27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Terör, Rus ve Rumen sanatçıları korkuttu Dünyaca ünlü Rus fotoğraf sanatçısı Elena Martinyuk, terör nedeniyle 11’inci Uluslararası Çukurova Sanat Günleri’ne katılamayacağını bildirdi. Rumen kadın şair Niculina Oprea’nın ardından Elena Martinyuk’un da 11’inci UÇSG’ye katılamayacağını açıklaması, Çukurova Sanat Girişimi tarafından üzün tüyle karşılandı. Çukurova Sanat Girişimi yetkilileri ise her şeye rağmen teröre boyun eğmeyeceklerini ve sanatın susmayacağını söyledi. 11’inci Uluslararası Çukurova Sanat Günleri, 2026 Mart 2017 tarihleri arasında Adana Antakya Mersin ve Silifke’de düzenlenecek. l ADANA/DHA Salı 3 Ocak 2017 [email protected] Aşkın beş EDİTÖR: Emrah Kolukısa TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 15 mevsimi “Whiplash”ın yönetmeni Damien Chazelle’in yeni filmi “La La Land Âşıklar Şehri”, uzun yıllardır Hollywood’da yapılmış ilk orijinal müzikal EMRAH KOLUKISA Los Angeles’ta güneşli bir gün, neredeyse her gün olduğu gibi. Trafik olduğu yerde mıhlanmış, insanlar otomobillerinin içinde bunalmaya yüz tutmuş. Aniden başlayan bir müzik, bir şarkı, bir dans... Oldu mu sana Los Angeles “La La Land”! Bu enerjik, coşkun, renkli ve uzun bir tek plandan oluşan giriş sekansı bir yönüyle Fellini’nin “8,5”uğuna, bir yönüyle de Orson Welles’in “Touch of Evil”ına saygı duruşu değilse, ya biz bu mesleği bırakalım ya da Damien Chazelle. Çağımızın müzikali, çağların müzikali İşin doğrusu yılın en çok konuşulan, en çok övülen, sosyal medyada en çok hissi paylaşımı yapılan filmlerinden biri olan “Âşıklar ŞehriLa La Land” birçok filme göndermeler yapan, bir dönemin sinemasına nostaljik bir homage’da bulunan, hatta o döneme öykünen bir müzikal. Şurası bir gerçek ki, “La La Land” için müzikal terimini kullanmakta hiç tereddüt göstermiyoruz zira bu film uzunca bir süredir Hollywood’dan çıkan belki de ilk orijinal müzikal. Malum, 1950’li ve 60’lı yıl ların popüler türlerinden biri olan Hollywood müzikalleri stüdyo sisteminin iflasıyla neredeyse bıçakla kesilir gibi kesilmiş ve Amerikan sineması western ile birlikte bu en popüler türünden vazgeçmişti. 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren müzikali yeniden seyircinin gündemine getirmeye çalışan girişimler olmadı değil (“Romeo+Juliet”, “Chicago” vb.), ama bu filmler 50’lerin müzikalleri gibi değildi. Yani ya eski bir müzikalin yeniden çevrimi/yeniden yorumuydu bunlar, ya da şarkıları hazır (“Mamma Mia”, “The Jersey Boys”), dansları eski (“Chicago” örneğin mütevaffa Bob Fosse’nin koreografisine sahipti), konuları naftalinliydi. Müziğe olan tutkusunu önceki iki filminde (“Guy and Madeleine on a Park Bench” ve “Whiplash”) açık açık ortaya koyan Damien Chazelle’in filmiyse orijinal şarkıları, orijinal besteleri ve orijinal koreografisiyle tam da 50’li yılların müzikallerini model alan ve iki çağ arasında bir köpri kurmaya yeltenen bir film. Chazell’in Los Angeles’taki otoyolda açılan filmi ‘kış’ mevsiminde başlıyor ve sıkışan trafikte önlü arkalı düşüp birbirlerine öfkelenen Mia ile Sebastian’in öyküsünü anlatı yor. Mia (Emma Stone) hayaller şehrinde oyuncu olmaya çabalayan genç bir barista, Sebastian (Ryan Gosling) ise bildiği yolda taviz vermeden ilerleyen ve günün birinde bir kulüp açmayı hayal eden genç bir caz müzisyeni. İkisinin yolu ise ikinci kez, film boyunca müteakip defalar duyacağımız bir melodi sayesinde kesişiyor ve “La La Land”in aşk hikâyesi aslında bu noktada başlıyor. Bu karşılaşmada Sebastian tıpkı önceki sefer olduğu gibi kaba davranıyor gerçi ama Mia’nın duyup da olduğu yere çakıldığı melodiye aşık olmaması ihtimal dışı, eminim siz de aynı duyguyu hissedeceksiniz. Hayalperest iki gencin filmi bölen mevsimler boyunca (kış, ilkbahar, yaz, sonbahar ve nihayet finalde yine kış) süren ilişkisi umutlu başlangıçlar, kırılan hayaller, çatışançelişen duygular, verilen tavizler skalasında seyrederken kimi zaman fonda, kimi zamansa bir hayli ön planda sahne alan müzik, dans ve şarkılar melankolik bir tablonun fırça darbeleri olarak geliyor perdeye. 50’lerin kült filmi “Rebel Without A CauseAsi Gençlik” ve 1955’te (tam da James Dean’in öldüğü yıl) 34 yaşındayken hayata veda Charlie Parker’ın sık sık kar şımıza çıktığı film özellikle fi ki zira Gene Kelley ya da Fred nal bölümünde duyguların Astaire gibi devlerle kıyaslana alabildiğine yükseldiği bir aşk mayacak bir ortalama tuttur solosuna dönüşüyor ki, göz muş Gosling. Sırf kollarına ba yaşlarınız burada kaçıp gide karak bile anlayabilirsiniz; Ge bilir artık, korkmayın. ne Kelly’nin sonsuza uzanır mış gibi duran hareketleriyle Gosling’in aniden kesilen figürleri arasındaki fark bir tercihten zi yade bir bece ri yoksunluğun dan kaynakla nıyor kanımca. Yine de Gosling ve Stone ara sındaki uyum, Sebastian ve Mia, o gün ‘Asi Gençlik’i izlemektedir. Gosling’in enstrüman hâkimiyeti (tıpkı Bir yanıyla başrollerini Ro De Niro gibi, hiç açık vermiyor) bert De Niro ile Liza Minelli’nin ve Stone’un her seferinde bir oynadığı Martin Scorsese filmi başka hikâyeye dönüşen “audi “New York New York”u anımsa tion” (oyuncu seçmeleri) sahne tan “La La Land” söylendiği gi leri akıllardan çıkmıyor. Filmin bi Oscar ödüllerinde öne çıkar Justin Hurwitz (tüm Chazel mı bilinmez ama başrolündeki le filmlerinin orijinal müzikle iki ismin, Emma Stone ve Ryan ri ona ait) imzalı müzikleri tek Gosling’in filmin başarısında kelimeyle harikulade. Özellik önemli pay sahibi oldukları ke le “Mia and Sbeatian’s Theme” sin. Öncelikle Ryan Gosling’in uzun zaman dilinizden düşme hafiften Vincent Gallo’yu andı yecek, her seferinde yüreğini ran şarkı söyleme tarzı hem fil zi burkacak bir melodi. Aşkın me hem de oyuncuya çok ya nasıl bittiğini soruyorsanız, siz kışmış. Bu övgüyü dansları için hiç “Mutlu aşk yoktur” diye bir tekrar edemeyeceğim ne yazık laf duymadınız mı? Şiirden yazıya... ‘Harflerin Büyüsü’ Pierre Barouh ‘Bir Erkek ve Bir Kadın’ın yazarı öldü Şarkıcı ve söz yazarı Pi erre Barouh 82 yaşında hayata veda etti. Barouh, en çok 1966 tarihli “Un Homme et Une Femme Bir Erkek ve Bir Kadın” filminin tüm dünyada popüler olan aynı adlı şarkısı için yazdığı sözlerle tanınıyordu. Claude Lelouche’un yönetmenliğini üstlendiği siyah beyaz film birçoklarına göre Fransız sinemasının en sevilen aşk filmlerinden biri olarak anılıyor ve bunda da Francis Lai’nin bestelediği, Pierre Barouh’un sözlerini yazdığı ünlü şarkının payı bir hayli büyük. Barouh’un Nicole Croisille ile birlikte seslendirdiği şarkı 1967 yılında En İyi Film Şarkısı dalında Altın Küre’ye de aday olmuştu. “Bir Erkek ve Bir Kadın”ın çekimleri sırasında sette Anouk Aimée ile tanışan Pierre Barouch ünlü oyuncuyla evlenmiş ama evlilikleri sadece 3 yıl sürmüştü. 1966 yılında Saravah adlı bir de plak şirketi kuran Pierre Barouh, ayrıca Yves Montand’ın seslendirdiği “La Bicyclette” adlı şarkının da sözlerini yazmıştı. Kaligrafi Sanatçısı Osman Kartaler, Ford Otosan sponsorluğunda “Harflerin Büyüsü” adlı eserlerini İstanbullu sanatseverlerin beğenisine sunuyor. Sanatçının şiir ve kaligrafi konseptli 11’inci sergisinde; ‘İkinci Yeniler’ akımı öncülerinden Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Edip Cansever gibi dua yenlerin ve Cumhuriyet dönemine damga vuran Orhan Veli, Nâzım Hikmet gibi birçok usta şairin şiirleri ve sözleri, kaligrafi sanatıyla buluşuyor. Osman Kartaler’in “Harflerin Büyüsü” isimli sergisi, 0207 Ocak tarihleri arasında İstanbul Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde görülebilir. 2016 Hollywood’un rekor yılı oldu 2016 yılında Kuzey Amerika’da sinema hasılatı açısından yeni bir rekor kırıldı. Yıllık hasılat toplam 11.4 milyar do larla şimdiye kadar elde edilmiş en yüksek sayıya ulaştı. Bir önceki rekor 2015’te kırılmış ve çıta 11.1 milyar dolar olarak belirlenmişti. Yılın en çok gelir getiren filmiyse “Kayıp Balık Nemo” filminin devamı nitelliğindeki animasyon yapım “Finding DoryKayıp Balık Dory” oldu. Film sadece Kuzey Amerika’da 486.3 milyon dolar hasılat yaptı. İlk 5’in 4’ü Disney’in 2016’da Kuzey Amerika’da en çok hasılat toplayan 5 yapımın 4’ü Disney’e aitti. İlk 10’da ise toplam 6 Disney yapımı bulunuyordu. Hollywood’a rekoru getiren ilk beş film ve hasılatları şöyle sıralandı: “Finding Dory” (486.3 milyon $), “Rogue One: A Star Wars Story” (408.2 milyon $), “Captain America: Civil War” (408.1 milyon $) “The Secret Life of Pets” (368.4 milyon $), “The Jungle Book” (364 milyon $) 2016 Eskişehir Tiyatro Ödülü Aslan Asker Şvayk’ın Eskişehir Sanat Derneğinin düzenlediği, Eskişehir Sanat Ödülleri organizasyonu kapsamında verilen ‘Eskişehir Tiyatro Ödülü’nü Şehir Tiyatrolarının “Aslan Asker Şvayk” ad lı oyunu kazandı. Eskişehir Sanat Derneği’nin 15 yıldır düzenlediği ‘Sanat Ödülleri’ töreni yapıldı. Eskişehir’de kültür ve sanatın farklı alanlarındaki kurum ve kişilerin ödüllendirildiği, 2016 Eskişehir Sanat Ödülleri gecesinde tiyatro alanında Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın “Aslan Asker Şvayk” adlı oyunu ödüle değer görüldü. Törende ödülü, Aslan Asker Şvayk oyununda rol alan Şehir Tiyatrosu sanatçıları Ercüment Yılmaz ve Umut Bazlama birlikte aldılar. l Can HACIOĞLU/Eskişehir 2017 ve yine şiddet yine terör Artık hayatımızın bir parçası oldu umutsuzluk, karamsarlık, korku... 2017’ye girdik ve bir saat sonra, Ortaköy’de ünlü bir gece kulübünde onlarca insan bir terör saldırısıyla katledildi. Hayatlar söndü, yuvalar yıkıldı. Türkiye acılı insanların ülkesi haline geldi... Nasıl, geldik bu hale? Bir yanda, gencecik askerlerimizi, polislerimizi şehit veriyoruz. Öte yanda, şiddet azgın bir sel gibi önüne çıkan sivil halkı yutuyor. Kadınlar, çocuklar, analar, babalar yok olup gidiyorlar. Arkalarından ağıtlar yakılıyor, göz yaşı dökülüyor... Hamasi nutuklar ise bir çözüm üretmiyor bunca ölüme, bunca şiddete... Bozkurt Güvenç, “Şehitler, yaralılar, feryatlar, kınamalar; alçak, kalleş, hain teröristlere lanet feryatları, birlikberaberlik ve kardeşlik çağrıları, asla yanlarına bırakmayacağız yeminleri, onun ardından milli seferberlik ilanı yazılı ve görsel medyada birbirini tetikleyerek sürecek gibi görünüyor” diyor, “Herkese Bilim Teknoloji” dergisindeki köşesinde (23 Aralık 2016). Kültürel çöküntü Evet, ülke olarak terör batağına saplanmış durumdayız. Suriye’de bir savaşın içindeyiz. Pek çok açıdan yalnız bırakılmış bir ülkeyiz. Ama, öte yandan, toplum olarak yaşamakta olduğumuz kültürel çöküntüyü de göz ardı edemeyiz. Bu çöküntüye tiyatro penceresinden bakacak olursak: Ünlü İngiliz oyun yazarı Edward Bond’un “Kurtarılmış” adlı yapıtında acımasızlık ve şiddet adeta gündelik hayatın bir parçasıdır... Yönetenlerle şiddetin sokaklara taşması arasında bağlantı kurar Bond. Diğer oyunlarında olduğu gibi, burada da toplumun ekonomik ve kültürel yapısını irdeler ve “Şiddet ve Kültür Üstüne Kısa Bir Not” başlıklı yazısında şöyle der: “İnsanlar genelde içinde yaşadıkları kültürün özelliklerini yansıtırlar; toplumu yönlendiren düşünceler, görenekler... Bu düşünceler ve görenekler genelde toplumu yönetenler tarafından oluşturulur. Bir toplumun yapısını belirleyen de bu oluşumlara gösterilen tepkilerin niteliğidir.” Bizde de, şu son yaşanan terör olayından yola çıkarak etkitepki ilişkisi çok yönlü olarak irdelenmelidir kuşkusuz... Yine Edward Bond’a dönersek; yazar, kültürün insanın ekonomik, politik, sosyal tüm etkinliklerinin mantıksal bütünü olduğunu belirtir. Bu bağlamda, kültürün insana düşünme ve sorgulama yetisi kazandırması kaçınılmazdır ki bunu Amerikalı kültürbilimci Matthew Arnold da vurgulamıştır. Ne var ki, cehaletin bilinçli olarak beslendiği ortamlarda sorgulamalara yer olmadığı bir gerçektir. Böylesi toplumlarda kaçınılmaz olarak şiddet kendine kolayca alan açacaktır. Düşünmek, yorumlamak, araştırmak, eleştirebilmek, dinlemek. Biz, toplum olarak bunları gerektiğince yapabiliyor muyuz? Sanatla beslenmek, bilinçle yaşamak Ne güzel söylemiş Bernard Shaw, “Sanat var olmasaydı , gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı” diye... Ve, Oscar Wilde, hayat ve sanat arasındaki ilişkiden söz ederken, “Sanat, hayatı kendi işlenmemiş malzemesinin bir parçası olarak kabul eder, onu yeniden yaratır ve başka biçimlerde yeniden yoğurur ” derken sanatın bir toplumsal süreç içinde ele alınması gerçeğinin altını çizer. Bu süreci bilinçle yaşayan toplumlarda doğrular ve yanlışlar gerektiğince ayrışabilirken bizim gibi cumhuriyet idealizmini giderek yitiren toplumlarda PISA cehaleti pek çok soruna zemin oluşturacaktır kuşkusuz. Evet, tekrar başa dönersek; kuşkusuz çok boyutlu bir saldırıdır Ortaköy saldırısı. Çevremizde, içimizde terör örgütleri cirit atıyor. Ama şu da bir gerçektir ki Türkiye’de insanların hayat tarzlarına şöyle ya da böyle müdahale edilmektedir. Türkiye’de düşünce özgürlüğü yoktur. Bir baskı çarkı hızla dönmektedir... İnsanlar artık hamasi nutuklar dinlemek, düzeysiz kavgalara şahit olmak, korkularla yaşamak değil, huzurlu soluk alıp vermek istiyor... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle