04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 26 Kasım 2017 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ yorum 19 Ben bu düşten vazgeçmem! Düşümde binlerce insan ellerinde pankartlar yürüyorlardı. Ben durmuş onların geçişlerini izliyordum. F tipi cezaevlerini protesto edenler; KHK mağduru öğretmenler, öğretim üyeleri; oy verdikleri vekillerinin hapishanelerde çürümesine karşı çıkanlar; seçilmiş belediyelere kayyım atanmasını içine sindiremeyenler; hukuksuzluğu, adaletsizliği bangır bangır haykıranlar; tüketicinin dolaylı vergilerle nasıl yoksullaştığını kalem kalem ortaya dökenler; çocukları dağlarda vurulan, sokaklarda sürüklenen, cezaevlerinde işkencede ölen Türk ve Kürt anaları; Diyanet’in laikliğe aykırı olduğunu haykıranlar; azıcık maaşlarına göz dikilen emekliler; bir türlü failleri bulunamayan faili meçhul kadınları, kızları, ağabeyleri, devletin attığı bombalarla ölen çocuklarını bağırlarına basmış, “Katil kim” diye haykıran Uludereliler; sendikal hakları yok edilen, köleliğe mahkum işçiler, emekçiler; bölgelerindeki yeşil alana cami değil park yapılmasını talep eden mahalleliler; rüzgâr ve güneş enerjisinin es geçilip dışa bağımlı termik ve nükleer santral kurmanın bu ülkeyi yok edeceğini iyi bilenler; eğitim sisteminin köle beyaz yakalılar ürettiğine bizzat tanık olan kahraman öğretmenler; ayağında ayaklarına küçük gelen plastik bir terlikle karda yürüyerek okula gitmeye çalışan küçücük kızların anaları, babaları; 12 yaşında çocuk gelinler ülkesinde yaşamanın bir zulüm olduğunu hissedenler; her gün bir kadın çığlığıyla uyanmanın derin acısını yüreklerinde duyanlar; yalaka ekonomistlerin sürekli yalanlarıyla beyni yıkanan ama elinde avucunda ekmek parası olmayanlar; lüks alışveriş ve gökdelen yapmanın şehirleşme olmadığını bilen mimarlar; yalanlarla yükseltilen sağlık sektörünün nasıl bir zengin oyunu olduğunu, bizzat oyunun içinde yaşayarak öğrenen doktorlar, sağlık görevlileri; bankalar astronomik kâr ederken kendilerine ödenmesi gereken ücret zammını elleri böğründe bekleyen banka işçileri; Köy Enstitülerinin bu ülke için nasıl bir nimet olduğuna hayatları boyunca tanık olan Köy Enstitüsü mezunları ve bu büyük eğitim projesine vurgun olanlar; sosyetenin her gün değişik bir kılıkta boy gösterdiği resim galerilerinde değil, sokaklarda, varoşlarda resim yapmak isteyen ressamlar; muhteşem olduğu söylenen Türk aile yapısını, ensesti, tecavüzü, çocuk gelinleri sorgulayan film yapımcıları; Kahramanmaraş, Çorum ve Madımak’ta diri diri yakılan, hunharca öldürülen insanların aileleri; köyleri yakılan, göç etmek zorunda kalan ve kentlerde yok olan göç aileleri; ellerinde seks işçiliği yapmaktan başka çaresi olmayan travestiler, kadın seks işçileri; Boğaz’da, deniz kıyılarında, meyhanelerde içkisini yudumlamayı bir yaşam keyfi olarak görenler; başları bağlı olduğu için kahvelere, okullara girerken küçümsenen başı örtülü genç kızlar; “sokaklarda dolaşmak bizim de hakkımız!” diyen milyonlarca engelli yurttaş; sürüp giden savaş nedeniyle canını yitirmemiş ama akıl sağlığını ya da bedeninde en değerli organlarını yitirmiş, köşeye atılmış gaziler; “insan öldürmek istemiyoruz” diyerek her türlü aşağılanmayı göze alan ve vicdani ret ilkesini hayata geçirmeye çalışan askerlik çağına gelmiş genç insanlar; askerlik şubesinde “İb... misin, o halde bize bir video getir” denilen cinsel tercihleri nedeniyle aşağılanan gençler; kendinden rütbe olarak küçük bir subayı sevdi diye ordudan atılan ve intihar eden genç bir kadın subayın ölümünü içine sindiremeyenler; bu cennet ülkenin her zaman kendi kendine yeteceğini savunanlar, yok edilen tarım için içleri yananlar; müzelerdeki 42 uygarlığın en güzel heykellerine bakıp, “ucube” diye bir heykelin yıkılmasını canında hissedenler; Kurtuluş Savaşı’yla ilgili filmleri izlerken Nâzım Hikmet’in, Dağlarca’nın ve daha birçok şairin bu konularda yazdığı şiirleri okurken gözleri yaşaranlar; ülkenin dört bir tarafındaki limanların satılmasını, köprülerin özel şirketlere devredilmesini güvenlik acısından çok sakıncalı bulanlar evet onlar ve daha pek çokları düşümde yürüyorlardı. Polisler mi? İlk kez şaşırmışlardı, çünkü böyle bir kalabalığa ne biber gazı ne öldürücü bir gaz ne de soğuk su fayda etmezdi. Ben bu düşten vazgeçmem. Siz de vazgeçmeyin. Düşlerimiz her zaman bize olması gerekeni söylerler, hep söylerler... 26 Kasım 2017 SAYI: 33653 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:25 06:08 06:29 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07:57 12:58 15:24 07:39 12:43 15:11 07:57 13:06 15:38 Akşam 17:48 17:35 18:02 Yatsı 19:12 18:58 19:22 1949 yılından beri Avrupa Birliği’nin kuruluş görüşmelerine ev sahipliği yaptıktan sonra Brüksel ile birlikte ‘Avrupa Başkenti’ ilan edilen Strasbourg; Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ile İnsan Hakları Mahkemesi’ni barındıran bir serhat şehridir. Tarih boyunca Almanya ile Fransa arasında gide gele iki farklı dil, iki farklı estetik ve düşünce biçiminden etkilenen kent; esin kaynaklarına hem benzeyen, hem de kafa tutan özgün bir kültür yaratmayı başarmış, ama nedense Fransız milliyetçiliği ağır basmış yöre halkı sayesinde Fransa’da kalmıştır. Andersen masallarından fırlamış gibi duran ahşap çatmalı ortaçağ evleri, Ren ve Ron nehirlerini buluşturan su yollarının ortasındaki Küçük Fransa mahallesi, Hıristiyanlık tarihinin mimari başyapıtı sayılan muhteşem katedraliyle öylesine güzel bir kenttir ki Strasbourg, merkez dokusu 1988’den öteye UNESCO dünya kültür mirasına dahil edilmiştir. HHH Birkaç gün için Strasbourg’dayım. 12’ncisi düzenlenen Avrupa Buluşmaları, geçen yıl da katıldığım RVES EUROPEENS toplantıları için davet edildim. Şiarı “Avrupa herkesin işidir” olan bu toplantılar, AB Kamu Yönetimi ve Strasbourg Üniversitesi tarafından düzenleniyor. AB üyesi olsun olmasın Avrupalı tüm ülkelerden gelen politikacılar, işadamları, gazeteciler, bilim insanları, akademisyenler, sanatçılar, STK sözcüleri 7 gün süreyle sabah 7’den gece yarısına kadar kısa ve uzun vadede AB’nin gelecekte izlemesi gereken sosyal, ekonomik ve bilimsel politikalar üzerine öneriler geliştiriyorlar. Bu öneriler, toplantılardan sonra rapor haline getirilip ulusal hükümetlere ve AB yönetimine Avrupa buluşmaları sunuluyor. Başta ARTE kanalı, medya tarafından başından sonuna izlendiği için Avrupalı parlamenterlerin katılmaya özen ve üniversite öğrencileriyle yurttaşların yoğun ilgi gösterdiği tartışmalar, kıyasıya eleştiriler, sert istemlerle epeyce geriliyor bazen. HHH Anlayacağınız, tam bana göre bir ortam ve tartışmacılar için yaratılan sansürsüz, çekincesiz ifade özgürlüğü içinde suda balık gibi yüzüyor; son zamanlarda tutmaktan yorulduğum dilimin pasını siliyorum! Bilimcilerin, “robotların sanayide kullanılmasıyla kitleselleşecek işsizliğe çözüm” aramalarından, sağlıkta kamu sektörünün güçlendirilmesine kadar uzanan toplantı temalarında, benim gibilerin illaki ülkelerinden söz etmek için çağrıldığı sanılmasın. Örneğin bu yılki tartışma konularım, Avrupa’nın yabancı kültürlere yönelik entegrasyon politikasının neden iflas ettiği ve AB politikalarını yurttaş çıkarına olmaktan çıkaran “lobicilik” zehirlenmesi üzerine... Dinleyenlerin tartışmaya katıldıkları bir düzen olduğu için, laf ister istemez mutlaka Türkiye’ye de gelecek. Ama ben Türkiye’nin içinde debelendiği açmazı, Türkiye düşmanlarına kullandırmayı reddediyorum. HHH Çünkü yakın zamanda, şunu fark ettim: 15 yıl önce Brüksel ve Strasbourg’a seferler düzenleyip AB’nin kurumsal kişiliklerini AKP’nin Hıristiyan muhafazakârların Müslüman eşdeğeri, mülayim demokrat bir parti olduğuna inandıranlar; şimdilerde aynı AB kurumsallarına AKP diktasını ihbar edip ağlıyorlar. Ama bunu, yurtiçinde zayıflamasına karşın yurtdışında hâlâ çok etkin olan FETÖ’cülerle kol kola yapıyorlar! Dün AKP’yi pazarlarken de bugün FETÖ’yle işbirliği yaparken de daima Türkiye’nin aleyhine çalışan bu oportünist grup, hep aynı kişilerden oluşuyor. Kullanışlı aptal bile değiller. Sadece kendi akçeli çıkarlarının peşinde koşan sözde liberal, özde tüccar bunlar. Oysa 15 yıl önce ne söylediysek hepsi bir bir doğrulanan bizler, bugün de yarın olacakları aynı dürüstlükle haber veriyoruz ve tersini yapanlara saygı duymamak, elbette hakkımız! Strasbourg’da 145 bin Türk yaşıyor. Güncenin devamı gelecek haftaya. Deniz Bey iyileşiyor. Ama konuşamıyor. Sadece yazabili gsıedElıilrrb.zeatmkuamnı[email protected] yor. kurmak gibi kumpas Her beyin beyni, fark yazmak da sevim lı. (Hanımlarınki zaten siz!.. farklı.) Gülen gibi, Reza Tayyip Bey’in beyni ise hepimizden farklı. O konuşuyor.. Hep konuşuyor.. On beşinci seneyi de devirdi, hâlâ konuşuyor. Ama ne yazık ki yazamıyor. Danışmanları Öf öff Zarrab azabı... Zarrab’ın da New York’ta polise teslim olma tarihi olarak durup durup “21 Mart”ı seçmesi kendi iradesiyle mi olmuştur? Yoksa şifreli ha Yapay zekâ mirası Küçük bir çocuk olduğunuzu düşünün. Eliza’yla tanışıyorsunuz. Eliza, insanlarla sohbet eden ilk bilgisayar programı. 1960’larda Joseph Weizenbaum tarafından geliştirildi. O yıllar kamuoyunda yazıyor, o konuşuyor. “Tek Adam” olursa, kendi ya zacak, kendi konuşacak. Israrı o yüzden! HHH Yine Tayyip Bey’e kaydık. Takıntı elbette. Belli ki bu da bulaşıcı. Benzetmek gibi olmasın, o bizlerden beter! Eli ayağı, gözü kulağı her yerde. Her yere takılabiliyor. En beklenmedik yerden çıkabiliyor. Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, “Mukavemet edilmeyecek!” diye emir vermişti. (Odatv, Tümg. T. Ertürk, 17.03.2014) İyi ki de kimse direnmedi. Yoksa itiş kakış yüzünden “4 Temmuz Kutlaması” filmi kötü çekilecekti. Çünkü kameraman amatördü. (Gen. Petraeus bu iş için Talabani’nin oğlu Kubat’ı görevlendirmişti. TBMM’de CHP’nin bu konudaki önergesi berleşme gibi şifreli tarih üzerinden yürütülen bir “rövanşist” süreç mi söz konusudur?.. HHH Merkel’i bile Almanya’da dinlediği 2013’te ortaya çıkan Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA), kendi ülkesinde yaşayan ve milyonlarca dolara hükmeden Fethullah’ı ve örgütünü boş bıraktığı söylenebilir mi? büyük bir etki yarattı. Çünkü Eliza insanlarla bir psikolog gibi konuşabiliyordu. Kendisiyle sohbet eden insanların sözcüklerini kullanarak söyleşiyordu. Onunla sohbet edenlerden bazıları, yazılımın sahiden de duyguları olabileceğinden kuşku duyabiliyorlardı. O kadar etkileyiciydi yani. İşte o küçük çocuklardan biri, arada bir evinin yakınındaki teknoloji müzesine gidiyor, bilgisayarın başına oturup Eliza ile sohbet ediyordu. “Neden bu kadar üzgünsün” diye soruyordu Eliza çocuğa. Çocuk onunla üzüntüsünü Dua edelim de yarın ni yanıtlayan Milli Savunma Ba İran’ın ambargoya sadakatini paylaşıyordu. Eliza sohbetin sonuna doğru Amerika’da açılacak Zarrab dosyalarından çıkmasın. Mazlum, mağdur, mağrur ülkemiz için dua edelim, ona değil. Geçen pazarki yazıyı “Zarrab, ABD’nin ‘B’ planıdır!” diye bitirmiştik. “FETÖ gibi o ‘plan’a da malzemeyi biz vermiş isek, yapacak fazla bir şey yok!” diyerek devam edelim. Cumhuriyet’in malum manşe kanı, olayı “mümkündür” diye doğruladı.) TSK’yi hizaya getirme süngüsünü düşürme süreci böyle başladı. Sürecin ileri aşamasında Gen. Petraeus terfi etti. FETÖ’nün TSK’ye ve devlete yönelttiği Ergenekon darbesi sürecinde ise CIA Direktörü idi. HHH “Şeytani Diplomasi” biraz da tarihe çentik atma etkinliğidir. takip etmediği düşünülebilir mi? Türkiye Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’na “casus yaver kurmay albay” tayin ettiren, FETÖ’nün hizmet içi eğitim ve lojistik desteği “Mızraklı İlmihal”den mi yoksa hadisi şeriflerden mi? Ödemeler dengesi için artık IMF’ye avuç açmıyoruz. Bu da belli ki 1984 doğumlu Zarrab ile iş tutmamız sayesinde oldu. 17/25’i FETÖ kumpası saydık. espri yapıyordu: “Üzgün olmaktan mutlu mu oluyorsun yoksa?” Bu basit sohbet, küçük çocuğu öylesine etkilemiş ki programcılık dersleri almaya başlamış. Yıllar sonra ise gazeteci olmaya karar vermiş ve başarılı bir gazeteci olmuş. Bir gün babasının kansere yakalandığını, birkaç aylık ömrü kaldığını öğrenmiş. İşte o an Eliza gelmiş yeniden aklına ve babasını “ölümsüzleştirmeye” karar vermiş. HHH Konuyu ünlü teknoloji dergisi Wired’de okuyorum. Gazetecinin adı James Vlahos. tine canı çok sıkılmıştı. “O öyle Geçen yazdık. Şimdi sıra Zarrab kumpasında! Yazının başlığı şöyle: “Bir oğul, babasını na kalmayacak!” demişti. O der de, dönemin Amerikan Başkanı G.W. Bush demez mi? O da 1 Mart tezkeresi redde dilince “çuval eylemi ile” dedi. Tam 4 ay sonra, 4 Temmuz 2003, yani Amerikan Bağımsızlık Bayramı Günü “düğmeye” bastı. General Petraeus komutasındaki birlik, Süleymaniye’deki Türk Hava İndirme Tugayı’ndan 11 Türk askerini tuzağa düşürdü. Şubat 1999 Öcalan paketlenip teslim edildi. 5 hafta sonra PKK’nin “milli bayram” diye de kutsadığı Nevruz’da 21 Mart 1999 günü Fethullah Gülen teslim alındı. (Süresiz kalma vizesi için de CIA eski direktörlerinden ve Ankara büyükelçilerinden Morton Abramowitz ile ve bazı kıdemli istihbaratçıların kefil olduğu ortaya çıktı.) HHH “Emperyal diplomasi” bir tür Keşke Halk Bankası Genel Müdürü’nü dolar dolu ayakkabı kutularıyla başbaşa bıraksaydık. Ne yarınki duruşma umurumuzda olurdu ne de 4 Aralık’taki dava! Zarrab, işin ta başından beri İran ambargosunun selametini izleyen bir CIA casusu olmasın? Olmaz olmaz. Sümüklü bir emekli vaiz, Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı’nın yanına kurmay yaver tayin ettirdik sıl bota çevirdi?” Bot ya da Chatbot denilen “sohbet ro botları” gerçek anlamda birer robot değiller. Bunlar birer yazılım. Tıpkı Eliza gibi. Bugün internette binlercesi var. Siz, programa yazılı olarak soru yöneltebiliyorsunuz, o da sorularınıza yazılı yanıtlar veriyor. Tıpkı telefonla biriyle mesajlaşmak gibi. Elbette, bugünkü Chatbot’lar Eliza’dan çok daha yetenekli. Sadece “doğal dil işleme” yeteneğine değil aynı zamanda yapay zekâya da sahipler. Öğrenebiliyorlar. Daha şimdiden pek çok şirket bu sohbet robotlarını kullanıp müşterilerine sıra bekletmeden Hepsinin kafasına çuval geçirdi. “Şeytani siyaset” yürütme sana ten sonra, darbeler yapan CIA tı, bir anlamda da sakla samanı, neler yapmaz... günün her saati hizmet vermeye çalışıyor. Üstelik eğer iyi tasarlanmışlarsa bu sohbet robotları, insanlara sahiden de bir insanla KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] sohbet ettiklerini düşündürüyorlar. HHH Babasından bir Chatbot yaratmayı kafası na koyan James Vlahos başlıyor babasıyla uzun sohbetler yapmaya. Günler, haftalar, aylar… Hepsini kaydediyor. Ardından bütün kayıtları yazılı bir metne dönüştürüyor. 91 bin 970 sözcük. Metinleri, chatbot yazılımı olan PullString’e aktarıyor. Oluşturduğu ro bota “Dadbot” adını veriyor. Chatbot’u babası ölmeden tamamlamak için yoğun çaba harcıyor. Başarıyor da. Uzun uğraşlar sonucu Dadbot neredeyse babası gibi konuşmaya başlıyor. Vlahos, Chatbot’u tamamlarken şöyle bir tümce kullanıyor: “Artık hep benimle olacaksın.” Sonunda babasına kendisinden bir yapay zekâ yaratmaya çalıştığını, onu bu şekilde ölümsüzleştirmek istediğini anlatıyor. Ölüm döşeğindeki babası gülümsüyor oğ lunun sözlerine: “Her ne kadar bazı fikirlerini biraz abartılı bulsam da, sıcak duyguların için çok teşek kür ederim oğlum” diyor. Zarif bir adam babası. 1936 doğumlu bir avukat. Ölüm döşeğinde bile oğlunun çaba sını övmeyi ihmal etmiyor. HHH Sohbet edebilir yapay zekâlar dönemine giriyoruz. Bir süre sonra, geçmişte yitirdi ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI ğimiz insanlarla belki de konuşarak sohbet [email protected] edebileceğiz. Hem de onların sesleriyle. Yine de bu teknolojilerin sevdiğimiz bir insa nın kaybının bizde yarattığı üzüntüyü hafifle tebileceğini sanmıyorum. Fakat büyükanne ve büyükbabalarını yeterince tanımayan torunlar, onlarla yapay zekâ programları aracılığıyla sohbet etmek ten, onlardan masal dinlemekten belki mut luluk duyabilirler. Ben James Vlahos’ın metnindeki son tümceye takılıyorum. Eserine bakarak şöyle diyor Vlahos: “Bir Chatbot sana sarılamaz.” Aklıma Can Yücel’in o şiiri geliyor: “Ben hayatta en çok babamı sevdim.” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle