27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Pazartesi 24 Temmuz 2017 EDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: eMİNE BİLGET ‘İslami Bahçeler ve Peyzajlar’ Koç Üniversitesi Yayınları (KÜY) tarafından yayımlanan “İslami Bahçeler ve Peyzajlar” adlı kitap raflardaki yerini aldı. Peyzaj tarihi profesörü D. Fairchild Ruggles tarafından kaleme alınan kitap; okuru İslam dünyasının bahçelerinde bir gezintiye çıkarıyor. [email protected] 15 Aramızdan ayrılalı 6 yıl oldu Şarkıları yaşadıkları... Güçlü kontralto vokalleri ile R&B, soul ve caz türlerinde yaptığı çalışmalarla öne çıkan ve müzik tarihinde efsaneleşen İngiliz ozanşarkıcı Amy Winehouse, dün, ölümünün altıncı yılında pek çok etkinlikle anıldı. Sevenleri sosyal medyada duygu dolu mesajlar paylaştı. Müzik tutkunu oyuncu Şebnem Dönmez, müzisyen Ceylan Ertem ve gazeteci Sevim Gözay dün akşam Radio Slow Time’da gerçekleştirdikleri özel programda Amy Winehouse’u anlattılar. Dream TV hafta cumartesi ve pazar günü sonu programında Amy Winehouse’u andı. Yönetmen koltuğunda Asif Kapadia’nın oturduğu Amy Winehouse’ın hayatını konu alan “Amy” adlı belgesel filmde Amy Winehouse, yaşadıklarını şarkıya dönüştürdüğünü söylüyor ve gerçekleri söylemeyeceksek konuşmanın, anlatmanın bir önemi olmadığını belirtiyor. Duygular bedene dönüşüyorS‘D2Oe7etsğaAivnşğetiuimhksa’’torialesde’kltSıaeAtpAepVlretTf’rto’fıaronmrs‘meHarnagansfilılsezaınarıevc6eevke. Müzik, video ve dans alanlarındaki “Otantik” ile “Hafıza ve Değişim” adlı performanslar 6 ve 27 Ağustos’ta Alt’ta sergile necek. A Corner in the World/ Dünyada Bir Köşe x bomonti ada Alt kapsamındaki perfor manslar ücretsiz. “Otantik” adlı ses ve hareket performansında dansçı Can su Ergin ile mü zisyen Gülşah Erol’un müzik ve dans birlikte liğini sergileye ceği performans CEREN ÇIPLAK 6 Ağustos Pazar günü Alt’ta sa at 18.30’da izle nebilecek. “Hafıza ve Değişim” performansı ise Alt’ta 27 Ağus tos Pazar günü saat 18.30’da ise sunulacak. Merve Salgar, Canfeza Gündüz, Zeynep Ayşe Hatipoğlu’ndan oluşan tanbur, klasik kemençe, viyolonsel üç lüsü SAVT, performanslarında makamsal taksimlerden yola çıkarak geleneksel yorumlama biçimlerinin sınırlarını keşfe decek. Gruba konserinde elekt ronik müzik bestecisi Le Horla eşlik edecek. n Performansın adı neden ‘Otantik’? Cansu Ergin: Otantik; kelime anlamı olarak, “gerçeğe daya nan, gerçek olan, aslına uygun, doğru, özgün, saf, içine bir şey karıştırılmamış, katışıksız...” anlamlarına geliyor... Biz de çello ve dans birlikteliğinin dı şında performansımızda başka bir şey kullanmıyoruz. Sade ce iki bedeniz, kendi gerçeklik lerimizden yola çıkarak özgün hareket ve müzik yaratımımız la bu performansı “an”da kala rak yaratacağız.  n Bu performansta ses ve hareketin atışmasını mı izle yeceğiz? C.E: Evet, kimi zaman atış ma kimi zaman birliktelik... Beraber bir şey üretirken aynı zamanda hem kendi içimizde hem de dinleyici izleyiciler le bu yaratımı paylaşıyor ola cağız.  Gülşah Erol: Otantik tema sının bizdeki anlamı nedir ilk onu görecek izleyici devamın da kendi kültürümüzden yola çıkarak, yerel otantik temalar da gezineceğiz, birlikte yarata cağımız sinerji ile anın içinden başka diyarlara, başka otantik ‘Otantik’ zamanlara gideceğiz. Örneğin 1700’lü yıllara doğru... n Müzik ve dans, eleldiven gibi bir birleşim midir? C.E: Kesinlikle... Birbirinden beslenen iki sanat disiplini. İkisi de doğaya ait, doğadan gelen... G.E: Dansın her daim müziğin beden bulmuş hali olduğuna inanıyorum. Bunu gerçekleştiren insan olsa da yer ve zaman kavramları içinde başka şeylere dönüşebildiğine şahit oluruz. Örneğin istersek bir ağaç, bir çiçek, bir kuş veya yağmur ya da ateş olabiliriz. Her an her şey olabilmek gibi. Uçsuz bucaksız bir dünya, bileşimler bütünlüğü. n Performansa dair eklemek istediğiniz bir şey var mı? C.E: Mutlu ve heyecan verici. Yalın, çıplak, gerçek, tam yerinde ve tam zamanında olan bir performans bizi bekliyor. Bu proje, Atelier Muse iş SAVT Geleneğin hafızasından beslenen müzik birliği ile gerçekleşiyor. Atelier Muse’un desteği oldukça önemli. Gülşah ile yeniden buluşup bu sefer çok farklı bir performans mekânında olacağız. G.E: İkimizde hayallerini eteğe, kemiğe dönüştürmeye çalışan sanatçılarız ve yaşamın akışına çok güveniyoruz. Cansu’yla bir olmak gücüme güç katıyor ve sanata duyduğum aşkı ikiye katlıyor, duygularımın bedene ve devinime dönüşüyor olması ve bunu harika bir şekilde ortaya çıkarabilmesinden dolayı çok mutluyum. Onunla çalışmak inanılmaz keyifli ve daima pozitif bir bakış açısıyla, aşkla ve tutkuyla yaptığımız bu sanatın bize daha çok yol açmasını istiyorum. İzmir’de Aziz Vukolos Kilisesi’nde gerçekleştirdiğimiz performans ile birçok insanın kalbini kazandık, umarız bu performansımız da olabildiğince çok insana ulaşır. n ‘Hafıza ve Değişim’ birlikteliğinden bahseder misiniz? SAVT: Biz üç müzisyen, köklü bir müzik ekolünün içinden geliyoruz. Uzun yıllar bu coğrafyada varlığını sürdürmüş oldukça naif bir müzik geleneğinin hafızasından beslenerek çalışmalarımıza devam ediyoruz. Performanslarımızda taksim formundan yola çıkarak enstrümanlarımıza (özellikle klasik kemençe ve tanbur’a) yüklenen geleneksel icra biçimlerinin sınırlarını zorluyoruz. Yani aslında geleneği olduğu gibi muhafaza ederken bir yandan da değişime uğratıyoruz. Bu sebeple, enstrümanlarımız için bestelenmiş yeni müzikleri duyuracağımız ve MIAM sessel sanatlar bölümünden arkadaşımız Kerem Ergener’ in Le Horla projesiyle eşlik edeceği performansımızı “hafıza ve değişim” olarak adlandırdık. n Geleneksel yorumlama biçimlerine elektronik müziğin eşlik etmesi değişim midir yoksa buluşma mı? SAVT: İcramıza elektronik sesler ekleyerek bir değişim yapmıyoruz aslında. Değişim dediğimiz gibi, enstrümanlarımıza yüklenen geleneksel icra biçimlerinin sınırlarına varınca başlıyor. Bu bizim için olağan bir buluşma. Tanbur, viyolonsel ve klasik kemençe’nin tulum, bağlama ya da saksafonla buluşması kadar olağan diyebiliriz. n Artık geleneksel yorumlama biçimlerinin elektronik müzik ile buluşması bir gereklilik mi oldu? SAVT: Söz konusu müzik olduğunda gerekliliklerden bahsetmek bizce pek mümkün değil. Canlı enstrümanlara, kaynağını göremediğimiz seslerin eşlik etmesi elektronik müzik tarihinde yarım yüzyılı aşkın süredir görülen bir olgu. Bu tür buluşmalar zaten sınırlı bir dinleyici kitlesine hitap ediyor. Biz de bunu bilerek rağbet kaygısı taşımıyoruz. n Eklemek istediğiniz bir şey var mı? SAVT: 27 Ağustos’ta gerçekleştireceğimiz konser için yaptığımız hazırlıklardan bahsetmek isteriz; Le Horla ile birlikte görsellere de yer vererek gerçekleşecek doğaçlamaların yanı sıra, Gizem Alever’in “L’Amen”, Hasan Barış Gemici’nin “Muamma” (ilk seslendiriliş) ve grup üyemiz Zeynep Ayşe Hatipoğlu’nun “Birken iki” (ilk seslendiriliş) adlı eserlerini duyuracağız. Bu ayın sonunda ilk albümümüz için stüdyo kayıtlarına başlıyoruz. ‘Ismael’s Ghosts’ Başka Sinema’da başka film gösterimleri Ağustos ayında Başka Sinema’da gösterime girecek filmler beyazperdede yerini almaya devam ediyor. 4 Ağustos’ta, Arnaud Desplechin’in yönettiği, başrollerinde Mathieu Almalric, Marion Cotillard ve Charlotte Gainsbourg’un yer aldığı “Ismael’s Ghosts”; 11 Ağustos’ta Julian Rosefeldt’in yönettiği ve baş rolünü Cate Blanchett’ın oynadığı Manifesto; 18 Ağustos’ta ise Stanley Tucci’nin yönettiği, başrollerinde Geoffrey Rush, Armie Hammer ve Clémence Poésy’nin yer aldığı “Final Portrait” filmi sinemaseverlerle buluşacak. Ayrıntılı bilgi için: www.baskasinema.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Fikret Hakan’ın vasiyeti Usta oyuncu Fikret Hakan, bana verdiği ‘vasiyet’inde kendi mezar taşını tasarlamıştı. Bir tarafa da taşın iki yüzüne yazılmasını istediği dörtlükleri yazmıştı. Bu yazı 24 Temmuz’da yayımlanacak. Türkiye’de sansürün kaldırılmasının (24 Temmuz 1908) yıldönümü olduğu için Basın Bayramı olarak kutlanan 24 Temmuz’da, Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticileri tutuklandıktan tam 267 gün sonra, Özgür Mumcu’nun tanımıyla, “delil yetersizliği bile değil, delil yokluğuyla” karşı karşıya olunan bir davada, ilk kez hâkim karşısına çıkacaklar. Gün sayar olduk yine. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevinin 138. gününde olacaklar 24 Temmuz’da. “Olmasınlar” diye haykırıyorum içimden, bu yazı çıkmadan önce açlık grevi sona ermiş, gencecik hayatlar kurtulmuş olsun... Kumsalı arayan bedevi Çölün ortasında kumsalı, denizi arayan Bedeviler gibiyiz. Sevgili Fikret Hakan’ın Yılmaz Güney için yazdığı bir dizeydi: “O, kumsalı göremeden ölen / bir garip bedeviydi.” Uzun uzun düşünmüştüm, Yılmaz Güney “garip” miydi diye... İlk bakışta tabii ki değildi. Güçlüydü, mücadeleciydi, inatçıydı, inandığına tam inanırdı. Ama “dalından kopmak” ona şu dizeleri yazdırmıştı: “Yalnızlığın içinde / Şimdi yalnız, yalnız mıyım / Kopuk muyum dalımdan / Uzağında mı kaldım ormanımın.” Çok konuşmuştuk bunları sevgili filozof dostum Fikret Hakan’la, Türk sinemasının Tarık Akan’la birlikte en güzel gülen aktörüyle. “Garip” kalışlarımızı paylaşmış, insanın kendi ülkesinde de sürgün yaşayabileceğini konuşmuştuk. 2013’ün yaz aylarıydı, Torba’daydık. Dertliydi Fikret Hakan, kızgındı; hem acımasız ve kıymeti kendinden menkul “piyasa kuralları” yüzünden, hem de duruşundan, düşüncelerinden ödün vermediği için bir kenara itilmiş olmak incitmişti duyarlı yüreğini koca aktörün. Ama neşesi, esprisi, gülen gözleri yerindeydi; mangal gibi sanatçı yüreği vardı onda. Okuyordu, yazıyordu, felsefeyi, şiiri hayatından eksik etmiyordu. Yine de alttan alta hissedilen bir sızı, içe işlemiş “garip bedevi” duygusu da hep oradaydı. Vasiyet Ağustos ayında bir gün deniz kenarında genellikle oturduğumuz masadaydık; birkaç kişiydik. Fikret Hakan her zamanki gibi gazetelerini okuyordu. Başını kaldırdı, “Sana bir vasiyette bulunacağım, bunu yerine getireceğine söz ver” dedi, damdan düşer gibi. Ben hemen, “Ne vasiyeti Fikret Ağabey? Daha yapacağın çok iş var” diye itiraz ettim. “Bir kâğıdın var mı” diye sordu. Bloknotumdan bir sayfa koparıp uzattım. Uzunlamasına ikiye böldü, sonra iki yüzüne bir şeyler yazıp çizdi. “Bunu mutlaka yerine getir” diyerek verdi, ben de özenle ajandamın içine yerleştirdim, hiç bakmadım. Kötü olacağımı biliyordum. Dört yıl geçti aradan. Ne yazık ki sonunda mecbur kaldım, bu büyük sanatçının “vasiyetini” sakladığım yerden bulup çıkarmaya... Çünkü Fikret Hakan 11 Temmuz’da aramızdan ayrılmıştı. Fikret Hakan kendi mezar taşını tasarlamıştı o kâğıdın üzerinde. Bir tarafa taşın iki yüzüne yazılmasını istediği dörtlükleri yazmış, arka tarafa da mezar taşının önden ve arkadan görünüşünü çizmişti. Hayatı edebiyatla, sanatla, felsefeyle harman etmiş, dolu dolu yaşamış, son dönemlerinde ise çok incitilmiş bir güzel insanın vedası, bir kuğunun son çığlığı gibi algıladığım bu dizeler taş gibi oturdu yüreğime: “1. Yüz: Burada yatan merhumun / Bumin Gaffar’dı adı / O da Sirano gibi / Hiçbir bok olamadı.” “2. Yüz: Burada yatan merhumun / Fikret Hakan’dı adı / O da Jak Landın gibi / Acısız yaşamadı.” Çölde denizi arayan değerlerini “garip” eden zihniyete tüm isyanımla birlikte sizlerle paylaşıyorum Fikret Hakan’ın vasiyetini; ışıklar içinde yat benim filozof dostum, en güzel gülüşlü büyük aktör, iyi ki seni tanıdım... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle