25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLERcengiz.yildirim@cumhuriyet.com.tr eposta: gorus@cumhuriyet.com.tr Salı 20 Kasım 2018 U2 niversitelerimizin TASARIM: İLKNUR FİLİZ dünyadaki yeri Prof. Dr. M. Cem Güçlü İTÜ Fizik Mühendisliği Bölümü Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, geçen günlerde Türkiye’nin dünyada ilk 500’e giren bir üniversitesinin olmamasından yakınmıştır. İktidar olduğu 16 yıl içinde üniversite sayısı 200’e yaklaşmış ve üniversitede öğrenim gören öğrenci sayısı ise 8 milyonu aşmıştır. Buradan çıkan sonuç ise üniversitelerimizin sayısı “nicelik” olarak artmış fakat “nitelik” olarak düşmüştür. Oysa 2000 yıllık köklü bir devlet geleneği ile övündüğümüz ülkemiz için değil ilk 500’e girmek, en az bir veya iki üniversitemizin ilk 100’de ve hatta ilk 50’de olması gerekirdi. Zira bilim ve teknolojinin üretildiği üniversiteler çoğunlukla bu sınıflandırmaya giren üniversitelerdir. Bu üniversitelerin kökenlerine indiğimiz zaman çoğunun 300 ila 400 yıllık bir geçmişlerinin olduklarını görüyoruz. Bu zamanlardan günümüze kadar bu üniversiteler bilim kültürü ve bilim etiği oluşturmuşlar ve böylece bilim ve teknolojinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. ‘Bunlar ne işe yarayacak’ Bugün hâlâ üniversitelerimizde mühendislik öğrencilerine okuttuğumuz elektrik ve manyetizmanın Michael Faraday (1791 1867) tarafından temellerinin atıldığı sıralarda insanlar mum ışığı altında yaşıyorlardı. İcatlarını ve keşiflerini kraliyete tanıtırken kraliçe, “Bunlar ne işe yarayacak?” dediğinde, “Bir süre sonra insanlardan bu buluşlar için vergiler toplayabilirsiniz, efendim” cevabını vermiştir. Bu konuşmadan 60 yıl sonra İngiltere’de birçok eve elektrik çekilmiş ve Faraday haklı çıkmıştır. 1900’lu yılların başında maddenin en küçük birimi olan atom’un nasıl bir yapısı olduğu henüz daha tam olarak bilinmiyordu. 1911 yılın Ülkemizin köklü bir üniversitesini seçip özel bir kanunla öğretim üyesi ve öğrenci alımına geçilebilir. Bu öğretim üyeleri sadece Türk vatandaşlarına değil tam bir rekabet ortamında tüm dünya bilim adamlarına açık olmalıdır. Üniversitelerimizin sayısı “nicelik” olarak artmış fakat “nitelik” olarak düşmüştür. da Ernest Rutherford yaptığı deney ile atomun bir çekirdeği olduğunu kanıtlamış ve o zamana kadar olan atom modellerini kökünden değiştirmiştir. Atomun çekirdeğinin parçalanması ile etrafa kimyasal reaksiyonlar ile kıyaslanmayacak ölçüde enerji yayıldığı gözlemlenmiş ve bu 1945 yılında atom bombasının icadına yol açmıştır. 1911 yılında Ernest Rutherford labaratuvarda deneylerini yaparken bulacağı sonuçların atom bombasının keşfine yol açacağını tabii ki bilmiyordu ve bu deneyleri yapmak için İngiltere devletinden maddi destek alıyordu. Bilim işte bu şekilde evrilir ve gelişir. Sonuç larının neye yol açacağını önceden kestirmek çok zordur. Yabancı bilim adamları Peki ülkemizde bilim ve teknolojinin durumu ve geçmişi nedir? En köklü üniversitelerimiz olan İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi ikinci dünya savaşı yılları sırasında ülkemize sığınan yabancı bilim adamları sayesinde biraz toparlanmış, onların ülkemizden ayrılmaları ile düşüşe geçmiştir. Üniversitelerimizde bilim kültürü ve bilim etiği tam olarak yerleşmemiştir. Ülkemizde üniversite açmak ve ka patmak çok kolay. Bir günde 20 tane üniversite kurar ve gerekirse 20 tane üniversite kapatabiliriz. Bu şekilde bilim yapılan ülkelerin dünya sıralamasında ilk basamaklara üniversite sokması mümkün değildir. Akademik özgürlük Peki bundan sonra ne yapabiliriz? Eğitim, öğretim, araştırma, bilim ve teknoloji geliştirmenin uzun vadeli bir süreç ve meyvelerinin 50 100 sene sonra toplandığı gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Ülkemizin köklü bir üniversitesini (İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi Ü., Hacettepe Ü. veya herhangi diğer bir üniversite) pilot üniversite olarak seçip özel bir kanunla öğretim üyesi ve öğrenci alımına geçilebilir. Bu öğretim üyeleri sadece Türk vatandaşlarına değil tam bir rekabet ortamında tüm dünya bilim adamlarına açık olmalıdır. Bilim adamlarının performansına göre dünya standartlarında maaş ve ödül sistemi getirilmeli ve araştırma bütçelerinin cömertçe ve esnek olmasına dikkat edilmelidir. Bu pilot üniversitemiz başarılı yabancı bilim adamları için bir cazibe merkezi olmalıdır. Bütün bunlar tabii ki tam bir akademik özgürlük ortamında olmalı, denetim ve değerlendirme bağımsız ve objektif kurumlarca takip edilmelidir. Bu bilinçle yola çıkar, sabır ve itina ile bu yolculuğu devam ettirdiğimiz takdirde başarı kendiliğinden gelecektir ve bu pilot üniversitemiz ülkemizdeki diğer üniversitelere de örnek olacaktır. Nüfusunun büyük bir çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu ülkemizde onlara en iyi eğitim ve araştırma olanakları sunmak, onları mutlu ve dünya ölçeğinde başarılı bireyler olmalarını sağlamak için mutlaka ve mutlaka tüm eğitim kurumlarımızı ve bunların uç noktaları olan üniversitelerimizi dünya standartlarına yükseltmemiz gerekmektedir. Yeryüzü ile el ele öğretmen Mustafa Gazalcı 16. ve 22. Dönem Denizli Mv., Eğitimci Büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde şöyle diyor öğretmen için: “A’dan başlar aydınlık, Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen. Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir, Yeryüzü ile el ele öğretmen” Her meslek saygındır elbette, ancak insana kişiliğini, alışkanlıklarını kazandıran öğretmenliğin özel bir yeri vardır. Milli Eğitim Temel Yasasının 43. maddesine göre “özel uzmanlık” isteyen bir iştir öğretmenlik. Öğretmen haklarının gerisindeyiz O nedenle Cumhuriyeti kuran Atatürk ve arkadaşları “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmeyi öğretmene verdi. Asıl kurtuluşun karanlık yenildiğinde, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkıldığında olacağını söylediler. İlk öğretmen okulu bundan 170 yıl önce Darülmuallimin adıyla liselere öğretmen yetiştirmek için 16 Mart 1848’de İstanbul’da açıldı. Sayın Bakan, 2023 Eğitim Vizyonu’nu açıklarken öğretmenlerle ilgi hoşa giden sözler, bir türlü çıkarılmayan öğretmenlerin haklarını düzenleyen öğretmenlik yasasından söz etti. Öğretmenler işin içine katılmadan, onların desteğini almadan eğitimde olumlu, sürekli bir iş yapılamaz. Bugün ILO VE UNESCO’nun 5 Ekim 1966’da kabul ettiği, ülkemizin de imzaladığı “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi”nde öngörülen öğretmen haklarının çok gerisindeyiz. 24 Kasım günü Çalışan ve emekli öğretmen sayısının bir milyonu aştığı ülkemizde ne yazık ki öğretmenlerin ne insan gibi yaşayacak bir ücreti ne de gerçek anlamda toplusözleşmeli, grevli bir sendikal hakkı var. Daha da kötüsü 12 Eylül 1980 sonrası malları hazineye devredildi. Siyasi partilerin, sendikaların malları geri verildiği halde TÖBDER malları öğretmenlere verilmedi. Bakanlık etkisine sokulan İLKSAN tüzüğü demokratikleştirilmedi. Bu haksızlıkları düzeltmek için yapılan tüm girişimler AKP tarafından engellendi. Yılda bir kez 24 Kasım günü “Öğretmenim seni seviyoruz” demek yetmez. Öğretmeni sevmek onun sorunlarını çözmek, ona insan gibi yaşayacak bir çalışma ortamı hazırlamak la olur. Çözebiliyor musun şu sorunları: Sözleşmeli, ücretli öğretmenlenli ği kaldırabiliyor musun? Atanamayan öğretmenleri atayabiliyor musun? Her öğretmene insan gibi yaşayabileceği bir ücret verebiliyor musun? Çağdaş sendikal haklarını tanıyor musun? Altına imza attığın Öğretmenlik Statüsü Tavsiyesi ilkelerini uygulayabiliyor musun? Ders programları yaparken, yöneticileri seçerken öğretmeni işin içine katabiliyor musun? Sendikaların, uzmanların sesine kulak verebiliyor musun? Bu soruları daha da uzatabiliriz. Öğretmenler ona bakar. Yoksa güzel, boş sözler sorunları çözmez. Tam tersine bugün olduğu gibi öğretmenlerin, eğitimin sorunları artar. Birçok kamu görevlisi gibi on binlerce öğretmenin Kanun Hükmündeki Kararnameyle (KHK) işine son verildi. Kurunun yanında yaşın da yakıldığı kuşkusu giderilemedi. O insanlar aileleriyle birlikte cezalandırıldı, açlığa bırakıldı. Bu konuda atı lan en küçük bir adım yok. Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Sel çuk göreve başlarken, 2023 Eğitim Vizyonunu açıklarken öğretmenlerle ilgi hoşa giden sözler, bir türlü çıkarılmayan öğretmenlerin haklarını düzenleyen öğretmenlik yasasından söz etti. Dileriz bakanlık ömrü bunları gerçekleştirmeye yeter. Öğretmenler işin içine katılmadan, onların desteğini almadan eğitimde olumlu, sürekli bir iş yapılamaz. Öğretmenlerin iş güvenliği Öğretmenler, akademisyenler çeşitli gerekçelerle içeriye alınıp işlerine son verilirken, öğretmenlerin iş güvenliği içinde görev yapmaları olanaksızdır. O nedenle önce okulöncesinden üniversiteye çalışan her öğretmene iş güvencesi verilmelidir. Her türlü olumsuz koşullara karşın öğretmenler, bilimi, aklı, laik Cumhuriyeti öğretmeyi, öğrencisini, toplumu aydınlatmayı sürdürecektir. Fazıl Hüsnü Dağlarca ile başladığımız yazımızı yine onun dizeleriyle bitirelim: “Bir ışık, bir ışık daha, Gecelerin içindeki ejderlerle dövüşür Nice istemeseler de, nice önleseler de, Uyandırır toplumunu İyiye, doğruya, güzele öğretmen.” Gezi Direnişi, yeniden! İktidarın, bir yıldır iddianamesi hazırlan(a)madan hapiste tutulan Osman Kavala üzerinden, beş yıl önceki Gezi Direnişi’nin terör örgütleri tarafından dış güçlerle birlikte tezgâhlanan bir darbe girişimi olduğu iddiasıyla, aralarında saygın akademisyenlerin de bulunduğu bir grup Sivil Toplum Örgütü mensubunu gözaltına alması, konuyu yeniden gündemin başına oturttu. HHH Kavala’nın tutuklanması ve son gözaltılar konusunda yapılan açıklamalar kabaca şöyle özetlenebilir: 1) Osman Kavala Gezi Direnişi’nin örgütleyicisi ve yöneticisidir. 2) Gezi Direnişi FETÖ/PDY – PKK/ KCK – DHKPC, MLKP terör  örgütlerinin aktif olarak katıldığı ve destek verdiği bir darbe girişimidir. 3) Aralarında saygın akademisyenlerin de bulunduğu, bir STK’ye mensup bazı kişiler, Kavala ile hiyerarşik ilişki içinde, dışardan eylemciler getirerek ve biber gazının yasaklanmasına da çalışarak bu eyleme katılmışlardır. HHH Bu üç iddia, yine kaba çizgilerle, şöyle irdelenebilir: 1) Gezi Direnişi, bırakınız Osman Kavala’yı, ondan çok daha etkili ve yetkili bir politikacının, bir işadamının, bir aktivistin veya tek bir örgütün organize ederek yönetebileceği kadar basit ve kısa bir süreç değildi. Çevreci küçük bir direniş olarak başlayan olay, iktidarın orantısız güç kullanması sonunda, farklı kişi ve grupların baskı ve şiddete karşı ortak tepki gösterdiği bir sürece dönüşmüştü. 2)  a) Bugün “Fethullah Gülen Terör Örgütü” denilen, o zamanlar “Gülen Cemaati” diye baş tacı edilmiş olan örgüt, bu harekete karşı, hem liderleri, hem güvenlik güçleri, hem de medyası ile tam bir suçlayıcı tavır almıştı. b) Kürt siyasal hareketi, ilk günlerde BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in bir buldozerin önünde durarak harekete ivme kazandırmasına karşın, o sıralarda gündemde olan “Kürt Açılımı”nı zedelememek için Direnişe destek vermemiş, tam tersine, hareketi onaylamadığını belirten açıklamalar yapmıştır. c) Marjinal sol örgütler harekete sızmak istemiş ama hiçbir zaman belirleyici rol oynayamamışlardır. 3) Destek için dışardan getirtildiği öne sürülen “Duran Adam” ve “Kırmızılı Kadın” “yerli” aktörlerdir. “Piyanist” zaten gezgindir. Biber gazının zararlı etkileri ise tıp mensupları tarafından açıklanan bilimsel bulgulardır. Hareketin dışardan örgüt desteği aldığı, hareketi karalamak isteyen ve bugün FETÖ’den mahkum olmuş bazı yazarlarca, o zaman da gülünç bir biçimde, zello adlı bir telefon uygulaması sanki bir örgüt ismiymiş gibi öne sürülerek, iddia edilmiştir. HHH “Gezi Direnişi”nin, olaydan beş yıl sonra, yeniden gündeme getirilişinin, iktidarın hangi çıkmazını veya açmazını simgelediği... Çoktan yargılanmış ve beraat etmiş bir eylemin, yeniden darbe girişimi iddiasıyla ısıtılıp ortaya sürülmüş olmasının anlamı... Uygulamaların bundan sonra, Demokrasi, Hukuk Devleti ve Adalet açısından hangi sürprizlere gebe olduğu... Daha çok tartışılacak gibi görünüyor. HHH DİREN TARİHSEL, TOPLUMSAL VE SİYASAL GERÇEKLER... DİREN HUKUK DEVLETİ! Bu kampanya; CUMOK’un (Cumhuriyet Okurları), Atatürk devrimlerine inanmış Atatürkçü Düşünce Derneği, kadın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıdır. Bu tüm halkımıza, “son kale”nin korunması için önemli, içten ve açık yürekli bir çağrıdır. Bu çağrıya Atatürkçü sivil toplum örgütleri, kuruluşlar destek vereceklerini Cumhuriyet Vakfı’na bil imece’sinde son 11 gün dirmişlerdir. Vakıf senedimize göre, CUMOK’la rın çağrısıyla başlayan kampanyayla bağış almaya vakfımız yetkilidir. Bağışlarınızı 30 Kasım’a kadar gazetemizden ve internet sitemizden duyurulan hesap numaralarına yatırabilirsiniz. l Cumhuriyet ve Atatürk aydınlanmasının kalesi Cumhuriyet gazetesini yaşatalım. l Cumhuriyet’in kimseye muhtaç olmadan yayınını kesintisiz sürdürmesini sağlamak için destek verin. l Cumhuriyet gazetesi bir direniş mevziidir. Bu harekete bir tuğla da siz koyun. l TL Iban numarası: TR67 0006 4000 0011 3980 0074 52 l USD Iban numarası: TR69 0006 4000 0021 3980 0112 91 l Euro Iban numarası: TR28 0006 4000 0021 3980 0118 35  l Bağışlarınızı IBAN hesapları dışında ayrıca Türkiye İş Bankası Şişli Ticari Şube, Şube Kodu: 1398 Hesap No: 7452 No’lu hesaba da yatırabilirsiniz. l Cumhuriyet Vakfı’nın web sitesi www.cumhuriyetvakfi.org. tr adresi üzerinden de bağış yapabilirsiniz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle