22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 15 Mart 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Nuriye Gülmen ve Semih Özakça serbest Kanun hükmünde kararname ile mesleklerinden ihraç edildikten sonra Yüksel Caddesi İnsan Hakları önünde gerçekleştirdikleri oturma eylemlerinin 121’inci gününde gözaltına alınan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, adli kontrol kararıyla serbest bırakıldı. İşlerine geri dönmek için oturma eylemi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, 11 Mart’ta aç lık grevine başlayacaklardı. Bu kapsamda TBMM Toplantı Salonu önünde basın toplantısı düzenleyen iki isim, Meclis kapısında gözaltına alınarak TEM’e götürüldü. 5 gün gözaltında tutulan Gülmen ve Özakça, savcılık sorgularının ardından adli kontrol kararı ile serbest bırakılmaları talebiyle mahkemeye sevk edildi. Sulh Ceza Hâkimliği, iki ismi haftada bir gün imza atmaları şartıyla serbest bıraktı. Halkın Hukuk Bürosu Avukatı Engin Gökoğlu, müvekkillerinin kaçma şüphesi olmadığını, adli kontrolün yasaya aykırı olduğunu kaydetti. Öğrenciler adliyede Ankara Üniversitesi’ne yönelik operasyonda gözaltına alınan 8 öğrenci de dün adliyeye sevk edildi. Öğrenciler arasında ODTÜ’teki olaylarda polisin attığı gaz bombası ile başından yaralanan Barış Barışık’ın bulunduğu 6 öğrenci, savcılık sorgusunun ardından serbest bırakılırken, iki öğrenci hakkında tutuklama istendi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Barışık’a Emniyet sorgusunda, eski CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün Ahmet Davutoğlu’na hakaret iddiasıyla yargılandığı davaya ilişkin attığı mesaj soruldu. Sorguda, “Hüseyin Aygün kimdir, ilişkiniz nedir” sorusu yöneltildi. l ANKARA / Cumhuriyet Derin bir toplumsal kriz yaşıyoruzyh‘Oaarşlteaaygkaeamldcaiıkz’ Psikoterapist Murat Paker’le artan intihar vakalarını, politik gerilimin yol açtığı psikososyal stresi ve iç savaş ‘şantajının’ ülkenin ruh sağlığına etkisini konuştuk n Şu an için istatistiki veri imkânsız fakat gözümüzün önün de intihar vakalarının artışına ta nık oluyoruz. Cezaevindekilere temkinli yaklaşmak gerekse de 15 Temmuz sonrası başlatılan soruş turmayla ilişkili dinlenen, açığa alı nan ya da tutuklanan 30’dan faz la kişi intihar etti. Barış İçin Aka demisyenler Bildirisi’ne im za koyanlara yönelik gittik çe artan baskı da bir akade misyenin ha yatına son ver PÖınğaürnç mesine neden oldu. İntihar hiçbir zaman tek nedenden kaynaklanmasa da bu gözle görülür artışı toplum sal çerçevede değerlendirmenin bir yararı, önemi var mı? Sadece son birkaç haftada üç in tihar medyaya yansıdı: BAK imza cısı olduğu için üniversitede söz leşmesi yenilenmeyen, üç ayrı üniversiteden iş teklif edilip son ra imzacı olduğu için geri çevri len Mehmet Fatih Traş var. Açı ğa alınan doktor Hasan Orhan Çe tin ve soruşturmada dinlenip ser best bırakılan diş hekimi Mustafa Sadık Akdağ. Bilmediklerimiz de olabilir. Öncelikle adlarını anmak, üzüntümüzü dile getirmek, so rumluları işaret etmek ve bunun arşivini tutmak önemli. Kişisel ta rihçeleriyle tek tek üzerlerine ko nuşmak doğru olmaz ama rakam bu kadar yüksek olduğundan ge nel bir değerlendirme önemli. Psikososyal denge İntihar, çok değişkenli ve katmanlı, karmaşık bir durumdur. Yine de literatüre baktığımızda intihara yol açan çeşitli risk faktörlerinin bulunduğunu görürüz. En bilineni, halk arasında da kabul göreni psikiyatrik, psikolojik zorluklar yaşamaktır. Oysa ki bu risk faktörlerinden sadece biri; hayat zorlukları, ani değişiklikler insanın stres düzeyini ciddi düzeyde artıracak psikososyal faktörler de risk faktörleri arasındadır. Birden işini ya da bir sevdiğini kaybetmek, ağır bir iftirayla karşılaşmak da psikososyal dengeyi bozabilir. Bu konuştuğumuz olaylarda da bu tür faktörlerin olduğunu görüyoruz. Geçen yazdan beri on binlerce insanın hayatı altüst oldu. İşlerini kaybettiler, iş bulamaz hale getirildiler, bir kısmı cezaevine girdi, ciddi suçlamalarla, iftiralarla karşılaştılar. İnsanın gelecek umudunu kaybetmesi, bir tür sosyal yalıtım kanalına doğru itilmesi ağır faktörlerdir. 12 Eylül’de yaşadık Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sosyopolitik baskının yoğunlaştığı dönemlerde, psikososyal stres düzeyinin arttığı bir gerçek. Bunu 12 Eylül’de de yaşadık. Örneğin sadece Diyarbakır Cezaevi’nde 198083 döneminde otuzun üzerinde işkenceyle öldürülen, neredeyse aynı miktarda da intihar var. Protesto olarak ya da olmayarak o cenderede bir sürü insan kendini öldürdü. Kaldı ki cezaevi dışında da bu yaşandı. n Küçük kentlerde yaşayanların ya da tecrübeli bir profesörün değil de genç bir doktorun, bir araştırma görevlisinin haletiruhiyesi de gözden kaçabiliyor galiba. ‘Mesele ‘evet’in, ‘hayır’ın ötesinde’ Referandum öncesi “Evet” çıkmazsa iç savaş yaşanacağına dair bir şantaj topluma hissettiriliyor. Bir seçim malzemesi olarak kolayca zikrediliyor ama sadece bu iç savaş tehdidinin bile toplumun ruh sağlığına tesiri nedir? Dar anlamda bir korku politikasının yürütüldüğü açık. Belki de buna daha geniş perspektifli bir kaygı politikasıyla cevap vermek lazım. “Evet çıkmazsa iç savaş çıkar” diyenlere, “evet” de çık Tabii, bu sadece akademi meselesi değil, büyük kentlerle, tecrübeli isimlerle sınırlı değil; küçük yerlerde daha da sert olabilen bir kırım. Birinci halkada hedeflenen insanlar ve yakınları etkileniyor. İkinci düzeyde onların hizmet verdikleri var; örneğin daha kaliteli eğitim ya da sağlık hizmeti almalarına darbe vuruluyor. Üçüncü halka da eklenebilir. Örneğin akademiyi düşündüğümüzde, umabilirsiniz ki “Bunlar gitsin yenilerini yetiştiririz, ne olacak”... Bu kafa yapısıyla yenilerini yetiştiremezsiniz, yerlerine ancak robotik insanlar koyabilirsiniz. Çünkü alttan gelenler, benzerini yaşamamak için artık itaatkâr davranmayı, eleştirel, özgür düşünceden yana olmamayı kendileri seçecektir. Bu da zaten akademi olamamanın tanımıdır. Dolayısıyla üçüncü halka da, toplumun kendi köküne kibrit suyu dökmesi, bindiği dalı kesmesidir. Neler yapılabilir? Neler yapabileceğimizi konuşacaksak her şeye rağmen umut önemli. Gerçekçilikten ödün vermeden birbirimize umut aşılamaktan vazgeçmemek gerekir. Bahsettiğimiz intiharlar bizi alarma geçirmeli, herkes yanındaki yöresindekilere azami özen göstermeli. Bazı insanlar zor duruma düştüklerinde kolay izole olup gözden ırak düşebiliyor. İşini kaybeden birine mali destek vermek kolay akla geliyor. Ama “Ahmet biriki aydır ortalıkta yok, ne durumda?”, “Ayşe son zamanlarda değişti, az konuşuyor” demek akla daha zor geliyor. Toplumsal dayanışmayı ve uyanıklığı bu şekilde geliştirmek gerekir. Vedat ARIK Psikoterapist Murat Paker, İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi. Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı Direktörü. Diğer konuların yanı sıra farklı biçimlerde tezahür eden politik şiddet Paker’in çalışma alanlarından biri. sa “hayır” da çıksa, iç savaş çıkmasını, bu ülkenin tarumar olmasını istemiyorsanız bütün farklılıkları demokratik bir zeminde ortaklaştırabileceğimiz bir şey kurma gerekliliğiyle karşılık vermeli. İki taraf için de kimsenin diğerinin kafasına vura vura bir şey kabul ettiremeyeceği, saygı çerçevesinde bir sistem kurabilmemiz lazım. Bu olmadığı sürece “evet” çıkmazsa da iç savaş çıkabilir, “hayır” çıkmazsa da iç savaş çıkabilir. Mesele “evet”in, “hayır”ın ötesinde. Bu dayatmanın dayandığı zemini değiştirmeyi kafamıza koyuyor muyuz, koymuyor muyuz? Bunu yapamadığımız müddetçe iç savaş olmaz, başka bir melanet olur, ki o melanetin içinde yaşıyoruz zaten. Bayağı bir zamandır siyaset bilimi literatüründe karşılığı olan bir tür iç savaş yaşanıyor zaten. Ne yapacağımız referanduma sıkıştırılabilecek mesele değil ve ne yazık ki sapılabilecek kavşaklar kaçırılıyor. Daha da kaçırılırsa geri dönüşsüz noktalara gidecek. Ülke kendini zor bir rotaya soktu n Aynı süreç, hem mavi, hem be ka ayarlarına sert bir dönüş oldu. Tür yaz yakalılarda işyeri intiharlarının kiye kısa parantezler dışında zaten arttığı bir dönem oldu. Kadın cina toplumsal mücadelenin sert yaşandı yetleri son yıllarda zaten artma eği ğı, şiddet dolu bir toplum olageldi. Ha liminde. Bütün bunlardan yaşadığı fif bir umuttan sonra sert biçimde şid mız şiddet düzeyine dair ortak bir detin yoğunluğunun artmasıyla, bir sü cümle kurmak mümkün mü? rü kesim açısından umutsuzluk, içe ka En azından şu genellikte konuşabili panıp sertleşme, öteki sayılanlara kar riz: Türkiye toplumu, 2010 civarından şı tahammülsüzlük, kendini koruma ve itibaren daha zor bir rotaya soktu ken imkânlarını bencilce artırma eğilimleri dini. Toplumsal kutuplaşmanın arttı belirdiği söylenebilir. “Demek ki herke ğı, şiddetin yoğunlaştığı, geniş bir top sin kendini içinde rahat hissedebilece lum kesiminin ülkeye dair umutlarının ği bir toplum, bir kurallar manzumesi erozyona uğradığı bir dönem bu. Da kurulamıyor, o zaman ben kendi işime ha öncesi tozpembe değildi ama ortak bakayım” tarzında bir savruluş. Böy bir demokratik zemine dair umut da le bir savruluşun değişik şiddet biçim ‘Başka yolu yok’ha fazlaydı sanki. Son 78 yılda fabri lerini besleme riski söz konusu olabilir. Başından beri psikososyal açıdan çok ağır tahribatlardan bahsediyoruz fakat bunun mağduru olan toplumun sadece bir kesimi. Diğer yanda da aynı süreci belki hayatlarının en güzel günleri gibi hissederek, bir tür zafer duygusuyla yaşayan başka bir kesim var. İki uçtaki bu hal Türkiye’ye dair ne söylüyor? Bu makasın kapanma imkânı var mı? Açıkçası cevabını bilmiyorum. Ama Türkiye giderek üç parçaya çatlıyormuş gibi bir görünüm arz ediyor. Birincisi Kürtler, ikincisi daha muhafazakârlar, dindarlar, bir de laik, seküler diyebileceğimiz bir kesim... Geçişkenlik alanları bulunsa da kabaca bu üç grup artık ortak acı yaşayamaz hale geldi. Bir arada yaşadığınız grupta birinin acısını hiç umursamıyorsanız, hatta onların acılarına dair yas tutmalarına dahi tahammül edemiyorsanız, geleceğe dair ortak hayal kurmakta aşınmalar varsa burada derin bir toplumsal kriz olduğundan bahsedilmeli. Türkiye böyle bir dönemden geçiyor. Bu kadar karışık bir toplumun buradan çıkabilmesi için asgari demokratik standartlarda ortak bir zemin kurması gerekir. Birlikte çıkılacaksa başka yolu yok. Yok eğer “Biz zaten birlikte çıkmak istemiyoruz, birbirimizin gözünü oymak istiyoruz” gibi bir durum varsa, zaten geçmiş olsun. Bu duygu yarılması bir krizdir; toplumun sosyopsikolojik sağlığı, bütünlüğü, geleceği gibi kaygıları olanlar için ciddi meselelerdir. Kendilerini bu dönemde görece iyi hissedenler tarafından da ciddiye alınması, kaygılanılması gereken çapta yarılmalardır. “Biz iyiyiz, işimize bakalım” denecek bir durum yok Türkiye’de. haber 11 Hesap ustası Politika, evet bir hesap sanatıdır. Dümdüz icra edilmez, hep hesaplar yapılır. Ancak işin kalitesi o hesapların ilkeli mi, yoksa hileli mi olacağını seçmekle belirlenir. Çok gelişmiş ülkelerin kendine güvenli politikacıları ilkeli hesapları tercih ederler. Azgelişmiş ülkelerin tedirgin politikacılarıysa hep hileli hesabı seçerler. Çünkü azgelişmiş ülkelerin politikacılarının karşısında, çok gelişmiş ülkelerin politikacılarının karşısındaki eğitimli ve bilinçli seçmen yoktur. İlkeye zerre kadar değer vermeyen cahil seçmen, aksi gibi hileye müthiş değer verir. O seçmenin gözünde erdem, dürüstlük, hak ve hukuk yolundan şaşmamak gibi ilkeler politikacıyı aksini yapan rakipleri karşısında dezavantajlı kılar. Bu, politikacı için yenilgiyi baştan göze almak anlamına gelir ki cahil seçmen bundan hiç hazzetmez. Ama hileli hesap yaparsa hedefi her ne pahasına olursa olsun kazanmak demektir. Bu uğurda her şeyi göze alır ve cahil seçmeni kalbinden vurur. Yalan söyler, ortaklarına ihanet eder, şirretlik yapar, kendini sözlerini bile rahatlıkla inkâr eder; Erdemdi, dürüstlüktü, vicdandı, haktı, hukuktu iplemez. Elinde anahtarla değil maymuncukla dolaşır. Açamadığı kapı kalmaz ve o maymuncuk onu cahil halkın gözünde kolayca kahraman yapar da bir türlü hırsız yapmaz. Hileli hesapların hedefinde kısa vadeli kârlar vardır. Kısa vadeli kârlarla çuvalını doldurur; bunun sonucunda ortaya çıkacak olan uzun vadeli zararları da başkalarına yükleyip nihayetinde bir şekilde ortadan kaybolur. İktidar şu anda yine cahil seçmenin kalbine oynuyor. Bunu daha önce defalarca yaptı, hepsinden de kârlı çıktı. Yelkenini “One minute” şo vundan 15 Temmuz kaosuna uzanan o temelsiz ama gösterişli hengâmelerin rüzgârıyla doldurup, bugünlere kadar bir şekilde geldi. Şimdi bir eşikte. Hileli hesabını ülke sınırlarından dışarı aşırdı. Sözde, dünyaya kafa tutuyor ve Avrupa’ya savaş açıyor. Her fikir karşıtıyla güçlenir; bunu iyi biliyor. Elinde üç tane koz vardı. Bölücü PKK; yıkıcı FETÖ ve din düşmanı Batı. “Ülkeyi bölmek isteyen” Kürtlerin “Hayır” demesinden nemalandı. “Devleti ele geçirmek isteyen” FETÖ’nün “Hayır” demesinden de nemalandı. Bir Batı kalmıştı. Onların “Hayır”ını belirginleştirmek için de bu akıl almaz hamleyi yaptı ve emeline kavuştu. Usta... Nihayetinde hesap ustası; hileli de olsa devamlı hesap yapıyor. Şu anda Avrupa sokaklarında Hayır’ı destekleyen ve Türkleri ve Müslümanları korkunç yaratıklar olarak betimleyen göstericilerin söylemlerini kendi lehine kullanıyor. Olan biteni, iktidar tarafından çoktan ele geçirilmiş medyadan izleyen en sıkı Hayırcılar bile Avrupa’da yükselen bu Türk düşmanlığı karşısında kolayca galeyana geliyorlar. Kimse faşistlerin faşistlere faşist diye saldırmasına bakıp da olan bitenin nasıl bir hileli hesap olduğunu anlamanın derdinde değil. Tıpkı 15 Temmuz’da bu ülkede aslen neler olup bittiğinin derdinde olmadıkları gibi. Herkes şoven duyguların esaretinde. Evet, gemileri yakmak bazen gerçekten soylu bir tavırdır. Gemileri yakan; sırtını o ateşe döner ve yoluna gider. Yok eğer o gemilerin ateşinde mangal yapmaya kalkarsa; O zaman işler tersine döner. Soysuz politikaların ışığı her zaman kötü söner. DOĞUM GÜNÜ KUTLANIYOR Ali İsmail Korkmaz 23 yaşına giriyor AKIN BODUR Ali İsmail’in düşlerini yaşat Gezi Direnişi sırasında öldürülen 19 yaşındaki mak için ailesi tarafından kurulan Ali İsmail Korkmaz Vakfı (ALİKEV) tarafından düzenlenen üniversite öğrencisi Ali İsma etkinlikler Ali İsmail’in doğum il Korkmaz, doğum gü günü olan 18 Mart’ta nünde kültür sanat et Ali İsmail Korkmaz kinleriyle anılacak. Ağa ödülü ile başlayacak. bey Gürkan Korkmaz İllüstrasyon alanında “Ali İsmail’i hüzün bu yıl “Özgürlük” te le değil umutla anaca masıyla verilecek ödü ğız” derken, anne Emel lün sahibini bulaca Korkmaz, “Ali İsma ğı anma gecesinde Ay il yaşasaydı 23 yaşın lin Aslım, Fırat Tanış, da ve öğretmenlik yapıyor olacaktı” diye ko Ali İsmail Korkmaz Teoman Kumbaracıbaşı ve ALİKEV Mü nuştu. Ali İsmail’n babası Şahap zik Topluluğu da sahne alacak. Korkmaz da, “Oğlumuzun ha Etkinlik Samandağ Yeni Çar yatta olmasını ve doğum günü şı Salonu’nda saat 20.00’de baş nü bu şekilde kutlamak isterdik. layacak.18 Mart ve 19 Mart’ta Ama maalesef hayatta değil. Sis Defne ve Samandağ ilçelerinde tem mağdurun değil, suçluların ebru, drama, öykü, kil işleri ve yanında. Oğlumuzun bedeni gitti kukla atölyesi ile söyleşiler dü ama ruhu bizimle yaşıyor” dedi. zenlenecek. l İSKENDERUN CHP’li Abdullah Özyiğit Parti binasında basın toplantısı düzenledi. ‘Çocukları şeyhe mi götürdüler?’ ABİDİN YAĞMUR CHP Mersin İl Başkanı Abdullah Özyiğit, Dumlupınar İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin, Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü’nün programı kapsamında Adıyaman’a götürülerek Menzil tarikatı şeyhiyle buluşturulduğunu iddia etti. Özyiğit, “Mersin Valisi’ne soruyoruz. Mersin Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü ile Dumlupınar Anadolu İmam Hatip Lisesi’ndeki öğrenciler, ailelerden izin alınarak Adıyaman’a götürüldü mü? Turistik amaçla tur düzenleneceği gerekçesi ile şıhlara, hocalara ve tarikatlara götürülüp el etek öptürüldü mü?” dedi. l MERSİN C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle