04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 16 Mayıs 2017 EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ZARİFE SELÇUK haber 11 Konak’taki İlk Kurşun Anıtı önünde düzenlenen törende Hasan Tahsin’in şehit edilmesinin üzerinden 98 yıl geçmesine karşın gazetecilik yapmanın zorluğuna dikkat çekildi. ‘Hasan Tahsin ve Cumhuriyet ruhu sürecek’ Düşmana ilk kurşunU attıktan sonra şehit edilen gazeteci Hasan Tahsin anıldı Misket Dikmen İzmir’in işgali sırasında düşmana ilk kurşunu attıktan sonra şehit edilen Gazeteci Hasan Tahsin, Konak’taki İlk Kurşun Anıtı önünde törenle anıldı. Hasan Tahsin’i anmak amacıyla İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC) tarafından düzenlenen törene, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, CHP Genel Sekreteri Kamil Okyay Sındır, CHP İzmir milletvekilleri Musa Çam, Ali Yiğit, Tacettin Bayır, Tuncay Özkan, İz mir Vali Yardımcısı Uğur Kolsuz, Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş, Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar, İzmir Baro Başkanı Aydın Özcan ve çok sayıda gazeteci katıldı. İGC Başkanı Misket Dikmen burada yaptığı konuşmada, Hasan Tahsin’in şehit edilmesinin üzerinden 98 yıl geçmesine karşın, ülkede gazetecilik yapmanın hâlâ çok zor olduğuna dikkati çekerek, “Ülkemiz adeta gazeteci hapishanesine dönüştürüldü. 159 gazeteci parmaklıklar ardında. Yazmaları, konuşmaları engelleniyor. Gazetecilik yapmak suç olarak görülüyor. Halka gerçekleri söylemek, doğru haberleri aktarmak çok zor bir hal aldı. Türkiye’de ve dünyada basın özgürlüğünü, düşünce ve ifade özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını savunan gazeteciler, çeşitli saldırılara maruz kalmaya devam ediyor” dedi. Mustafa Kemal Atatürk ve ailesine yapılan hakaretleri anımsatan Dikmen, “Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarına hakaret edenleri kınıyoruz. Ülkemiz büyük sıkıntılar içinden geçiyor. Bize düşen bu sorunları yenebilmek için birlik içinde olmaktır. Tarih bizlere birlik içinde nasıl ulus olabileceğimizi göstermiştir. Bugün de bütün zorlukları birlikte aşacağız. Bizler, Hasan Tahsin ve Cumuriyet ruhunu ilk günkü inançla yaşatmayı sürdürecek mücadeleye devam edeceğiz” diye konuştu. l İZMİR/Cumhuriyet Onurlarını koruyorlar Açlık grevinin 68. gününde akademisyen Gülmen ile öğretmen Özakça’ya milletvekili Aylin Nazlıaka ve tiyatrocu Levent Üzümcü destek verdi Akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça’nın, “İhraç edildim. İşimi, ekmeğimi, onurumu istiyorum” diyerek baştıkları direnişin 188, açlık grevinin 68. günü de geride kaldı. Dün bağımsız Ankara milletvekili Aylin Nazlıaka, tiyatrocu Levent Üzümcü ve çok sayıda yurttaş, İnsan Hakları Heykeli önüne giderek destek verdi. Dayanışma içinde olmaktan gurur duyduğunu söyleyen Nazlıka, direnişçilerin yanında olduklarını belirtti. Nazlıka, dünyada tarihi değiştirenlerin ‘Hayır’ diyenler olduğunu söyleyerek “Siz insanların işini alabilirsiniz ama onların yüreklerini ve onurlarını alamazsınız. Nuriye ve Semih sadece iş ve aş mücadelesi vermiyor. Aynı zamanda onurlarını koruyorlar. Sadece kendileri için de değil tüm bu haksızlığa uğrayanlar için” ifadelerini kullandı. “Burada bu kadar çok insanın toplanmasının sebebi ikinizin ısrarlı ve onurlu duruşudur” diyen Üzümcü, dünyanın hiçbir devletinin kendi ülkesinde barış isteyen insanların ekmeği ile oynamadığını söyledi. Veli Saçılık: Biat etmedik NECATİ SAVAŞ Direnişçilerin aydın ve sanatçılara yaptıkları çağrılar karşılık bulmaya devam ederken; tiyatrocu Levent Üzümcü ile bağımsız Ankara milletvekili Aylin Nazlıaka direnişin sürdüğü İnsan Hakları Heykeli önüne desteğe geldi. ‘Kemiklerini versinler’ Milletvekili Nazlıaka, “İşlerine gelmeyen herkesin terörist torbasına atılığı herkes için bu direnişi sergiliyorlar” dedi. Üzümcü ise, “Bu insanlar bu ülkenin yetiştirdiği nadide insanlardır. Silahların değil, barışın olduğu bir Türkiye’nin peşine düşmüşlerdir” dedi. KHK ile işine son verilen Veli Saçılık ise biat etmedikleri için ‘terörist’ nitelemelerine maruz kaldıklarını belirtti. l ANKARA / Cumhuriyet ‘SESLERİNE SES OLUN’ Hava harekâtında öldürülen 11 DHKPC’liden biri olan Murat Gün’ün babası, oğlunun cenazesini alabilmek için açlık grevinin 81. gününü geride bıraktı Kemal Gün Tunceli’de 7 Kasım 2016’da savaş uçaklarıyla düzenlenen hava harekâtında Ced Vadisi’ndeki sığınak içinde öldürülen 11 DHKPC’liden Murat Gün’ün babası 70 yaşındaki Kemal Gün’ün, oğlunun cenazesini alabilmek için Seyit Rıza Meydanı’nda başlattığı açlık grevi 81. günü geride bıraktı. Malatya Adli Tıp Kurumu’nda bulunan oğlunun kemiklerini alıncaya dek eylemini sürdüreceğini anlatan Gün, “Bir mezarı olsun, açlık grevini hemen bırakacağım. Ceset aradık, ben orada sığınak içinde kendi ellerimle oğlumun kemiklerini çıkardım, devlete teslim ettim. Kendi ellerimle parçalanmış kemikleri teslim ettiğim gibi geri istiyorum. Oğlum ve diğer arkadaşlarına ait çıkardığımız kemikleri Adli Tıp Kurumu’na götürdüler. Şimdi diyorlar kemikler üzerinde DNA testi yapılacak” dedi. Gün, kendisine Kabahatler Kanunu kapsamında her gün için 227 liradan 18 bin 387 lira para cezası kesildiğini söyledi. l TUNCELİ/ DHA ‘Ölüme gitmelerine Toplumsal Bellek Platformu aileleri Gülmen ve Özakça’nın taleplerinin karşılanması için çağrıda bulundu. Aileler tarafından yapılan yazılı açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Sevdiklerimizin tabutlarının ardından kalbimizde hep o taleple yürüdük: Adalet. Süreçte bu sözcük yalnızca yakınlarımız için değil, ülkedeki herkes için ortak payda oldu. İstedik ki kimsenin tırnağına bile zarar gelmesin. Katillerimizi, ellerine pasaportlar verip bambaşka ülkelere bile yollayabilirler. Ama gözümüzün önünde iki insanın erimesini bize bahşetmeyin! Göz göre göre onların ailelerinin aynı sıkıntıları yaşamasına vesile olmayın. Ülkenin siyaseti içinde popüler dönemler geçicidir. Geriye yalnızca toplum vicdanı kalır. İnanıyoruz. İnanmak istiyoruz. Onları gülen gözleriyle yanımızda istiyoruz. Seslerine ses olun diyoruz.” seyirci kalınmasın’ Türk Ceza Hukuku Derneği (TCHD) Yönetim Kurulu, yazılı bir açıklama yaparak OHAL’in muhalif sesleri susturmak için bir araç olarak kullanıldığına dikkat çekti. Açıklamada “Haksız ve hukuksuz bu tutuma karşı, sadece iş ve haysiyetlerine sahip çıkmak amacıyla demokratik tepkisi gösteren açlık grevindeki Gülmen ve Özakça’nın gün gün ölüme gitmelerine seyirci kalınmamalıdır. Sorumlula rın hiç vakit kaybetmeden anayasa ve yasalara uygun meşru sınırlara dönerek mağduriyetleri gidermeleri, hukuki ve insani bir zorunluluktur” denildi. Kocaeli’nin Derince ilçesinde DİSK EmekliSen Derince Şube Başkanı Kasım Erben ile Şube Sekreteri Hüseyin Çoban ve sendika üyesi İhsan Deniz, Gülmen ve Özakça’ya destek vermek için sendika binasında 1 günlük açlık grevi başlattı. l İSTANBUL / Cumhuriyet ‘DAYANIŞMAYI BÜYÜTELİM’ Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, İstanbul Tabip Odası (İTO), Özgürlükçü Hukukçular Platformu (ÖHP) ve KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Nuriye Gülmen, Semih Özakça ve Kemal Gün’ün durumuna dikkaç çekmek için dün Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması gerçekleştirdi. Ortak açıklamada “Seyirci kalmayalım, ‘Artık Yeter’ diyelim, dayanışmayı büyütelim! Ölüme izin vermeyelim, aslolan yaşamdır, yaşam ancak hakların korunmasıyla onurlu kılınır” çağrısında bulunuldu. Basın ve ifade özgürlüğünde ileri aşama Basının iktidar tarafından kullanılmasının geleneksel iki yöntemi vardır: sansür ve propaganda. Sansür, bir haberin veya bir yorumun, yayımlanmadan önce denetimden geçmesidir. Denetimi devletin merkezi bir teşkilatı, yargı veya bununla görevlendirilmiş denetçiler, vs. yapar. Günümüzde bu tür sansür, açık biçimde diktatörlüğün hüküm sürdüğü ülkelerde, örneğin dünya basın özgürlüğü sıralamasında en sonuncu olan Kuzey Kore’de veya tek parti rejimlerinde uygulanıyor. Buna karşılık, basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlı olduğu ülkelerde, sansürün bu açık ve resmi türünden ziyade, örtülü biçimi uygulanıyor. Dolaylı sansürün birbirini tamamlayan iki yöntemi var. Birincisi, basınyayın kuruluşlarının iktidarla uyumlu sermaye güçlerinin denetimine geçmesini sağlamak ve bunun için iktidarın mali ve siyasi destek olanaklarını sonuna kadar kullanmak. İkincisi, yargıyı ifade özgürlüğüne karşı gündelik silah haline getirip iktidarın aykırı veya kendisi için zararlı gördüğü haber ve yorumları yazan ve yayanların özgürlüklerini kısıtlamak. Yargı yoluyla sansürde esas amaç, medyanın hapis ve para cezası korkusuyla, kendi kendine sansürü uygular hale getirmek. Birinde sermayenin, diğerinde devletin şiddeti söz konusu ve ikisi birbirini tamamlıyor. Sansürün yanında, genellikle diktatörlük ve benzeri rejimlerde kullanılan ikinci araç, propaganda. Bu ikisi çoğunlukla birlikte uygulanıyor. Propagandada amaç, genellikle yalan veya son derece abartılı biçimde sunulmuş haberlerle, halkın iktidarın istediği biçimde bilgilendirilmesini sağlamak. Halkın siyasal algısına, olmayan gerçeklerle, abartılı değerlendirmelerle biçim vermek. Bunun için yandaş medya araçlarının yanında, devletin resmi medya kurumları açık biçimde kullanılıyor. İlginç olan, propaganda ve sansür yöntemlerini yaygın ve açık biçimde kullanan iktidarların çoğunun, aynı zamanda kendi ülkelerinde basın ve ifade özgürlüğünün dünyadaki en ileri örnekler arasında yer aldığını iddia etmeleri. Bu kuralı bozmayan Tayyip Erdoğan, 2015’in ilk günlerinde, “İddia ile konuşuyorum, ne Avrupa’sında ne diğer ülkelerinde, Türkiye’deki kadar basın özgürlüğü yoktur”, diyordu. Türkiye, o tarihten beri daha da epey yol aldı. Dünya basın özgürlüğü sıralamasında lider ülke oldu. Şu anda dünyada en fazla gazetecinin tutuklu olduğu, basını en özgür ülke olmayı başarmış durumdayız. Nitekim, 7 Mayıs 2017’de Tayyip Erdoğan, “düşünce ve ifade özgürlüğünü sonuna kadar desteklediklerini” bir kez daha tekrar ederken, Türkiye bu konuda 42 Avrupa ülkesi arasında durumun en kötü olduğu ülke olma başarısını elde ediyordu. Dünyada bu konuda birinciliğe yarışan otuz ülke arasındayız artık. Bu sansür ve propagandanın Türkiye’deki uygulanmasında önemli bir ayrıntı var. İktidar için kendi seçmen kitlesine ulaşan medya araçlarının sadece propaganda işlevini yerine getirmeleri kadar, diğer münafık yayınların bu kitlenin gözü ve kulağından tamamen uzak kalmaları önemli. Bu yüzden, kendi seçmen kitlesine ulaşma ihtimali olmayan medya araçlarına ses çıkarmaz, onları yok sayabilirken, çeşitli yollardan AKP seçmeninin en azından bir kısmına ulaşabilecek kanalların kapatılmasına öncelik veriyor. Bu da en başta televizyon ve sosyal medyanın arındırılması demek. Gazete ve radyo ikinci sırada geliyor. Böylece AKP’li bakanların hatta Başbakan’ın bile, işlerine geri dönmek için altmış gündür Ankara’nın göbeğinde açlık grevi yürüten iki eğitimciden haberlerinin olmaması eğer iddiaları doğruysa mümkün olabiliyor. Silopi’de bir polis panzerinin gece duvarı yıkıp eve girdiğini, iki çocuğun ölümüne neden olduğunu hiç duymamış ama düzenli gazete okuyan, televizyon seyreden bol miktarda AKP seçmeni yaşıyor bu ülkede. Cizre’de, Sur’da koskoca mahallelerin dümdüz edildiğinden bihaber, bu kent ve mahallelerin ismi anıldığında sadece “teröristler” sözcüğü ağzından dökülen milyonlar var. İktidarın seçimlerle iktidarda kalmasını sağlayan en önemli araçlardan biri, “Avrupa’sında ve diğer ülkelerinde olmayan” böyle bir basın özgürlüğüdür. Bu nedenle artık iktidarda kalması sadece cumhurbaşkanı seçimine bağlı olan iktidar partisi ve onun müstakbel genel başkanının, 16 Nisan referandumu sonuçları ışığında, önümüzdeki dönemde Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünü hiç yok seviyesine kadar yükseltmeleri beklenebilir. Cumhuriyet gazetesine yönelik dört koldan ve aralıksız yürütülen saldırılar bunun önemli bir göstergesidir. Bu saldırılara, bağnazlıkları, dizginsiz hırsları veya aşağıorta seviyesindeki akıllarıyla alet olanlar da bu basın ve ifade özgürlüğü parodisinin figüranlarıdır. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle