23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLERcengiz.yildirim@cumhuriyet.com.tr eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Perşembe 22 Kasım 2018 F2 elsefenin yalnızlığı... TASARIM: İLKNUR FİLİZ AFŞAR TİMUÇİN Dünyanın tek bilinçli varlığı olan insan bilincini yeterince kullanabiliyor mu? Onun bu yolda gerçek anlamda istekli olduğunu söyleyebiliyor muyuz? Bugün dünyanın her yerinde insanoğlu gündelik bilinçle yaşamayı ve onun ötesine geçmemeyi bir yaşam biçimi olarak seçmiş görünüyor. Roma’nın son dönemleriyle ilgili olarak tarihçiler şöyle bir belirlemede bulunurlar: herkes iyi yaşamak istiyor ama kimse çalışmak istemiyordu. Günü kurtarmanın gerçekte ya da uzun erimde hiçbir şeyi kurtarmak olmadığını, özellikle geleceği gözden çıkarırken onunla birlikte şimdiyi de gözden çıkarmak olduğunu düşünmüyor insanoğlu. Birçok sıkıntının temelinde tembellikle gelen bilinç yetmezliğinin yattığını görmek istemiyor. Buna göre belli bir ağırlığı olması gereken düşünce dünyası da ister istemez gündeliğe yani basite göre düzenleniyor. Kalem sahipleri bile basite yöneliyorlar, örneğin bir meczup çıksa ve bir şeyler saçmalasa da adamı üç beş gün dilimize dolasak gibilerden boş heyecanlara kapılıyorlar. Düşünme yükümlülüğü Her şey basite göre düzenlenince üst düzeyde düşünme yükümlülüğü belli birtakım kişilere bırakılmış oluyor. Bu işin baş sorumluları her zaman ve her yerde doğal olarak felsefe adamlarıdır. Onlar gündelik bilinçle yetinen ve geleceği umursamayan insanlar adına çaba göstermek, bunun için yarınlara bağlanacak düşünce kanallarını açmak, yeni düşünce ve yaşam biçimlerinin kurulmasına katkıda bulunmak gibi zor bir işin sorumluları durumundalar. Onlar bu sorumluluklarını her zaman gerçek anlamda yerine getirebiliyorlar mı? Geçmişte onların bu ağır sorumluluğu yerine getirebilmek için kendilerinden neler verdiklerini düşünce tarihi kitapları bize uzun uzun anlatır. Sokrates’lerden, Descartes’lardan, Spinoza’lardan, Felsefe adamlarının yüzyıllardır evrensel bir araştırma geleneği oluşturan açık ve seçik felsefe anlayışına dönmesini bekliyoruz. Bu da gündelik hesapların dışında insanlığın sorunlarına kendini adamış felsefe adamlarının varlığını gerektiriyor. Rousseau’lardan bugünlere uzanan çizgide gözyaşları olmasa da görünür görünmez derin acılar vardır. İnsanlar genel olarak yalnızca kendi acılarını çekerken filozoflar bütün bir insanlığın acılarını çektiler. Felsefenin göze batan yanı elbette onun bilinçleri dönüştürücü yapısıyla ilgilidir. Felsefe tarih boyunca bir gün bile kurulu düzenlerin savunuculuğunu ve bekçiliğini yapmadı. Yeniyi ya da daha iyiyi arayan düşüncenin kurulu düzenlerle sarmaş dolaş olması beklenemezdi. Bu yüzden felsefe her zaman bir bozguncu olarak değerlendirildi. Felsefeler kurulu düzenler için tehlikeli olmaya Yeniçağ’ın başlarında başlamıştı. Görmekle ve saptamakla sınırlanan eski düşüncenin yerini bundan böyle arayan düşünce, yalnız görüneni değil görünmeyeni de görmeye çalışan düşünce alıyordu. Bu da düpedüz olan’ı olası’ya doğru aşma çabasını ortaya koyar. Bu arayış daha çok Descartes’la başlamıştır. Kurulu düzenler felsefenin bu dönüştürücü tutumuna elbette sonuna kadar dayanamazlardı. Şu yaşadığımız dönem felsefenin yıldırıldığı, evcilleştirildiği, dişlerinin söküldüğü bir dönemdir. Felsefe böylece özgür düşünce alanından üniversitelerin loş koridorlarına sürüldü. Böyle olunca yaratıcı gücünü yitirdi. Felsefe adamları kurulu düzenlerle el sıkıştılar. Filozoflar korkulan, kovuşturulan, soruşturulan adamlar olmaktan çıktılar. Bundan böyle ayağı yere değmeyen düşüncelerin öne geçmesi ve tumturaklı sözlerle sunulması doğaldı. Gerçekten örneğin bir Husserl’de ya da Heidegger’de gördüğümüz o göz kamaştıran karmaşık yapı eskinin filozoflarında yoktur. Felsefe geleneği Felsefenin böylece akademik ortamların dar alanlarına kapatılması ve anlaşılmazlıklar üretmek gibi bir işlevi yüklenmesi bütün ülkelerde ama daha çok felsefe geleneği olmayan ülkelerde aydınlanmanın önünü kesti. Kitleler belki daha önce de felsefenin aydınlığından çokça yararlanmıyorlardı ama gene de yukarıdan aşağıya vuran birtakım ışıklar vardı. Bilimin teknolojiye bağımlı duruma gelmesi, bilimle felsefe arasındaki bağın kopması, felsefenin temel insan sorunlarından uzaklaşarak yan sorunlarla uğraşır olması, geleceği tasarlamakta eksik kalan insanları tümüyle şimdi’nin içine hapsetti. Arayan, tartışan, karşı çıkan Bu durumda gerçek felsefe adamlarının yüzyıllardır evrensel bir araştırma geleneği oluşturan açık ve seçik felsefe anlayışına dönmesini bekliyoruz. Bu da gündelik hesapların dışında insanlığın sorunlarına kendini adamış felsefe adamlarının varlığını gerektiriyor. İnsanlığa adanmış felsefe adamı tipinden kurulu düzenlere bağlanmış felsefe adamı tipine geçişle birlikte yitirdiklerimizi yeniden kazanmak zorundayız. Arayan, tartışan, karşılaştıran, karşı çıkan ve böylece bugünün değerlerini geleceğin değerlerine dönüştürme çabası içinde olan gerçek filozoflar gelene kadar sabırla beklemeli miyiz? Başka ne yapabiliriz ki? Öbür türlüsü felsefe olmayan bir felsefeyi gerçek felsefe gibi benimseyip kendimizi kandırmak ve korunmalı ortamlarda keyif çatmak olmaz mı? Bilinci gündelik yaşamın dar alanlarından kurtarıp geçmişe ve geleceğe yaymak ve böylece evrensele yönelmek sorunu ayrıca tartışılabilir. hes’ten önce HES’ten sonra Yüzlerce Hes’ten biri olan Antalya’daki Alakır vadisinin üzerine kurulan elektrik santralı sonrası dere kurudu, canlı yaşam yok oldu. CENGİZ YILDIRIM Siyasi iktidar, yenilenebilir enerji kaynaklarımız güneş ve rüzgârdan azami ölçüde yararlanmayı göz ardı ederek, Hidroelektrik Santrallarla (HES) ülkemiz ormanlarını, yeşilini, doğasını kurutuyor, çölleştiriyor. Ülkemizde inşa edilen güneş ve rüzgâar santrallarının, yerleşim yerlerine, tarım ve sit alanları içerisine kurdurulmamasına dahi dikkat edilmiyor. Türkiye’deki çeşitli kurum ve kuruluşların verilerine göre, yerel halkın, çevreci örgütlerin kitlesel protesto gösterileri dikkate alınmadan 1500’ü aşkın Hidroelektrik Santralı (HES) yapıldı. 500’e yakın HES projesi ise devam ediyor. Birçok bölgede de yüzlerce HES projelendiriliyor. Onarılmaz tahribat HES projelerinin büyük çoğunluğu, yargı kararlarına ve protesto gösterilerine karşın sürdürülüyor ve Çevre Etki Değerlendirmesinden (ÇED) muaf tutuluyor. HES projelerinin büyük çoğunluğu, derelerimizi, sulak alan Yerel halkın, çevreci örgütlerin kitlesel protesto gösterileri dikkate alınmadan yüzlerce HES yapıldı, yüzlercesi devam ediyor, birçok bölgede yeni projeler hazırlanıyor. HES projelerinin büyük çoğunluğu, yargı kararlarına ve protesto gösterilerine karşın sürdürülerek ÇED’den muaf tutuluyor. larımızı, içme sularımızı kurutuyor, ormanlarımızı, börtü böceğimizi öldürüyor. Kısaca HES’ler binlerce yılda oluşan doğal yaşam alanlarımızı yok ediyor. Ülkemizde yenilenebilir enerji üretiminin payı yüzde 20’lerde bulunuyor bu oranın büyük çoğunluğu da hidroelektrikten karşılanıyor. Ülkemizde uygulanan hidroelektrik enerji üretim anlayışı, onarılamaz çevre tahribatlarına neden oluyor. Bu projelere karşı açılan davalarda, bölge halkı yararına verilen kararların yargıçları değiştiriliyor, sürgün ediliyor. Bu konuda yapılan toplantılar engelleniyor, yasaklanıyor. Gösterilerin ve davaların haberlerinin yazılı ve görsel basında yer almaması için ise gerekli önlemler alınıyor ya da kısa görüntülerle geçiştiriliyor. HES’ler, saymakla bitmeyecek kadar pek çok zarara neden oluyor. HES’lerin inşa edildiği alanlarda dere kenarlarında yaşayan halk göçe zorlanıyor, bir çok canlı türü ölüyor veya yer değiştirmek zorunda kalıyor. Bölgenin ekolojik dengesi değişiyor ve bozuluyor. Derelere bırakılan çok az miktardaki su ise börtü böceğin yaşamasına dahi yeterli olmuyor. HES’lerin yapıldığı bölgelerde çevre kirliliği ile birlikte sık sık seller de meydana geliyor. Halk HES’lere neden karşı HES’ler ayrıca buharlaşmaya neden olduğu için bölgedeki toprakların tuz oranı artıyor, verimliliği azalıyor. HES’lere yerel halk ve çevre örgütleri ve bu satırların yazarı neden karşı çıkıyor. HES’lerin zararı yazmakla bitmeyecek kadar çok ancak şöyle özetlenebilir: HES’ler, inşa edilen bölgelere ve yöreye tam anlamıyla yıkım getiriyor. Bunun sayısız örneklerini ülkemizin birçok bölgesinde çıplak gözle görebilirsiniz. Yıllarca bu konuda yapılan uyarılar dikkate alınmadı, kulaklar tıkandı, protesto edenler ‘terörist’, hatta ‘vatan haini’ olarak görüldü; tazyikli su, biber gazı sıkıldı, gözaltına alındı. Karadeniz’de plansız, projesiz gerçekleştirilen yeşil yol, taşocağı, maden arama çalışmaları yapılırken, bölge gerçekleri dikkate alınmadı. Bir kez daha vurguluyoruz: HES projeleri yurt genelinde özellikle de Karadeniz bölgesinde derhal durdurulmalıdır. ÇED süreçleri kâğıt üzerinde belgeler olmaktan çıkarılmalı, insan hayatını yok edecek değil, insan hayatına refah getirecek projeler olarak yürütülmelidir. ÇED raporları, olumlu dahi olsa bölge halkının yapılacak yatırımlara onayı mutlaka ve mutlaka aranmalıdır.” Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta olmak üzere ilgili tüm kurum ve kuruluşları, HES’lerin birçok bölgede neden protesto edildiğini bir kez daha incelemeye ve yargıya müdahale etmemeye çağırıyoruz. Türkiye hukuk devleti mi? Türkiye’nin Batı standartlarında Demokratik ve Laik bir Hukuk Devleti mi, yoksa bir Ortadoğu Diktatörlüğü mü olduğu, iktidarın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karara uyup uymaması ile iyice tartışmaya açılacak. Türkiye’nin de kararlarına uyacağını taahhüt ettiği AİHM, HDP’nin cezaevindeki eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın “yeterli” gerekçeler olmadan uzun süre tutuklu bulunduğuna, serbest bırakılması ve tutuksuz yargılanması gerektiğine hükmetti. AİHM, ayrıca, dava öncesi tutukluluk süresinin uzun olmasının Demirtaş’ın Meclis’teki siyasi faaliyetlerde yer alamamasına yol açtığını, bunun da ifade özgürlüğü ile seçme ve seçilme özgürlüğüne haksız müdahale anlamına geldiğini belirtti. Mahkeme, 16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa Referandumu ile 24 Haziran 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde tutukluluğun uzatılmasının, demokratik bir toplumun temelinde yer alan “çoğulculuğu baltaladığına ve bağımsız siyasi tartışmaların yürütülmesini sınırladığına” hükmetti. Böylece Türkiye’deki “Demokratik Rejim” hakkında çok ciddi bir de eleştiri yapmış oldu. AİHM’in kararında, Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHS’in “Herkes o¨zgu¨rlu¨k ve gu¨venlik hakkına sahiptir” diye başlayan 5. Madde hükümlerindeki istisna maddelerini kötüye kullandığı, böylece, 18. Madde’yi ihlal ettiği belirtildi. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kararla ilgili olarak, “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” dedi. HHH Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen: “AİHM, Türkiye’deki demokrasiyi eleştiriyor” dedi; tutuklamanın devamı nedeniyle seçme ve seçilme hakkının ihlaline ilişkin bir kararın AİHM’de ilk defa alındığına dikkat çekti: “AİHM, ‘Bağımsız olduğu son derece kuşkulu bir yargı var’ diyor. ‘Siyasi nedenlerle içeride tutuluyor’ diyor. Böyle bir karar (5. Madde ile birlikte 18. Madde’nin ihlal edildiğine karar verilmesi) ilk defa oluyor. AİHM açısından da ilk defa oluyor.” HHH Türkiye’nin ihlâl etmekle mahkum olduğu, AİHS, MADDE 18 şöyle diyor: “Haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlanması Anılan hak ve o¨zgu¨rlu¨klere bu So¨zles¸me hu¨ku¨mleri ile izin verilen kısıtlamalar, o¨ngo¨ru¨ldu¨kleri amac¸ dıs¸ında uygulanamaz.” HHH Türkiye’nin, AİHM kararına uymasını gerektiren Anayasa’nın 90. maddesi ise şöyle: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” HHH DİREN DEMOKRATİK VE LAİK HUKUK DEVLETİ! Bu kampanya; CUMOK’un (Cumhuriyet Okurları), Atatürk devrimlerine inanmış Atatürkçü Düşünce Derneği, kadın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıdır. Bu tüm halkımıza, “son kale”nin korunması için önemli, içten ve açık yürekli bir çağrıdır. imece’sinde son 9 gün Bu çağrıya Atatürkçü sivil toplum örgütleri, kuruluşlar destek vereceklerini Cumhuriyet Vakfı’na bildirmişlerdir. Vakıf senedimize göre, CUMOK’ların çağrısıyla başlayan kampanyayla bağış almaya vakfımız yetkilidir. Bağışlarınızı 30 Kasım’a kadar gazetemizden ve in ternet sitemizden duyurulan hesap numaralarına yatırabilirsiniz. l Cumhuriyet ve Atatürk aydınlanmasının kalesi Cumhuriyet gazetesini yaşatalım. l Cumhuriyet’in kimseye muhtaç olmadan yayınını kesintisiz sürdürmesini sağlamak için destek verin. l Cumhuriyet gazetesi bir direniş mevziidir. Bu harekete bir tuğla da siz koyun. l TL Iban numarası: TR67 0006 4000 0011 3980 0074 52 l USD Iban numarası: TR69 0006 4000 0021 3980 0112 91 l Euro Iban numarası: TR28 0006 4000 0021 3980 0118 35  l Bağışlarınızı IBAN hesapları dışında ayrıca Türkiye İş Bankası Şişli Ticari Şube, Şube Kodu: 1398 Hesap No: 7452 No’lu hesaba da yatırabilirsiniz. l Cumhuriyet Vakfı’nın web sitesi www.cumhuriyetvakfi.org.tr adresi üzerinden de bağış yapabilirsiniz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle