15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 30 Ağustos 2016 12 Çare 30 Ağustos ruhu Bugün 30 Ağustos. Bakalım, Cumhuriyet’in bütün değerlerini, Türkiye’nin çağdaş kazanımlarını silmek isteyen iktidar, bugün de 30 Ağustos ruhunu unutturmak için yine ne yollara başvuracak? Oysa 30 Ağustos ile kutlanan yalnız bağımsızlık değil, aynı zamanda varlığın temeli olan bir savaşın zaferiydi ki, onu yadsımak, bizzat toplumun kendisini yadsımak anlamını taşımaktadır. Evet 30 Ağustos’ta zaferle taçlandırılan savaş yalnız bağımsızlık değil, aynı zamanda toplumun varlığını kazanma süreciydi. Toplum yabancı işgali ile kendine geliyor, varlığının, kimliğinin bilincine vardıkça, bağımszlığının savaşını adım adım yürütüyordu. Savaş ulusu oluşturuyordu bir yandan yavaş yavaş, ulus da oluştukça bağımsızlığın mücadelesini geliştiriyordu. Savaş yalnız cephede cereyan etmiyor, aynı zamanda bütün toplumun katılımıyla gelişiyordu. Diğer kurtuluş savaşlarından en önemli farkı, her şeyin demokratik yöntemlerle yapılmasıydı. Yönetim toplumun temsilcilerinin elinde, askerler onların emrindeydi. Her şey ulusal mutabakat çerçevesinde oluşmaktaydı. Savaşın kaptan köprüsü “Meclis”ti. HHH Bu konuda en ilginç eserlerden birini vermiş olan Bülent Tanör bu süreci “savaş demokrasisi” olarak adlandırıyor, sonra da şu ilginç soruyu soruyordu: Nasıl oluyor da, normalde demokrasi üretmeyen hatta çoğu zaman var olanları bile ortadan kaldıran savaş bu defa demokrasiye yol açıyor? Sorunun yanıtı savaşın niteliğinde yatmaktaydı. Halk başkasının değil, kendi varlığının bağımsızlığının savaşını vermekte, bunun kurum ve kurullarını oluşturmaktaydı. Bu oluşumun toplumsal mutabakat çerçevesinde gerçekleşmesi TASARIM: İLKNUR FİLİZ katılımın yoğunluğunu sağlamaktaydı. Demek ki, 30 Ağustos, toplumsal mutabakat sonucunda oluşmuş olan bir arada var olmak, bir arada ortak bir geleceğe doğru yönelme iradesinin zaferiydi. Toplum, belki de tarihinde ilk kez, başka diyarların, başka lisanların, kendisinden değişik kimlikteki insanların değil, bizzat kendisinin savaşını veriyordu. Osmanlı’nın savaşlarının, (örneğin 93 Harbi diye bilinen 1877 78 Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı) faaliyet halindeki Meclislerin kapanmasına yol açmasına karşın, Kurtuluş Savaşı’nın yerel meclislerden başlayıp bölgesele (Erzurum Kongresi) ve oradan ulusala (Sivas Kongresi) ve nihayet TBMM’ye ulaşarak, varlık savaşını demokrasiyle yürütmesindeki hikmet işte bu özelliklerden kaynaklanmaktaydı. Türkiye 20. yüzyılın başındaki var olup olmama savaşını 30 Ağustos 1922’de zaferle taçlandırdı. HHH Aradan yüzyıla yakın bir zaman geçmiştir. Türkiye yeniden, etnik ve mezhepsel bir parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge, yeniden emperyalist paylaşım hesaplarıyla yeni sınırlar oluşturulmaya çalışılmaktadır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, var olup olmama savaşını demokratik yöntemlerle, toplumsal mutabakat çerçevesinde kazanmış bulunan Türkiye, bu kez ne yapacak, bir kez daha zafere ulaşabilecek mi? Bu konuda şimdiden bir şey söylemek zor. Her şeyi zaman gösterecek. Ama karşı karşıya bulunduğumuz tehditleri göğüsleyip badirelerden zaferle çıkmanın çaresi yeniden 30 Ağustos ruhuna kavuşmaktır. 30 Ağustos ruhu, bütün etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları reddeden, sorunlarına ve içinde bulunduğu bölgeye, mezhep ve tarikat gözlüğüyle değil, laik bakışla yaklaşan, sorunlarını demokratik yöntemlerle toplumsal mutabakat çerçevesinde çözmeyi ilke edinen ruhtur. Yani tam da bugünkü iktidarın unutturmaya, silmeye çalıştığı ruhtur. Türkiye’nin, 30 Ağustos ruhuna ne derecede sahip çıkabileceği, 21. yüzyıldaki geleceğinin de belirleyicisi olacaktır. İzin talebi Değerli okurlarım, kısa bir izin yapmak için izninizi talep ediyorum. On gün sonra görüşmek umuduyla... A. S. BÜYÜK Z9A4F.EYRILİNI “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” Bİr HALKIN destanı Ulusal Kurtuluş Savaşı, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, 26 Ağustos 1922’de sabaha karşı verdiği emirle başlattığı Büyük Taarruz, 30 Ağustos’ta “Başkomutanlık Meydan Muharebesi”nin kazanılmasıyla sonuçlandı. Ulusun topraklarını savunma mücadelesi, Ocak 1921’de İnönü mevzilerinde Yunanlılarla şiddetli çarpışmaların ardından 1. İnönü Zaferi’nin kazanılmasıyla başarıya ulaşmaya başlamıştı. 20 Ocak 1921’de ilk Teşkilatı Esasiye Kanunu kabul edilirken 5 Şubat 1921’de TBMM’nin gizli oturumunda Londra Konferansı’na Ankara Hükümeti adına heyet gönderilmesi ve heyetin Meclis üyelerinden oluşması kararlaştırıldı. 6 Şubat 1921’de Bekir Sami Bey başkanlığındaki heyet, Ankara’dan hareket etti. 21 Şubat 1921’de konferans başladı ve 12 Mart’ta son buldu. TBMM hükümeti ile Rusya arasında 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması imzalandı. Masa üzerindeki zaferleri, meydanlardaki zaferler izliyordu. 1 Nisan 1921’de 2. İnönü Zaferi kazanıldı. Mustafa Kemal’e geniş yetkilerle ve 3 ay süreyle Başkumandanlık tevcih eden kanun TBMM’de kabul edilirken, 23 Ağustos 1921 günü Yunan ordusu taarruza geçti ve Sakarya Meydan Muharebesi başladı. 26 Ağustos’ta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın şu emri geldi: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” 13 Eylül’de 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi sona ermiş, düşmanın Sakarya Nehri’nin doğusunda imha edilmesiyle zafer kazanılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle 14 Eylül 1921’de genel seferberlik ilan edildi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 19 Eylül’de “Gazi” unvanı ve mareşal rütbesini aldı. 26 Ağustos’ta 1922’de saat 05.30’da topçu ateşiyle Kocatepe’den Büyük Taarruz başladı. Yeni yılın başlangıcında Mersin ve Adana düşman işgalinden kurtulmuştu. Kendisi de cepheye hareket eden Mustafa Kemal, saatler ilerleyip sonuç alınınca 31 Ağustos sabahı savaş meydanını dolaştı. Mustafa Kemal, gördüğü manzarayı törende aktarırken, ordunun zaferinin büyüklüğünü, buna karşılık “hasım ordunun” uğratıldığı felaketin dehşetini ve savaş meydanından toplanan ölülerin, esir kafilelerinin oluşturduğu görünümün “bir mahşeri” andırdığından söz etti. Mustafa Kemal Atatürk, anıtın, Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacağını da kaydetti. l İSTANBUL/Cumhuriyet Atatürk anlatıyor Büyük Taarruz’un mimarı Atatürk, Büyük Nutuk’ta 30 Ağustos’u şöyle anlattı: “...30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir’in kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı. Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da İzmir’deki İtilaf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüş me isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı. Saygıdeğer efendiler, AfyonkarahisarDumlupınar Meydan Muharebesi’ni ve ondan sonra düşman ordusunu tamamıyla yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım. Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.” 30 Ağustos Zafer Bayramı 13EDİTÖR: ELİF TOKBAY/MÜNEVVER OSKAY Özgürlüğün zaferi... 29Ağustos sabahı aklıma şu soru geliyor: “Bir toplum yakın tarihini bilmeden yaşayabilir mi?” Sekiz yıl önce yazdığım yazıda Birinci Dünya Savaşı’nda düşman cephesinin en saygın patronunun İngilizler olduğunun altını çizmişim. Çanakkale’yi ele geçirmek için çok çaba harcamıştı İngilizler. Amaçları 1915’te denizden Çanakkale Boğazı’nı aşmak, Marmara Denizi’ne girip oradan İstanbul’a ulaşmaktı. Peki ondan sonra ne yapacaktı İngilizler? Marmara Denizi’nden geçerek Karadeniz’e çıkıp yukarılarda Rus Çarı’yla buluşacaklardı. Eğer bu düşlerini gerçekleştirebilselerdi Rusya’da 1917 Ekim Devrimi gerçekleşmeyecek; Mustafa Kemal Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Sovyetler Birliği’yle işbirliği yapamayacaktı... 30 Ağustos’u anlamamız için Çanakkale Savaşları’nı algılamamız gerekir. Tarih bilincinden yoksun toplumlar gerçekleri algılamaktan yoksundurlar. Tarihine, kültürüne sahip çıkmayan toplumlar, emperyalizmin tuzağına düşer. 2008 yılında yayımlanan “30 Ağustos” başlıklık yazımda; “Laik, demokratik Cumhuriyeti yıkmak isteyenlerden mi söz etmeliyim yoksa ekonomiyi yönlendiren, bağımsız yargıyı, polisi, devleti kuşatmaya çalışan tarikat şeyhlerinden mi” sorusunu yöneltip şöyle diyordum: “Fethullah Gülen salt ekonomiyi değil siyaseti de yönlendiriyor. Gün Fethullah Gülen ve müritlerinin günü.” Aynı yıl kumpas tezgâhı kazandı... Ergenekon, OdaTV, Poyrazköy, Casusluk ve Fuhuş gibi düzmece operasyonların ardından davalar başladı. O yıllar geçti, çapsız bir imam İslamcılığı kullanarak TSK’nin kılcal damarlarına dek girdiğini, 15/16 Temmuz gecesi darbe girişimiyle gösterdi. Karşısında halkı ve yurtsever askerleri buldu. Darbeyle devleti ele geçirme rüyası imamın kursağında kaldı... HHH 30 Ağustos özgürlüğümüzün ve bağımsızlığımızın yıldönümüdür bizim... 30 Ağustos’tan 9 Eylül’e dek her şey bir rüya gibidir. 10 Eylül 1922’de Mustafa Kemal İzmir kıyılarından Ege Denizi’nin ufuklarına bakar bakar ve şöyle der: “Bir rüya görmüş gibiyim... (Yakup Kadri Ergenekon)” İlhan Selçuk’un bir yazısında okumuştum, aktarayım... İzmir kurtulduktan sonra yanına birkaç arkadaşını alarak iki kadeh rakı içmek için Kramer Palas’a gider, salon tıklım tıklımdır, garsonlar müşterileri kapıda göğüslerler: “Yerimiz yoktur efendim...” “Canım şöyle bir köşeye sığınsak...” Bu kez şef garson önlerine dikilir: “Mümkünsüzdür efendim...” Bu sırada müşterilerden biri Mustafa Kemal’i tanır: “Mustafa Kemal Paşa geldi...” Salon allak bullak olur, alkışlar başlar... O nazik bir müşteri gibi İzmir körfezine bakan ve hızla hazırlanan masaya oturunca da Rum garsona takılır: “Kral Konstantin buraya gelip bir kadeh rakı içti mi?” “Hayır Paşa efendimiz...” Mustafa Kemal: “O zaman İzmir’i neden almak istemiş?” Bu öykü ünlüdür, insanı ağlatacak kadar hüzünlüdür. 30 Ağustos kurtuluşun zaferidir... Türkiye Cumhuriyeti “batıya karşın” kuruldu, “batıya karşı” kurulmadı... Bu ikisi arasındaki farkın bilincine erişemeyecek denli bilinçten yoksun ya da kasıtlı olanlar Türkiye’nin bugünkü durumunu kavrayamıyorlar. HHH 30 Ağustos bağımsızlığın ve özgürlüğün destansı zaferidir. Askeri zaferin ötesinde büyük tarihe doğru Anadolu’ya yürüyüştür... Hem Türkler hem Kürtler 30 Ağustos’u anlayabilmek için Çanakkale Savaşı’na dek yakın tarihi öğrenirlerse bu ülkeye barış gelir, ülke PKK belasından kurtulur... Türkler ve Kürtler hem Çanakkale’de hem Kurtuluş savaşı’nda omuz omuza Savaştılar... Cahit Külebi’nin “Mustafa Kemal’in Mangası” şiirinde olduğu gibi, “günlerce yarı aç yarı tok, bir kaşık tuzu bulunsun diye vatan macerasında, paşalar paşasının kumandasında, zaferden zafere koşuyor” düşmana karşı savaşarak, bu Cumhuriyet’i kurdular kanlarıyla canlarıyla... 30 Ağustos zaferi, 19. yüzyılın azgın sömürgeciliğine indirilen ilk darbedir! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle