18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 9 Eylül 2016 Eskiden başımıza gelen her türlü belayı dış güçlere/emperyalizme bağlayıp rahatlardık. Aradan geçen yıllar içinde bu konuda hiçbir şey değişmedi. Şimdi de FETÖ imiş, IŞİD imiş, PKK imiş, “Bunlar bir üst akıl tarafından yönetiliyor” deyip rahatlıyoruz. “İç dinamikler” diye bir gerçek yokmuş gibi. Anlaşılan biz halk olarak, toplum olarak sütten çıkmış ak kaşıklarız, üzerimize hiçbir kötülüğü kondurmuyoruz, konduramıyoruz. Oysa başımıza bela olan her türlü kötülük gibi terör örgütlerinin üreme zemini de kendi topraklarımızdır. PKK de, FETÖ de ülkemizde üremişler, Abdullah Öcalan da Fethullah Gülen de bu topraklarda yetişmiştir. Yapılan araştırmalar Türkiye nüfusunun yüzde 5’inin IŞİD sempatizanı olduğunu ortaya koyuyor. IŞİD militanlarının Adıyaman ve Gaziantep’te yuvalandıkları uzun zamandan beri bilinmektedir. Altyapısı kapitalist, üstyapısı İslami karakterde feodal kalmış bu çarpık düzen terörizm için elverişli koşullar sunmaktadır. İslam, insan ve toplum hayatının her alanını değişmez kurallara bağlayan bir inanç sistemidir. Dolayısıyla her İslami cemaatin nihai hedefi ya iktidar olmak ya da iktidara ortak olmaktır. Hiçbir biçimde içinde reforma geçit vermeyen bir dogmalar bütünü olan İslamın, evrensel anlamda bir demokratikleşmenin/demokrasinin destekçisi olacağını düşünmek ham hayaldir. 1950 yılında iktidara geçen Demokrat Parti’den başlayarak iktidara gelen tüm muhafazakâr par Üst akıl kolaycılığı tiler İslami cemaatleri arka bahçeleri olarak değerlendirmişler, bunlara çeşitli ödünler ve nihayet “her istediklerini” vermişlerdir. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu bu gelişmeyi öngördüğünden, 1924 Anayasası’nda yer alan “devletin dini İslamdır” maddesi 1928 yılında çıkartılarak laiklik benimsenmiştir. CNN Türk’te yayımlanan Didem Arslan Yılmaz’ın “Türkiye’nin Gündemi”, Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge”, Şirin Payzın’ın “Ne Oluyor” adlı tartışma programlarını izliyorum. Bu tartışmalarda muhafazakâr cepheyi oluşturan konuşmacılar her fırsatta başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin kuruluş ilkelerine saldırıyorlar. 1950’den sonra yapılan yanlışların yol açtığı yı kıcı sonuçlardan hiçbir ders çıkarmamışlar. Beyinler bir kez örümceklenince hukukçu, araştırmacı, yazar, gazeteci ya da sendikacı olunabiliyor fakat özgürlükçü, demokrat olunamıyor. Bunların tümü de üst akıl kolaycılığına sığınıyor, başımıza gelen her belada adı/adları bir türlü konamayan dış güçleri işaret ediyor. Somut örneklerden ürküyorlar. Küçük bir örnek vereyim. Şimdi FETÖ’cülükten Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Gazi Üniversitesi rektörü Süleyman Büyükberber’i 5. sırada bulunmasına karşın salt “alnı secdeye varıyor” diye rektör seçen Cumhurbaşkanı bir Japon muydu? 2010 yılında yapılan KPSS sorularını çalarak binlerce yandaşını devlet kadrolarına yerleştirenler Nijeryalı mıydı? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en başarılı subaylarına kumpas kurup hayatlarını karartanlar İtalyan, askeri okullarda cemaate yaklaşmayan öğrencileri okullarından attıranlar Sri Lankalı mıydı? Hepsi bu toprakların insanıydı. Sen bunları görmezden gel, sonra paçan sıkışınca dış güçlere, üst akıllara sarıl. Kusura bakma, yemezler! Ha, dünyada Türkiye’nin önünü kesmek isteyen güçler yok mudur? Kuşkusuz vardır, O zaman salaklıktan vazgeçeceksin, akıllı olacaksın, izin vermeyeceksin. Pek kolay olmayacak biliyorum ama yine de bir deneyin derim... Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA [email protected] Üçgendeki Suriye sorunu Av. EFE TANAY Moskova Rusya ile zedelenen ilişkiler beklenen hızla onarılamamaktadır. Rusya’daki birçok politikacı açısından Türkiye artık temkinli yaklaşılması gereken bir ülke konumundadır ve Putin’in Antalya’da gerçekleşecek olan TürkiyeRusya futbol dostluk maçına gelmeyeceğini açıklaması da bu bağlamda değerlendirilebilecektir. Uçak krizi süresince Rusya, böyle bir hamleyi Türkiye’den beklemediğini belirtmiş, bu sebeple Putin, sırtımızdan hançerlendik deyimini kullanmıştır. Bugün itibarıyla Putin’in, Türkiye’ye tekrar sırtını dönecek kadar güven kazanmadığı söylenebilir. Ancak bölge politikaları açısından ABD ile çıkarları çakışan Türkiye, Rusya’ya daha yakın durma arzusunu açıkça belli etmiştir. Suriye hükümeti ve Rusya açısından ise, Suriye’nin bütünlüğünü desteklediğini belirten Türkiye ile işbirliği yapmak oldukça yararlı bir adım olacaktır. Her ne kadar Rusya ile ilişkiler henüz eski haline dönmemiş olsa da, kısa bir süre içerisinde eskiden de yüksek bir seviyeye taşınabilme potansiyeli günden güne daha da belirginleşmektedir. Suriye’ye müdahale Türkiye’nin Suriye müdahalesi için Rusya ile ilişkilerini düzeltmeyi beklediği hükümet tarafından da son dönemde dile getirilmiştir. Türkiye Suriye’ye müdahale hazırlığı içerisinde, Suudi Arabistan hava kuvvetlerini ülkede ağırlamış ancak bu dönemde Erdoğan’ın belirttiği üzere, Türkiye ABD’den destek, başka bir değişle onay alamamıştır. Ardından, Rusya’dan özür mektubu ile başlayan ilişkilerin düzeltilmesi adımı ve ta Türkiye bölge için önemli bir müttefik olsa da, ABD’li yetkililerin belirttiği üzere Kürt güçleri uzun zamandır yatırım yapmakta oldukları bir gruptur. Mevcut gelişmeler ABD’nin taviz vermemesi halinde Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşacağını göstermektedir ancak Rusya’nın Türkiye’ye sağlayabilecekleri ABD ile kıyaslanamayacak kadar az olduğu somut bir gerçektir. Türkiye’nin Suriye müdahalesi için Rusya ile ilişkilerini düzeltmeyi beklediği hükümet tarafından da son dönemde dile getirilmiştir. kiben yaşanan darbe girişimi sonrasında oluşan durum, Türkiye’nin uzun zamandır beklediği adımı atmasındaki engelleri ortadan kaldırmıştır. Bir başka deyişle Türkiye’nin ABD’ye ihtiyacı azalmıştır. Darbe girişiminin 6. haftasında orduda yaşanan büyük çaptaki tutuklamalara rağmen, TSK Suriye’ye girmiş ve son bir yıl içerisinde 18 kez bombalı saldırıda bulunmuş olan IŞİD ve PKK ile doğrudan bağlantılı olan PYD ile sıcak çatışmalar başlamıştır. Ancak ABD’nin açık bir şekilde PYD’nin arkasında duruyor olması sürecin geleceğini belirsiz kılmaktadır. ABD ile çıkar çatışması Darbe girişimi öncesinde FETÖ örgütlenmesinin ordudaki gücü artık yadsınmaz bir gerçek olarak kabul edilmektedir. Bu örgütün Rus jetinin düşürülmesindeki etkisi ciddiyetle dikkate alınması gereken ama ispatlanması da zaman alacak bir ihtimaldir. Yalnızca 17 saniye süren hava ihlali içerisinde vurulan Rus jetinin askeri uzmanların belirttiği üzere, önceden planlanmadığı taktirde gerçekleşmesi mümkün değildir. Putin’in, Rusya’nın hava operasyonu bilgilerinin ABD’ye verildiğini yine bu dönemde açıkça ifade etmiş olması ise unutulmaması gereken başka bir bilgidir. Aylar sonra netleşen durum, Türkiye’nin tehlikeli bir oyunun ortasında kaldığı ihtimalini doğurmaktadır. RusyaABD dengesi ve PYD 29 Haziran’da toplanan Milli Güvenlik Kurulu, PYD’nin Fırat Nehri’nin batısına geçmemesini ve bu konunun Türkiye için bir kırmızı çizgi olduğunu bir kez daha ifade etmiştir. Fırat’ın batısındaki Menbiç şehrinin IŞİD’ten temizlenmesinin ardından, PYD’nin, ABD’ye taahhüt ettiği şekilde şehri Arap güçlerine bırakarak Fırat’ın doğusuna çekilmemesi, Fırat Kalkanı harekâtını tetikleyen hadiselerden biri olmuştur. 15 Ağustos’ta Pentagon sözcüsü Adrian RankineGalloway, PYD’nin önceden kararlaştırıldığı gibi bölgeyi terk edeceğini belirtmiştir. Ancak fiili durum bu şekilde gerçekleşmemiştir. Fırat Kalkanı operasyonu ile NATO üyesi ABD ve Türkiye, PYD üzerinden karşı karşıya getirmiştir. Türkiye bölgede önemli bir müttefik olsa da, ABD’li yetkililerin belirttiği üzere Kürt güçleri uzun zamandır yatırım yapmakta oldukları bir gruptur. Mevcut gelişmeler ABD’nin taviz vermemesi halinde Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşacağını göstermektedir ancak Rusya’nın Türkiye’ye sağlayabilecekleri ABD ile kıyaslanamayacak kadar az olduğu somut bir gerçektir. ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisi yalnızca askeriye ile sınırlı olmayan bir derinliktedir. Dolayısıyla, Erdoğan’ın Rusya yakınlaşmasının, yalnızca bir koz olabileceği düşünülebilir. Hükümet, Rusya kartını kullanarak, son aylarını yaşamakta olan Obama hükümetinden bir artı sağlamayı planlıyor olabileceği gibi bunu yalnızca B planı olarak da elinde tutuyor olabilir. Süreç ne şekilde gelişirse gelişsin, ordunun Suriye’ye girmiş olması Türkiye’nin artık daha ciddiyetle dinleneceğini ortaya koymaktadır. 9 EYLÜL 2016 SAYI: 33210 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler Mine Esen Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.03 04.50 05.14 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 06.32 13.08 16.41 19.32 06.17 12.53 16.26 19.16 06.40 13.16 16.49 19.39 Yatsı 20.54 20.37 20.58 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] [email protected] yorum 13 Rüzgâr eken... Bu yıl Eylül ayı ülkemizde, çok gümbürtülü sazlı değil sözlü, özellikle de “Adli Yıl Açılış Töreni”yle “dimdik” ayakta karşılandı. Böyle olmalıydı; çünkü bu “Tören”in, bu yılki “1 Eylül”e damgasını vurması için gereken hazırlıklar daha “Mayıs” ayında başlatılmıştı, “Erdoğan” ile “Yüksek Yargıçlar”ın birlikteliğiyle; Erdoğan, “Cumhurbaşkanı” olarak; “Yüksek Yargıçlar” da yeni görevleriyle, “refakatçi” olarak. Bu üç “Yüksek Yargıç”, “Yargıtay Başkanı İ. Cirit”, “Danıştay Başkanı Z. Güngör”, “Sayıştay Başkanı R. Akyel”, Erdoğan’ın “Mayıs” ayı gezilerine “refakat” edip hep birlikte çayırçimen dolaşarak bu yeni görevin gereğini yerine getirmişler, “Rize”ye varıp Erdoğan’ın çay tarlalarında yapacağı “Çay Hasadı” gösterisine ellerinde makaslarla şenşakrak katılmışlardı, o “21 Mayıs” günü... Üstelik bu “Yüksek Yargıçlar”ımız belli ki istekle yaptıkları bu görevi Rize’de noktalamamışlar Erdoğan’ın Kırşehir’i ziyaretinde de sürdürmüşler, ülkemizin “tarafsız, yansız bir Cumhurbaşkanı (!)” olarak kendisinin “ana muhalefet”i hedef alan konuşmasına “alkışlarıyla” katılıp, “CHP”ye yaptığı eleştirileri böylece onaylayıp, “refakatçi” olarak da görevlerini tam bir “liyakat”la yerine getirmişlerdi; bizler de bu “tarihsel ortaklık”ın bütün ayrıntılarını “TV”lerin canlı yayınlarında izleyerek “tanık” olmuştuk. Oysa yalnızca bu üç “Yüksek Yargıç”ın değil, “laik çağdaş hukuk”un yürürlükte olduğu bir ülkede “tüm” yargıçların görevleri süresinde kendilerini “siyasal çevre”den ayırıp soyutlamaya dikkat etmeleri, buna gayret göstermeleri gerektiği bilinir, kabul edilir. Buna karşın, Rize’de sergilenen “ortak mesai”nin hâlâ sürdürüldüğü, dahası bunun, “Yargıtay”ca yapılan geleneksel “Adli Yıl Açılış Töreni” için bir deneme (prova) olduğu, “1 Eylül”deki açılışla ortaya kondu. Erdoğan, bu yılki Törenin toplumun yerinde olarak “Kaçak Saray” dediği Cumhurbaşkanlığı mekânında yapılmasını buyurmuş; böylece “Yargı”nın “tarafsızlık” ilkesini ne denli umursadığını, bir de bu yolla belirtmiş oluyordu(!). “1 Eylül” sabahı, “Yüksek Yargıçlar”, öteki “yargıçlar”, kuşkusuz “Cumhuriyet Savcıları”, Erdoğan’ın “milletine tahsis ettiği” salonda yerlerini almışlar kendisini bekliyorlardı; “Erdoğan” salona girer girmez, anında “ayağa kalktılar”; içlerinden kimisi, iliklemek için ilik, düğme arayıp cüppesini çekiştirse de, Cumhurbaşkanı’nı dimdik “ayakta” karşıladılar... Değerli dostlar, böylece bir kez daha, yargıçlar yargının temeli olan “tarafsızlık” ilkesini ne denli umursadıklarını ortaya koymuş olmuyorlar mı? Dolaysiyle Erdoğan’ın, ağzından düşürmediği “birlik” söylemini, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine de uygulayarak, “kuvvetler birliği”ni oluşturup, “üç erk”i de avucunun içine almasını kolaylaştırmış, desteklemiş olmuyorlar mı? Nitekim törende konuşan Erdoğan, isteklerini söyleyip bunların “hızla” gerçekleştirilmesini açıkça “yargı”ya buyurdu; böylece “yargıçlar”dan da bu istekleri doğrultusunda kararlar almalarını bildirmiş olmuyor mu? Yaratılan bu durum karşısında, “Başkan Cirit”in yaptığı açık konuşmasında, “Hukuk devletinde, hukukun üstünlüğünün, ancak ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin tam olarak uygulanması ile gerçekleşeceğini” belirtmesini, bir bakıma bu “ikircikli” tutumu nasıl karşılamalı? Pek sakıncalı olan bu tutum karşısında, “CHP lideri Kılıçdaroğlu”, “2016”nın “Adli Yıl Açılış Töreni”ne hem katılmadı, hem de töreni “tam bir yüzkarası” olarak değerlendirdi. Ayrıca yargıçların neredeyse Erdoğan’ın her dediğini alkışlamalarını da eleştirdi; bu tutumun, “yargı yürütmenin emrine girdi, siyasete bulaştı” demek olduğunu da vurguladı. Ve Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun bu eleştirilerini, “çok ayıp!” diye karşıladı; “yüzkarası” söylemi için de, “çok çirkin” dedi, ardından “kendisine yakıştıramıyorum” vurgusuyla da bir bakıma “siyasiler böyle bir dil kullanmamalı!” uyarısını yapıverdi; sanki, yurttaşına “ulan” diyen, “ananı al da git” ya da “ulan İsrail dölü” diye bağıran kendisi değilmiş gibi; ya “Kelle!” söylemi... “Rüzgâr eken fırtına biçer!” derler... “14” yıldır yarattığı bu “fırtınalar”la ülke savrulup duruyor... MEHMET KARAKUŞ (1938 1998) “Bana bir varmış de... Bir varmış bir yokmuş deme İçime dokunuyor...” (Can Yücel) BİZİM İÇİN HEP VARSIN AİLESİ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle