17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Özgür Mumcu’nun Barış Makinesi Random House’da Gazetemiz yazarı, edebiyatçı Özgür Mumcu’nun geçen haziranda basılan April Yayıncılık etiketli ilk romanı “Barış Makinesi”nin hakları, dünyaca bilinen yayın kuruluşu Random House’un Almanya birimince satın alındı. Frankfurt Kitap Fuarı’nda görücüye çıkan kitabın İngilizce çevirisini de Mark David Wyers üstlenmişti. 16 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] Çarşamba 28 Eylül 2016 ‘Mozart’la çocuklara KONUK YAZAR dinlemeyi anlatacağız’ FAZIL SAY Gideon Klein Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nın (DÇSO) kuruluşunun 11. yılında sahneye çıktığı müzikli gösteri “Mozart’ın Sihirli Dünyası” 2 Ekim’de Ankara’da sahnelenecek. DÇSO Müzik Direktörü Prof. Rengim Gökmen, çocuklara Mozart’ı tanıtıp özellikle karşındakini dinlemenin önemini anlatacaklarını söylüyor. Can erok Genel Müzik Direktörlüğü’nü Prof. Ren gim Gökmen’in üstlendi ği Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası (DÇSO) her 23 Nisan’a özel projeler üre EZGİ ATABİLEN terek, müziğe meraklı çocuklara hem klasik müzik sevdası aşılıyor hem de çocukların yaşıtlarıyla beraber bu gü ğı “Mozart’ın Sihirli Dünyası” bu özgünlüğünü disiplinlerarası ilişkinin kattığı zenginlikten alıyor aslında. Çünkü gösterinin yazar yönetmenliğini üstlenen Murat Göksu; Mozart’ın “Sihirli Flüt” operasından yola çıkmış ama günün sonunda tiyatro, opera, sinema ve klasik müziğin aynı sahnede, birbirini destekler ve tamamlar şekilde sunulacağı bir gösteri çıkmış ortaya. Rengim Gökmen’in şefliğinde DÇSO, Mozart’ın “Sihirli Flüt” operasından, sahnede anlatılacak masala uygun bölümleri seslendirir ve gösteriyi dahi bestecinin başka eserleriyle de zenginleştirirken, sahnede sevilen çocuk oyuncu Ata Berk Mutlu ile oyuncu zel bayramı müziğin verdiği coşkuyla kutlamalarına imkân yaratıyor. 11. yılını kutlayan DÇSO, geçen 23 ‘Hoşgörü, saygı ve empati’ Nisan’da “Mozart’ın Sihirli Dünyası” adlı gösterisini seslendirmişti. Şimdi aynı gösteri 2 Ekim Pazar günü saat “Etkinliğimize gelecek bütün çocuklara önemli mesajlarımız olacak. Mesela Türkiye’de aslında güçsüz olana uygulanan bir şiddet var. 14.30 ve 17.00’de Ankara MEB Şura Kadına şiddet, çocuğa şiddet olarak sınırlamak istemiyorum. Şiddetin önüne Salonu’nda müzikseverler ve çocuk geçmeye çalışıyoruz ama bir yandan da televizyonlarda, özellikle dizilerde larla buluşacak. şiddete dair olağanüstü kötü mesajlar veriliyor. Gösteride sadece şiddet Şef Rengim Gökmen’in “Geçen yıl karşıtı değil, hoşgörü, saygı, empati kavramlarına yönelik mesajlarımız larda sahnelenenlerden daha öz da var. En önemli şey konuşmak değil, dinlemektir, diyoruz öncelikle. gün bir gösteri” olduğunu vurguladı Dinleyeceksiniz karşınızdakini. En önemli ve en zor olan şey budur.” Bir zamanlar operamız... Serhat Kılıç ve Ata Berk Mutlu. Serhat Kılıç, Mozart’ın çocukluk ve yetişkinlik dönemlerini canlandıracaklar. Bir yandan başarılı opera sanatçıları DÇSO’ya sesleriyle eşlik ederken, sahnenin hemen arkasındaki beyazperdeye de eserde anlatılanları destekleyecek görüntüler düşecek. Gösteride çocuklara Mozart’ı tanıtmayı ve onun aracılığıyla güzel mesajlar vermeyi hedeflediklerini belirten Rengim Gökmen, bu yılki gösteri için niçin Mozart’ı seçtiklerini şu sözlerle ifade ediyor: “Mozart dünya müzik tarihinin en özellikli ve en gizemli bestecisi bence. 36 yıllık bir ömre sığdırmış olduğu eserleri bugün kopya etmeye başlasanız, 36 yıla sığmaz. Mozart’ı bütün toplumların tanıması, hem kendi hem dünya müziklerini anlamaları, soyut ve yaratıcı düşünceye yaklaşabilmeleri için çok önemli bir adım.” Leyla Demiriş, gencecik yaşında henüz korodayken yeteneğini belli etmiş ve solist olarak operalarda rol almaya başlamış. Lirik soprano niteliğinde, güzel bir ses rengi vardı. Sahneye yakışan duruşuyla yarattığı kimlik dikkat çekiciydi. Doğum yılı ve ölüm yılına bakınca, zaten anlamıştım... Geçen hafta Münih’te, Bayerischer Rundfunk oda orkestrası ile prova arasındaydık. Masanın üstünde orkestranın çalıştığı eserlerin notaları duruyordu. Onlara göz atıyordum. Bir anda şöyle bir oda senfonisinin kapağını gördüm; Gideon Klein (19191945) Önce ölüm tarihi dikkatimi çekmişti. 1945: 2. Dünya Savaşı’nın bittiği yıl. Doğum yılına bakıp hesaplayınca, irkildim, 1919; sadece 26 yıl yaşamış biri bu, gencecik yaşta ölmüş... Ölmüş?? İsme bir daha bakınca (Yahudi ismi) her şey anlaşılıyordu. Toplama kampında öldürülmüştü... Notayı incelemeye başladım. Hayatımda ilk kez duyduğum bu besteci, beni büyülüyordu. Bu eser kesinlikle bir deha çiziğiydi... Provadan sonra ‘Google a girdim: Klein. Çek besteci piyanist. Bir harika çocuk. Gençliğinde çalışkan bir deha. Bir nevi, Kafka’nın müzisyen hali. En çok şarkı bestelemiş. Hölderlin’in şiirlerini. Tonlarca eser yazmış. Evet. Asla yanılmamışım; Toplama kampında öldürülmüş. (Polanski’nin “Piyanist” filmi vardır, o da bir Polonyalı Chopin piyanistinin hayatını anlatır toplama kampında) benzer bir yaşamöyküsü... Pazartesi tüm piyano eserlerini ısmarlayıp çalışmaya karar verdim. Tarkovski’nin sözüdür; “Dünya mükemmel olmadığı için sanat var”... Dünyanın şu tuhaf haline bakın. İnsanoğlu ne kadar güzel bir dünya yaratması mümkünken, evrenin öte ucuna keşfe çıkması gerekirken, burada birbirini ezip duruyor. İnsan ırkı... Onurdan çok utancı temsil ediyor yaptıklarıyla. Ve bununla gurur da duyuyor. Bu yola dur diyeceğiz. Hep beraber dur diyeceğiz. Yakın zamanlarda İstanbul operasından bas Attila Manizade’den sonra soprano Leyla Demiriş’i de yitirdik. Onların en verimli oldukları dönemi anımsarım. O zamanlar Atatürk Kültür Merkezimiz vardı. O binanın kapısından girmek, merdivenlerini çıkıp büyük salonda bir opera prömiyeri izlemek, gençlik yıllarımızın eşsiz anılarıdır. Elimize aldığımız program notlarında ilk iş o gece kimler söylüyormuş, aynı rollerin ikinci kastı kimlermiş, öğreniverirdik. Perde açılmadan önce dinlediğimiz uvertürle orkestranın notunu verenler kendi aralarında fısıldaşırlardı! Sonra sahnenin parlak ışığında abartılı makyajlarıyla başrol oyuncuları, küçük rollerdekiler, koristler, dansçılar anlatılan öyküyü canlandırırlarken yine büyüklerimizden şunları duyardık: “Bir de öteki kastı izlemeli”, “Bu gece prömiyer olduğu için aksaklıklar var, birkaç temsil sonrasında yine gelmeli”... Kimi sanatçı için duyduklarımız, “Sesi parlak ama sahnesi yok” veya “Önceki rollerine göre çok başarılı” gibi karşılaştırmalı saptamalardı. Temsil bittiğinde ise izleyiciler bütün emeği geçenleri avuçları yanana kadar alkışlar, övgülerini belirtirlerdi. Benim anımsadığım dönemden, Ayhan Baran, Erol Uras, Attila Manizade, Mete Uğur, Ender Arıman, Suna Korat, Işın Güyer, Melek Çeliktaş, Leyla Demiriş, Alis Manukyan, Meral Manizade, Oya Tekin gibi isimler doruktaydı. Sonradan solist olan sanatçıların birçoğu opera korosunda söylerken kendini göstermiş isimlerdi. Leyla Demiriş de öyleydi. Gencecik yaşında henüz korodayken yeteneğini belli etmiş ve solist olarak operalarda rol almaya başlamış. Başkadın oyuncu (prima donna) olarak rol aldığı temsillerden Tosca’yı anımsarım. Lirik soprano niteliğinde, güzel bir ses rengi vardı. Sahneye yakışan duruşuyla yarattığı kimlik dikkat çekiciydi. Eşi, besteci Okan Demiriş, onun sesi için konser aryaları ve operalar bestelemişti. Karyağdı Hatun’daki o zor şarkı ları yaşayarak söylediğini, hatta söylerken gözyaşları içinde duygulandığını anımsarım. Bu vesileyle bizim üçüncü kuşak Cumhuriyet bestecilerimizden Okan Demiriş’i (19422010) de anmak isterim. Operalarında, librettonun akışına göre, halk müziğini, geleneksel müziği, gizemsel İslam ilahilerini ve mehter müziği motiflerini de kullanmıştı. Dördüncü Murat, Karyağdı Hatun, Yusuf ile Züleyha başlıca operalarıydı. Onların da başkadın rolünü hep eşi, Leyla Demiriş söylemişti; zaten onun sesi için yazılmıştı. Şimdi bu sanatçılarımızdan geriye kalan CD’lerin bir kez daha değerlendiğini anlıyorum: Okan Demiriş’in Piyano Konçertosu, Konser Aryaları (Leyla Demiriş solistliğinde) ve Pasinler Süiti’nin yer aldığı Stüdyo Marşandiz kayıtı; Leyla Demiriş’in Tosca, Turandot, Cavalleria Rusticana ile Okan Demiriş operalarından seçmelerle söylediği özel bir kayıt; Attila Manizade’nin Erol Erdinç yönetimindeki Sofya Radyo Senfoni eşliğinde söylediği aryaların Umar prodüksüyon olan kaydı. Zaim’in ‘Rüya’sı ekimde vizyonda Derviş Zaim’in senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği yeni filmi “Rüya” 21 Ekim Cuma günü vizyona giriyor. Filmdeki rolüyle Gizem Erdem, Adana Film Festival’inde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü almıştı. Film, hayallerini gerçekleştirmek isteyen genç mimar Sine’nin istemeden içine düştüğü bir suç grubu ile savaşını anlatıyor. “Rüya”, ayrıca Derviş Zaim’in Türk geleneksel sanatlarından ve doğadan esinlenen filmlerinin kesiştiği bir yapım olma özelliğini de taşıyor. PTbeaarbnistae’stnıeH’inerge Asıl adı Georges Remi olan ve yarattığı ‘Tenten’ karakterinin maceraları ile dünyaca tanınmış Belçikalı çizer Herge’in yapıtlarını içeren büyük bir retrospektif sergi, Fransa’nın başkenti Paris’teki Grand Palais’de açıldı. 1969’da verdiği bir söyleşide, çizgi romanın da gelecekte edebiyat veya sinema gibi hak ettiği yere geleceğini biyografisini yazan Philippe Goddinin’e anlatan sanatçının eserleri, bugünden başlayarak 15 Ocak’a değin izlenebilecek. Herge’in 1939’dan günümüze ulaşan “Kral Ottokar’ın Asası” Tenten macerasına ait son iki sayfanın özgün karesi, geçen nisan ayında 1 milyon 200 bin dolara alıcı bulmuştu. Tenten’in 1937 ve 1958 arası maceralarını içeren bir seri ise, iki yıl önce 2 milyon 600 bin Avro’ya rekor bir bedelle satılmıştı. l Kültür Servisi Türkiye’nin Oscar aday adayı: Kalandar Soğuğu T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile sinema alanındaki meslek örgütlerinin temsilcilerinden oluşan 17 kişilik seçici kurul, Amerika’da yapılacak 89. Akademi Ödülleri (Oscar) En İyi Yabancı Film Dalında Türkiye Adayını belirledi. Başvuran dokuz filmin değerlendirildiği kurulda, yönetmenliğini Mustafa Kara’nın yaptığı “Kalandar Soğuğu” filmi seçildi. l Kültür Servisi Kültür mirası ‘katili’ne hapis cezası Hollanda’daki Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi, Mali’nin kuzeyindeki antik kent Timbuktu’da yer alan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası tehlike altındaki yapılar listesinde de bulunan eserleri tahrip eden aşırı İslamcı militan Ahmed El Faki El Mehdi davasında karara vardı. Mahkeme, duruşma sırasında beklenmedik biçimde af dileyerek suçunu üstlenen ve 15’inci Yüzyıl’dan kalma bir Sidi Yahya Camii ile dokuz mozoleyi yok eden El Mehdi’yi dokuz yıl hücre hapsiyle cezalandırdı. Bu, mahkeme tarihi için de bir ilk olma özelliğini taşıyor. Karar açıklamasında bir metin paylaşan yargıçlar, El Mehdi’nin eylemlerinin “Timbuktu halkının yüreğini parçalamayı hedeflediği”ni kaydederek, bu eserlerin UNESCO listesinde yer alışından da ötürü, saldırıların “yalnızca Timbuktu’nun inanan halkına değil, tüm Mali ve uluslararası camiayı” etkilediğini vurguladı. Verilen kararda, 30 yıla yakın ceza alabilecek olan ElMehdi’nin yaptığı pişmanlık dolu itiraf ve affedilme talebiyle, suçu tek başına işlememiş oluşunun etkisi olduğu değerlendiriliyor. İlgili davanın, Afganistan’da Taliban tarafından 2001’de havaya uçurulan Bamiyan Budaları ile Suriye’de IŞİD tarafından tahrip edilen antik Palmira kentiyle ilgili hukuki girişimler adına da emsal teşkil etmesi umuluyor. l Kültür Servisi C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle