23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 19 Haziran 2017 EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: EMİNE BİLGET Tek istediği adil ve tutuksuz yargılanmak 1 Mart’tan bu yana cezaevinde tecritte tutulan Deniz Yücel’in eşi Dilek Mayatürk, Deniz’i, yaşadıklarını, aşklarını ve duygularını Cumhuriyet’e anlattı Die Welt Muhabiri Deniz Yücel, Silivri Cezaevi’nde 1 Mart’tan beri tecritte tutuluyor. Baş ka hiçbir tutukluyla görüştürülmüyor. Hakkındaki iddianame hâlâ hazırlan madı. Eşi Dilek Mayatürk’le her pazar tesi kapalı görüşte camların ardında buluşuyorlar. Eşini büyük bir heyecan la ziyarete gittiğini anlatan Mayatürk, “Deniz, işini aşkla yapan bir gazeteci dir. Nokta. Haksızca öz gürlüğünden mahrum bırakılmışken, talep et tiği tek şey adil yargı lanmak, tutuksuz yargı lanmaktır...” diyor. HİLAL KÖSE Çiftin beraberlik yıldönümü dündü. Maya türk, ‘Deniz’ine’ Cum huriyet aracılığıyla ‘kelimelerini’ gönderiyor. n Deniz Yücel neden hedef seçil di sizce? Hedef seçilmedi, bu kadar mani pülasyonun, asılsız suçlamanın an cak ve yalnız, bağımsız olması bek lenen bir yargıdan gelebilecek karar lar henüz haliyle ortada yokken – çün kü henüz iddianamesi yok ve dolayı sıyla mahkeme tarihi bile henüz bel li değilken önceden biçilmiş gibi söy lenenler üzerine hedef oldu. Oysa bun ca sese hiç gerek yoktu, Deniz bura da, hiçbir yere gitmiyor, kendi irade siyle ifade vermeye gittiği gibi, adil yargılanmaktan başka bir talebi de yoktur. Pekâlâ tutuksuz yargılanabi lir. Deniz hem Almanya’nın hem de Türkiye’nin kültürünü, tarihini, dili ni, coğrafyasını çok iyi bilen bir gaze tecidir. Bu kadar net bir gerçeği hala söylüyor olmak, kendime adımı hatır latmak kadar absürd geliyor. ‘Görünce çiçek açıyorum’ n ‘Suyun dışında kalmış balığa ne kadar güzelse hayat, o kadar güzel işte dışarıda olmak’ diye yazdınız geçen günlerde... Şimdi nasıl hissediyorsunuz? Balığın evreni deryadır, suyun ‘dışında’ kalması hiçbir anlam taşımaz. Canım içerideyken, ‘dışarısı’ benim için deryadan kopuş gibi. Ve fiziken dışarıda olsam da, zihnen her gün Silivri’deyim. Eşim 110 gündür sadece gazetecilik yapmaktan tecrit koşullarında, iddianamesiz tutulurken ne kadar iyi olabilirsem, o kadar iyiyim. Her gün, Deniz’le ilgili çıkan Türkçe, İngilizce, Almanca bütün haberleri, yorumları okuyorum. Bazıları çok fantas tik. Ona iki parça yeşil ot çok görülürken, yemyeşil ağaçlara bakmak o kadar kolay olmuyor. İyiyim, her pazartesi onun gözlerinde haklı olmanın getirdiği asaleti ve gücü gördükçe daha da iyi oluyorum. Şimdiye kadar tek bir pazar günüm olmadı mesela öncesinde uyuduğum. Cuma gününden başlıyor heyecanı. Gördüğümde ama ne olursa olsun çiçek açıyorum. n Eşinizle cezaevinde evlendiniz. Zor bir karar mıydı sizin için? Zor bir karar değildi ki hiç. Deniz henüz gözaltındayken “Ben bu adamla bu koşullarda evleneceğim” demiştim. Mutlu anlarda elinden tutmak kolaydır sevdiğinin. Mühim olan zor zamanlarda ‘elini bırakmıyorum’ diyebilmek. Ben zor günleri önemserim. Çünkü geriye dönüp baktığınızda, iyi günleri belki en fazla büyük bir gülümsemeyle hatırlarsınız, ancak zor günler, o zor günleri atlatış biçimleriniz, sizi siz yapar. ‘Günlerdir tecritte’ n Eşinizin cezaevi koşullarını anlatır mısınız? Deniz çok iyi. Fiziken ve psikolojik olarak çok güçlü. Ancak Deniz’in gücü, dik duruşu; koşullarının ağır olduğu gerçeğini değiştirmez. Deniz 100 günü aşkındır tecritte kalıyor. Tek başına, diğer tutuklulardan izole. Bu dayatılmış bir yalnızlaştırma. Gazete, kitap okuyor. Bildiğiniz gibi haftada bir gün kapalı görüş, iki ayda bir kez açık görüş. 2 haftada bir de Dilek Mayatürk Yücel, eşi Deniz Yücel’le. 10 dakikalık telefon açma hakkı var Deniz’in. Sabah açılıp akşam kapanan küçük bir avlusu var, orada olabildiğince hareket halinde kalmaya çalışıyor, bir iki ay kadar oldu, haftada bir kez ancak yine ‘yalnız’ ufak bir futbol sahası gibi bir alana çıkarılıyor. En azından spora yalnız çıkarılmasının değişeceğini ummak istiyorum yakında. En büyük lüksü haftada bir gün, bir saat orada gökyüzünü tel örgüler olmadan görmek. Camlardaki parmak izi... n Görüşmeleriniz nasıl geçiyor? En çok neyi soruyor size? ‘Çabuk’ geçiyor. Çabuktan neyi kastettiğimi sanırım en iyi ziyarete giden eşler anlar. Fark etmişlerdir, sevdiklerimizi bizden ayıran camlarda ne çok parmak izi var değil mi? İşte o izler, biziz. Görüşler böyle geçiyor... Bir şey sormuyor aslında, onu dinliyorum daha çok. Koşullarında bir yenilik var mı, ne okuyor, spora hâlâ yalnız mı çıkarılıyor, Silivri’nin meşhur yuva yapan kuşları n’apıyor, verdiğim eşyaları aldı mı, çok sigara içiyor musun, içme olur mu, gibi klasik konuşmalar... Ben arkadaşlarından, tanıdıklardan selamları iletiyorum, kedimizi anlatıyorum ve bunu çok iyi bilse de elini asla bırakmayacağımı hatırlatıyorum hep. ‘Mesleğine âşıktır’ n Deniz Yücel nasıl biridir? Sade. Özünü koruyan ve bunun için özel hiçbir çaba sarf etmeyen biri. Öy Dilek Mayatürk Yücel eşine yıldönümleri için şu şiiri gazetemiz aracılığıyla gönderdi. Gülün Gölgesinde Varsın bu yaz kurak geçsin, Sen suyum azalır sanma sakın Ben, belki bilerek sessiz akan nehir, Umudu ve aşkı her gün sana taşıyacağım. Sonbaharda taşar bilsinler denizleri Yağmur bile öyle bilsin, ne çıkar Ben seni en kurak yazın sarısında Aşkla taşıran nehir olacağım. Gülün gölgesi düştü ansızın yüzüme Ondandır tebessüme çok meyil edemem Ama bilirim elbet gül benim, Yokluğunda gölgesi de. ** Yıl dönümümüze Canımdeniz... İyi ki varsın Beyefendi’m. Unutma, gülünden sen sorumlusun. Unutmadım, gülümden ben sorumluyum. Seni çok seviyorum. Asaletinden öperim. Ve lütfen, sigara çok içme, olur mu? Dilek Mayatürk Yücel le Deniz, olduğu gibi. Maskesiz. Sanırım böyle özetleyebilirim. Dünyada, bunca kötülüğün içinde ‘nasıl da hiç kirlenmeden tertemiz kalabilir ki bir kalp?’ dedirtecek kadar iyi yürekli. Çağın hastalığına tutulmamış, sertleşmemiş bir kalbi vardır yani. Deniz’e sıklıkla şunu söylerim mesela, ‘Adam bir dur, azıcık da kendini düşün.’ Ama o kendini es geçer, önce başkalarının yardımına koşturur. Gazetecilik mesleğine âşıktır. Makale yazarken Deniz, ben yanına uğramam ya da konuşmam özellikle. Bitirene kadar başka bir dünyada olur çünkü. Öyle konsantre olur. Elinden sigarası düşmez, malum. Kalemi, zaptı zor civa gibidir, kıvraktır. Deniz’in Almancası beni biraz aşıyor ancak, bu kalemindeki cevheri görmeme engel değil. Azıcık fazla konuşur, bazen çok detay anlatır, ama n’apalım. Böyle sevdik bir kere. ‘Türkiye’de adalet kalmadı’ National Geographic için Türkiye’ye gelen ve gözaltına alınarak 1 ay geri gönderme merkezinde tutulan Fransız gazeteci Depardon, yaşadıklarını Türkiye’ye yakıştıramadı SÜLEYMAN TOSUNOĞLU Haberlerini yaptığı sığınmacılarla aynı kampta 1 ay tutulmasının ardından Türkiye’den sınır dışı edilen Fransız gazeteci Depardon, yaşadığı şoku gazetemize anlattı. Açlık grevi başlattığında bitirmesi için kamp müdürünün her gün kendisine restoranlardan çeşitli yemekler getirttiğini belirten Depardon, “Türkiye’de artık adalet yok, hapisanelerde bir sürü meslektaşım var. Halk güvensiz ve korumasız şekilde yaşıyor. Bu durum Türkiye’ye gerçekten hiç yakışmıyor ” dedi. Fransız gazeteci Mathias Depardon Batman’da gözaltına alındıktan sonra tutulduğu Gaziantep’teki Geri Gönderme Kampı’nda yaşadığı bir aylık süreci Cumhuriyet’e anlattı. National Geographic için Hasankeyf’te yeni kurulan şehrin inşaat çalışmalarının fotoğraflarını çektiği sırada polislerin yanına gelip ne yaptığını sorduğunu, kendi kimliğiyle birlikte Türkiye’nin vermiş olduğu yabancı basın kartını gösterdiğini ama polislerin adını internette arayıp daha önce Irak’ın Musul bölgesinden yaptığı IŞİD ile PKK arasındaki çatışma haberlerini göstererek ‘terör propagandasıyla’ suçladıklarını aktaran Depardon, götürüldüğü Batman’daki karakolda tarihi geçmiş kartının Basın Enformasyon Müdürlüğü tarafından iki ay içinde yenileneceğinin açıkladığını belirtti. Müdürlükte görevli Zeynep Özeri’yi aramalarını söyleyen Depardon (solda) arkadaşımız Tosunoğlu’nun sorularını yanıtladı. ama Ankara’dan kartının iptal olduğu yanıtının gelmesiyle şoke olduğunu dile getiren Fransız gazeteci, daha önce sığınmacıların yaşamlarını belgeselleştirmek için gitmiş olduğu Gaziantep’in Oğuzeli ilçesindeki Göç İdaresi Geri Gönderme Kampı’na yollanmış. “Şimdi kendimin burada aynı konuma düştüğüme inanamıyordum. Sanki bir rüyaydı benim için. Tek kişilik hücrede bir ay tutuldum. Getirildiğim ilk gün ne yastık, ne havlu ne de su vardı. Bir günü susuz ve yataksız geçirdim, ertesi gün bana yatak verdiler. Günde 15 dakika hava almak için bahçeye çık mama izin veriyorlardı. Kamp müdürü bana can güvenliğimden dolayı tek kişilik koğuşta tutulduğumu söyledi. Günlerce sınır dışı edilmeyi bekledim. Fakat günler geçtikçe psikolojim bozuldu” diyen Depardon, daha sonra üç kişilik odaya alınmış. Burada kaçakçılıktan yatan Afgan ve Pakistanlı sığınmacılarla kalmış. “Günler geçtikçe ‘ne olacağım’ endişesiyle beklemeye başladım. Ya cezamı verin bileyim ona göre burada yatayım ya da sınırdışı edin diye devletin bana verdiği avukata söyledim. Avukat ciddiyetten gayet uzak, alaylı konuşma lar yapıyordu. Sonra kendim avukat tutarak haklılığımı ispata çalıştım. Artık bir şeyler yapılması gerektiğine karar vererek açlık grevine başladım” diye devam eden Depardon bunu, “Sanki bir esir gibi tutulduğum yerde hiç kimsenin yarınının ne olacağı belli olmayan günler yaşamaya başladım. Sesimi duyurmak için ölümü göze alarak, açlık grevine başladım” diye izah etti. “Açlık grevimin ikinci günü kamp müdürü bitirmem için restoranlardan bana çeşit çeşit yemekler getirtiyordu. Ben ise açlık grevine devam ederek her seferinde geri çevirdim” diye ekledi. Haftada bir görüşebildiği avukatından Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayıp kendisinin bırakılmasını istediğini öğrenen, birkaç gün sonra Fransa’nın Ankara Büyükelçisi tarafından ziyaret edilen Depardon, diplomatik sürecin başlamasıyla açlık grevini bitirmeye karar vermiş. 1 ay sonra sınır dışı kâğıtları imzalatılan Depardon “Kendim için sevinsem bile beraber bir ay yaşadığım arkadaşlarım için üzülüyordum. İnsanlık dışı muamele yaşatıyorlardı onlara. Türkiye’de artık adalet yok, hapisanelerde birçok meslektaşım var. Halk güvensiz ve korumasız şekilde yaşıyor. Bu durum Türkiye’ye gerçekten hiç yakışmıyor ” dedi. Depardon, iki kamera ve bir fotoğraf makinesinin hâlâ Gaziantep savcılığında el konulmuş olarak durduğunu belirtti. l PARİS haber 5 Nerden başlasak nasıl anlatsak Geçen hafta yazı yazmadım, seçim öncesi Londra’ya gitmiştim, yok tam tatil değil, biraz oralarda ne oluyor, onu takip edeyim dedim. Doğrusu oralar da fazlasıyla hareketli ve kasvetli idi. Batı dünyasını hayaller ülkesi olarak görenlerden değilim. Bizim gençlik yıllarında yaygın olan, ‘adamlar metroda bile kitap okuyor’ laflarını pek ciddiye almamak gerektiğini çok erken yaşlarda anladım, zira metrolarda John Locke veya Shakespeare değil ucuz roman okuduklarını biliyordum. Yine de, seçim öncesi, iktidarı destekleyen basının başta muhalefet lideri Corbyn olmak üzere muhalif çevreyi ‘teröristlerin destekçisi’ olarak yaftalayan manşetlerine şaşırmadım diyemem. Tam ‘bizden hiç farkları yok’ diyecektim ki, farklı bir şey oldu, bu söylem iktidara seçimleri kaybettirdi. Tam bunları yazayım derken, Londra’da seçim sonrası korkunç bir yangın felaketi yaşandı. Zengin bir semtin yoksul insanlarının yaşadığı Grenfell binasında yaşanan trajedi, Batı ülkelerinde yaşanan eşitsizlik ve adaletsizliği gözler önüne serdi. Zaten seçimlerde gözden düşüp sert eleştirilere maruz kalan iktidar lideri May, yoğun tepkilerin hedefi oldu, ama daha önemlisi eşitlik, adalet sorunu geniş çapta tartışmaya açıldı. Yine tam, kalkıp bu konuları yazayım, biraz da dünyada neler olup bittiğinden bahsedelim, bunlara kafa yoralım derken, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun casusluk suçlaması ile mahkum edilmesi, Türkiye’de kimsenin ülke gündeminden başını alamayacağı bir durum ve bende hızla geri dönme ihtiyacı yarattı. Ne kadar, ‘artık bu ülkede hiçbir şeye şaşırmamak lazım’ dersek diyelim, bir ana muhalefet partisi milletvekilinin böylesi bir suçla mahkum edilmesi, ardından iktidar çevresinin takındığı tutum ve nihayet Cumhurbaşkanı’nın, muhalefete yönelik ‘sıra size de gelebilir’ açıklaması bizleri şaşırmanın ötesine taşıdı. Tüm bu olanlar, ve ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’nun, yapacak başka bir şey kalmadığı için yollara dökülmesi, ‘Nasıl bir ülke burası’ sorusunun cevabını vermeyi giderek zorlaşıyor. ‘Yapacak bir şey kalmadı’ desek tam bir umutsuzluk ve teslimiyet, yapılacak şey yollara dökülmek desek, ‘sonu ne olur?’ endişesi insanı utanç verici bir çaresizliğe itiyor. Oysa, böylesi koşullarda, en çok uzak durmamız gereken çaresizlik hissi, yani bize dayatılanlara teslimiyet baskısına yenik düşmek. Yine de, gönül rahatlığı ile, ‘çaresizliğe yenik düşmek yerine, yollara düşelim’ diyemiyorum. Bir yanda, ‘bardağı taşıran son damla oldu’ diyeceğim ama bardak çoktan taşmamış mıydı? HDP’nin eş genel başkanları başta olmak üzere pek çok milletvekili ve siyasetçisi ne zamandır hapiste, onlar için yeterince ses çıkarıldı mı? Sadece siyasetçiler değil, çatlak ses çıkaran pek çok insan çeşitli türden terör suçlamaları ile hapiste, pek çokları işlerini kaybetti ve bu esnada parlamenter sistem bitti, rejim değişti, bu ne büyük bardakmış, neden daha önce taşmadı, soruları sadece kafamızı değil, ruhumuzu kemiriyor. ‘Yine de bir yerden başlamak lazım’ desek, sahiden neye başlıyoruz belli mi? Yoksa yürüyüş, aslında İstanbul’a değil, Niğde’ye mi? İnsan çaresizliğe yenik düşmemek için çırpındıkça bu sorular arasında boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor. En iyisi, filmi geri sarıp, tüm bunları yeniden ve derinlemesine düşünmek, belki o zaman hangi yollara düşüp, nereye varmak istediğimiz daha fazla netleşir, daha iyi yol alırız. Not. Bugün Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan ve Ahmet Altan’ın ilk duruşma günü, aylardır hapisteler. Fikirlerini beğenelim beğenmeyelim, üç müebbet ile yargılanacak, ‘terör suçlusu’ olamayacaklarını biliyoruz, diğer pek çoğu gibi, hiçbirini bari unutuluşa terk etmeyelim. Mehmet Altan Ahmet Altan Nazlı Ilıcak Bugün hâkim karşısındalar “FETÖ’nün darbe girişimine iştirak eden medya unsurları soruşturması” kapsamında haklarında dava açılan yazar Ahmet Altan, kardeşi Prof. Dr. Mehmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak’ın da aralarında bulunduğu 17 sanık bugün ilk kez hâkim karşısına çıkıyor. Altan kardeşler, Ilıcak ve Ekrem Dumanlı için 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep ediliyor. Yargılama, Çağlayan Adalet Sarayı’nda bulunan İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu Savcılığı’nca hazırlanan iddianamede, Altan kardeşler ile Nazlı Ilıcak’ın darbe girişimini öncesinden bildikleri, darbe girişimine zemin hazırlayan söylem ve propagandalarda bulundukları iddia edildi. l İSTANBUL / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle