19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 19 Mart 2018 8 Erik çiçeğe durmuş Hafta başının ilk yazısı bu. Okurun zaten kararmış içini daha da karartmayan bir yazı niyetiyle masa başına oturdum. Dakikalardır ekran bana bakıyor, ben ekrana... Olmayacak. Televizyonu açtım. MHP kurultayı toplandı ya, TV ekranından MHP’nin “ikinci başbuğ”u Bahçeli’yi dinledim. Milliyetçiliğin bu düzeyi, benim gibi alışık biri için bile katlanılması zor ölçüdeydi. Zapladım, zıpladım... Afrin’de, ÖSO “yiğitleri”nin Kürt halkının (dört ülkeye serpilmiş Kürt halkının tümünün) özgürlük simgesi Demirci Kawa heykelini önce kurşuna dizip (Ciddiyim. Heykeli kurşun yağmuruna tuttular) ardından bir halat ve iş makinesi yardımıyla yıkmalarını, sonra da asfalta çöküp secdeye varmalarını seyrettim. Zapladım, zıpladım... Bu kez mikrofonu Çanakkale’de 18 Mart anma törenlerinde bulmuş Tayyip Erdoğan’ı dinlemeye başladım. Afrin’de pazar sabahı sekiz buçuktan beri ÖSO ve Türk bayraklarının dalgalanmakta olduğu müjdesini verdi. Bir başka ülkenin topraklarında dalgalanan Türk bayrağı ister istemez fetih anlamına geliyor. Erdoğan bununla da yetinmedi, “Terör koridoru zinciri şimdilik dört noktadan kırıldı. Zincirin kalan halkalarını da en kısa sürede tane tane kıracak ve bu oyunu tamamen bozacağız” deyiverdi. Cümlenin vurgusu “şimdilik”te. Bu vurgu savaş da, fetih de sürecek demek. Zapladım, zıpladım... Bir başka kanalda çoktan bitmiş Galatasaray Fenerbahçe maçı üstüne bitip tükenmeze benzeyen futbol geyiği kaynatılıyordu. Buna hiç katlanamazdım. Zapladım, zıpladım... “Acep dünyada, Avrupa’da neler olup bitiyor. Bir göz atayım” deyip Alman medyasına geçtim. Geçmez olaydım. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland’ın Türkiye’ye tutuklama dalgaları, hukuktan nasipsiz yargılamalar üzerine demokrasi ve özgürlük dersi verdiği günlerde, hatta saatlerde Berlin’de, Roma’da ve Paris’te Türkiye ile yeni silah anlaşmalarının imzalandığı haberleri Almanya’nın saygın gazetelerinin sayfalarına yansıyordu. Bugün pazar. Haftayı ben böyle bitiremem. Yarın hafta başının ilk yazısı olarak okurun önüne bu zifiri karanlık üstüne yazılmış paragraflar koyamam... HHH Ey okur... Kendinin iki katı el arabasını güçlükle çekerek, sokağın çöp kutularını birer birer karıştırıp çöpe atılmış plastik şişeleri, cam kavanozları, gazete tomarlarını el arabasına takılmış kocaman çuvala atan ve bir sonraki çöp kutusuna yönelen o çok çelimsiz, o çok bakımsız ve o çok küçük çocuk birden durdu. Arabasının çekme kollarını yere dayadı. Ceplerini karıştırdı. Avucu cepten dolu çıktı. Kaldırımın ucunda çocuğa bakan küçücük, o çocuk kadar çelimsiz bir sarman kedi yavrusunun önüne avucundaki mamaları koydu. Sonra kendinin iki, üç katı büyük arabasını çekerek bir sonraki çöp kutusuna yöneldi. Ha, bir de... Eey okur... Komşunun bahçesindeki küçücük, cılız erik ağacı çiçeğe durmuş. Haberin olsun. 1 ölü, 1 yaralı Bolu’da maden ocağında göçük Bolu’nun Mengen ilçesinde, özel bir işletmeye ait linyit kömürü madeninde meydana gelen göçükte, İbrahim Değirmenci (30) yaşamını yitirirken, Ali Işık (41) yaralandı. Dün saat 14.00 sıralarında, Mengen ilçesine bağlı Gökçesu beldesinde bulunan özel bir işletmeye bağlı linyit kömürü maden ocağında göçük meydana geldi. Göçüğün fark edilmesi üzerine olay yerine UMKE, itfaiye, ambulans ve tahlisiye ekipleri sevk edildi. Göçük altında kalan İbrahim Değirmenci ve Ali Işık, maden işçilerinin yardımıyla bulundukları yerden çıkarıldı. İşçilerden İbrahim Değirmenci kaldırıldığı Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak yaşamını yitirdi. Mengen Devlet Hastanesi’nde kaldırılan Ali Işık ise tedavi altına alınırken, sağlık durumunun iyi olduğu öğrenildi. l BOLU / DHA haber EDİTÖR: SERKAN OZAN Resmi görev terör suçu oldu 18 aydır tutuklu bulunan Bitlis Belediyesi çalışanı Demir hakkındaki iddianame skandal dolu SİNAN TARTANOĞLU Bitlis’te 13 Ağustos 2016’da gözaltına alınan Halis Demir’in yargılandığı davanın ilk duruşmasında skandallar yaşandı. Bitlis Belediyesi Cenaze Müdürlüğü’nde görevli Demir; resmi görevi cenaze aracı sürücülüğü olmasına karşın PKK’lilerin cenazesini taşımakla suçlandı. Gazeteci oğlunun haber notlarını içeren ajanda tutukluluğuna delil olarak sayıldı, kriminal inceleme talebi kabul edilmedi. İddianamede ifadeleri yer alan 3 tanık ise duruşmada Demir’i tanımadıklarını söyledi. Tüm bunlara karşın Demir 18 aydır tutuklu, ikinci duruşması ise 2 Nisan’da. Halis Demir hakkında, “silahlı terör örgütüne üye olma”, “örgüt propagandası yapma” gerekçeleriyle açılan davanın iddianamesi birçok skandalı da gözler önüne serdi. Bitlis Belediyesi’nin Cenaze İşleri Müdürlüğü’nde çalışan Demir, çatışmalarda yaşamını yitiren PKK’lilerin Adli Tıp’tan alınıp defnedilmesinde savcılık izniyle görevlendirildiği için suçlandı. Demir’in gazeteci oğlu Hayri Demir’in haber notlarının yer aldığı ajandası ve kütüphanesindeki kitaplar da dosyada delil olarak yer aldı. Demir hem ifadesinde hem de ilk duruşmada ajandanın kendisine ait olmadığını söyledi. Demir’in avukatları bunu kanıtlamak için ajandanın kriminal incelemesinin yapılmasını istedi ancak reddedildi. Tanıklar ‘tanımadı’ İddianamede, Demir’in aleyhine tanıklık yapan 3 kişi, mahkeme salonundaki savunmalarında Demir için “tanımıyoruz, ilk defa görüyoruz” dedi. Tanıklardan biri, kendi ifadeleri için “Okuduğunuz beyanları ben söylemedim. TEM’de hazırlanmış beyanlardır. Bana hastaneye götürülüyor sun denilerek imzalatıldı. Cumhuriyet Savcısı huzurunda herhangi bir teşhis işlemi yapmadım” diye konuştu. Diğer bir tanık ise gözaltına alındığı gün uyuşturucu madde kullandığını belirterek, “Kolluk kuvvetleri bu halimden yararlanarak başkaları suçlar şekilde beyanlar vermişler. Ben böyle bir beyanda bulunmadım. Sanığı ilk defa görüyorum. Kendisini tanımıyorum” dedi. İlk duruşmada yaşanan skandallara karşın mahkeme, Demir’in tutukluluk halinin devamına oyçokluğu ile karar verdi. Demir’in ikinci duruşması ise tutukluluktan 19 ay sonra 2 Nisan’da görülecek. l ANKARA Onların payına hep zulüm düştü İlknur Doğan (48) ve eşi Dursun Doğan (53) 23 yıldan fazla sürdürdükleri memuriyetten 677 sayılı KHK ile bir gecede ihraç edil di. Doğan çifti 2013 yılında oğullarıy la beraber KESK operasyonunda gö zaltına alındı. Dursun Doğan oğlu ile birlikte tutuklanarak 11 ay ay nı hücrede kaldı. Ceza evinden çıktıktan 10 ay sonra çalıştığı İstanbul ZEHRA ÖZDİLEK Vergi Dairesi Başkanlığı’ndaki işine dönebil di. Eşi İlknur Doğan ise 2014 yılında açığa alındığı işine 14 Temmuz 2017 yılında dönebildi. Fa kat 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra Doğan çifti bir kez daha kamu dan ihraç edildi. Yaşadıkları zorlu sü rece rağmen mücadeleden vazgeçme yen Doğan çifti, “Her süreçten nasi bimizi alıyoruz” diyor. Doğan çifti ile yaşadıkları zorlukları, değişen hayat larını ve mücadelelerini konuştuk. ‘İrtibatlı mı iltisaklı mı karar verememişler’ KESK Büro Sen üyesi İlknur Doğan İstanbul Defterdarlığı’nda, eşi Dursun Doğan ise İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nda memurdu. Doğan bir gecede hayatlarının elinden alındığını belirterek, “15 Temmuz Darbe Girişimi’ni FETÖ’nün yaptığı söyleniyor. Biz tam da bu FETÖ’den musdarip olan bir aileyiz. 2013 yılında yapılan KESK operasyonunu yapan polis şeflerinden tutun iddianameyi hazırlayan savcıya kadar hepsi FETÖ’den tutuklu. Hâkim ve savcıların birçoğu sahte delille iddianame hazırlamaktan dolayı suçlanıyor. Devam eden mahkeme sürecinde biz dönem dönem dilekçeler vererek Ergenekon ve Balyoz gibi bunu da FETÖ kumpası olduğunu söylüyoruz. Bu davayı düşürmedikleri için işimizden atılıyoruz” diyor. KHK ile ihraç edilmesinin sebebinin yargılanıyor olmasından kaynakldığını söyleyen Doğan “Yargılandığım dava tamamen komplo. 2013 yılından sonra iki yıl işimden uzaklaştırıldım. 14 Temmuz’da işe iade edildim. 5 ay çalıştım, bu sefer de ihraç edildim. ‘Bütün darbeler solcuları vurur. Bunlar bizi atacak’ diye düşünüyordum. Bakanlıktaki kişiler benim bir terör ör İlknur ve Dursun Doğan, 2013’te oğullarıyla birlikte gözaltına alınınca kaybettikleri işlerine dönmek için aylarca mücadele ettiler, ancak darbe girişiminin ardından yine ihraç edildiler İlknur ve Dursun Doğan bir kez daha işlerini geri alabilmek için mücadele ediyor. gütü ile irtibatlı mı iltisaklı mı olduğuma karar verememişler. Kendilerini riske atmamak için beni işten atmışlar”diye konuşuyor. ‘Direnmek bizi canlandırdı’ Doğan, “OHAL Komisyonu’na ‘Ne oldu’ diye sormak için gittiğimizde kolu bacağı kırılanlarımız oldu. 18 kişi gözaltına alındı. Öyle süreçlerde yaşıyoruz. Manevi olarak direnmek bizi canlandırdı. Sendikamız bize cüzi miktarda para ve hukuk yardımı yapıyor. Kira derdimiz de olmadığı için harcamalarımızı en alt seviyede yapıp o parayla geçiniyoruz. Bir yılı geçirdik. Maddi manevi dayanıştığımız arkadaşlarımız var. Karnımız doyuyor. Biz bugünlerin geçeceğine inanıyoruz. Moral ve motivasyonumuz yerinde. Bizi gören çalışan arkadaşlar şaşırıyorlar. Onlar her gün işten atılma korkusu yaşadıkları için moralleri daha bozuk. Biz direnmek zorundayız başka yolu yok” ifadelerini kullanıyor. ‘Payımıza düşeni aldık’ İlknur Doğan’ın eşi Dursun Doğan ise 2013 yılında iki yıla yakın açıkta kaldığını dile getirerek 19 Şubat 2013’te KESK’e yönelik yapılan bir operasyondan dolayı tutuklandığını söylüyor. 22 yaşındaki oğluyla beraber 11 ay aynı hücrede kaldığını dile getiren Doğan şunları anlatıyor: “Bir siyasal yapının memur ağı diye operasyon yaptılar. Ama bizim yaptığımız sendikal faaliyetlerdi. Sendikalaşmayı savunduğumuz için bedel ödedik. Mahkeme süreçlerimiz devam ediyor. Bize o dönem operasyon yapanlar cemaatin savcıları, hâkimleri, polisleri tarafından tutuklandık. AKP iktidarları döneminde tekrar işime başladım. Bizim için Türkiye’de sol sosyalist ve muhalif olmanın sonuçlarını hep beraber yaşıyoruz. Bu ülkede biz de payımıza düşeni aldık. Darbe varsa, faşizm varsa bunun sonuçlarından bizim de etkileneceğimizi biliyorduk.” ‘Süreci kabul edemezdik’ Tahliye olduktan sonra göreve iade edilmeyi talep ettiğine değinen Doğan, sonrasında yaşadıklarını, “O dönem iade edildim. Fakat OHAL ile birlikte ihraç edildim. AKP OHAL’i fırsata çevirdi. Bizleri işten atarak kendi siyasal ayaklarına alan yarattılar. İhraç edildiğimde de sendikada aktif çalışıyordum. İhraç edilen arkadaşlarla toplandık. Kazanılmış haklarımız elimizden alınmıştı. Bu süreci kabul edemezdik. Hak mücadelesi veren bir anlayıştan geliyoruz. Haklarımızdan vazgeçemeyeceğimiz için de 57 haftadır Bakırköy, Kadıköy ve Kartal’da oturma eylemleri yapıyoruz. Derdimizi halka anlatmaya çalışıyoruz. Çalışan arkadaşlarımız her gün işiyle tehdit ediliyor. Bizim ruh halimiz onlardan daha iyi. Biz de o insanlara umut olmak için korkmadan sokağa çıktık. Her şeye rağmen bu ülkede direnen insanlar var” diye anlatıyor. ‘AKP süreci zamana yayıyor’ Dursun Doğan’ın beklentisi ve talepleriyse şöyle: “Davalarımız OHAL Komisyonu’nda bekletiliyor. Yüz bin tane dosya var. Şu ana kadar 5, 6 bin tanesi görülmüş. Geneline ret kararı verilmiş. Bu süreç bizi oyalıyor. Hukuksal sürecin önününü tıkadılar. Oradan çıkacak kararı beklemek en az 5, 6 yıl daha işsiz kalmak demek. Komisyondan çıkacak karara göre dava açma şansımız var. KHK düzenlediler bununla ilgili. AKP süreci zamana yaymak, unutturmak ve halkı ikna etmeye çalıyor. Komisyonun bize katkı sağlayacağını düşünmüyoruz. Bir an önce dosyaların oradan alınıp Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesini talep ediyoruz.” DENİZ YÜCEL TAHLİYESİNİN ARDINDAN İLK KEZ KONUŞTU: Kendimi kullandıramazdım Türkiye’de bir yıl boyunca iddianame bile olmadan tutuklu kalan Almanya vatandaşı gazeteci Deniz Yücel, tahliye olduktan sonra ilk kez taz ve Die Welt gazetelerine konuştu. Yücel, taz’dan Doris Akrap ve Die Welt’ten DanielDylan Böhmer’in sorularını yanıtladı. Tahliyesinden bir gün önce “Deniz cezaevinden çıkabilir ama istemiyor” bilgisini aldığını anlatan Doris Akrap’ın bu konudaki sorusunu yanıtlayan Yücel, “Elbette çıkmak istiyordum. Fakat bana, hemen Alman hükümetinin tahsis ettiği özel uçakla derhal ülkeyi terk etmem gerektiği söylendi. Bunu reddettim. Çünkü, Alman hükümetinin personeli de ğilim, apar topar yurt dışına kaçırılan Alman ajanı hiç değilim. Siyasi nedenlerden ötürü bir yıl hapis yattıktan sonra oyuncak gibi kullanılmama izin veremezdim. Erdoğan, beni içeriye atmaktan menfaat bekliyorsa hapsetsin; beni çıkarmaktan menfaat bekliyorsa salıversin ve ben bunlara hiçbir şey demeyeyim, öyle mi?” dedi. Tahliyesinden bir gün önce avukat görüşüne giderken koridorda gazetemiz muhabiri Ahmet Şık’la karşılaştığını ve Şık’ın kendisine “Çok iyi! Bunu yap. Bunu kullanabilirsin” dediğini anlatan Yücel, “Ahmet, ‘Çık. Kendi kendilerini rezil etmelerini engelleme’ demek istiyordu. Tabii bu benim o an ki yorumumdu. Ahmet tahliye olduktan sonra konuştuğumuzda o sözünü sordum. Dedi ki: ‘Gergin olduğunu fark ettim. Oysa seni tahliye etmeyi istedikleri biçim, bu ülkedeki yargının halini dünyanın gözü önünde sergileyecekti. Bunu açıklamalısın diye düşündüm. Tahliye olduktan sonra çektiğin videoyla bunu yaptın.’ Serbest kaldığım güne dönersek... Dilek’in gönderdiği birkaç yeni mektubu verdiler. Tam okumaya başlamışım ki, televizyonda o son dakika haberi gördüm” diye konuştu. Tutuklanana kadar AlmanyaTürkiye ilişkilerini gazeteci olarak gözlemlediğini ancak bir anda bu iliş kinin konusu haline geldiğini söyleyen Yücel, şöyle devam etti: ‘Rehin alma vakasının doğasında eğer gaspçı rehinesi için bir karşılık aldığı kanaatine varırsa rehinenin serbest bırakılması vardır. Nasıl ki içeriye atıldığımda kimse benim fikrimi sormadıysa “tahliye olmak ister misin’ diye de kimse sormayacaktı. ‘Dur hele, önce tam olarak nelerin müzakere edildiğini öğreneyim, yoksa çıkmam’ deseydim bile bir şey değişmezdi” dedi. Yücel, Akrap’ın “Bunu deseydin şaşırmazdım” şeklindeki sözleri üzerine ise “Belki. Ama onlar bu tavra ne derlerdi? Yürü lan, manyak” ifadelerini kullandı. l Haber Merkezi C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle