki Ankara gazetecilerinden... Ecevit’in siyasetten ayrılmasını izleyen dönemde kapsamlı bir TV belgeseli hazırlamak üzere Ecevitler’in kütüphane evinde üç yıl kadar onlarla birlikte çalıştılar. Ancak belgeselin maddi yükünü üstlenecek TRT dahil bir sponsor bulunamadı. ge sağladığıntaanadhimkekt@agtmçaiel.com kiyor. www.ahmettan.com Peki Ecevit hangisini ör nek almış? “Hep Atatürk’ü örnek al dım. Yüzde 10 olasılık da hi görsem, olayların üzeri ne gittim. Ancak karar ver meden önce iyice tetkik et Sürpriz anıları ile Ecevit tim. Konunun uzmanlarıyla görüştükten sonra harekete geçtim.” Türkiye’de solun dinsizlik gibi gösterilmesinin maddi bir dayanağı olmadığına Sonunda bunun “veda söyleşisi” dikkat çekiyor. olarak bir kitaba dönüştürülmesine Sol “inançsızlık” olamaz. Öyle karar verdiler. Geçen hafta Doğan olsa yüzde 99’u Müslüman olan bir Grubu’nun piyasadan çekildiğinin ülkede sol yaşayamaz ve CHP yüz açıklandığı gün “Ecevit’in Anıları” de 41.4’lere varan oy oranına ula da Doğan Kitap’tan piyasaya çıktı. şamazdı.. Türk toplumu dine bağ HHH lıdır ve hayatında dinin önemli bir Tayyip Bey ile Ecevit’in kıyas yeri vardır. Bu bağlılıkla laikliği uz lanması elbette abesle iştigal. laştırmak çok önemli.” Erdoğan’ın tek derdi tek tasası Bu dönemin dünya liderleriyle “üni Atatürk! Neyse ki Ata’nın iktidar forma” üzerinden karşılaştırıyor: daki süresini üç gün önce solladı. “Hitler asker değildi, Mussoli İnşallah artık rahatlamıştır: ni askerlikten kaçıp ülkesini terk Tam 5 bin 495 gündür başımız etmişti. Franco da asker değildi. da imiş! Saate vurursak, 131 bin Stalin ise başçavuştu. O dönemin 808 saat ediyor. Acaba bu süre büyük zaferler kazanmış tek gerçek nin kaç bin saati nutuk atarak mik askeri sadece Mustafa Kemal’di. rofon ve kamera karşısında geç Asker olmayanların hepsi üniforma ti? Keşke RTÜK bunu saptasa da kullanırken, Mustafa Kemal ‘ma “dünyanın en konuşkan lideri biz reşal’ üniformasını çıkarıp, parla de!” diye sevinsek! menter sisteme hayat kazandır Ecevit’in anıları yakın tarihimize dı. Savaşmaktan çok diplomasiye ışık tutan bilgilerle dolu. önem verdi. Bu, onun müthiş dev Örneğin CHP’nin kendisinden let adamlığını gösteriyor...” önceki liderleri Atatürk İnönü far HHH kını şöyle anlatıyor: Anılar, siyaset ve yakın tarih ile il “(1960’lı yılların sonu) Türk Ta gilenenler için zihin açıcı saptama rih Kurumu’ndaki toplantıda, İnö larla dolu. Ecevit’in ağzından bir nü kendisi ile Atatürk’ü şöyle kıyas çok gerçeğe ayna tutuyor: ABD, ladı: Aramızdaki çok önemli fark; Türkiye’nin içişlerine nasıl karışıyor? ben bir konuda karar vermek için Amerikalı ve İngiliz diplomat yüzde 90 emin olmak isterim. Ata lar yasaklı Ecevit’i nerede ve nasıl türk ise yüzde 10 olasılık dahi gör sorguladılar? se, o olayın üzerine yürür, gerçek Türkiye hangi ülkelerle yakın leştirmeye çalışırdı.” laşmalı? Kuzey Irak’taki en büyük Ecevit, kendisi hakkında bir tehlike nedir? ABD Kürt gruplarını yüzde vermiyor. Ama Atatürk ile neden tercih ediyor? İnönü’nün bu kadar farklı düşün Doğan Grubu’nun belki de “son melerinin ülkenin yararına bir den hizmeti” bu kitap!.. SAYISAL LOTO 81520293941 6 BİLEN: 4 milyon 151 bin 636 TL (ikinci devir) 5 BİLEN: 4 bin 767’şer TL 4 BİLEN: 75’er TL 3 BİLEN: 11’er TL ikramiye kazandı. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Son gergedan Türünün son erkeğiydi. Ölümüyle kuzey beyaz gergedanların soyu teorik olarak tükenmiş oldu. Oysa daha geçen yıl adına çöpçatan programı Tinder’da hesap bile açılmıştı. Tinder’ın “en prestijli bekârı”ydı “Sudan”.  Bilim insanları  “Sudan”ı çiftleştirmek için yoğun çaba harcadılar, başaramadılar. Geriye aynı türden iki dişi kaldı yalnızca…  Sudan’ın Twitter’da geçen yıl paylaşılan son fotoğrafına bakıyorum. Binlerce insan paylaşmış bu fotoğrafı. Hüzünlü bir fotoğraf.  Sudan, yere uzanmış, çenesini ön bacağına dayamış öylece duruyor. Yalnızlıktan bıkmış,  üzgün, sıkkın bir hali var sanki… Belki de bana öyle geliyor.  Camille SaintSaëns’ın ünlü “Hayvanlar Karnavalı”  geliyor aklıma. Eserde, hayvanların resmi geçidini düşünüyorum: Kuğular, filler, kangurular… Harika bir müzik. Fakat benim zihnimde, sahneye çıkan hayvanlar gösteri yapmıyorlar, veda ediyorlar. “Hayvanlar Karnavalı”, “Hayvanların Vedası”na dönüşüyor.  Dünya tarihinden, insan yüzünden silinip giden canlılar tek tek sahneye çıkıyorlar.  Orangutan, “Bana yaşayacak yer bırakmadılar. Tüm ormanları kestiler” diyor. Akdenizfoku “Yuvamı yaptığım kıyıdaki kayalıkları bile ortadan kaldırdılar. Her yer betonlaştı. Ortada kaldım” diyor. Caretta caretta, “Dünyaya geldiğim kumsal artık yok. İklim değişikliği yüzünden deniz yükseldi. Yuttu yumurtlama alanlarımızı.” “Gölleri de kuruttular, beslenecek gıda bırakmadılar” diyor dikkuyruk, tepeli pelikan…  Fakat en acıklısı gergedanın sözleri:  “Boynuzuma taktınız kafayı. Boynuzumun mucizevi güçleri varmış. Kanseri bile iyileştirirmiş, cinsel gücü artırırmış. Oysa hiçbiri doğru değil. Boş inanç. Fakat sırf bu yüzden avladınız bizleri, vurdunuz. Bir de kuyruğum için. İnanılır gibi değil ama kuyruğumu bile statü sembolü haline getirdiniz. İşte türümün son temsilcisi olarak ben de gidiyorum. Yalnız bırakıyorum sizi. Yazıklar olsun hepinize.”  Tüm canlılar tek tek sahneye çıktıktan sonra küskün bir şekilde karanlıkta kayboluyorlar, dünya sahnesinden çekilirken hep birlikte aynı tümceyi söylüyorlar:  “Ne şanssızız ki 4.5 milyar yıllık dünya tarihinde insan denilen türün hâkimiyet sürdüğü o küçücük zaman diliminde dünyaya geldik. Oysa dünyanın gelmiş geçmiş en zeki canlısıyla aynı dönemi, aynı mekânı paylaşmak ne büyük bir onur diye düşünmüştük. Bilmiyorduk dünyanın bu en zeki canlısının, aynı zamanda dünyanın en acımasızı olabileceğini. Bu kadar vicdansız ve bencil olabileceğini. Kendi dışındaki tüm canlılara karşı bu denli kayıtsız kalabileceğini. Mutlu bir hayat yaşamamıza izin vermedin ey insan. Şimdi gidiyoruz. Ama bil ki, biz gittikten sonra sen de mutlu olamayacaksın!” HHH 20. yüzyılın başında dünyada 500 bin gergedan yaşıyordu. Uluslararası Gergedan Vakfı’na göre 1970’lerde sayı 70 bine geriledi. Bugün 29 bin.  Dünyada halen 5 gergedan türü yaşıyor. En tehlikede olanı java gergedanı. 58 tane kalmış.  Sumatra gergedanının da durumu pek parlak değil. Toplam sayıları 100. Tek boynuzlu büyük gergedan 3 bin 345, siyah gergedan 5 bin 55, beyaz gergedan 20 bin 400.    Fakat sayısal verilerde bir tuhaflık var. Güney Afrika’da 2007 yılında toplam 17 gergedan, boynuzu için yasadışı bir şekilde avlanmış. Fakat 2014’e gelindiğinde sayı birden 1215’e fırlamış. 2015’te de 1338. 20072015 yılları arasında öldürülen gergedan sayısında 90 kat artış olmuş. Neden?  Oysa 2007’de bu sorun artık çözümlendi diye düşünülüyordu. Dünyada internet yaygınlaşıyor, çevre hareketi giderek gelişiyordu... Meğer sorun gerçekte çözümlenmemiş. Boş inanç, kenarda, kuytuda bekliyormuş yeniden hortlamak için.  Gergedan boynuzuna olan talep öylesine bir noktaya varmış ki müzeler bile soyulmaya başlanmış. Gergedan boynuzunun kilosu 50 bin dolara ulaşmış. Bir çılgınlık hali.   Ne diyordu ünlü astrofizikçi Hubert Reeves: “Doğayla savaş halindeyiz ve eğer kazanırsak kaybedeceğiz.” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle