29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 5 Ocak 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY İşenek 1917’de Marcel Duchamp adlı bir sanatçı, erkek tuvaletlerinde bulunan seramik işeneklerden (=pisuar) birini, “sanat” olduğunu ileri sürerek New York’ta sergilemeye kalkışmıştı. “Çeşme” adını verdiği bu yapıtın kendine değil “R. Mutt” adlı birine ait olduğunu belirtmişti. Adını neden gizlemişti? Belki daha önceleri başka bir eserini sergiden çekmesi istenmiş olduğundan, belki de ürünün yol açacağı tepkiden emin olmadığından ya da aynı zamanda o sergiyi düzenleyen komitenin üyesi bulunduğundan. Sergiciler, işeneği reddettiler. Duchamp o sıralarda kardeşine yolladığı bir mektupta, “Bir kadın, bir işeneği takma adla sergiye yolladı. Uygunsuz diye almadılar” demişti. Duchamp gerçeği saklamıştı. Neden? Bugün de işeneğin aslında ona değil, bir kadına ait olduğuna inananlar var. Bu olayı işenekle ilgili tartışmalar izledi. “Sanat eseri değildir” diyenler vardı: Duchamp, bu nesneyi ne tasarlamış, ne de yarattığı bir eserin hammaddesi olarak kullanmıştı. O zamana kadar bir sanat eserinde bulunmasının gerekli olduğu düşünülen bu nitelikler işenekte yoktu. Ancak bu işenek, 2004’te yüzlerce sanat eleştirmeni arasında yapılan oylamada 20 yüzyılın sanatını en fazla etkilemiş olan ürün olarak seçildi. İşenek bu seçimde, Picasso, Andy Warhol gibi zamanının en ünlü ressamlarının eserlerini geride bırakmıştı. Böyle bir ürün sanat eseri olarak kabul ediliyorsa, dağınık bir yatak, kordonu, priz yerine limona batırılmış bir lamba da pekâlâ sanat eseri sayılabilir, özgün bağlamlarından ayrılıp sanat galerisine taşınan her şey sanat olarak damgalanabilirdi. Sanatta estetikten çok düşüncenin ön plana alındığı bir zamana gelinmişti. Bazıları işeneğin, sanatın ne olduğunun sorgulandığı bir çağa denk düşmesinin onun böyle abartık bir şekilde önemsenmesine neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. O sıralarda New York’ta yayımlanan “Kör Adam” adlı dergide işeneği savunan imzasız başyazının aslında kendini yine gizlememiş olan Duchamp tarafından yazıldığına inanılmaktadır. 1917’de sergilemeye yeltendiği işenek çöpe atılmış olduğundan Duchamp, konuya ilgi artınca, benzerlerini yaptırmış ve özgün olmayan bu ürünlere adını yazdırmıştı. Bu ilginç öykü bize ne anlatıyor? Öyle bir zaman gelir ki bir işenek bile sanat ürünü olarak kabul edilebilir. Sanat ürünü olduğunu savunan üçkâğıtçının biri olsa bile işenek, yüzyılın en etkileyici eseri de seçilebilir ve bu kimsenin her fırsatta yalan üstüne yalan söylediğinin ortaya çıkması bile, koşullar elverdiğinde işeneğin seçimleri kazanmasını da engelleyemez. “Nasıl olur?” diyenlere, “Hepsi böyle kötü kokar ama bu hiç olmazsa sanattır!” diye cevap verirler. ŞANS TOPU 08, 13, 17, 27, 28 + 06 5+1 BİLEN: 705 bin 390 TL (Devretti) 5 bilen: 3 bin 359’şar TL 4+1 bilen: 285’şer TL 4 bilen: 30’ar TL 3+1 bilen: 15’şer TL 3 bilen: 3’er TL 2+1 bilen: 5’er TL 1+1 bilen: 3’er TL 5 OCAK 2017 SAYI: 33328 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.49 06.32 06.53 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.22 13.16 15.35 08.04 13.01 15.23 08.22 13.24 15.50 Akşam 17.58 17.46 18.13 Yatsı 19.24 19.10 19.35 yorum 13 Kutuplara yakın, çok yakın bir yerde yaşayan bir adam varmış. Çocukları çok seven bu iyi kalpli adam onlara hediyeler getirirmiş. Yaban hayvanlarından korunmak için kapısı tepesinde olan o eskimo evlerinin kapılarına bırakırmış belki de o hediyeleri... Bir masal bu. Kuzey Avrupa ülkelerinde yüzyıllardır anlatılan bir İskandinav masalı. Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfiyle yani 1492’den sonra bu iyi kalpli adamın masalı göçmenlerle birlikte Amerika’ya taşınmış. Tabii Amerika’da o evlerin tepesindeki kapılar bacaya dönüşmüş. Yani o iyi adam çocuklara hediyeleri bacalardan bırakmaya başlamış. Bu masal kahramanını ete kemiğe dönüştüren ise bir şiir olur. 1820’lerde Clement Clarke Moore “Noel’den Önceki Geceydi” adıyla bilinen Aziz Nikola’nın Ziyareti adlı bir şiir yazar. O şiirde Noel Baba’yı tarif eder: “Gözleri nasıl da parıldar/ Gamzeleri ne kadar şen/ Yanakları güle benzer/ Burnu ise kiraza/ Geniş yüzüyle kahkaha attığı da ho ho holar yuvarlacık göbeği/ Tombul, tıknaz, yaşlı ve neşeli bir cin gibi.” İşte Noel Baba doğmuştur artık. 3 Ocak 1863’te ise ilk görseli ortaya çıkar Noel Baba’nın. Kuzey Amerika’da Harpers Weekly adlı gazetenin birinci sayfasında ressam Thomas Nast’a ait kocaman bir resim yayımlanır. Köleliğin kaldırılmasını isteyen Kuzeyliler ile köleliğin sürmesini isteyen Güneylilerin savaşını yani Amerikan iç sava ‘Noel Baba’yı nasıl bilirsiniz! şını anlatır resim. İşte o resimde Noel Baba, cephedeki Kuzeyli askerlerin yanındadır. Onlara moral vermek için hediyeler getirmiştir. Hediyelerinden birisi de Güneylilerin liderinin kuklasıdır. Sevgi ve umut temsilcisi Noel Baba, ezilenden yana tavır almıştır bir anlamda. Sunay Akın defalarca anlatmıştır bu masal kahramanının doğuş hikâyesini. Hem de belgeleriyle birlikte. Her yılbaşı yaklaştığında “Noel Baba’nın dinle ilgisi yok. O bir şiir ve masal kahramanıdır” demiştir. Tabii anlayana ve dinleyene... Kaldı ki dini bir figür de olabilirdi Noel Baba. Ama cahilliğin prim yaptığı bir kesim için o kendinden değildi. Dolayısıyla neyi temsil ettiğinin de bir anlamı yoktu. Onun için okuyup, öğrenmesine de gerek yoktu. Her yılbaşı öncesi olduğu gibi yumruklanmalı, bıçaklanmalı, sünnet edilmeli ve kovulmalıydı. Ve bu kez daha açıktan, daha çok bağırarak çağırarak daha pervasızca yapılmalıydı. Onunla birlikte yılbaşını kutlayanlar, gerçeğin peşinde koşan gazeteciler, barış isteyen akademisyenler, sanatçılar ne kadar muhalif varsa onlar da susturulmalı, korkutulmalıydı. İktidarı eleştirme cüreti gösteren tweet atanlar birer birer toplanıp cezaevine atılmalıydı. Otobüslerde ve kahvehanelerde insanlara laikliği anlatıp savunan gençlere terörist muamelesi yapılmalıydı. Nefret saçanlar, tehdit edenler, hedef gösterenler ise belki göstermelik olarak sorgulanıp serbest bırakılmalıydı. IŞİD tarafından katledilenler yılbaşını kutladıkları için şehit sayılmamalıydı. Son dönemlerde ağızlarından “ülkenin bölünmesine izin vermeyeceğiz” klişesini düşürmeyenler sayesinde ne yazık ki ülke çoktan bölündü. Sevgiden, iyilikten, barıştan yana olanlar ile nefreti ve öfkeyi büyütenler üstelik bunu siyasal İslam üzerinden yapanlar bıçak gibi ikiye ayrıldı. Noel Baba’ya yapılanlar bunun en açık göstergelerinden biri sadece. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Savcı ve hâkimlere mektup ERGİN CİNMEN Avukat Bir yazıyı yazarken, bir konuşmayı yaparken kendinize, “başıma bir şey gelir mi” sorusunu soruyorsanız, o düzen demokratik bir hukuk düzeni değildir. Evet, bu yazıyı yazarken ben de kendime bunu soruyorum: Acaba başıma bir şey gelir mi? Ama Silivri’de 30 yıllık arkadaşın Bülent Utku, Akın Atalay, Mustafa Kemal Güngör yatıyorsa, 25 yıllık arkadaşın Mehmet Altan ve onun kardeşi Ahmet Altan yatıyorsa, yukarıdaki soruyu kendime sormamak en iyisi. “Bu yazım bir yerde yayımlanırsa başıma bir şey gelir mi” sorusunun yayın hayatındaki adı otosansürdür. Bir televizyon yayıncısının “Şu tartışma programına şu kişiyi çağırırsam acaba başıma bir şey gelir mi veya patronun reklamları engellenir mi” sorusunu soruyorsanız ortada bir medya otosansürünün bulunduğu açıktır. Bu durumları yaşıyorsanız içinde bulunduğunuz rejime pek de demokratik rejim denmez. Protokol mü var? Anayasaya göre sansür yasaktır ama içeride 144 gazeteci, yayıncı yatıyorsa, en azından sansürün fazlaca yer tuttuğu bir rejimin içinde yaşıyorsunuzdur. İfade hürriyetinin OHAL rejiminde, OHAL’in ilan nedenleri ile orantılı olarak kısıtlanabileceği kabul edilebilir ama, OHAL’in ilanından önce suç teşkil etmeyen eylemlerin OHAL rejiminde yargılanabileceğinin kabulü, hukuk devletlerinde olmaz. Şu anda görev başında olan terör savcıları ve bunların her türlü taleplerini sanki yapılmış bir protokolün kurallarına uyar gibi yerine getiren sulh ceza hâkimlikleri, 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini fiilen değiştirmiş durumda. Aynı Ergenekon savcıları ve yine o zamanın yargıçları gibi. Kanıtsız suçlamalar Terör suçlamasıyla yargılanan 144 gazetecinin hiçbirisi hiçbir terör eylemine katılmadığı gibi terör örgütü üyeliklerinin bulunduğu konusunda hiçbir kanıt ortaya konamıyor. Örneğin tutuklu arkadaşlarım Bülent Utku, Akın Atalay, Mustafa Kemal Güngör ve diğer Cumhuriyet tutuklularının “terö KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI HSYK, terör savcıları ile sulh ceza yargıçlarına açık mektup: Şu anda görev başında olan terör savcıları ve bunların her türlü taleplerini sanki yapılmış bir protokolün kurallarına uyar gibi yerine getiren sulh ceza hâkimlikleri, 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini fiilen değiştirmiş durumda ristliği” Türkiye’nin en eski ve itibarlı gazetesini çıkaran Cumhuriyet Vakfı yöneticiliğinden. Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan’ın “teröristliği” bir gazetenin yayın danışmanlığından. Mehmet Altan’ın “teröristliği” televizyonda subliminal mesaj yoluyla darbeye teşebbüs ile ne zaman yazıldığı ve başlığı belirtilmeksizin tüm yazılarından ve konuşmalarından. Ahmet Altan’ın “teröristliği” yine subliminal yolla darbeye teşebbüs ile yayıncı olmasından. Terör suçlamasıyla yargılanan 144 gazetecinin hiçbirisi hiçbir terör eylemine katılmadığı gibi terör örgütü üyeliklerinin bulunduğu konusunda hiçbir kanıt ortaya konamıyor. Örneğin tutuklu arkadaşlarım Bülent Utku, Akın Atalay, Mustafa Kemal Güngör ve diğer Cumhuriyet tutuklularının “teröristliği” Türkiye’nin en eski ve itibarlı gazetesini çıkaran Cumhuriyet Vakfı yöneticiliğinden. Bilinir ki, terör suçundan tutuklanıyorsanız bu suça uygun kanıt gerekir. Mesela Şahin Alpay, Mümtaz’er Türköne, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, yaşı nedeniyle insaf edilip tutuklanmayan filozof Hilmi Yavuz’un ve daha nicelerinin “teröristlikleri” ise devletin gözü önünde yayın yapan ve zamanında hiçbir takibata uğramayan Zaman gazetesinde yazmalarından ibaret. Tarihin tekerrürü Bu insanların yazıları dışında tek bir eylemleri bulunmadığı gibi ev aramalarında da tek bir suç unsuruna rastlanmamış. Öyle ya terör suçundan tutuklanıyorsanız bu suça uygun kanıt gere [email protected] [email protected] kir. Yukarıda yazılanların müsebbipleri olan yargı mensupları adliyelerin en üs katlarında çalışan, ulaşılması avukatlar için de pek zor olan terör savcıları ve sulh ceza yargıçlarıdır. İşin tuhafı tarih bu kadar mı tekerrür edebilir? Bir önceki dönemde yani Balyoz, Ergenekon, Oda TV kod adıyla anılan yargı dönemlerinde aynı maddelerle iş yapan yargıç ve savcılar, şu anda ya firari ya da tutuklu iken aynı hukuk dışı işlemlerin tıpatıp aynısı bu kadar mı yapılır? FETÖ ve PKK Devletimizin terör savcıları ile sulh ceza yargıçları şu anlarda başlı başına iki suç örgütünün soruşturmasını yapıyor: FETÖ ve PKK. FETÖ soruşturmalarında son derecede kafası karışık bir savcılık ve sulh ceza yargıçlığı makamı var. Oysa ortada “Ne istediniz de vermedik”, “Bu FETÖ’yü devlet kadrolarına pompalamakla aldatıldık. Allah’tan af, milletten özür dileriz” cümleleriyle ortaya konmuş bir durum var. Bu durum ise 15 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe teşebbüsüne aslen veya fer’an katılan kişiler ile (yani FETÖ üyeliği ile) zamanında Hizmet Hareketi, Gülen Cemaati veya Fethullahçılar diye anılan yapılanmayı birbirinden ayırmayı gerektiriyor. Bunun kıstası ise Cumhurbaşkanı’nın sıkça değindiği gibi 1725 Aralık’tan sonra dahi Cemaat içinde kalmaya devam etmek değil. İltisak uydurması Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, birtakım zevatın 1725 Aralık’ın Cemaatçi emniyet bürokrasisinin iktidara bir kara çalma operasyonu olduğu konusundaki açıklamaların doğru olmadığı, tersine yargıdan kaçırılmış bir hortumlama olduğunu söyleyen geniş bir halk kitlesi var. Diğer bir ifade ile “Her kim ki, 1725 Aralık olayından sonra hâlâ bu Cemaatin bireyi olarak görülüyorsa, onun gazetesinde yazı yazıyorsa, o darbecidir” varsayımı hukuki değil. Yani savunulacak hiçbir hali olmayan 15 Temmuz girişiminden önce Gülen hareketinin içinde bulunmak, bu hareketin bir yayın organında yazı yazmak, çalışmak hiçbir şekilde suç teşkil eden bir fiil değildir. Suç teşkil eden fiil, bu hareketin içinde bulunup bulunmamaya bakılmaksızın 15 Temmuz darbesine asli veya fer’i şekilde katılıp katılmama şeklinde tecelli etmeli. Ancak bu tip bir fiil suç teşkil edebilir. Halbuki buna bakılmıyor, KHK’lerle getirilen ve yalnızca idare hukuku alanında değerlendirilmesi gereken “iltisak” kavramı, TCK’de yer alan örgüt üyeliği suçuna eklenen yeni bir unsur olarak değerlendiriliyor. Bu da yaşadığımız hukuk trajedilerine neden oluyor. PKK üyeliği iddialarında da aynı zaaf söz konusu. PKK üyesi diye barıştan başka bir şey istemeyen Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve onun gibi onlarca insan yalnızca gazetecilik, sembolik gazetecilik yapmalarına rağmen “terörist” yaftasıyla hapishanelere sokuldu. Ve tüm bunlar terör savcılarıyla sulh ceza hâkimleri tarafından yapılıyor. Ancak bu tersinden tarihe geçen kararlar ülkemize hiç de hayır getirmiyor. “Batı bize zaten düşman” teranesinden önce evimizin içine söyle bir bakmak gerekiyor. Dünya Adalet Projesi’nin 2016’da değil, 2015 (15 Temmuz’dan önce) Küresel Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde Türkiye 80. sırada. Kıyas için söyleyelim: 1. Danimarka, 8. Almanya, 33. Yunanistan, 71. Çin, 75. Rusya, 79. Gürcistan. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Dünya Basın Özgürlüğü endeksinde 180 ülke içinde Türkiye 151. sırada. Yine kıyas için belirtelim: Uganda, Tanzanya, Kenya’nın durumu bizden daha iyi. Bu endeksler daha da sıralanabilir. Fazla yer tutmamak için bu yüz kızartıcı listelere son verirken yazımızı, başta terör savcıları ile sulh ceza yargıçlarını oraya atayan HSYK’nin ve iktidarın ve tüm siyasilerin dikkatlerine sunalım: İçinde bulunduğumuz ve yukarıda yazılı skalalara neden olanlar, bu vatan için hiç de iyi şeyler yapmıyorlar. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi “Bu da böyle biline”. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle