18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Cuma 2 Şubat 2018 Avadramleıtin dünya? Fatih Akın’ın son filmi ‘Paramparça’ gösterimde 1973 Hamburg doğumlu, Türk asıllı, dünyaca ünlü Alman yönetmen, senarist ve yapımcı Fatih Akın’ın, 2017 Cannes festivalinde yarışıp başroldeki Diane Kruger’e en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandıran ve Almanya’nın en iyi yabancı film Oscar’ı adayı son filmi “Aus dem NichtsParamparça” bugün gösterime giriyor. Beyaz damatlıklarını çekmiş, Nuri (Numan Acar) adındaki bir KürtTürk mahkumla Katja (Diane Kruger) adındaki genç bir Alman kadınının cezaevindeki evlenme sahnesiyle başlayan “Paramparça”, son yıllarda Almanya’da gemi azıya alarak “Nazi damarı” üzerinden gittikçe yükselen, birtakım saldırgan faşist grupların başını çektiği kanlı ırkçılık eylemlerinden esinlenilerek, belgeselimsi başlayıp kurmacaya dümen kırarak polisiyeye de selam çakan, sürükleyici bir tarzda çekilmiş, intikam serüveniyle karışık bir adalet arayışı hikâyesini perdeye taşıyan, sıkı bir politik film baştan belirtmek gerekirse. Akın’ın, Alman polisi, adliyesi ve medyasınca hep görmezden gelinen, dolayısıyla cinayetlerini sürdüregelmiş, Nazi kalıntısı, ırkçı çetelerin 2000’lerin başında Köln’ü mesken tutmuş Türk, Kürt, Yunanlı küçük esnaf göçmenlere karşı yaptığı bombalı saldırı eylemlerinden hareket ederek (mekânı Hamburg’a taşıyıp) senaryosunu da yazdığı “Paramparça”yı “Aile”, “Adalet”, “Deniz” başlıklı 3 bölümden oluşturmuş yönetmen. Vaktiyle Germanistik öğrencisiyken ot satın aldığı torbacı Nuri’ye sevdalanmış Katja, uyuşturucu satıcılığından cezaevine düşmüş Nuri’yle hapishaneden çıktığında, Hamburg’da mutlu bir yuva kurup Rocco (Rafael Santana) adında bir oğul da doğurmuş bir anne. Nuri’yse yasadışı işleri bırakıp hapiste eğitimini aldığı bir yeminli tercümandanışmanlık bürosu açarak yeni, temiz bir hayata başlamış, yılda 50 bin Avro kazanan, güleç, sevecen bir aile babası. Katja, hamile kızkardeşiyle ilgilenirken Nuri’nin bürosu önüne Nazi görüşlü bir çiftçe hazırlanıp bırakılan el yapımı, çivili bir bombanın patlatılmasıyla paramparça edilen kocasıyla çocuğunu birdenbire, hiç yere, ansızın yitirince kede rinden yaşayan ölüye dönüşüp intihara kalkışan umutsuz Katja, avukatının (Denis Moschitto) büyük desteğiyle sanık çiftin cezalandırılmasıyla adaletin yerini bulacağı beklentisine giriyor ama heyhat! Sanık Edda (Hanna Hilsdorf)Andre (Ulrich Brandhoff) çiftinin gülüp oynaştığı, Andre’nin Nazi karşıtı babasının (Ulrich Tukur) ilişkisini kesmiş olduğu oğlunu bizzat ihbar etmesine rağmen (Yunanlı bir otel sahibi, bir yalancı şahidin de ortaya çıktığı) mahkemede suçlulukları kesin olarak kanıtlanamadığı gerekçesiyle aklanıyor sanık çift “Adalet” başlıklı 2. bölümde. 3. bölümdeyse faşist Altın Şafak örgütünün elemanı, otelci Yunanlının yardımıyla Yunanistan’da bir karavanda deniz kıyısında saklanan EddaAndre çiftinin peşine hafiye gibi takılan, ailesinin katledilmesinin acısıyla solmuş sararmış, kolunda Samuray dövmeli Katja’mızın bakış açısından anlatılmış filmini sonunda katil çift le birlikte ölmeyi seçen Katja’nın adaleti bizzat kendi elleriyle yerine getirmek durumunda kaldığı soluk kesici, hatta dehşetengiz bir finale bağlıyor Akın, Almanya’da gitgide yayılıp büyüyen ırkçılık hareketlerinde öne çıkan birtakım faşist grupların uluslararası işbirliğine ve dayanışmasına da vurgu yaparak. Adalet sorgulamasından giderek bir intikam hikâyesine evrilen ve kuşkusuz görüntülerinden diyaloglarına, tempolu anlatımından oyunculuklarına kadar Akın’ın en ilginç ve etkileyici filmlerinden biri olduğu rahatça söylenebilecek “Paramparça”yı yıllar önce “Troyalı Helen” olarak tanıdığımız Diane Kruger’in filmi çekip götüren lokomotif performansı sürüklüyor baştan sona. Fatih Akın’ın 1998’de “Kısa ve Acısız”la başlayan, Altın Ayı’lı “Duvara Karşı”yla taçlandırılıp 2014’teki “The Cut” başarısızlığının yanı sıra “Temmuz’da”, “Solino”, “Soul Kitchen”, “Elveda Berlin” gibi ilginç filmlerle süregelerek şimdilik 20 yıla erişmiş filmografisinin (belgeselleriyle kısa filmleri dışında) onuncu uzun metrajı olan ve siyasal arka planını melez ama kanlı canlı aile portreleriyle zenginleştirmiş bir adalet kavramı çeşitlemesi niteliğindeki düşündürücü hikâyesiyle mutlaka görülesi bir politik dram “Paramparça” özetle. Adalete tüm dünyaca ve milletçe hasret kaldığımız şu günlerde, eğlencelik sinemanın dışına taşan, kesinlikle kaçırılmayacak cinsten, ağır, okkalı bir film. !f İstanbul’da ön satışlar başladı “Phantom Thread”den “Lady Bird”e, “The Disaster Artist”ten “Professor Marston & The Wonder Women”a, yılın merakla beklenen filmlerinin Türkiye galalarına ev sahipliği yapacak olan !f İstanbul’da ön satışlar bugün başladı. Bu yıl “Hayat Var!” temasıyla yola çıkan !f İstanbul, temaya ilham vermiş isimlerden Jane Goodall ve David Bowie hakkında yapılmış filmleri de sinemaseverlere ücretsiz ulaştıracak! EDİTÖR: öznur oĞraş çolak TASARIM: BAHADIR AKTAŞ [email protected] 15 ‘Savaşın yüceltilmesiAvrupa Bilim, Sanat ve Edebiyat Akademisi üyeliği verilen Ataol Behramoğlu insanlığa karşı suçtur’ Avrupa Bilim, Sanat ve Edebiyat Akademisi üyeliği verilen gazetemiz yazarı, şair Ataol Behramoğlu, savaşın yüceltilmesinin insanlığa karşı nef ret suçu olduğunu vurgulayarak “Savaş zo runluysa yapılır... Fakat yüceltilmesi kötü lüktür” dedi. Behramoğlu ile akademi üyeliği vesilesiyle bir söyleşi yaptık: n Avrupa Bilim, Sanat ve Edebiyat Akademisi’nin EMRAH KOLUKISA önemini bir de sizden dinleyelim.. Üyelik öncesinde bu kuru luş hakkında fazla bilgi sahibi değildim. Ro manya’daki şiir festivali sırasında tanıştığı mız Ukraynalı genç şair ve yazar, bu kuru luşun yöneticilerinden Prof. Dymitro Tchus tiak benim üyeliğimi teklif edeceğini söy ledikten sonra edindiğim bilgilere göre Av rupa Bilim Sanat ve Edebiyat Akademisi (L’Académie Européenne Des Sciences, Des Artes et Lettres) 5 Mayıs 1980’de Paris’te kurulmuş ve kuruluşu UNESCO tarafından desteklenmiş. Amaç, bütün Avrupa ülkele rinde, bu ülkelerin bilim, sanat, edebiyat alanındaki yaratıcılarının birbirlerinin ça lışmalarından haberdar olacağı toplantılar, paneller düzenlemek ve bu ülkeler arasın da en geniş anlamda bilimsel bir ağ oluştur mak, aynı zamanda da “üyelerinin moral ve entelektüel niteliğiyle dünya barışına katkı da bulunmak” olarak açıklanıyor. n Nasıl bir tören oldu, neler söylediniz? Pek çok ülkeden şair ve bilim insanı nın katıldığı toplantı, Polonya Bilimler Akademisi’nin Lauriston Sokağı’ndaki mer kezinde, Londra Imperial College öğretim üyesi Prof. J.P.Connerade’ın “Avrupa Araş tırmasının Enerjileri Nasıl Serbest Bırakı lır?” başlıklı konuşmasıyla başladı. Mükem mel bir Fransızca ve zaman zaman İngiliz ce özetlemelerle süren konuşmada benim en çok ilgimi çeken şiir, felsefe, matema tik arasındaki ilişkilerdi. Çeşitli ülkelerden katılımcı şairler bu vesile ile hazırlanmış Fransızca bir seçkideki şiirlerini kendi dillerinde okudular. Bu şairlerden biri de bendim. “Bebeklerin Ulusu Yok” adlı şiirimin Fransızca çevirsini okumayı yeğledim ve basında ve sosyal medyada çokça yer alan sözlerimi söyledim: “Kararınızdan onur duyuyorum. Fakat ülkemde adaletsizlikler ve dünyada savaş sona ermedikçe mutlu olmamı beklemeyin”. Nitekim tam da o gün, TTB yöneticileri sudan gerekçeler, fakat çok ağır suçlamalarla gözaltına alınmışlardı. n Akademi üyeliği ne gibi sorumluluklar ya da görevler yüklüyor omzunuza? Yemekte, Akademi kuruluşunun “fikir anne”si ve daimi genel sekreteri Nicole Lemaire d’Agaggio’nun, yalnız oturduğu sırada yanına gittim. Uzun bir sohbetimiz oldu... Edindiğim izlenim, UNESCO desteğine rağmen bu kuruluşun maddi sıkıntı içinde olduğu idi. Nitekim yemek paralarını da katılımcılar olarak biz ödemiştik. Kendisine, yayın, tanıtım, Türkiye’de de toplantılar Polonya Bilimler Akademisi’nin Lauriston Sokağı’ndaki merkezinde yapılan toplantıya pek çok ülkeden şair ve bilim insanı katıldı. düzenlenmesi konusunda elden gelen her destekte bulunacağımı ve özellikle Akademi üyeliği için değerli genç bilimsanat edebiyat insanlarımızdan önerilerde bulunabileceğimi söyledim. Memnuniyetle karşıladı. n Bu arada son kitabınız Ne Çok Hain de raflardaki yerini aldı. İçinde “Gezi Onurumuzdur” başlıklı bir şiiriniz de var. Savaş rüzgârlarının bu denli estiği günlerde Gezi ne söylüyor bizlere? Savaşın yüceltilmesi eninde sonunda ölmenin ve öldürmenin yüceltilmesi anlamına gelir. Bu da kendine, insanlığa, varoluşa karşı bir nefret suçudur. Savaş zorunluysa yapılır... Fakat yüceltilmesi bence anlamsızdır, kötülüktür. Son kitabım son yıllarda köşe yazısı yerine yayımladığım şiirlerden oluşuyor. Herkes kendi payına düşeni alacaktır. 6 Ocak’ta Caddebostan Kültür Merkezi’ndeki buluşmada “Gezi Onurumuzdur” başlıklı şiirimin Berkin Elvan ve Ali İsmail’in sevgili anneleri Gülsüm Elvan ve Emel Korkmaz tarafından okunmaları ise hayatımın en büyük onurlarındandır. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle