16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 5 Ağustos 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY yorum 13 Moda’ya taşındığımızda kiracısı olduğumuz apartmanda üst kat komşularımız çocuksuz bir çiftti. İyi insanlardı. Adam her sabah işe gider, eşi de o gelinceye kadar temizlik yapar, kısa aralar verdiğinde komşuları dolaşır, çene çalardı. Kadının en büyük derdi onca yıldır evli olmalarına karşın çocuklarının olmamasıydı. Zaman içinde komşular da kadının derdini kendilerine dert edinmişler, aralarında bu soruna çözüm arar olmuşlardı. 1112 yaşlarında bir erkek çocuğu olarak bu konuya uzak durmam doğaldı. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra bir gün kapımız çaldı, açtım. Oydu. “Hemen anneni çağır” dedi. İçeriye seslendim; annem telaşlı, “Ne oluyor” diyerek geldi. Yanıt vermeme gerek kalmadan kadın hole girmişti bile. Annemi görünce, “Müjde, müjde...” diyerek bağırıp annemin boynuna atıldı. Hamileydi. Sarılmalar, gözyaşları... Apartmanda günlerce bayram havası esti. Bu arada üst kattaki temizlik faaliyetleri kulakla duyulur bir dozda artmıştı. Aylar sonra doğum yaklaştığında apartmanın merdiven boşluğunu kesif bir arapsabunu kokusu sarmıştı. Kadıncağız artık kendi dairesiyle yetinmiyor, apartmanın taş merdivenlerini de siliyordu. Neyse... Çocuk doğdu, kızdı. Fakat bebeği kimse göremedi. Kadın çocuğunu mikroplardan, bakterilerden, virüslerden korumak için karantina altına almıştı. Artık apartmanda yalnızca arapsabunu değil, hastanelerden tanıdığımız, krezol içeren ve antiseptik bir sıvı olan lizol kokuyordu. Aradan üç yıl geçti. Çocuk bu yıllar boyunca bir kez olsun sokağa çıkartılmamıştı. Nihayet bir gün kadının direnci kırıldı ve annesinin kucağında so Temizlikte ifrata varmak kakla tanıştı. Ne var ki çocuğun o gün sokağa çıkışı ilk ve son oldu. Bağışıklık düzeyi neredeyse sıfırlanmış çocuk, ne olduğu tıbben saptanamayan bir virüs kapmış, kaldırıldığı hastanede dört gün sonra can vermişti. Aklını hijyene takmış anne hem evladını yitirmenin acısını çekiyor hem de komşularının uyarılarını dinlememenin pişmanlığını duyuyordu. HHH 15 Temmuz’dan bu yana çeşitli kurum ve kuruluşlarda sürdürülen temizlik operasyonlarında karşılaştığım kimi adlar, belleğimde yukarıdaki trajik olayı canlandırdı. İktidar sözcülerinin tüm söylemlerine karşın kuruların yanında yaşların da yanmasının önüne geçilmiyor. Bu durum yaygınlaştıkça kamuoyunda ik tidarın olağanüstü hali ve kanun hükmündeki kararnameleri araçlaştırarak fırsata dönüştürdüğü düşüncesi oluşuyor. Çarşamba günkü gazetemizde Miyase İlknur arkadaşımız “Hazır elimizi vurmuşken tasfiyesi” başlığı altında haberleştirmişti. Bu habere göre “İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Türk Hava Yolları’nda 30’u aşkın sol, sosyal demokrat görüşe ve Alevi inanca mensup personelin işine son verildi”. Bu personel Tüm BelSen şube yöneticileri, CHP ve HDP üyelerinden oluşuyor. Görevden uzaklaştırılma gerekçesi ise “sosyal medya paylaşımları”. THY’de ise “aralarında THY Kurumsal Planlama Şefi Levent Yalçın’ın da bulunduğu ve hepsi eski Havaİş Başkanı Atilla Ayçin’in referansıyla kuruma alınmış üç personelin işine son verildi”. HHH Benzer bir olay İBB Şehir Tiyatroları’nda gerçekleşti. 667 No’lu Kanun Hükmünde Kararname’ye dayanarak kurum bünyesinde görevli, içlerinde yönetmen ve oyuncuların bulunduğu yedi kişi açığa alındı. Açığa alınan kişiler oyuncu ve yönetmen Kemal Kocatürk, oyuncu Sevinç Erbulak, yönetmen Ragıp Yavuz, oyuncu ve yönetmen Arda Aydın, oyuncu İren Arslan, oyuncu Mahperi Mertoğlu ile İBB Kültür A.Ş. Basın Danışmanı Hüseyin Sorgun. Açığa alınanların ortak özelliklerinin “muhalif” duruştaki kişiler olduğu kamuoyunca biliniyor. Devlet, arkasına aldığı kamuoyu desteğini yitirmemek için OHAL ve KHK’leri yukarıda belirttiğimiz gibi “fırsata çevirmemeli”. Unutulmamalı: Hangi konuda olursa olsun, “ifrat” sonun başlangıcıdır. Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA [email protected] Eleştiri hakkı baki kaldı Av. Dr. TENNUR KOYUNCUOĞLU Duyumlardan anlaşılan; sözde bir din adamının, dindar gençlik yaratmayı amaçlayan ülke yönetimine karşı bir iç savaş çıkarma girişimiydi. En yakın açıklama Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’den geldi. Feto denilen bir sözde din adamının “din görüntüsü altında fitne, fesat ve husumet tohumları ekerek, beyinlerin yıkandığına” dem vurdu. Demek ki dini kullananlar toplumu çürütebiliyor, darbeyi ‘yapılabilir’ kılabiliyordu. Halkın direnişi Mucize ise halktan geldi. Halkın direnişi, kahramanlığı bir destan yazdı, dünyalara bedel. Darbe katliam yaptığında, insanlarla birlikte insanlık da öldüğünde, herkesin bir araya gelmesi, birleşmesi toplumun kendini savunma hakkıdır. Halka uyarak, özenli davranmalıdır. Halk, silahlar karşısında silaha başvurmamıştır. Şiddetsiz bir direnç göstermiş, askerlerin vicdanına seslenmiş, tankların altına yatmış, üstüne çıkmıştır. Adını koyarsak, kendiliğinden “bir sivil itaatsizlik” örneği göstermiştir. Tarihsel geçmişimizin otoriter yapısında tüm iktidarların, hukuksal bir kavramla “müterafik kusurlu” olduğunu söyleyebiliriz. Yetersiz eleştirilerle, bu düzenin değişimini sağlayamayan muhalefet kanadını da katabiliriz. Yaşadığımız koşullardaki toplumda, dayanışmalı kusur karinesinin varlığı açıktır. Kadına karşı sistematik şiddetle kavrulduğumuz, din kuşatmasıyla bunaldığımız bir ülkede darbe kötünün kötüsüydü. NECATİ SAVAŞ 15 Temmuz darbe girişimi karşısında halk şiddetsiz bir direnç göstermiş, askerlerin vicdanına seslenmiş, tankların altına yatmış, üstüne çıkmıştır. Adını koyarsak, kendiliğinden “bir sivil itaatsizlik” örneği göstermiştir. Toplum kendini onarmalı Şimdi, toplumun kendi kendini onarması gerekir. İnternete baktığımızda, olup bitenler arasında; 48 saat aç susuz bekletmeler, tersten kelepçelemeler, giderek yüksek rütbelilere tecavüz gibi intikam alma girişimlerinden söz edilmektedir. Bu konuda kuşkucu olmak zorundayız. Daha önceki uygulamalarda bu konulara ilişkin pek çok davanın varlığını bilmekteyiz. Bir de üstüne “hainler mezarlığı” naraları, din ve vicdan temel hakkının çiğneneceği ile idam kararının geri getirileceği düşüncelerini eklersek, işin kötüye gideceğini toplu mun kendini onaramayacağını söyleyebiliriz. Kısasa kısas olamaz Sayılara girmeden, kitlesel işten çıkartmalar, ihraç edilmeler, mal varlıklarına el koymalar, gözaltılar ayırımcılık yaratmış ve toplumu bölmüştür. Kimin suçlu, kimin suçsuz olduğu bilinmeden ağır hak ihlalleri yapılmıştır. Bu noktada darbe sonrasında “kısasa kısas” hakkı yoktur. Devletin olaya yaklaşımı da tıpkı bir kadının darbecileri engelleyen sakinliği içinde kalmalıdır. Tam karşıtı birileri, karşı darbe gibi karşısındaki emir kulu silahlı askeri linç ederek, bir insanlık ayıbı işlemiştir. Dünya gözlemcidir Dünya bu konuda gözlemcidir: Uluslararası Af Örgütü’nün Londra şubesi, “İşkenceyi Önleme Komitesi” (CPT), gözaltı koşullarını inceleyecek bir heyetin ivedilikle Türkiye’yi ziyaret etmesini önermiştir. Devlet OHAL’e dayanarak çıkardığı yasalarla, hukuka aykırı davranamaz. Yapılacaklar, toplumun kendine gelebilmesi, sağaltımı için yaşamsal önemdedir. Adil yargılama hakkı olmadan kimse suçlu sayılamaz. Darbe fırsata mı çevrildi? Kim neyle suçlanıyor? Gözaltı sırasında işkence varsa, dayak söz konusu ise sağlık muayeneleri sırasında “bağımsız bir rapor” düzenlenememişse, elde edilen tüm kanıtlar geçersizdir. Siyasi eşitlik Devlet düzeninde reforma girişilmesi doğrudur. Kanımca bize düşen de, bir araya gelmek ve yapılan yanlışlara karşı “en sıkı biçimde eleştiri hakkımızı” kullanmaktır. Toplumda her bir bireyin, kurumun görüşlerinin tartışılması, ifade özgürlüğünün sınırlanmaması gerekir. “Ben bilirim, ben kendi ekibimle yaparım” demenin tehlikeli olduğu anlaşılmıştır. Ayırım yapmadan, herkesin insanlık onuruna saygı göstererek, siyaseti eşitlik üzerine kurmak önemlidir. Eleştiri, sistemin temelini sağlar. İnsanın özünden kaynaklanır. Demokrasiler şiddetle değil, ifade özgürlüğü üstünde kurulur. 05 ağustos 2016 SAYI: 33175 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘İmam’dan‘İmam’a! Bu haftaki yazıda şöyle biraz gerilere gidelim diyorum, öyle çok uzaklara değil, iç ve dış basının “Erdoğan”ı öve öve, yeregöğe sığdıramadığı, buna karşılık “TSK”yı yerden yere vurduğu döneme. Bilmem anımsanır mı, yine de dış basında tektük de olsa bu “yalakalık” dışına çıkanlar vardı, işte onlardan biri olan “Adrian Zielcke” şöyle diyordu: “Erdoğan, ülkesinin AB’ye giriş beklentisinden yararlanarak, “ordu”yu “tasfiye” etmeyi deneyen bir popülisti andırıyor. Çünkü ordu kendini, “laik anayasanın koruyucusu” kabul ediyor. Eğer, Erdoğan günün birinde “ordu ile yargı”yı sindirmeyi başarırsa, Avrupa’ya giden yolda yürümekten vazgeçecektir. (Stuttgardner Zeitung, 2006) “2007” seçiminden sonra da bu dış basın, “AKP” iktidarına gülmece boyutuna varan hayranlık kuyruğuna girdiğinde, “TSK”yı öven bir makale yayımlanmıştı. “New Perspectives Quarterly” adlı dergide; eski “Hollanda Milletvekili A. Kirşi Ali”nin, Türkiye’deki “laik yönetim”le ilgili makalesi, nedense basınımızda hiç mi hiç ilgi uyandırmadı “Cumhuriyet” dışında. Yazar yaptığı iki saptamadan ilkini, “Bir ‘İslam’ ülkesi olan Türkiye’ye, ‘laik düzen’in getirilmesi, Batı’nın Hıristiyan ülkelerine örneğin, bir Almanya’ya, bir Fransa’ya laik düzenin getirilmesine benzemez” diye belirtip ardından, “Ordu eşsiz bir biçimde, Türkiye’nin laik karakterinin bekçiliğini yapma görevine sahiptir!” diye ekler. (Eylül 2007) Gerçekten, “Kurtuluş Savaşı”nı kazanan “ordu”nun, kurduğu “laik Cumhuriyet Yönetimi”nin korumasını da üstlendiğini vurgulaması kuşkusuz yerinde; çünkü bilindiği gibi “Cumhuriyet”in ve başta “laiklik” olmak üzere tüm “Devrim Yasaları”nı korumak, kollamak, “Cumhuriyet Ordusu”nun görevlerinin başında yer almaktaydı... Evet, yine “2007” yılına dönersek, artan terörle, “PKK terörü”yle canı karşılığında savaşım veren “TSK”ya dönük saldırıların, yüklenişlerin, iç basında da “Mütareke Basını”na rahmet okutacak bir boyuta geldiği görülecektir. O günleri unutmamışızdır herhalde; orta yerde yalnız bırakılmış gibi bir duruma düşen “TSK”, “halk”tan kendisine “destek” vermesini de içeren, “7 maddelik” bir bildiri yayımlar; son yedinci maddesinde, “beklentisinin, bu terör olaylarına karşı yüce Türk Milleti’nin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir!” diye belirtir. (8.6.2007) Ne var ki, hemen hemen hiç gündeme oturmadı, oturtulmadı “TSK”nın bir bakıma bu “imdat” çağrısı... Ve “22 Temmuz” seçimlerinden sonra “AKP” yine iktidardadır; basında “TSK”ya yapılan saldırılar hiçbir ülkede görülmemiş boyutlara tırmanır; işte bunların toplamından oluşmuş bir yazıdan kısa bir alıntı: “İşkenceci, iftiracı, asker bu milleti ne zaman sevecek, inkârcı, gerçeği örtbas etmeye kalkıyor, Genelkurmay’a inanmıyoruz, dolaplar çeviriyor, kirli, ihanet planları yapıyor, cunta, ordu kaçıyor, suçlu, asker sayısı azaltılsın, Harbiye müfredatı değiştirilsin, bunlar orada oturduğu sürece rahat uyuyamayız, bunlara silah emanet edilir mi, sahtekâr, yanlarına kalmamalı, temizlenmeli, ayıklanmalı, pespaye, mafyatik, kepaze, çetelere sahip çıkıyor ve bir ‘suç teşkilatı’...” burada keselim. Kesmesine keselim de, insan kendini tutamıyor; “TSK” için bu yazılanları, o dönemin Başbakanı Erdoğan okurken, kim bilir kaç kez: “İnsan biraz sıkılır ya! Ordumuza, bunları söylemek sizin haddinize mi?” diye sormaktan, “kendini alamamıştır herhalde” demek istiyor... Hiç duymadık da... Oysa bütün bu saldırılar, “TSK”nın “hedef” tahtasına oturtulması, bir plan gereğiydi; AKP iktidarının bütün bunlardan haberi olduğu apaçık sergilenecekti; “TSK”nın henüz daha var olan “Atatürk’ün Ordusu” ruhunu yok etmek için düzenlenen “Kumpas Davaları”nın ilki olan “Ergenekon”un henüz adı bile söylenmeden, daha doğrusu davanın iddianamesi bile tamamlanmadan, “Başbakan Erdoğan” ortaya çıkıp, “Ben bu davanın savcısıyım!” diye haykıracaktı (15.7.2008). Ve ilk duruşmaya henüz aylar vardı... Yani, “İnsan biraz sıkılır ya!” diye düşünmekten kendini alamıyor doğrusu. Gerçekler bir bir ortaya dökülünce de, bilindiği gibi, “Kandırıldık!” itirafını yapmıştı; insanın, herhalde “sıkılarak” diyesi geliyor ama, yıllar sonra bugün de, hunharca yapılan “15 Temmuz” kalkışması için de benzerini dile getirmeye başladı; demek yine mi “kandırıldık”? İnsan, “Küçükler bile bu denli sık aldanmaz, aldatılamaz!” diye düşünüyor; yaşadıklarımızı gelecek kuşaklar nasıl değerlendirecek acaba? Bu “İmamlar Savaşı”nı... l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.14 04.03 04.33 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.57 13.17 17.08 05.44 13.02 16.51 06.10 13.25 17.12 Akşam 20.24 20.07 20.26 Yatsı 21.59 21.39 21.55 T.C. İZMİR İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ 2014/39 İFLAS MÜFLİS ADKAR DEMİR ÇELİK METAL ÜR. VE İNŞ. MALZ. SAN. TİC. LTD. ŞTİ.’NİN İFLAS İDARESİNDEN İKİNCİ ALACAKLILAR TOPLANTISI İLANI Müflis şirket ile ilgili olarak İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 18/11/2014 tarih ve 2014/274 Esas 2014/490 Ka rar sayılı ilamı ile verilen iflas kararı kesinleşmiş olmakla; Müflis şirketin ikinci alacaklılar toplantısı 20 Eylül 2016 günü saat 10:30’da İzmir İflas Müdürlüğü toplantı odasında (H Blok, 3. Kat, 307 No’lu oda, İzmir Adliyesi, Bayraklı/İzmir) yapılacak olup, müflis şirketten alacaklı olanların belirtilen gün ve saatte belirtilen yerde hazır bulunmaları veya bir vekil ile kendilerini temsil ettirmeleri hususu İİK’nın 233, 235 ve 237. maddeleri gereğince tebliğ ve ilan olunur. “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 402275) 24 25 30 SONUÇLARI 37 52 ve 54 6 BİLEN: 7 milyon 950 bin 575’şer TL (Devretti) 5 BİLEN: 13 bin 200.85’şer TL 4 BİLEN: 206.60’şar TL 3 BİLEN: 16.15’şer TL Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Personel Kimlik Kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. YASEMİN KORKMAZ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle