26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 23 Haziran 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY haber/yorum 13 Bu nasıl bir ‘hukuk’tur? Geçen hafta perşembe günü, “Beştepe Sarayı”nda, devlet protokolüne verdiği iftar yemeğinde, işte böyle, “Bu nasıl bir hukuktur?” diye haykırıyordu Erdoğan... Son ABD gezisinde, Washington’da elçiliğimizin önünde bu ziyareti protesto edenlere, Erdoğan’ın korumalarının karşı çıkmasıyla ortaya dökülen çirkin görüntüler, bütün dünya TV’lerinde yayımlanmış, ABD de bu olayın sorumlusu olarak gördüğü “12 koruma” için tutuklama kararı almıştı, bu karara kızıyordu Erdoğan. Burada yine araya girip kendisinin bu haykırışının, “Hukuk etrafımızı saran, ancak ihtiyaç duyduğumuzda farkına vardığımız hava gibidir!” değerlendirmesini anımsatan bir örnek olduğunu belirtebiliriz; hele Erdoğan’ın “hukuk” anlayışı dikkate alınırsa, dört dörtlük bir örnek! Konuyu sürdürürsek, şu soruyu sormalıyız: “Hukuk mu arıyor Erdoğan?”. Bir bakıma evet, hukuk arıyor... ABD’nin hukukunu hiç mi hiç beğenmiyor... Peki, kendi ülkesinin hukukunu beğeniyor mu? “Bunun yanıtını daha geçen yıl verdi” diyen dostlar kuşkusuz haklılar; gazetemiz Cumhuriyet’in tutuklu görevlileri Can Dündar ve Erdem Gül hakkında, ‘Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu tahliye kararı için: “Sadece sessiz kalırım o kadar!” der; ne ki, bununla yetinmeyip sürdürür: “Ama onu kabul etmek durumunda değilim; karara uymuyor saygı da duymuyorum!” diye de bastırır... (28.2.2016) Bu sözlerine göre Erdoğan, ülkesinin hukukunu da beğenmiyor; öyle değil mi? Dahası kendi beğenmediği gibi, ailesinin bireylerinin beğenmediğini de oğlu Bilal, bir “yolsuzluğa dair dosya çevresinde organize suç örgütleri kurmakla” ilgili ifade vermek için, “2 Ocak 2014” günü savcılığa çağrıldığında gitmeyerek ortaya koydu. Oysa, bir “yurttaş” bu çağrıya uymazsa “gözaltı” kararı çıkarılır, yasa gereği. Bilal Erdoğan gitmeyince peki ne oldu? Hiç, hiçbir şey olmadı... Ama, Anayasa’nın onuncu maddesi, “Herkes, ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit” olduğunu bildirdiği gibi, hiçbir “aile”ye “imtiyaz” tanınmadığını da vurgular. İşte bunlardan dolayı beğenmiyor ülkesinin hukukunu Erdoğan. Peki, ne istiyor diye sorarsak, istediği hukukun öncü örneklerinden biridir diyebiliriz, “SOMA” maden kazasından sonra bu ilçeyi ziyaretinde ortaya koydukları. Madende gömülü kalan yakınları için çırpınanlara, “Madende çalışmanın fıtratında ölüm olduğunu” söylemesini, halk büyük bir tepkiyle karşılayınca, kaçıp bir markete sığınmıştı (15.5.2014). Ne var ki, markette protestosunu sürdüren bir gence bu ‘kural’dan, “fıtrat ve ölüm”den söz ettiği halde, protestosunu kesmeyince, bir güzel (!) tokatlayıp, “ceza”sını da verivermişti... Üç yıl önce yaşanan bu olay bir bakıma Erdoğan’ın nasıl bir “hukuk” istediğinin bir örneği gibi, “kuralı da kendi koyacak, cezayı da kendi verecek”, ehh artık bir de “Duçe” gerekecek; ne dersiniz? Öte yanda bir ülkede türlü yöntemlerle yaratılan haksızlıklara, örneğin, yerli bir “Duçe”nin “Adalet”i yok edip inanılmaz uygulamalarıyla soluk alamaz duruma getirilen bir toplumun, bu düzene yasalar çerçevesindedirenmenin karşı gelmenin en etkili, en bilinen yollarından biridir “halkın topluca yürüyüş”e geçmesi. Bu tür “yürüyüş”ün, tarihte yer alan birçok örneği olduğu bilinir, bunlardan biri de pek sözü edilmeyenlerden biri demek belki daha doğru olur 20. yy’ın ünlü Fransız düşünürü, yazarı J.P. Sartre’ın, ülkesindeki “De Gaulle” iktidarına karşı yaptığı yürüyüştür. “1950”li yılların en karışık dönemini yaşayan Fransa’nın başına geçmesi için çağrılan De Gaulle’ün, tam bir “tek adam” yönetimine karşı çıkan Fransız halkına dünyadaki durumu anlata anlata sabretmeleri için baskı yapan De Gaulle, J.P. Sartre’ın Paris sokaklarında, halkın katkısıyla gitgide kalabalıklaşan, büyüyen yürüyüşünün görevlilerce durdurulduğunu duyar duymaz, güvenlik güçlerinin geri çekilip yol vermesini, “Sartre Fransa’dır, yürüyen Fransa’dır!” diyerek ister De Gaulle. Kuşkusuz bu anımsatmaya, “Kılıçdaroğlu, Sartre değildir!” diyecek olan Erdoğan tutkunlarına, “bir adım ileri iki adım geri”ye dönüştürdükleri “Mehter Yürüyüşü”nü anımsatmak yeter sanırım. Nasıl muhabir oldu?Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR:NAZANÖZCAN [email protected] ALİ FIRAT ATABAŞ Deniz Caddesi’nde bir eve taşındık, 2 odalı, gayet basit bir ev... Karşıda bir apartman vardı, mahalleli arkadaşlar filan... Tanıdığım Atilla diye bir çocuk var, babası Başbakanlık’ta müsteşar muavinlerinden biriydi. Sarı saçlı, mavi gözlü bir de ablası vardı. Ablası her hafta piyano dersi alıyordu. Sabahattin Bey diye biri geliyor... Bir de bir çocuk geliyor, çok konuşan, belli oluyor ki Atilla’nın ablasına âşık... O sırada ben de tıp fakültesine başlamak üzereyim, hatta başladım galiba... Çetin Altan’ı ben ilk orada tanıdım. Çetin Altan; çok tuhaftır, hem hukukta okuyor hem de Ulus gazetesinde muhabir... Arkadaşlık yapıyoruz artık... Yavaş yavaş da bir dostluk doğdu. Parasızlıktan şikâyet ettim. Tıp fakültesi pahalı bir fakülte... Dedi ki; “Gel ben seni orada çalıştırayım.” Beni Ulus gazetesine alıp götüren Çetin Altan’dır. Benim gazeteciliğe başlamam da öyle olmuştur. Ulus gazetesi ve ilk daktilo Ulus gazetesi CHP’nin organı... Rüzgârlı Sokak var, orada bir bina... Üst katı tamamen CHP’ye ait, alt katı matbaa... Biz orada büyük odada; uzun bir masa, sadece ben değil Çetin Altan, Kemal Malvarlı ve bir de Gazanfer Kunt vardı. Yani biz laubali giyinen adamlarız. Benim genel kıyafetimi de söyleyeyim; bıyıklar var, iyi bıyık ha... Ayağımda, o sırada Amerikalılar savaşta artan malları göndermişler ya, botlar var. Roosvelt denilen botlar, onlardan var. Ve hep dik yaka kazak giyiyorum. O masanın etrafında haberler yazılır. İlhan Paniç vardı şef... İlhan Paniç, bir Bulgar göçmeniydi galiba; fakat masasının bir gözünde hep şarap var, ben buna bozulurdum. Makine attı başına biliyor musun... Türkiye’de ilk defa daktiloyla haber yazılan gazete Ulus’tur, biliyor musun? Herkes elle yazardı. Akşam haberlerine verdiler Ulus başka bir gazete, öyle herkesin kolay kolay girip çıkabileceği bir gazete değil... Başyazarımız Falih Rıfkı Atay, odası var. Eski yazıyla yazıyor. Onun yazılarını okuyan düzeltmen Hakkı Hoca vardı. Hakkı Hoca, eski yazıyı ve Türkçeyi çok iyi biliyor. Onun için ona dokunamıyor kimse... Falih Rıfkı bazen koridora çıkıyor. Bize “Bu gürültü ne” filan diye sesleniyordu odanın kapısından... Burak vardı, karikatürist... Eski gemi süvarisi, o bunu duyunca çıkar “Ne bağırıyorsun be” derdi. Biz de hayret ederdik Falih Rıfkı’ya bağırıyor adam diye... Ama bu rahatlıkta ilginç bir adamdı. Bizi de korurdu. Bir odada da Kemal Zeki otururdu, akşam haberlerini çıkarıyor. Bizi fazla yaramaz gördüler. Oraya sürdüler. Ulus’tan aldılar akşam haberlerine verdiler, Kemal Zeki Abi’nin yanına... İlk manşet haberim İlk defa benim haberimle çıkan manşetten zevk duyduğumu hatırlıyorum. Ben Ulaştırma Bakanlığı’na bakıyorum. Orada bir adam var, dedi ki “Derince gibi bir yerde Amerikan malzemesini indiriyorlar. Amerikan yardımı başlıyor.” Ben bunu geldim söyledim. Yaz dediler yazdık tabii... Kemal Zeki düzeltti, manşet çekti. “Amerikan yardımı Derince’de” diye... Azizim, dikkatimi çeken şu oldu, Vatan’ın gözde muhabiri Sebahattin Sönmez, Hürriyet’in muhabiri Emin Karakuş ve Cumhuriyet’in muhabiri Mekki Sait Esen; bunlar geldiler gazeteye Gazetemiz yazarı Cüneyt Arcayürek’i 23 Haziran 2015’te kaybettik. İkinci yılında saygıdeğer anısına kendisiyle yapılmış, gazeteciliğe nasıl başladığını anlatan bir söyleşiyi yayımlıyoruz. 1928 Ankara doğumlu Cüneyt Arcayürek, 23 Haziran 2015’te aramızdan ayrıldı. Yukarıda eşi Esin Arcayürek’le birlikte. bu haber ne kadar doğru diye... Dediler ki bu çocuk yazdı haberi... İsimleri bile dev olan Sebahattin Sönmez, Emin Karakuş ve Mekki Sait Esen karşısında ilk kez “Evet doğrudur bu haber” diye söylediğimi ve sonra çok keyif aldığımı hatırlıyorum yani... Polis muhabiri oldum İnanılmaz bir şey yani, zaten orada da işe başladıktan sonra tıp fakültesi falan kalmadı. Gerek de yoktu, nedenini söyleyeyim: Gazeteler sabaha karşı dörtte basılıyordu. Dörtte, düşünebiliyor musun? İstanbul gazeteleri Ankara’ya günü gününe gelemezdi. Trenle gelir, ertesi gün okurduk. Ulus sabaha karşı dört beş gibi baskıya girerdi. Bizi Ulus’a aldıkları zaman, ilk defa bizi mürettiphaneye gönderdiler. Sayfa nasıl yapılıyor, nasıl diziliyor, bunları talim ettik. Sonra öyle bugünküler gibi, git hemen Parlamentoya muhabir ol yok. Çetin’le beni polis muhabiri yaptılar, iyi mi? Polis bir de bizi dövmüştü hatırlıyorum. İkinci şube müdürü Eşref Bey vardı. Son derece ilginç bir adamdı. Geceleri polisleri bir otobüse dolduruyor, şehri dolaşıyorlardı. Bizi de alırdı. Şimdi bu Eşref Bey çok tipik bir adam... O zamanın en önemli gazinosu, Gar Gazinosu... Yazları da bahçeye çıkıyor ve hakikaten dünyanın en iyi orkestraları orada çalıyordu. Oraya geldik mi, “Çalın” derdi. Kırk polis düdük çalardı. Düşünebiliyor musun rahatsızlığı içeride oturanların? Böyle bir adam... O çok yardımcı olurdu. Çok iyi haberler alırdık. Ama şunu demek istiyorum, gazeteciliğe ha deyince en iyi noktadan değil; baştan, ilk baştan polislikten adım adım... Kauçuk ağacı aradım Demin söylediğim büro şefi var ya, bir gün çağırdı beni bu, “Keçiören’e git” dedi. “Bir bahçede kauçuk üretiliyor ağaçlardan” dedi. Peki gidelim dedim, ama vasıta yok. Bugünküler gibi altında araba, cebinde cep telefonları filan da yok... Oradan ben yürüyerek Keçiören’e gittim. Gittik ama, ne biliyor musun, hani yaprakları büyük ağaçlar vardır, bundan kauçuk üretiliyor diye yutturmuşlar birileri... Ben oradan bilgileri aldım geldim. İlhan Abi’ye, “Abi kauçuk olur mu ağaçtan?” dedim. “Yaz” dedi. Yazdım, aldı baktı yırttı. “Bir daha yaz” dedi. Bir daha yazdım, onu da yırttı. İyi olana kadar yaz dırdı bana o yazıyı... Bugün burnundan kıl aldırmazlar, herkes baş muhabir oluyor, bir iki defa imzası çıktı mı gazetede tamam... Ulus gazetesinde imza çıkması tarihsel bir olay... Tek işleri gazetecilikti Bir de bir kahvemiz vardı. Orada toplanılırdı. Herkes birbirine haber verirdi. Sende ne var, bende ne var; öyle haber yazılırdı. Şimdi öyle değil, şöyle bir durum var artık, muhabirlerin yazdığı yazı önce editörlere gidiyor. Editörler onu kafasına göre ve muhtemelen siyasetin ona dikte ettiği yöne doğru düzenliyor, ondan sonra genel yayın yönetmeninin onayından geçiyor. Ama bir fark daha var. Ulus parti gazetesiydi ama diğer gazeteler başka işi olmayan bir patronun gazetesiydi o zamanlar... Hürriyet, Sedat Simavi’nin mesela... Cumhuriyet, babadan Yunus Nadi’ye geçmiş... Gazetecilikten başka işleri olmayan, iktidarla uzak yakın hiçbir ilgisi olmayan, sadece gazetecilik görevi olan... Hürriyet Sedat Bey’den sonra Haldun ve Erol beylere kaldı. Sedat Bey’in ve Erol’un hiçbir iktidarla yakın bir ilişkisi olmamıştır. Ve hiçbir işleri yoktu, tek işleri gazetecilik... Haldun Bey’in babası almış, öğren bunu demiş. Haldun Bey, inanamazsın bir rotatif makinesinin sökülüşünü bilir, monte edilişini bilirdi. Arıza olursa ustası kadar bilirdi. Şimdi sen bana söyler misin bugünkü patronların hangisi gazeteci patron? O dönemdeki gazetecilerin ahlaki durumları da vardı. Hakikaten o dönemde gazeteciler haberin peşinden koşup, haberi vermek için koşuyorlardı. Türkiye eleştiriye inanılmaz ölçüde daha açıktı. Senin hiç aklına gelir mi? Ben bazı bazı düşünüyorum; Demirel’i arıyorsun, Bülent’i arıyorsun. Onların zamanında medyaya baskı kurmak yoktu. Mesela Demirel; çok kızdığı bir gazete varsa dava ediyordu, kaybediyordu ya da kazanıyordu, o kadar... Hani o gazeteyi baskı altına almak filan yoktu. Bunu Adnan Bey icat etti. 23 HAZİRAN 2017 SAYI: 33497 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü ‘Sorumlu’ Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.24 03.17 03.50 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.26 13.13 17.11 05.14 12.58 16.54 05.41 13.21 17.13 Akşam 20.48 20.29 20.47 Yatsı 22.39 22.16 22.29 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Arcayürek anılıyor Gazetemiz yazarı Cüneyt Arcayürek’i, yaşamını yitirmesinin ikinci yılında, bugün saat 11.00’de Gölbaşı Mezarlığı’ndaki gömütü başında anıyoruz. Arcayürek, ölümünün ikinci yıldönümünde düzenlenecek törenle anılacak. 23 Haziran 2015’te Ankara’da tedavi gördüğü hastanede 87 yaşında yaşamını yitiren Arcayürek için, bugün saat 11.00’de Gölbaşı Mezarlığı’nda anma töreni düzenlenecek. Törende gazetemizin İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç, Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin de hazır bulunacak. l ANKARA / Cumhuriyet [email protected] Karaduman yaşamını yitirdi Eski TBMM Başkanı Necmettin Karaduman (90) yaşamını yitirdi. Karaduman’ın cenazesi bugün ikindi namazını müteakip İstanbul Şakirin Camisi’ nde kılınacak cenaze namazı sonrası Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek. TBMM Başkanlığına 4 Aralık 1983’te seçilen Karaduman aynı göreve 12 Eylül 1985’te yeniden getirilmişti. l ANKARA/Cumhuriyet 03 05 20 SONUÇLARI 37 44 48 6 BİLEN: 25 milyon 066 bin 109 TL (Devretti) 5 BİLEN: 12 bin 003’er TL 4 BİLEN: 193.65’şer TL 3 BİLEN: 15.05’şer TL C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle