20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 18 Mart 2017 Çanakkale Destanı Çanakkale geçilmez!12 EDİTÖR:HAKANAKARSU TASARIM:FUNDAYAŞARERDOĞDU 4‘Anafartalar Kahramanı’ Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki başarıları dünyada yankı buldu 4 İngiliz askeri raporlarında bile Mustafa Kemal’in, savaşın seyrini değiştirdiği yazıyor İngiliz Harp Tarihi Başkanlığı belgelerinde yer alan resmi nitelikli eserinde Tuğgeneral Aspinal F. Oglander, “Mukadderat Adamı” olarak nitelendirdiği Atatürk için 1932 yılında şunları yazıyor: ULUSUN KADERİNİ DEĞİŞTİREN ZAFER “Mustafa Kemal’in Çanakkale Muharebelerindeki büyük başarılarını övmeye ve takdire imkân yoktur; bu konuda ne söylense azdır. 25 Nisan 1915’te, Arıburnu civarındaki durumu derhal kavramış olması, Anzak Kolordusu’nun ilk günde hedefine varmayışının ve dar kıyıya sıkışarak başarısızlığa uğrayışının en önemli nedenidir. 9 Ağustos’ta, Suvla Körfezi kesiminde 9. İngiliz kolordusunun ileri hareketini durdurup bozguna uğrattıktan 24 saat sonra, Mustafa Kemal, kendi yaptığı bir keşfin ardından, Conk Bayırı’ndaki Anzaklara parlak bir karşı taarruz yapmıştır. Bu hücumla, Türkler, Çanakkale Boğazı’na hâkim durumdaki Sarıbayır sırtlarına kesin olarak yerleşmiştir. İngilizler, bu sırtları ele geçirmek için, Türklerle bir daha savaşmamışlardır. Böylece Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebeleri’nin sonucunu tayin etmiştir. Bir tümen komutanının üç ayrı yerde, kendi inisiyatifiyle giriştiği hareketlerle, sadece muharebenin değil, savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı tarihte pek az görülür...” Deha sahibi genç bir komutan ÇANAKKALE’DE OLAĞANÜSTÜ EMİR Atatürk’ün Çanakkale zaferine tek başına damga vuran isim olduğuna işaret eden bir diğer İngiliz yazar David Hotham’ın, “Türkler” adlı eserinde değerlendirmeleri ise şöyle: “Atatürk gerçekten olağanüstü bir adamdı. Çanakkale Muharebeleri sırasında İstanbul’un Müttefikler tarafından ele geçirilmesini önleyen adam oldu. O olağanüstü emri verdiği yer Çanakkale’dir: ‘Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum...’ Verilişi de, itaat edilişi de olağanüstü bir emir.” ADINI DUYURAN DİK BAŞLI SUBAY İşte bir İngiliz yazar daha aynı görüşü savunuyor. David Walder’in “Çanakkale Olayı” adını taşıyan eserinde Çanakkale Muharebeleri ile ilgili olarak yaptığı değerlendirme: “...1915 yılı nisan ayında, Müttefikler üç amaç güderek Çanakkale Harekâtı’nı başlattılar: (1) Türkiye’yi savaş dışına itmek, (2) Boğazlar yolu ile Rusya’ya yardım ulaştırmak, (3) Orta Avrupa’ya sızan AvusturyaAlman ordularını arkadan çevirmek... Çanakkale’de adını duyuran bir tek kişi vardı: Alman üstlerine karşı çıkan, dik başlı Türk subayı Mustafa Kemal.” Frank Kinght, “The Dardanelles Campaign” adlı eserinde, 25 Nisan 1915’teki çıkarma hareketinde müttefiklerin ve Türklerin büyük hatalar yaptıklarını ancak hata yapmayan tek kişinin Mustafa Kemal olduğunu belirtiyor. Avustralyalı yazar Alan Moorehead, “Gelibolu” adlı eserinde Mustafa Kemal’in savaşın sey CONK BAYIRI’NDA hÂkim kişiliği ile kararlı bir adam, MUSTAFA KEMAL... rini nasıl değiştirdiğini şu sözlerle anlatıyor: “Çanakkale Harekâtı’nın başlangıcı, İtilaf devletleri bakımından, seferin en acı olayıdır. Çünkü, ilk çıkarma anında, bölgede deha sahibi genç bir komutan olan Mustafa Kemal hazır bulunuyordu. Bu komutan olmasaydı, Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar, pekâlâ Con Bayırı’nı o sabah ele geçirebilirler ve Çanakkale Harekâtı’nın sonucunu daha o zaman ve o yerde tayin edebilirlerdi...” Güya Atatürk’ü karalamak için yazdığı “Bozkurt” adlı kitabında İngiliz askeri yazar H.C. Armstrong, Çanakkale Savaşı ile ilgili değerlendirmelerinde Atatürk’ün başarısını görmezden gelemiyor: “...Çanakkale’de Conk Bayırı’nın doruk hattı, Çanakkale Boğazı’nın, Boğaz ise İstanbul’un kilit noktası idi. Eğer Çanakkale Boğazı ve İstanbul düşse idi, Türkiye’nin Almanya ile olan bağlantısı kesilecek ve barış yapmaya zorlanacaktı. Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan, belki de İngilizlere katılacaktı. Durumun moral etkisi ise dünya çapında olacaktı. Rusya’ya bağlantı sağlayan yol açılışmış olacak ve bu ülke, gerekli silahlara ve yiyecek maddelerine kavuşacaktı. İşte, taarruz eden Avustralyalılar ise bu son derece büyük olanaklar arasında, yorgun Türkleri Conk Bayırı’nın dar doruğunda, yalnız kendi hâkim kişiliği ile tutan uçuk benizli ve kararlı bir adam, Mustafa Kemal vardı...” En çok şehit veren iller ÇVAUNİBÇRAEİDNKNUDKİ.LE.AA. LRE Bursa: 3737 Balıkesir: 2779 Konya: 2683 Kastamonu: 2425 Denizli: 2195 Manisa: 2174 Çanakkale: 1788 Ankara: 1772 Aydın: 1746 İzmir: 1720 İstanbul: 1648 Kütahya: 1487 Bolu: 1405 Çorum: 1333 Mersin: 1218 Çankırı: 972 Edirne: 858 Bilecik: 854 Eskişehir: 843 Adana: 842 Uşak: 818 Kayseri: 771 Zonguldak: 753 Muğla: 671 Yozgat: 661 Burdur: 606 Kocaeli: 583 Sakarya: 526 Nevşehir: 525 Niğde: 509 G.Antep: 502 Kırşehir: 448 Urfa: 383 Kırklareli: 366 Hatay: 283 Bartın: 254 Kırıkkale: 232 K.Maraş: 213 Antalya: 183 Elazığ: 159 Trabzon: 155 Malatya: 141 Giresun: 114 Erzurum: 109 Afyon: 95 Aksaray: 85 Rize: 71 Bitlis: 59 Ordu: 56 Isparta: 55 Diyarbakır: 49 Tokat: 47 Samsun: 44 Siirt: 40 Gümüşhane: 39 Van: 36 Amasya: 32 Tunceli: 30 Sivas; 25 Bayburt: 21 Adıyaman: 11 Artvin: 10 Bingöl: 8 Mardin: 7 Muş: 7 Kars: 1 Çanakkale savaşında en fazla şehit veren köy ise Kastamonu’nun Güzlük köyüdür. Bu köyden tam 25 şehit verilmiştir. “Çanakkale içinde vurdular beni” ağıdı da Kastamonu’da yakılmıştır. İrlanda’nın Suvla’da yanan bağımsızlık ateşİ Çanakkale Savaşı, Türk tarihi açısından ne kadar önemliyse dünya tarihi açısından da aynı öneme sahiptir. Neredeyse dünyanın üçte birine hükmeden İngiliz Milletler DENİZ ÜLKÜTEKİN Topluluğu hiyerarşisindeki belki ilk anlamlı çatırdama bu savaşın ardından yaşanmıştı. Üstelik bu çatırdama, hükmettiği uzak coğrafyalardan değil, hemen yanı başından gelecekti. 10. Tümen İrlanda, Birleşik Krallık’ın 1. Dünya Savaşı için oluşturduğu askeri güce yaklaşık 180 bin gönüllü ile destek veriyordu. 10. Tümen de Gelibolu’da 17 bin kişiyle görevlendirilmişti. Tarih 25 Nisan 1915, Seddülbahir Cephesi’ndeki çıkarmayla başlayan ve ağırlıklı olarak Conk Bayırı’nda devam eden çatışmalarda İrlanda birlikleri çok ağır kayıplar verecekti. 7 Ağustos, bu kez Suvla Cephesi. Bir çıkarma denemesi daha. Bu kez kayıplar daha da ağırdı. Sonrasında kolu kanadı kırılan tümen Selanik ve Mısır cephelerinde yer aldı, ama Suvla ve Seddülbahir isimleri İrlanda’nın toplumsal hafızasında silinmez bir yer edinecekti. Ağır kayıplar Suvla çıkarmasından üç hafta sonra Irish Times gazetesinde yayımlanan makalede İrlandalı birliklerin yaşadıkları anlatılıyordu. Dublinli bir taburun Emir Subayı Poole Hickman tarafından kaleme alınan makalede şu ifadeler vardı; “İlk iki gemimiz, sabah 5.50’de çıkarmaya başladı. Ancak şarapneller üstlerine yağmıştı bile. Bir ölü 11 yaralı vardı. Saat sekiz gibi biz ve diğer İrlanda taburları genel bir emir aldı. Çıkarma bölgesinden yaklaşık beş kilometre uzakta bir tepeyi ele geçirmemiz gerekiyordu. Ancak bizi selamlayan şarapnel yağmuru altında yüz metre bile ilerleyemedik. Havada bir ıslık sesi duyuyordunuz, ardından etrafınızdaki her cisim vurulabilir bir hedef haline geliyordu. Verilen yaralar korkunçtu, derin izler yüzleri tanınmaz hale getirmişti. Tek şansınız, patlama sesini duyar duymaz eğer hayattaysa ve tüm uzuvlarınız yerindeyse olabildiğince hızlı koşmak ve bir sonraki patlamadan isabet almayacağınız bir sığınak bulmaktı. Öğleden sonra, tepeye 600 metre kadar yaklaşmıştık. Sonunda Komutan Harrison tarafından idare edilen birlik bir süre sonra tepeyi ele ge çirdi. Türkler sağa sola kaçışıyordu. Müthiş bir performanstı, kendisini tebrik ettik, tepeye Dublin Kalesi ismini verdik... Dublin Kalesi düşüyor Gece yarısı geri döndüler, kayıplarımız çok ağırdı; bizim birlikteki 22 kişi ölmüştü. Duyduğum kadarıyla üst rütbeli bazı askerler de hayatta değillerdi. Tepe düştüğünde şafak sökmek üzereydi. Çatışma, sabah boyunca sürdü. Biz avantajlı pozisyondaydık. Ancak üstümüze yağan şarapneller kafamızı siperden çıkarmayı imkânsız hale getiriyordu. Bir de keskin nişancılar; hepsi tam birer şeytandı. Kafanızı kaldırdığınız anda işinizi bitiriyorlardı. Çevredeki her ağaca gizlenmiş bir nişancı vardı. Üstümüzden devamlı kurşunlar geçiyordu, ama yerlerini tespit etmek neredeyse imkânsızdı. Ertesi gün bir İngiliz tümeni deste ğe geldi. Ancak kısa sürede cephaneleri tükendi...” Suvla’dan Dublin’e Savaşın başında İrlanda’daki siyasi yelpazenin Cumhuriyetçi kanadı, Britanya bayrağı altındaki bir savaşa karşıydı. Ancak, Birleşik Krallık ordusuna gururla gönderilen İrlandalı gençlerin naaşları adaya varmaya başladıkça, İrlanda’da yanı başındaki Birleşik Krallık’ın emperyalist savaşına karşı tepkiler çığ gibi yükselmeye başlayacaktı. 24 Nisan 1916, “İrlanda Cumhuriyet Bölgesel Yönetimi’nden İrlanda halkına” diye başlıyordu bildiri ve şöyle devam ediyordu: Tanrı ve milli köklerimizi yitirdiğimiz kuşaklar adına; İrlanda bizi ve tüm çocuklarını bayrağı altına, bağımsızlığı için greve çağırıyor...” Bu bildiriyle başlamıştı Paskalya AKP ve MHP seçmeninde kararsızlık Anayasa değişikliği konusunda MHP seçmenlerinin büyük bir kısmının, AKP seçmenleri arasında dikkat çekici bir azınlığın kararsız kaldığını, sandığa gitmeme veya hayır oyu vermeye yatkın olduklarını birçok araştırma gösteriyor. İktidarın “hayır” oyu verme çağrısında bulunanlara karşı ağır hakaret niteliği taşıyan suçlamalarında dozu giderek arttırmasının nedeni bu. Hayır oyu verecek olanları terörizmle ilişkilendirebilmek için, kaybetme korkusunun aklı ve dili bütünüyle hâkimiyeti altına almış olması ya da propaganda sanatının en karanlık ustalarından Gobbels’in şeytani zekâsına ve hiçbir sınır tanımayan cüretine sahip olmak lazım. Bu kaybetme korkusunun yarattığı panik hali, uluslararası ilişkilerde, telafisi orta vadede son derece zor bir tahribatı göze alarak kullanılan sıfatlara, diplomasi tarihinde görülmemiş girişimlere neden oluyor. Diğer taraftan, askeri darbe sonrasında sıkıyönetim altında yapılan anayasa referandumlarından hiç farkı kalmayan bir hayır kampanyası yasağı ve fiili engellemeler giderek artan biçimde uygulanıyor. Ama görünen o ki, AKP tabanında ve yerel teşkilatlarında “Cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak tanımlanan yeni rejimde, seçmenle seçilen arasındaki ilişkinin öneminin kalmayacak olmasının yarattığı endişe yaygın. Yürütmenin hem devletin hem hükümetin başı olan cumhurbaşkanı tarafından tayin edilenlerden oluşması ve cumhurbaşkanlığı sekreteri konumunda olacak bakanların varsa seçmenleriyle bağlarını koparmaları, Türkiye’de on yıllardır yerleşmiş bir seçmenvekil ilişkisinin varlık nedenini ortadan kaldırıyor. Bin odalı sarayda toplanmış cumhurbaşkanlığı kabinesinin seçmenle yegâne bağı cumhurbaşkanı olacak. O da beş yılda bir seçim kampanyasında. Bunun, iktidar partisi başta olmak üzere, yerel teşkilatlarda yaratacağı boşluğu tahmin etmek zor değil. Nitekim AKP yerel teşkilatlarında anayasa referandumu kampanyası konusunda çoğu yerde hissedilen gönülsüz tavrın bir nedeni bu. MHP teşkilatı, Meclis’in işlevinin önemli bir kısmının ortadan kalkmasının kendilerinde yaratacağı tahribatı açık biçimde dile getiriyorlar. MHP seçmenlerinin de, gücü bütünüyle elinde toplayacak olan başkanın halkoylamasıyla seçilmesinin yaratacağı fiili iki parti sisteminin kendi partilerini ortadan kaldıracağının bilincinde oldukları, AKP’nin yaptırdığı anketlerden bile ortaya çıkıyor. Sadece muhalefetin değil, AKP ve MHP seçmenlerinin bir kısmının rahatsız oldukları bir diğer konu, cumhurbaşkanının konumu. Önerilen değişiklik, herkesin hemen kavrayacağı büyük bir çelişki barındırıyor. Değişiklik önerisinin 8. maddesi, yürürlükteki anayasanın 104. maddesini değiştiriyor. Bu değişikliğe göre, “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.” Devletin başı olarak, “Cumhuriyetin ve Milletin birliğini” temsil etme görevi verilen bu cumhurbaşkanı, eğer halkoylamasında evet oyu önde gelirse, referandumun hemen ertesinde parti üyesi olabilecek. Parti üyesi, belki genel başkanı olarak yürütme faaliyetini yürütecek olan bir cumhurbaşkanı, hangi milletin birliğini temsil edecek? Bu ancak tek parti rejiminde varlığı iddia edilebilecek bir “birlik”tir. Yoksa Cumhurbaşkanı’nın şimdi ifade ettiği gibi, örneğin anayasa değişikliğine hayır oyu vermiş olanlar milletten sayılmayacaklar, terörist, vatan haini, millet düşmanı mı olacaklar? Bugün Türkiye’de esas büyük, açık ve yakın bölücülük tehdidi bu değil midir? Devlet Bahçeli’yi bile en sonunda bundan rahatsızlığını ifade etmeye kadar götürmesi anlamsız değil. 16 Nisan akşamı hayır oylarının önde çıkma ihtimalinin referanduma bir ay kala hâlâ geçerli olması, Türkiye toplumunun yarısının, belki yarısından fazlasının dayatılmak istenen tek adam sultasını çeşitli nedenlerle kabul etmeme dirayeti gösterdiğine işaret ediyor. Meydanlara inen “tarafsız” Cumhurbaşkanı bunu son bir ayda değiştirebilecek mi, göreceğiz? günlerindeki isyan. 1919’da başlayacak İrlanda Bağımsızlık Savaşı’nın ilk kıvılcımıydı. İrlanda Kurtuluş Ordusu öncülüğünde iki yıl süren savaşın ardından adanın büyük bölümü Birleşik Krallık hâkimiyetinden kurtulacak ve bağımsız İrlanda Cumhuriyeti kurulacaktı. Savaşın ilk günlerinde ortaya çıkan bir şarkı halk arasında çok popüler olmuş ve adeta bağımsızlık marşına dönüşmüştü. İlerleyen yıllarda, ünlü İrlandalı müzisyen Sinead O’Connor tarafından da seslendirilen ve İrlandalıları, 1. Dünya Savaşı’ndaki gibi Britanya çıkarlarına alet olmaktansa ulusal İrlanda birliği için mücadeleye çağıran bu Foggy Dew isimli şarkının birkaç mısrası Çanakkale’yi hatırlatıyordu; “Dublin’in tam ortasına savaş bayrağını gururla asmışlardı. İrlanda göğü altında ölmek, Suvla veya Seddülbahir’de ölmekten iyiydi.” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle