19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 25 Mart 2018 TASARIM: SERPİL ÜNAY yorum 13 Ülkem işgal altında! Geçenlerde Taksim Meydanı’ndan geçtim. Meydan bomboştu, kutular içindeki minyatür ağaçları saymıyorum. Kocaman bir boşluktu. Bu kocaman boşluğun bir köşesinde Selefi bir caminin inşaatı son hızla ilerliyordu, öteki köşesinde Gezi olayları sırasında binlerce devrimci afişle süslü AKM usul usul yıkılıyordu. Birden durdum, alanların, insan algısı üstündeki etkisini düşünmeye başladım. Geniş boş meydanlar rastlantı sonucu oluşturulmaz, bu Roma İmparatorluğu’ndan beri başlayan bir mekâninsan ilişkisinin denenmiş sonucudur. Çünkü boş mekânlarda insanlar ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar, kendilerini güvende ve kalabalığın içinde hissetmezler. Mekânlar yüzyıllardır belli ideolojilerin değiştirdiği, ama ana kuralları belirli unsurlardır. Örneğin Hitler döneminde yapılan Alman binaları öylesine devasa binalardır ki, insan içine girdiğinde korkar, kendini küçücük görür ve ışık tutulan bir tavşan misali şaşkınlaşır. Meydanlar da öyledir. Boş, ağaçsız, çeşmesiz, heykelsiz meydanlar iktidarlar için kalabalıkları yalnız hissettirme yoludur. Taksim Meydanı sadece boş değil, meydan adeta bir devrin bittiğini gösteriyor. Yıllarca karşı çıkılan Taksim’de cami olmaz fikri artık bir hiç. Cami yükseliyor ve yeniden yapılacağı meçhul AKM binası yıkılıyor. AKM bir Cumhuriyet değeri, cami ise ılımlı İslama geçtiğimizin somut göstergesi. Yani kısaca şöyle; “Gezi’yi biz, iktidar yandaşları kazandık!” Sadece meydanlar değil, ılımlı İslam bir plan dahilinde adım adım ilerliyor. Örneğin Turgut Özal’in bir sözü vardı: “2.5 gazete bırakacağım!” Turgut Özal insaflıymış, şimdilerde 1.5 gazete var. Doğan Medya bize gösterildiği gibi tüm unsurlarıyla 1 milyar 200 milyona satıldı. Bu para nedir ki, devede kulak! Ama plan işliyor, sonuçta artık merkez medya yok. Sanılmasın ki, bu bir ticaret, hayır bu bir yok etme operasyonu. Beş yıl sonra nasıl Milliyet artık gündemi belirleyemiyor, hiç sayılıyor, Hürriyet de tüm ilanlarına rağmen hiç sayılacak. Ve en önemli darbe gazete dağıtımına gelecek. Şimdi bile çoğu zaman bayilerde bulunmayan ilerici, gerçek haber yapmaya çalışan gazeteler usul usul bayilerden çekilecek! Yüzlerce basın işçisi işsiz kalacak. Deniliyor ki, sosyal medya var. Yapmayın, seçim olgusunun sık sık gündeme getirildiği bu günlerde sosyal medya ele geçirilemez değil, şimdiden Facebook’ta tuhaflıklar başladı. Daha da artacak. Kabul etmeliyiz ki, artık bir Cumhuriyet devletinde değil, bir mafya devletinde yaşıyoruz. Ve bu mafya kendi çıkarlarını korumak için çok acımasız. Bütün bunlar olurken, geçen gün bunca şaşırdığımız operasyonları kimin tezgâhladığı konusunda kafa yormaya karar verdim. Çünkü bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde organizasyon, plan yapma kabiliyeti sınırdır. Çünkü felsefe ve mantıktan uzak olduğumuzdan, işin pratiğinde en küçük tanıtım organizasyonlarında bile pek çok aksama görülüyor. 15 Temmuz Darbesi de dahil, gerçekten bu algı değiştiren operasyonları kimler yapıyor? Mesela Niğde’de neden İsrail binlerce hektarlık arazi alıyor ve neden? Çok açık Niğde’de fabrika yok, toprak kirlenmiş değil. Organik tarım için harika! Neden şeker fabrikaları satılıyor? Biz yıllarca çok şımarık davrandık, öyle ya denizlerimizde balık çoktu, binlerce dönüm tarım arazimiz vardı, kara paranın geçiş istasyonuyduk, yani bizde hiçbir şey tükenmezdi. Öyle olmadı işte, en verimli toprakların dünyayı yöneten 400 şirketin emrine girdi, limanların onların oldu, bir de üstüne ağaçtan hiç hoşlanmayan bir iktidarla çöle döndük. Ama yine de bu operasyonları kimler planlıyor. Elbette, yıllar önce Oktar Babuna adlı bir adamın oyununa gelip ülkede kim varsa hepsinin kanını Amerikan bankalarına postaladık. Şimdi teknoloji öyle bir hale geldi ki, bu kanlarla toplumların genetik kodları ortaya çıkarılıyor. Genetik kodlar ortaya dökülünce, binlerce kişinin çalıştığı, her gün dünya hakkında yüzlerce felaket senaryosunun yazıldığı, her ülke için farklı ele geçirme yöntemlerinin oluşturulduğu merkezlerde bizim de payımıza bir şeyler düşüyor. Ve ortaya başka bir gerçek de çıkıyor, bu ülkede çok hain var! Ataol Behramoğlu’nun sevdiğim şiiri gibi: “Ne Çok Hain!” Şimdi bu karamsar tabloyu önce bir içimize sindirelim, sloganlar atmak yerine, kapitalizmin kâğıttan bir kaplan olmadığını kabul edelim. Büyük planı bozmak için ne yapmalıyız? Temel soru bu çünkü işgal altındayız. 25 MART 2018 SAYI: 33772 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:27 05:13 05:39 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06:53 13:16 16:43 06:38 13:01 16:28 07:01 13:24 16:51 Akşam 19:28 19:12 19:34 Yatsı 20:48 20:31 20:51 Cehalete terk, cahillere emanet edilen cinnet vatanda, püsküllü püskülsüz Kadir’ler ve televizyon dizilerinden öğrenilen “yeni” tarihin mimarları, parodi dalında efsaneler yazıyor! Birkaç yıl öncesine kadar Çanakkale Zaferi’ni evliya taburlarına kazandıran zevat, zamanla ustalaştı ve görünmez evliya yalanından vazgeçip, görünür gerçeği tersyüz etmek taktiğini seçti: Çanakkale’de artık evliyalar muzaffer değil. Ama ortada pek övünülecek bir zafer yok, zaten olanı da Mustafa Kemal komutasında kazanılmadı. Dolayısıyla Çanakkale Zaferi’nin 103.’üncü yıldönümü çoğu yerde, zaferi kazanan komutan anılmadan kutlandı. Eğer Türkiye gelecek yıla da aynı siyasal şablonla girecek olursa, yeni tarihçilerin 104.’üncü yıldönümü için hazırladığı parodiyi şimdiden söyleyebilirim: Çanakkale Zaferi’ni Almanlar kazandı, boşuna bir savaştı, işgal orduları zaten üç yıl sonra Çanakkale’yi çatışmadan geçtiler, onca askeri orada heba etmeseydik, halifeliği savunurduk, Osmanlı parçalanmazdı… Nasıl parçalatmayacaklarına dair ne uydururlar, bilemiyorum. Hangi yönde saçmalayacaklarını rahatlıkla seziyorum, ama rasyonel mantığımla saçmalıkta hangi düzeye çıkacaklarını öngörmem çok zor! HHH Gülüp geçmeyin. Tarihin bariz deformasyonu olsa da bu parodi tarih yazılımına devletin en üst düzeyi rağbet ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile hataya düşebiliyor. Örneğin bu yıl Çanakkale Zaferi’ni kutlayan konuşmasında, lafı bir ara Osmanlı’nın toprak kaybına getirerek, “30 milyon km2’den 780 bin km2’ye düştük” diye hayıflandı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu sanrısı (yanlış algı), “İkinci Abdülhamit hiç toprak kaybetmedi” çarpıtmasının devamı ve hızla süren tarih deformasyonunun bir parçasıdır. Çakma tarih, satılık coğrafya! İkinci Abdülhamit döneminde, Ruslar Erzurum’u; İngilizler Kıbrıs ve Mısır’ı, Fransızlar da Tunus’u almıştır. Osmanlı Devleti’nin yüzölçümüne gelince, hiçbir zaman 30 milyon km2’yi kapsamadı. En geniş hacmi 1595 İkinci Murat döneminde olup 19 milyon 902 bin km2’ye yayılıyordu. 1913’te 180 bin km2’si Avrupa’da, 1 milyon 800 bin km2’si Asya’da, 3 milyon km2’si Afrika’da olmak üzere, toplam 4 milyon 980 bin km2’yi buluyordu. 1913’ten 1923’e, sadece 10 yılda 4 milyon km2 toprak kaybedildi, evet. HHH Tıpkı İkinci Abdülhamit’in kaybettiği topraklar gibi, bu topraklar da insanlığın sosyolojik dönüşümü gereği, geopolitik bir zorunluluk olarak kaybedilecekti, öyle de oldu! Çünkü 19. yüzyılın sonuna doğru halklar, yurttaşlık ve millet bilincini sahiplenmiş, kulluk ile ümmet toplumsallaşmasının sonu gelmişti. Elbette ki tüm sömürge imparatorlukları gibi Osmanlı da dağılacaktı! Hatta en köhne, en geri kalmış, en cahil ve yoksul imparatorluk olduğu için elbette hepsinden önce parçalanacaktı… Japon İmparatorluğu, 1868’den 1945’e kadar 7 milyon 400 bin km2 toprak kaybetti. Bugünkü Japonya’nın yüzölçümü 127 milyon nüfusuna karşın sadece 377 bin 962 km2. Güney Amerika fatihi Portekiz İmparatorluğu, 1824’e kadar 10 milyon 400 bin km2’ydi. Koca Brezilya’nın sahibiydi. Bugün sadece 92 bin 212 km2’lik bir ülke. Güney Amerika’nın öteki fatihi İspanya İmparatorluğu, 1898’de Osmanlı’nın dört katı, 19 milyon 200 bin km2’lik bir yüzölçümüne yayılıyordu. Bugünkü İspanya’nın yüzölçümü, 505 bin 990 km2. HHH Üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu, 19. yüzyılın sonunda Osmanlı’nın zirvedeki yüzölçümünden iki kat büyüklükteydi: 33 milyon 700 bin km2’ye yayılan mülkünde zamanın dünya nüfusunun yarısı, 458 milyon insan yaşıyordu. Bugün Britanya, İskoçya’yı saymazsak 242 bin 495 km2’den ibaret bir ülke… İkinci Fransa İmparatorluğu, 12 milyon 898 bin km2’ydi. Bugün Fransa, 643 bin 801 km2. Liste uzun. Dünyadaki bütün imparatorluklar, fethettikleri topraklardaki halkların millet bilincine kavuşması ve bağımsızlıklarını elde etmek için başlattıkları mücadele sonunda dağıldılar. Osmanlı da dünyadaki sömürge imparatorluklarından biri ve 18. yüzyıldan öteye bunların ne en büyüğü, ne de en güçlüsü ya da gelişmişiydi. Oysa Atatürk’ün başlattığı Kurtuluş Savaşı sayesinde Türkiye Cumhuriyeti, bugün Rusya hariç eski emperyal rakiplerinin hepsinden daha geniş bir yüzölçümüne sahip: 783 bin 562 km2. Tarihi yalan dolanla tahrif edenlerin, sata sata bitiremedikleri kadar büyük bir coğrafyadır, Türkiye. Artık, “Yayın politikası değiştirmek” diye bir suç ihdas kendi turapt yaaltzHınaHralaHarlımyltwaıaşwntzawı[email protected] edildiğine göre, sayın sav 15 Temmuz nasıl ki, cıların Hürriyet’i de takibe salya sümük emekli almaları şarttır. bir vaizi çok aşan ve Cumhuriyet, gücünü ta doğrudan “devletin rihinden ve kuruluş felsefesinden alıyor. Hürriyet de toplumsal etkisi, tirajı ve bekasına yönelik bir organizasyon” ise Hürriyet’in satışı da Serçesiz olmaz! ağırlığı ile en güçlü yayın benzer bir operasyon organıdır. Evlere en çok olabilir. Bunu bugün giren gazetedir. Neden tam da bu dö nemde el değiştirdi? ‘Külliyet’ mi yoksa... den kanıtlamak elbette mümkün değil. Türkiye’nin güney Satışın arkasında kimler sınırlarını düzenleme var? basan, Barış Harekâtı’na giden nin ön hazırlığı için Aydın Doğan “artık yaşlıyım!” yolu açan gazetedir Hürriyet. “süper irade üst akıl” nasıl ki 15 diyor. Bu gazeteyi belki de dış âlem Temmuz’u uygulamaya koydu ise Başkaları da diyor ki, “80 yaşına nezdinde “dikkate değer” kılan, daha dar ölçekli ama daha derin “Bir gün köydeki bahçemde toprağı çapalarken omzuma bir serçe kondu. Omzuma takılacak hiçbir apoletin beni o andaki kadar seçkin kılamayacağını hissettim.” Ünlü “Walden” kitabının yazarı Henry David Thoreau’a ait bu sözler. “Walden” çevrecileri, alternatif yaşam arayışındaki insanları, hippileri, 68 kuşağını etkilemiş bir kitap. Thoreau’un iki yıl boyunca ormanda kendi yaptığı bir kulübede basacağını on yıl öncesinden bili logosundaki Türk Bayrağı ile “Tür etkili bazı toplumsal operasyonlar yalnız bir yaşam sürdükten sonra yazdığı bir yordu!”. kiye Türklerindir” yazısıdır. için de Hürriyet “etkisiz hale getiril kitap. Thoureau’un “sivil itaatsizlik” üzerine Yetişmiş ve eğitimli, birikimli, HHH miş” olabilir. söylev ve yazılarının da Mahatma Gandhi, deneyimli dört kızı ve dört damadı Elbette bu satışta, her yere, her 15 Temmuz’un ertesinde, bu Martin Luther King ve Emma Goldman’a olan bir babanın gazetesini, tele kuruma el attığı için, “Külli” irade sütunlardaki ilk yazının başlığı ilham verdiği söylenir. Emma Goldman’ın o vizyonlarını ortada bırakıp gitmesi neyin nesi? Ve bu satış neden, Ortadoğu ile fiilenfiziken bu kadar hemhal olduğumuz bu dönemde? Elbette bu tür soruların muhatabı Aydın Bey olamaz. Ama bir de ülkenin, bölgenin ve dünyanın gerçekleri var. Hürriyet, devlet aygıtı ile en içli dışlı ve dış dünya ile “iltisakı” en güçlü olan tek gazetedir. İlk çıktığı parmağı aramak doğal bir toplumsal reflekstir... Bu nedenle yeni Hürriyet’e şimdiden “Külliyet” ismini uygun görenler çoğunluktadır. Belki de Cumhuriyet’in aksine “sahipli” olduğu için satışa maruz kalmıştır. Ancak kitlesel derinliği ve etkisi olan konularda hiçbir şey göründüğü ya da gösterilmeye çalışıldığı gibi değildir. Hürriyet’in satışı bir başka öl “Hayrı Görülesi Bir Darbe” idi. Darbenin hayrını kimlerin görmek istediğini ve gördüğünü iki buçuk yıldır görüyoruz. Stratejik müttefikimizin ne kadar startejik olduğuna tanık olduk, oluyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden adliyeye, üniversitelerden bürokrasiye kadar 15 Temmuz’un hayrını da göreni milletçe görüyoruz. Özet mi? Bazı operasyonlar “hayrı daha ünlü sözünü anımsarsınız: “Dans edemeyeceksem, bu devrim be nim devrimim değildir.” Geçen hafta “Dünya Serçe Günü”ydü. 2010 yılından beri her 20 Mart’ta dünyada çeşitli etkinlikler yapılıyor. Çünkü en yaygın kuş türü diye bildiğimiz serçelerin bile sayıları giderek azalıyor dünyada. Oysa serçelerin insanlığın değişimine en iyi uyum sağlayan kuş türü olduğunu düşünürdük. Hele ev serçeleri hep insanlarla içli dışlı olmuştur. Demek onlar bile artık yaşanan bu değişime ayak uyduramaz oldular. İngiltere’de son 40 yılda serçelerin yüzde günden beri bu böyledir: çekte yeni bir 15 Temmuz’dur. sonra görülmesi” için gerçekleş 68’i yani 20 milyon serçe yok oldu. Hollanda’da 1 Mayıs 1948’de yayın hayatına Belki de etkileri uzun dönemde tirilir. Tıpkı 12 Mart, tıpkı 12 Eylül serçeler nesli tehlike altındaki tür olarak kırmızı “Ürdün ve Irak orduları Filistin’e ortaya çıkacak biçimde kurgulan darbeleri gibi... Bu iki darbe de listeye alındı. Doğa Derneği’ne göre son on yılda girdi!” manşetiyle başlamıştır. mıştır. gençleri ve kitle örgütlerini siya Anadolu’da da serçelerin sayısı giderek azalıyor. Türkiye’yi ABD ile ipleri kopartma raddesine getiren, dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün ABD Başkanı Johnson’a yazdığı “Dünya yeniden kurulur, Türkiye de orada yeni yerini alır!” diye yayımlayan gazetedir. Kıbrıs’ta, Rum çetecilerin Türk halkını öldürerek Noel’i kutladıkları ve bir Türk subayının eşi ve üç küçük çocuğunun banyo küvetinde katledildiğinin fotoğraflı haberini Milliyet nasıl ki Demirören’lerin elinde etkisiz hale getirilmiş ise, benzer bir hesapla bu kez de Hürriyet, aynı amaçla aynı kişiye teslim edilmektedir. Yine de her taşın altında Tayyip Bey’in olması gerekmiyor. Zira Milliyet ve Vatan’ın içinin boşaltılması kendisine pek bir fayda sağlamadı. Zaten, Hürriyet’i yazarları, haberciliği veya içine yerleştirdiği setten uzaklaştırdı. Demokrasi ve özgürlükler alanında kapanmayacak yaralar açtı. Örneğin, 12 Eylül rejiminin getirdiği “yüzde 10 temsil barajı” otuz küsur yıldır hâlâ aşılamıyor. Çin Devrimi’nin önderlerinden Çu En Lay’a sormuşlar: “1789 Fransız İhtilali hakkında ne düşünüyorsun?” “Sonuçlarını görmek için acele etmemek lazım!” Küçük dostlarımız giderek doğadan uzaklaşan düşünce ve yaşam biçimimiz nedeniyle her geçen gün yok oluyor, kimse farkına varmadan hayatlarımızdan çıkıp gidiyorlar. Peki gitsinler mi? Buna izin verecek miyiz? Yoksa onları kurtarmak için çare mi arayacağız? Serçelere dikkat çekmek için bu yıl da “Dünya Serçe Günü”nde İstanbul’da Validebağ korusunda, Kadıköy’de, İzmir’de fuarda, Eskişehir’de, Sakarya’da, Ankara Kuğulu Park’ta ve daha pek çok yerde etkinlikler yapıldı. İnternette sosyal medyada serçeler yok olmasın diye çabalayan güzel insanların SAYISAL LOTO 4636373943 6 BİLEN: 2 milyon 23 bin 686 TL (devretti) 5 BİLEN: 5 bin 798’er TL 4 BİLEN: 87’şer TL 3 BİLEN: 12’şer TL ikramiye kazandı. fotoğraflarına bakarken, yazının girişindeki o tümce geldi aklıma. HHH “Dünya Serçe Günü” nedeniyle Doğa Derneği tarafından hazırlanan bildiriye “Serçesiz olmaz” başlığı atılmış. Bildiriyi okurken aklıma Silivri KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] cezaevinin serçeleri geldi. Düşünün ki Silivri’de demir parmaklıklar arkasındasınız. Doğal olarak keyfiniz kaçık. Sonra bir sabah pencerenize bir serçe gelir, camı tıklatır gagasıyla. Öyle heye canlanırsınız ki... Bütün koğuş heyecanlanır. O kasvetli karanlık o küçücük misafirle birden aydınlanır... Hemen ekmek kırıntıları serpiştirilir camın kenarına. Plastik çay tabağına su konur. Kantinden kuş yemi siparişi verilir... Kantinde pek çok şey yoktur ama kuş yemi vardır. İyi ki de vardır. O ilk serçe baharın habercisi. Sonra diğerleri gelir. Sabahları kuş sesiyle uyanmaya başlar Silivri cezaevi. Tam da Şükrü Erbaş’ın dizesinde anlattığı gibi: “Güneş değil, inandım Serçeler başlatıyor sabahı...” Silivri’de artık serçeler başlatır sabahı. O müziksiz soğuk duvarların arkasında volta atarken, kendinizi ıslıkla “La Vie en rose” ça larken yakalarsınız birden. Sahi, Edith Piaf’a “kaldırım serçesi” adını takarken ne düşünü yordu Louis Leplee? Çiftleşme zamanı öyle gürültülüdür ki... Fa kat yavrular dünyaya geldiğinde cezaevindeki hava tümden değişir. Yavruların bazıları ilk de nemede beceremez uçmayı. Kanatları henüz yeterince güçlenmemiştir. Düşerler yuvadan. Yavrulara yardım etmeye çabalarsınız. “Alcatraz Kuşçusu”nun öyküsü de elbette anımsanır. Yavrular uçsun diye elinizden geleni yapar ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] sınız. Siz özgürlüğünüzden yoksunsunuz ya. Hiç olmazsa o minicik kuş uçsun, özgür olsun istersiniz. Murat Sabuncu, bir serçenin ağzından düşen papatyayı ne güzel anlattı. Hiç umulmadık bir anda bir serçenin ağzından düşen bir çiçek hayata umut katar Silivri’de. Ve bazen insan bir serçe yüreğiyle tutunur dünya dalına. Diyeceğim o ki, çevreciler haklı: “Serçesiz olmaz”. Hele Silivri’de, hiç olmaz. Şimdi Silivri’de yine serçe zamanı. Akın Atalay hâlâ cezaevinde. 511 gün oldu. Bu yıl serçeleri yalnız karşılayacak. Keşke adalet yerini bulsa ve o da serçeleri Validebağ’da karşılayabilseydi. Serçelere selam söyle biz den Akın. Az kaldı. Dayan kardeşim. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle