16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Perşembe 4 Ekim 2018 Ortaylı, bakanlığa danışman oldu Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Kültür ve Turizm Bakanlığı danışmanı oldu. Kültür ve Turizm Bakanı Yardımcısı Haluk Dursun, Ortaylı’nın bakanlık danışmanı olduğunu sosyal medya hesabından duyurdu. Haluk Dursun, kişisel Twitter EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN hesabından, “İlber Ortaylı hepimizin hocasıdır. Kültürel konularda bakanlık danışmanı olarak bize katkı verecek. Hepimiz Türk kültürünün hizmetindeyiz” diye yazdı. Ortaylı, geçen günlerde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelmiş ve kişisel kütüphanesini Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne armağan etmişti. [email protected] 13 Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nde ‘Avrupa Film günü’ Yılın dikkat çeken filmleri... Nadine Labaki’nin son filmi “Kefernahum” Kariyo & Ababay Vakfı ana sponsorluğunda 510 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nde 7 Ekim Pazar günü Avrupa’dan yılın dikkat çeken filmleri Kültür İçin Alan desteğiyle beyazperdede olacak. Gösterilecek filmler arasında Jean Luc Godard’ın son filmi “İmgeler ve Sözcükler,” Pawel Pawlikowski imzalı “Soğuk Savaş”, Nadine Labaki’nin son filmi “Kefernahum” (Caphanhaum) ve Rudiger Süchsland’ın “Caligari’den Hitler’e” adlı ilk belgesel filminin ardından çektiği ikinci belgeseli “Hitler’in Hollywood’u” bulunuyor. Belgeseli üzerine söyleşi saat 16.30’da Ma’adra Binası’nda yapılacak. Festivalin bir diğer mekânı Vural Sineması’nda “Woman At War” ve “Loro” izleyicilerle buluşacak. Sanat Fabrikası’nda ise “Jack’in Yaptığı Ev”, “Herkes Biliyor”, “Savaşta” filmlerinin gösterimi yapılacak. Filmin ardından saat 16.00’da Midi Cafe’de Genç Kültür ve Cinekid’in partnerliğinde yedi yas¸ ve üzeri çocuklar için tasarlanmıs¸ atölyeler düzenlenecek. Kültürel çeşitliliğin izinde Hayatını çeviribilim ve çokkültürlülük araştırmalarına adamış Prof. Dr. Sâkine Esen Eruz tarihte olduğu gibi günümüzde de kültürel çeşitliliğin bir zenginlik olduğu görüşünde Prof Dr. Sâkine Esen Eruz’un Graz Üniversitesi’nde açılan daimi sergisi “Osmanlı Devleti’nde Çokkültürlülük ve Çevirmenler” sergisi zengin içeriği ve günümüze olan yan sımalarıyla bir hayli ilgi gördü ve gör meye de devam ediyor. Biz de bu vesi leyle Eruz ile sergiyi ve açılımlarını ko nuştuk. n Osmanlı Çokkültür lülük ve Tercümanlar... Serginin sadece başlığı bile merak uyandırıyor. EMRAH KOLUKISA Neler var bu sergide biraz anlatır mısınız? Nasıl hazırlandınız, neler den yararlandınız, ne ka dar zamanda tamamladınız... Serginin ana konusu Osman lı Devleti’nde Çokdillilik ve Çokkül türlülük. Bu olgular ise dönemin ta rihi olayları ve çevirmenlerin eserle ri üzerinden görselleştiriliyor. Sergi as lında 2010 yılında bu konuda yazdı ğım, üstünde şahsına münhasır bir zat olan devlet adamı, dilbilimci, eğitimbi limci, sözlükbilimci ve yazar, çokkül türlü bir çevirmen olan Ahmet Vekif Paşa’nın 1877 Osmanlı Meclisi Mebu san Kitabı’nın başında yayımlanan fo toğrafı bulunan kitabın (Çokkültürlü lük ve Çeviri – Osmanlı Devleti’nde Çe viri Etkinliği ve Çevirmenler) somut laştırılmış ve elle tutulur, gözle görülür duruma getirilmiş halidir. Ne kadar zamanda tamamladınız so runuza yanıt vermesi zor. Çünkü ser ginin bir nüvesi var, bu nüve Osman lı Devleti’nde çokkültürlülük olgusu nu anlatıyor. Ancak serginin bir özelli ği, serginin yapıldığı alan ya da yöreye göre değişkenlik göstermesi. Tam da bu nedenle aslında canlı bir sergi; bir ağaç gibi, ağaç güneşi nereden daha çok alı yorsa, o yönde dallanıp budaklanıyor. Nüveye dahi yeni bilgilere ulaşıldıkça eklemeler yapılıyor. 1999 yılından bu Prof. Dr. Sâkine Esen Eruz’un “Osmanlı Devleti’nde ve Kastamonu’da Çokkültürlülük” sergisi ve sunumu ise 13 Ekim’de Kastamonu Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi’nde yapılacak. Prof. Dr. Sâkine Esen Eruz kimdir Avusturya Lisesi mezunu olan Prof. Dr. Sâkine Esen Eruz, Frankfurt Goethe Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı, Avrupa Sanat Tarihi, Pedogoji eğitimi aldı; Çeviribilim alanında doçentlik unvanı; 1986 2014 İstanbul Üniversitesi Çeviribilim Bölümü öğretim üyesi, Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı Başkanı ve 2014 – 2017 Ya şar Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümü Başkanı oldu. 2009 yılından bu yana Osmanlı Devleti’nde Çokkültürlülük ve Tercümanlar üzerine farklı ülkelerde ve Türkiye’de onbeş sergi açtı ve farklı üniversitelerde ve kurumlarda çok sayıda sunumlu konferans verdi. Halen kent kültürü, çokkültürlülük üzerine yaptığı araştırmalarını derlediği kitapları üzerinde çalışıyor. yana bu alanda çalışıyorum. Akademik çalışmalarımın yanında ailemden bana intikal eden kitaplar, belgeler ve fotoğraflar da beni bu çalışmalara yöneltti ve çokkültürlülük alanında bilinçlenmemi sağladı. Bu konudaki ilk sergimi 2009 yılında “2010 Kültür Başkenti İstanbul” etkinlikleri kapsamında uluslararası bir sempozyum sürecinde İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası’nda açtım. n Nasıl karşılandı sergi Avrupalı bilim insanları ve ziyaretçiler tarafından? 14.05.2018 tarihinde açılan sergi çok katlı tarihi bir binada yer alan Çeviribilim Bölümü’nün ikinci katının bir kanadında sergilendi. Sergiye paralel bir sunum olacak ve sergi sunumdan sonra bir kokteylle açılacaktı. Bölüm Başkanı Prof. Dr. Pekka Kujamäki’nin beni tanıttığı sunum yaklaşık bir saat sürdü, sonra da sorular geldi. Sunuma ilgi büyüktü. Öğrenciler ve bölümün öğretim üyeleri dışında Graz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi eski dekanı Prof. Dr. Höflechner de oradaydı. Kendisi başka bir akademisyenle birlikte Joseph von Hammer Purgstall’ın binlerce sayfalık mektuplarını günümüz Almancasına aktarıyordu. Mektuplarda bulunan şerhlerle ilgili konularda bana danıştı. Fikir alışverişinde bulunduk ve daha sonra da yazışmamızı sürdürdük. n Çokkültürlülük bugün belki her zamankinden daha önemli, özel likle Avrupa gibi yüksek miktarda göç alan bölgeler için. Osmanlı Devleti’nin çokkültürlü yapısı neler söylüyor bugünün insanına? Çokkültürlülük kavramı aslında her dönem, dönemin koşullarına göre yeniden tanımlanabilecek sınırları her alana uzanabilen bir olgu. Birden fazla kültürün bir arada yaşaması, yaşarken birbirini olumlu ya da olumsuz etkilemesi, sınırlarının geçişken olması ya da bazen de geçişkenliğe izin verilmemesi. Belki de çokkültürlülük kavramı doğrudan paylaşım, saygı ve hoşgörü kavramıyla koşut geliştiği zaman, içinde bulunduğu topluma bir katkısı oluyor. Osmanlı Devleti’nde onüçten fazla farklı alfabe var. Musevilerin, Rumların, Ermenilerin alfabeleri ve öteki alfabeler. Aslında dile de yansıyan bu çokkültürlülük okullarda öğretilmeli ki kendi tarihimizin de ayrımına varabilelim. Ben de bütün bunları çokkültürlülük olgusunu araştırmaya başladıktan sonra öğrendim. Bugün durum farklı. Osmanlı Dönemi’nin çokkültürlü yapısı ülke yapısına zenginlik katan türden. Çokkültürlü insanlar halkın en birikimli kesimi. Balkan göçleriyle gelenler, keza 1917’de Ekim Devrimi ile Türkiye’ye gelen Beyaz Ruslar dahi bilgileriyle Türkiye’ye katkıda bulunuyorlar. Bugünün göçü genelde savaş unsurlarına dayansa da çoğu zaman ekonomik boyutta da olabiliyor. İnsanlar daha iyi yaşamak için Batı’ya göç ediyorlar. Sonuçta insanlar iyi ve güzel yaşamdan paylarını almak istiyorlar, belki de bu en doğal hakları. Ancak bu süreçte çokkültürlülük kapsamında saygı, paylaşım ve hoşgörü dengeleri bozulursa ve insanların birbirlerine karşılıklı olumlu katkıları olmazsa ne gelen memnun kalıyor ne de göç alan ülke. Çokkültürlülük, bütün bu ögelerin gerçekleşmesine izin veren bir ortam yaratılmadığı sürece aşılması zor yabancı cisim gibi karmaşık bir konu olarak karşımıza dikilebiliyor bu dönemde. Yazar olmak Edebiyat, yalnızca güzel söz söyleme sanatı değildir. Yazar da sadece güzel yazı yazan kişi değildir. Edebiyat, siyaseti de kapsar ve yazara sorumluluk yükler. Siyaset ise, yaşama yoludur, sade vatandaş da profesyonel siyasetçi de siyasetin içindedir. Siyasetçi lidere kurtarıcı gözüyle bakılması da bundandır. 20. yüzyıla damgasını vuran yazar ve düşünür JeanPaul Sartre (19051980), yazarı “Çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydın” olarak görür. Aydının görevini de “Yazarken değiştirmek, yazarken özgürleştirmek” diye tanımlar. Kısacası yazar da siyasetçi de bu görevlerini, bu sorumluluklarını yerine getirirlerse, ülke mutluluğa ulaşır. Yani her ikisi de topluma hizmeti hedefler. Yalnız bir farkla ki siyasetçi yönetmek, iktidara gelmek ister. Kendine inananları, biat edenleri çoğaltır. Edebiyatçı/yazar/sanatçı ise, yönetmeyi ve yönetilmeyi değil, eleştirmeyi, doğruları söylemeyi, özgür olmayı hedefler, boyun eğmez, bireyleri özgürleştirmek ister. Siyaset, siyasetçiyi politik (çok yüzlü) davranmaya yöneltir; işine geldiği gibi kandırır, aldatır, oyalar; tek amacı oy almaktır, yönetmektir. Yöneticinin görevi mutlu bir toplum yaratmak olmalıdır. Yönetme yetkisi alıp toplumu mutsuz etmek değildir. Dünya siyasetçilerine baktığımızda olumlu iz bırakanların çoğunun yazar, şair olduğunu görürüz. Osmanlı padişahları arasında da şair, sanatçı, donanımlı ‘cihan padişahı’ sayılan kişiler vardır. Cumhuriyet’e geldiğimizde ise, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün çok okuyan, geleceği gören, edebiyata ilgi duyan, şairlere yazarlara büyük önem veren, onlardan ışık alan bir düşünür, bir dünya lideri olduğunu, görürüz. Bu nedenle akademik bir ortamı yansıtan Çankaya sofraları, hep şair yazar gazeteci akademisyenlerle kurulur. Önceki başbakanlarımızdan Bülent Ecevit de Cumhuriyet edebiyatımızın önemli bir şairidir. O da bir gazeteci, yazar, şair kimliğiyle yazara, şaire büyük önem vermiştir. Tüm bu örneklerden şu yargıya kolaylıkla varabiliriz ki, edebiyat siyasetten uzak değildir. Uzak olan edebiyat da zaten toplumdan kopuk bir edebiyattır, canlılığı yoktur.  Günümüzde edebiyat okuryazarlığı bu bakımdan çok çok önem taşımaktadır. Gençlerin siyasete girmesi kadar edebiyat okuryazarlığıyla da kendilerini edebiyat eğitiminden geçirmeleri, Uğur Mumcu’nun sloganlaştırdığı gibi de “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamaları” gerekir. Geçen haftaki yazımda yazma ve yaşamanın mutluluğunu sıralayıp durdum. Ama asıl yazamamanın mutsuzluğunu vurgulayamadım. Oysa basın özgürlüğü konusunda 180 ülke arasında Türkiye 157. sırada demek bunun için belki de yeterdi. Elbette siyasal nedenlerle yazamamak, demokrasiye, çağımıza yakışmaz. Yazamamak, dilsiz olmak demek. Dilsiz yaşanabilir mi? Yazar olmak demekse, herkesin özgürce konuşması, yazması, eleştirmesi, tam demokrasiye kavuşması için yazmak demek değil mi? Bunun gelişmesi demek, olumsuzluğun yaşamdan çıkması demektir. Haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, sevgisizliğe boyun eğmemek demektir. Buna inanmak, bilgiyle güçlenmek, birlikte olunursa da başarılabilecek bir güzel gerçektir. Ne dersiniz, sizce de öyle değil mi? ‘Köklerin inkârı olmaz’ Ankara Kent Sanat Galerisi yeni sezonu bugün Dilşad Atasoy ve Günsu Saraçoğlu’nun resimlerinden oluşan “Kökler” sergisiyle açıyor. Atasoy ve Saraçoğlu’nun akrilik ve karışık teknikle yaptığı son dönem çalışmalarında, “Doğa ve insan kökleri kadar güçlüdür. Köklerin inkârı olmaz. Onlar aracılığıyla bize aktarılan tüm değerleri sahiplenip, farkına varalım ki, hepimiz köklerimizin birleştiği yerde buluşabilelim” diyerek kendi ifade biçimleriyle kök kavramını yorumluyorlar. Sergi, 25 Ekim’e kadar Çankaya, Kent Sanat Galeri’de ziyaret edilebilir. Cittaslow’da ödüller sahiplerini buldu Seferihisar’da gerçekleşen 2. Uluslararası Cittaslow Karikatür Yarışması’nın ödül töreni, Çağan Irmak Salonu’nda gerçekleşti. 34 ülkeden 148 karikatüristin toplam 477 çalışmayla katıldığı yarışmanın birincisi Türkiye’den Gülfidan Özdilek, ikincisi Azerbaycan’dan Sey ran Caferli, üçüncüsü ise Rusya’dan Alexandrov Vasily oldu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle