03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 26 Şubat 2017 2 Boğaz’ın prensi: Lüfer haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: SERPİL ÜNAY Çekimler sırasında denetimsizliği tüm çıplaklığıyla gördüklerini söyleyen Gökalp, “Her şey balık halinden başlamalı” diyor. Deniz biyoloğu Mert Gökalp’in çektiği ‘Lüfer’in Yolculuğu’ belgeseli yok olmaması için çabalamamız gereken balığın hikâyesini anlatıyor Düşünün ki bir balık denizlerde yüzlerce kilometre yüzüp Marmara Denizi’ne ulaştığı anda yumurt layamadan avlanıyor. Hepi miz o balığı tanıyoruz: Boğaz’ın prensi lüfer. Deniz biyoloğu Mert Gökalp, lü ferin can pazarı nı belgesele çek ti. Lüferden ön ce yitirdiğimiz onlarca balığı da HAZAL OCAK anımsatan belgesel, İf İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterildi. Gökalp, ‘Lüferi korumak için hâlâ bir şansımız var” diyor. Aslında bir yırtıcı Lüferin Yolculuğu Belgeseli, balığın yöre için kültürel ve ekonomik değerinin paha biçilemez olduğunu ve kaybının ise aynı zamanda denizcilik ve mutfak kültürünün de kaybı demek olduğunu anlatıyor. Belgeselle lüferi yakından tanıyor, aslında sürü halinde dolaşan ve saldırgan bir balık olduğunu öğreniyoruz. Defne yaprağı, sarıkanat, çinekop ve kofana, lüferin değişik boylarına verilen isimler. Boğazdan geçen canavar bir balık olan lüferin binlerce yıldır usanmadan devam ettiği yolculuğu sona erebilir. Kaçak avlanma ve artık bir İstanbul sorunu haline gelen denetimsizlik lüferin geleceğini tehdit ediyor. 600 SAAT ÇEKİM YAPILDI Belgesel için 100 farklı lokasyonda 600 saatlik çekim yapılmış. 2014 yılının ağustos ayında çekimleri başlanan belgeselin tamamlanması 3 yıl sürmüş. Belgeselde, Amerika ve Avustralya’dan, Sırbistan, Yunanistan ve Hırvatistan’dan da görüntüler var. Aktivistler, “Seninki kaç cm?”, “Küçük balık yoksa büyük balık da yok”, Lüfer Şenliği, Lüfer Koruma Timi gibi kamu bilincini arttıran kampanyalar, balığın legal avlanma boyunu 20 cm’ye getirdi. Belgeselde, görüyoruz ki bu sınırlama bile yeterli değil. Lüferin belirlenen üreme boyu 27 cm. Karadeniz’den Marmara Denizi’ne göçü sırasında 1018 cm’lik çinekoplar ve hatta defne yaprağı boyutunda balıklar daha üreme fırsatı bulamadan yoğun miktarda avlanıyor. ‘Lüfer baş tacıdır’ Gökalp, Miami Üniversitesi, Okyanus Bilimleri mezunu. Biyoteknoloji üzerine yüksek lisans yaptı. Hollanda’da doktorası süren Gökalp, deniz süngerleri üzerine çalışıyor. Uzmanlık alanı sualtı. Gökalp, “İnsanların denizi korumasını istiyorum” diyor. Deniz türleri üzerine de bir kitabı bulunan Gökalp’i lüferi çekmeye dayısı ikna etmiş: “Bizim aile lüferi sever, sofraların baş tacıdır. Dayım belgeseli istedi. Altı ay direndim çünkü lüferi çekmenin zorluğunu biliyorum. Sonra ikna oldum.” Önce halden başlamalı Gökalp çekimler sırasında denetimsizliği tüm çıplaklığıyla gördüklerini söylüyor: “Her şey balık halinden başlamalı. Balık haline ne kadar balık giriyor, ne kadar balık çıkıyor bilinmesi gerekiyor. Sayıların tutulması gerekiyor. Kimse ne kadar balık girip çıktığını bilmiyor. Boy yasağına ve derinlik yasağına gırgırlar uymuyorlar. Boğazlar ve adalar biyolojik bir koridor. Lüferlerin yavrulayacak ya da geçecek yerlerinin olması gerekiyor. Devlet bunları yapabilir.” ‘Tek vücut olmalıyız’ Gökalp, “Bizim de yapabileceğimiz seyler var” diyor ve ekliyor: “Belli bir boy büyüklüğün altındaki ya da illegal yakalanmış balığı almamalıyız. Geleneksel balıkçılardan veya kooperatiflerden alabiliriz. Bu belgesel bir mücadele belgeseli ve tek yürek, tek vücut olmamız gerekiyor. Belgeseli insanlara izletmemiz gerekiyor. Belgesel önümüzdeki festivallerde farklı platformlarda izlenebilecek. Online platformlara koymak için de çalışmalara başladık.” l İSTANBUL Destek alamadık Gökalp belgeseli çekerken zorlandığı anları şöyle anlatıyor: “Lüferi yakalamak gerçekten çok zordu. Balık gerçekten artık azalmış vaziyette ve sürü halinde göç gerçekleştirmiyor. O göçü yakalayabilmek hakkaten zor oldu. Türkiye’de birçok fon ve kuruluşlara başvurdum. Hiçbir destek alamadım. Fon bulamadığımız için parasız devam ettik. Başka bir yerden kazandığımız paraları buraya yatırdık. İnsanlar bir bedel almadan çalıştılar. Belgesel 3 sene yerine bir buçuk senede bitebilirdi. Parasız bir şekilde profesyonel ilerlemek gerçekten çok zor. Üstelik ağustosta balık sezonu açılmadan fragmanı yaptık. 750 bin kişi izledi. Belgesel için önemli bir rakam. Buna rağmen destek alamadık. Kendi çevremizden belgeselin 4’te 1’ini karşılayacak bir destek aldık.” Adalet: Bir gece ansızın... Türkiye’deki “Adalet” kavramını nasıl tanımlarsınız? Bir gece ya da bir sabaha karşı, ansızın kapınızın çalınıp yaka paça alınıp götürülmeniz, hapse atılmanız ve orada unutulmanız anlamına mı geliyor? Yoksa “Bir gece ya da bir sabaha karşı, ansızın kapınızın çalınıp yaka paça alınıp götürülmeniz, hapse atılmanız ve orada unutulmanız” gibi uygulamalara karşı, hakkınızı, hukukunuzu koruyan, evrensel hukuk kurallarına göre uygar koşullarda, özgür ve iddia makamıyla eşit olanaklara sahip olarak yargılanmanızı sağlayan bir mekanizma, bir kavram anlamına mı? HHH Bilmem anımsıyor musunuz? Büyük bir skandala imza atılarak, “Terör örgütü” mensubu olmakla suçlanan ve hapsedilen Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Anayasa Mahkemesi’nin “Hak ihlali” kararıyla hapisten çıkmıştı. HHH Belki unutmuşsunuzdur değerli okurlarım: Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül de Anayasa Mahkemesi’nin “Hak ihlali” kararına dayanarak tahliye edilmişlerdi. HHH Açıklanan resmi sayılara göre, 15 Temmuz Kalkışması’ndan sonra, bugün 42 bin dolayında insan terör örgütü ilişkisi suçlamasıyla hapishanelerde... Bunlar arasında yargıçlar, savcılar, askerler, siviller, gazeteciler, televizyoncular, yazarlar da var. Örneğin Cumhuriyet Gazetesi’nden Hakan Kara, Musa Kart, Önder Çelik, Turhan Günay, Güray Öz, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Akın Atalay, Mustafa Kemal Güngör, Bülent Utku, Ahmet Şık ve onlar gibi daha pek çok insan hapiste çürüyor... HHH Hapistekilerin bir bölümü hakkında henüz iddianame bile yok! Oysa 13’üncü Yüzyıl’daki Magna Carta’dan beri, neyle suçlandığını bilmek, savunma hakkını kullanmak, en temel insan haklarından biri olarak kabul ediliyor! Bakın 1215 yılında ilan edilen Magna Carta ne diyor: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.” HHH Cumhuriyet mensupları Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuşlar... Ben hâlâ umudumu kesmiş değilim: “Türkiye’deki ‘Adalet kavramı’ 13’üncü yüzyılın bile gerisinde değildir” diye düşünüyorum... Bekliyorum: Adalet, belki de Anayasa Mahkemesi eliyle, “Bir gece ansızın” gelebilir! Tuncer Kapıdağ Ruhser Demirtürk Yaşlılar burada çok mutlu Yaşlı bakım merkezinde dans, barbekü partileri, müzik dinletileri, sinema, tiyatro gösterimleri var. Makyaj ve cilt bakımı hizmeti de çok ilgi çekiyor SİBEL BAHÇETEPE Emekli hâkim, eski futbolcu, bale eleştirmeni, ressam, büyükelçi, doktor, öğretmen, albay... Yaşları 55 ile 90 arasında değişiyor. Kimi eşini kaybetmiş, kimi çocuğuna yük olmamak istiyor, kimi ise kentsel dönüşümde yıkılan evinin ardından mahallesinden kopmama derdinde. Hepsi Buket Yaşlı Bakım Merkezi’nde buluştu. Burada hem sağlık sorunları takip ediliyor, hem de sosyal ve kültürel aktivitelere katılabiliyorlar. Makyaj ve cilt bakım hizmeti alıyorlar. Müzik dinletileri, dans, tiyatro ve sinema gösterimi, hava güzel olduğunda bahçede yapılan özel barbekü partileri derken, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorlar. Merkezdeki en özel etkinlik ise derbi maçları... O gün bayram sabahı heyecanıyla bir hazırlık söz konusu. Tuncer Kapıdağ (72), bir yıldır, Kozyatağı’ndaki şubede. Eşi vefat edince bakımevine yerleşmiş. Çocuğu yok. Özel bir şirketten emekli olmuş. Ticaretle ilgileniyor. Enerjik görüntüsüyle dikkatimizi çekiyor. Yanına gittiğimizde, hemşiresinin koluna girerek dans etmeye başlıyor. İyileşip eve döndüğünde yeniden çalışmak istediğini bile söylüyor. Geçen yıl denizde yüzerken kasığına darbe almış, mikrop kapınca gözünden ameliyat olmuş. Önümüzdeki günlerde safra kesesinden ameliyat olacağını söylüyor. “Burada mutluyum” diyor. ‘Gitmeye niyetim yok’ Ruhser Demirtürk (86) de bir yıldır merkezde. Yaşını hiç göstermiyor. Doğma büyüme İstanbul Fatihli. Evi kentsel dönüşümle yıkılmış. Yeni yapılan evini ise kiraya vermiş. Demirtürk, şunları söylüyor: “Burada mutluyum. Gitmeye hiç niyetim yok. Çocuklarım var, onların da çocukları var. Bana bakıyorlardı ama kimseye yük olmak istemem. Yanımda da kimseyi çok istemem. Torunlarım, oğlum ziyaretlerime geliyorlar...” l İSTANBUL ‘YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ DE VAR’ Doktor Tülin Öztürk ve eşi Sedat Öztürk, 17 yıl önce, yaşlı nüfusun giderek arttığı gerçeğinden yola çıkarak, ev konforunda, içinde sağlık hizmetinin de olduğu bir bakım merkezi kurmak için yola çıktılar. İlk şubeyi, 2004’te Kavacık’ta açan çift, ardından Göztepe ve Kozyatağı’nda da hizmet sunmaya başladı. Kozyatağı 54, Kavacık 36, Göztepe 49 kapasiteli. Bakımevinde günlük, haftalık, dileyen için aylık kiralama da söz konusu. Her merkezde farklı branşlardan hekimler görev yapıyor. Kozyatağı’nda yoğun bakım ünitesi bile var. Doktor Tülin Öztürk, ülkemizde yaşlı nüfusun giderek arttığına dikkat çekerek, “Evde sosyal aktivite söz konusu olmuyor. Yaşlılar bize geldiğinde bakımsız, Alzheimer, demans gibi sağlık sorunları ilerlemiş oluyor. En sık karşılaşılan problemlerin başında sıvı eksikliği geliyor” diyor. BaÇ3sı.kımtı! Kuram / Siyasi Dülünce Tarihi Ellen Meiksins Wood özgürlük ve mülkiyet Rönesans’tan AydÒnlanma’ya BatÒ Siyasi Düıüncesinin Toplumsal Tarihi Ñngilizceden Çeviren: Oya Köymen C MY B www.yordamkitap.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle