17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 25 Eylül 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY Yaşasın 23. Uluslararası Adana Film Festivali! Hani acaba sevindirik mi oldum? Çünkü bir haftadır Adana’dayım ve yurdumun şu karanlık günlerinde, kendimi yeniden o eski güzel günlerde olduğu gibi, inançlı, keyifli ve hayata dair yüzlerce soru soran, yanıt bulmaya çalışan filmler içinde kaybolmuş gibi hissediyorum. Her yerde, her köşede Tarık Akan bana eşlik ediyor. Bu güzel bir kayboluş, Derviş Zaim’in yarışma filmi gibi bir Rüya’dayım sanki. İşçi sınıfının has yönetmeni Ken Loach’un “Ben, Daniel Blake” adlı filminde bir İngiliz inşaat işçisinin, hastalanınca işsizlik parası alabilmek için yaptığı mücadelede nasıl yenildiğini izleyip, Kıvanç Sezer’in İstanbul’daki bir inşaat işçisinin, hâlâ memlekette deprem konteynırında yaşayan ailesinin bir TOKİ evine geçip o evin taksitlerinin ödenebilmesi için kendini feda etmesini anlatan “Babamın Kanatları” adlı filme giriyorum. Her iki film de epeydir unuttuğumuz işçi sınıfından ve yoksulluktan söz ediyor. Kapitalizm kırbacını acımasızca indiriyor. Dünyanın her yerinde! Bu arada, her şeyin zıvanadan çıktığı toplumsal hayatımıza el atanlar da var. Mehmet Can Mertoğlu’nun “Albüm” filmi bunun başarılı bir örneği. Bir ilk film. Antalya’da otuzlu yaşlarında bir çift var, çift doğal yollarla çocuk sahibi olamadıkları için, yeni doğmuş bir çocuğu sahiplenmeye karar verirler. Ama çocuğun kendilerini gerçek annebaba olarak bilmesini de isterler. Peki, ne yaparlar? Efendim, çiftin kadın kahramanını hamileliğin çeşitli aşamalarında gösteren bir albüm oluşturmaya başlarlar. İş bu kadarla bitmez, yeni doğum ünitesinde başarılı bir mizansen hazırlayıp albümlerini tamamlarlar. Evlenemediği için damatsız düğün yapan kadınların yaşadığı bir ülkede bu neden olmasın? Harika bir iş. Üstelik sosyal medyada artık bebişinizin bütün gelişim fotoğraflarını paylaşıp mutlu olabilirsiniz. Onlarca kısa film, belgesel ve uzun metrajlı filmin gösterildiği festivalde, ben ancak bunları izleyebildim. Çünkü dört yıldır bir hafta boyunca sürdürdüğüm Altın Koca Kısa film atölyesi bu yıl da beni bekliyordu. Ben bu “Bereketli Toprakları” seviyorum, atölye her yaştan, her meslekten Adanalılar ve konuklarla doluydu. Dolu olan sadece atölye mi? Yarışma filmleri, kısalar, belgeseller de doluydu ve yer bulamayanların epeyce şikâyet ettiği söyleniyordu. Ne derseniz deyin Adana bir sinema ülkesi. Burası benim sevdiğim bir deyişle Adana Cumhuriyeti! Örneğin üç yıldır atölyemize devam eden bir fotoğrafçı dostumuz var, adı Serdar Kırkbabaoğlu. “Kimsin Sen Lan” adlı kendi imkânlarıyla bir saat otuz dakikalık bir film çekmiş, bir başka Adanalı oyuncu Aytaç Arman da onu kırmamış, küçük bir bölümünde oynamış. Bu kentte çocuklar daha sekiz yaşında film yapmaya, senaryo yazmaya başlarlar. İşte onlardan biri Pelinsu’ydu. İlk Tokat adlı projemiz için öyle bir hikâyeler getirdi ki, 16 yaşındaki Pelinsu’nun cesareti, çok görmüş çok geçirmiş beni bile etkiledi. Tam beş gün, kapandık bir salona ve Prof. Dr. Savaş Arslan bize alışılmışın dışında bir sinema tarihi anlattı ve küçümsenen Yeşilçam filmlerinin değerinden söz etti. Yönetmen ve senarist Hakan Haksun bir senaryonun nasıl filme uyarlanabileceğini örneklerle gösterdi, oyuncu Aytaç Arman oyunculuğun özellikle de objektif oyunculuğun püf noktalarından söz etti, konservatuvar öğrencileri onu bırakmak istemediler, avukat ve bir sanat aktivisti Sedef Erken, özellikle sinema dalındaki örgütlenmelerle neler başarıldığını, aylardır alınamayan kaşelerin nasıl alındığını anlattı. Harikaydı. Sonra görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış, kamerayı, kurgucu Ali Ağa kurgunun bir filmi nasıl yüceltip nasıl batırabileceğini örneklerle aklımıza soktu. Sonra ben ve ekibim, Pelinsu’nun öyküsünü çekmek için yola çıktık. Biz şu anda filmi çekiyoruz. Neşeyle, umutla... Ve her yıl ilk kez yapıyormuşçasına... Çalışan tüm festival ekibine, geçen yıl pek çok sinema festivali yapılamazken, “sinema eğlence değil sanattır” diyerek festivali yapma kararı veren Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’ye teşekkür ediyoruz. Devamlılık esastır, iş sinema festivali olduğunda! 25 EYLÜL 2016 SAYI: 33226 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler Mine Esen Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.21 05.07 05.31 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 06.48 13.03 16.23 19.05 06.32 12.47 16.08 18.50 06.54 13.10 16.32 19.14 Yatsı 20.25 20.08 20.30 1792 yılında 16. Louis’nin kellesini uçuran genç Fransız cumhuriyeti, yüzyıllarca süren krallık armalarının yerine geçecek yeni bir sembol yaratmak zorundaydı. Adı, elbette “özgürlük” olacaktı. Ama eşitliği, kardeşliği, cumhuriyeti ve devrimi de çağrıştırmalıydı. Ancak bir kadın sureti simgeleyebilirdi bütün bunları. Çünkü sıralanan temel kavramların hepsi “la” ile başlıyordu, yani dişi sözcüklerdi. Tıpkı ülkenin adı “La France” gibi dişi... Fransız cumhuriyetinin ilk “Özgürlük Hanım” kalıpları, 25 Eylül 1792’de döküldü. Başında Frigyalılardan bu yana azatlık simgesi olarak bilinen “kızıl” bir külah taşıyordu. Külahın üstüne bir horoz tünemişti! Boynuna bir sarkaç asılıydı. Horoz eski Fransa’nın sembolüydü, sarkaç yeni cumhuriyet adaletinin... Dekoltesi cömertti, Özgürlük Hanım’ın. Pembe uçlu, küçük ve diri memeleri vardı. Rejimin yeni alametifarikası, kelimesi kelimesine: “Gögüslerini tüm Fransızlara sunan cumhuriyetçi Fransa” ibaresini taşıyordu. Sunmaktan elbette emzirmek anlaşılıyordu! HHH İnanılmaz bir cinsel çekicilik taşıyan proje desenleri, Papaz Gregoire adlı devrimci din adamı tarafından çizilip cumhuriyet meclisine önerilmiş ve kabul edilmişti. Aynı tarihlerde Marsilya halkı, bir ayakkabı tamircisinin yazıp bestelediği “Marianne” şarkısını mırıldanıyordu. Şarkıdaki Marianne halktı, Fransa’ydı. Güzel bir kadındı. Çok acı çekmiş, hasta düşmüştü. Krallığın çöküşünden bu yana illetini yenmiş, iyileşmişti... Fransız cumhuriyetinin ilk Özgürlük Hanım heykeli Marsilya kentinin göbeğine dikildiğinde, halk kendisine Marianne deyiverdi. Ancak o gün bugündür tüm cumhuriyet kurumlarını süsleyen heykel ile Marianne adının ülke çapında bir araya gelmesi için 1851’de Paris komünü kahraman KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Kadının iki adı var, o da bizde yok! larından Berrichon Felix Pyat’ın yazdığı siyasal yergiyi beklemek gerekti. Cumhuriyet ve özgürlüğün adı, artık Marianne’dı. HHH Marianne’lı ilk pul, 1849 yılında basıldı. Hâlâ da basılmakta. Cumhurbaşkanlığı sarayından mahkeme salonlarına, meclis koridorlarından belediyelerdeki nikâh törenlerine, tüm resmi işlemler onun önünde yapılmakta. Fransa tarihindeki devrim, karşıdevrim, imparatorluk, diriltilen krallık ve sonunda geri gelen cumhuriyette hep onun damgası var. Kimi rejim memelerini kapatmış, kimi açmış. 1886 yılında, Fransa’nın armağanı olarak ABD’ye gönderilip New York’a dikilen Bartoldi’nin eseri kadın suretindeki Özgürlük Anıtı, Marianne’dan başkası değil! Eugene Delacroix, Picasso, Dali ve daha niceleri Marianne’ı yüzyıllar boyunca resimlediler. Rodin [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] FETÖ’cü balet neden yok! “Dünyanın en talihsiz müzisyenleri, balerinleri, opera sanatçıları Ankara’da!” Ayıptır söylemesi böyle yazılar yazmış, konuşmalar yapmıştım! Bu belki, Devlet Opera ve Balesi’nde sahnelenen, Uluslararası Istanbul Festivali’nde de temsil edilen “Insan... Insan” adlı balenin librettosunu ve koro metnini yazmış olmanın gereksiz duyarlılığındandı. Ama itiraf etmek gerekir ki, asıl neden Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndaki (CSO) mutsuz huzursuz müzisyen arkadaşlarımın dolduruşuydu: “Abi ya, çalıştığımız yerin tabelasında ve taşıdığımız kimlikte ‘Cumhurbaşkanlığı’ sıfatı yer alıyor. Ama Cumhurbaşkanı bizi ‘süne zararlısı’ gibi görüyor! Hatta bize düşman!” “Ben de epeydir konsere gelemiyorum! Niye düşman olsun ki?” Biri, “Ama...” diye elini kaldırıyor: “Bir kere bile salondan içeri adımını atmadı!” Bir başkası da bu söze itiraz ediyor: “Hayır, Sayın Gül, iki kez geldi. Ama Gül de turneye çıkmamızı bekledi. Birinde Kayseri’deyken ötekinde de Frankfurt’ta iken geldi.” Biri daha söze giriyor: “Ama Erdoğan hiç gelmedi!” Bir başkası da ona itiraz ediyor: “Hayır, Tayyip Bey geldi. Bir kere Emine Hanım’la birlikte Itri özel konserimize gelmişti!” Ona da başkası itiraz ediyor: “Ama o zaman daha Cumhurbaşkanı değildi!” HHH Herkesin derdi on, bizim Senfoni’deki müzisyenlerinki yüz on! CSO’da 110 dolayında müzisyen çalıyor yani enstrüman çalıyor. 4050 kadar da yardımcı ve idari personel var. Çoğunluğu çoktan alışmış. 14 yılda nelere alışılmaz ki!.. Ama hâlâ umutla “takdir edilmeyi” uman, bunu da “Patron” olarak gördükleri Cumhurbaşkanı’ndan bekleyenler var! Içlerinden en kıdemlilerden birisi, “Daha çok beklersiniz!” diyor. Ona da bendeniz itiraz ediyorum: “Hayır. Sayın Erdoğan mutlaka gelecektir. Hem sizi, hem de Devlet Opera ve Balesi sanatçılarını teb rik etmek için gelecektir!” Eşi eski bir balerin olan orkestra üyesi, “Yapmayın yav!” diye itiraz ediyor: “Zinhar gelmez. Bale ve balerinler için söylediklerini unuttunuz mu?” HHH Sahiden ne demişti? “Bir balerinin neler yaptığı, neler ortaya koyduğu ve nereye hitap ettiği ortada. (..) Bu noktada duyarlılığını belden aşağı indirmeyeceği her şeyde varım. Ama indirecek olanın karşısındayım!” (20.07.2010 Hasan Pulur Milliyet) HHH Devlet Opera ve Balesi bir kamu kuruluşu, CSO’dan daha kalabalık. Cumhurbaşkanı yaverliğinden milli futbol takımımıza, Silahlı Kuvvetlerimizden tapu dairelerine, ilkokullardan karakollara her yere sızmayı başaran Fethullahçılar, ne balerin ve operacılar arasına sızabildi, ne de Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na! Neden? Acaba, Fethullahçıların duyarlılıkları belden aşağıya mı inemedi, yoksa nota ve solfej bilgileri mi buna yetmedi? HHH Sayıları yüz binleri bulacağı anlaşılan FETÖ’cülerin davalarına bakacak sayın savcıların bu konuyu da mutlaka dikkate almaları gerekiyor. Yoksa bu işi, Fethullah’ın iade dosyasını incelediği söylenen Amerikan savcılarına mı bırakacaklar? HHH Müzisyen arkadaşlara “Moralinizi bozmayın!” dedim: “Bakın kendi yaveri bile FETÖ’cü çıktı. Ama sizin aranızdan bir tek kelek çıkmadı!” “Ama” diyecek oldu birisi... “Aması yok!” dedim ve ekledim: “Devletin başı olarak kendisi bile kandırıldığını, aldatıldığını itiraf etti. Ama ne sizden ne de Devlet Opera Balesi’nden bir kişi yanılmadı. Aldatılamadı. Çünkü önünüzdeki notaların bir tek mezur dışına çıkmadınız!” Birkaçı birden, “Evet... Doğru ya!” diye mırıldandı. Bunun üzerine: “Merak etmeyin” dedim, “Helal olsun diye size gelecek ve hiçbir konserinizi kaçırmayacak! Belki bale ile ilgili görüşlerini bile değiştirecek. Fire vermeyen bir CSO, bir de baletler balerinler ve operacılar!” 7 16 17 18 31 32 6 BİLEN: 3 milyon 360 bin 911 lira 60’ar kuruş 5 BİLEN: 2 bin 654 lira 80’er kuruş 4 BİLEN: 46 lira 50’şer kuruş 3 BİLEN: 7 lira yorum 13 de heykelini yaptı. Tarihe mal olmuş tasvirlerinin yanı sıra, Fransa’nın resmi kurumları düzenli aralıklarla Marianne’larını yeniler ve ünlü yontuculara dünyaca tanınan Fransız sanatçı kadınların modellik yaptığı heykeller ısmarlar.* HHH Tam yirmi yıl önce yazdığım yukardaki satırları, Başbakan Binali Yıldırım’ın şortlu kadını tekme tokat otobüsten atan yobaz abazana yaptığı, “Hoşuna git Catherine Deneuve meyebilir, mırıldanırsın...” (Alain Aslan) önerisini duyunca anımsayıp, anımsatmak istedim. Dünya tarihinde en çok resimlenen, yontulan, damgalı kâğıtlara ve pullara basılan iki sembolün ikisi de kadın olup, biri Adalet Hanım, öteki laik cumhuriyetin Özgürlük Hanım’ı, Marianne’dır. Birbirlerinden ayrılamazlar. Adalet yoksa özgürlük de yoktur ya da tersi. İkisinin sembolü de dişi olmak zorundadır. Çünkü rejimin adı ister monarşik demokrasi olsun, ister laik cumhuriyet; adalet ve özgürlüğün temeli eşitlik, kadının erkeğe denkliği ölçüsünde gerçekleşir. Tekme tokat, hırıltı mırıltı, yobazın kadını saymadığı topraklarda elbet adalet çürür, özgürlük kurur, güzellik yaşamaz, akıl zaten doğmaz! Çünkü gerici yobaz, kadın düşmanı olduğu için demokrasi ve laik cumhuriyet düşmanıdır ya da tersi. *Alıntı: Yalnız Kalem/Dafnekitap, 2016 Alternatif Nobel gururu İlhan Abi kimi zaman, “Bu gazetenin dünyada bir eşi var mıdır?” diye sorardı bize. Sonra keyfi yerindeyse, Kurtuluş Savaşı’ndan başlayarak Cumhuriyet’in tarihinden öyle kesitler anlatırdı ki... Hayranlıkla dinlerdik onu. Bir Aydınlanma bilgesiydi İlhan Selçuk. Zülfü Livaneli’nin ve Fazıl Say’ın “Cumhuriyet”le ilgili yazdıklarını okurken, İlhan Abi’nin sözlerini anımsadım yeniden. “Cumhuriyet sizin için neyi ifade ediyor” diye kısa birer mektup yazmalarını istemiştik Zülfü Livaneli ve Fazıl Say’dan. Yazdıklarını Cumhuriyet’e ziyarete gelecek Alternatif Nobel Ödülü komitesine vermeyi düşünüyorduk. “Hayatımızdaki yeri çok önemlidir” diyordu Zülfü Livaneli mektubunda, “Askeri cezaevlerinde, sıkıyönetim dönemlerinde, yurtdışındaki sürgün dönemimizde Cumhuriyet gazetesi sesimiz oldu”. Fazıl Say, “Cumhuriyet gazetesi, aydınlığı ve çağdaş Türkiye’yi temsil eder” diye başlıyordu anlatmaya. “1213 yaşından beri her gün Cumhuriyet okurum” diyordu. Nadir Nadi’nin “Dostum Mozart” kitabından, “Bir nesil için ne denli önemli ve yol gösterici bir kitap” diye söz ediyordu. Sahiden de öyle. O kadar çok insana Mozart’ı sevdirdi ki Nadir Nadi. HHH Ödül komitesi adaylarla ilgili gerçekten çok titiz bir çalışma yapıyor. Pek çok kişiyle, kitle örgütü yöneticisiyle görüşüyorlar. Son aşamada da kurum yetkilileriyTleesmömyluezşuilentwarwnikyawhia.nmaphcemıity@eyotgtaramlrnaı.ascriol.ı.nmcodma Cumhuriyet’i ziyarete geldiler. Önce Cumhuriyet müzesini gezdik birlikte. 92 yıllık bir gazeteyi fotoğraflarla anlatmak daha kolay olur diye düşünmüştüm. Kimi zaman basit bir fotoğraf o kadar çok şey anlatır ki, uzun söze gerek kalmaz. Atatürk ile Yunus Nadi’nin birlikte yer aldıkları fotoğraf ilgilerini çekti. Başyazarımız Nadir Nadi’nin, gazetenin Cağaloğlu’ndaki eski binasının önünde, sokak çocuklarına keman çalarken çekilen fotoğrafı da öyle... Birlikte Zülfü Livaneli ve Fazıl Say’ın mektuplarını okuduk. Nadir Nadi’nin “Dostum Mozart”ını anlattım onlara. Sonra arşiv servisini gezdik. Gazetenin 92 yıllık koleksiyonlarına baktılar, haber kupürlerine, film arşivine... HHH Gazetenin 5. katındaki toplantı salonunda bu kez Yaşar Kemal’in eşi Ayşe Semiha Baban ve yazar Ahmet Ümit anlattılar Cumhuriyet’i. Öyle güzel anlattılar ki hepimiz duygulandık. Ayşe Semiha Baban, Harvard’da okumuş. “Biliyor musunuz Yaşar Kemal de Cumhuriyet’te çalıştı” diye girdi söze. Ahmet Ümit’in ilk romanıyla ilgili ilk haberin Cumhuriyet’te yayımlandığını o gün öğrendim. “Bana sorarsanız Cumhuriyet bu ödülü fazlasıyla hak ediyor” diye noktaladı sözlerini Ahmet Ümit. HHH Cumhuriyet Vakfı Başkanı Orhan Erinç, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay ve Hikmet Çetinkaya, ödül komitesinin sorularını yanıtladılar. Bizlere öldürülen Cumhuriyet yazarlarını sordular, darbe dönemlerini, gazetenin kaç kez kapatıldığını, Can Dündar, Erdem Gül, Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan ile ilgili açılan davaları ve elbette ki darbe girişimini. “Felaketin eşiğinden döndük” diye özetledi Hikmet Çetinkaya durumu. Tüm siyasi partilerin ve halkın darbeye nasıl karşı çıktığını anlattı. “Cumhuriyet, Türkiye’deki FETÖ örgütlenmesini yıllarca yazdı. Ama dinlemediler” dedi. Görüşmenin sonuna doğru şöyle bir soru geldi: “Onca yıl, onca baskıya ve tehdide nasıl direndiniz?” Orhan Erinç yanıtladı: “Bizim en büyük gücümüz okurumuzdur. Sonra da çalışanlarımız.” HHH Önceki akşam gazetede “Alternatif Nobel Ödülü”nü kutladık. Murat Sabuncu’nun genel yayın yönetmenliğiyle birlikte Cumhuriyet’in yazıişlerinde farklı bir heyecan var. Herkes dört elle işine sarılmış. Kutlamada bile insanlar “okura nasıl daha iyi gazete sunabiliriz” konusunu tartışıyordu. Belli ki güzel şeyler olacak. Keşke İlhan Abi de Cumhuriyet’in bu ödülü aldığını görebilseydi. Küçük kutlamamızda aramızda olsaydı. “Bu gazetenin dünyada bir eşi var mıdır?” diye söze girip anlatmaya başlasaydı. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle