18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 16 Nisan 2016 TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ ‘Tehcir’in ‘diyeti’ 3 milyon Suriyeli Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılı Mart ayından bu yana 5 yıldan uzun bir zaman geçti, artık 6’ncı yıldayız. Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınanların sayısı 3 milyona dayandı. AB ile yapılan anlaşmalar gereği Avrupa’ya Suriyeli göndermek de eskisi gibi mümkün değil. En azından bugünlerde, Ege sahillerinden Yunan adalarına akan tekneler durmuş halde. Can derdine düşen insanlara kapı açmak ülkelerin vicdani borcu. Ayrıca Suriye’den Türkiye’ye gelen yüz binlerce insanın en azından kısa vadede geri dönüşü pek mümkün değil. Uzun vadede de büyük bölümü kalıcı olacak. Gelenlerin kalış süresi uzadıkça, Türkçe öğrenmeleri, topluma entegrasyon, aile kurma, iş kurma, okul kurma faaliyetleri de artıyor. Pek farkında değiliz ama İstanbul’un pek çok yerinde, Suriyeli öğretmenlerin eğitim verdiği, Suriyeli çocukların devam ettiği okullar açılmış durumda. Olması gereken de bu zaten. Gelen insanların eğitiminin sağlanması ve sürdürülmesi lazım. Ancak okul çağında 800900 bin Suriyelinin Türkiye’de bulunduğu düşünülürse, açılan okul sayısının da binleri bulması gerekiyor. Görünürde bu kadar okul henüz yok. Türkiye’deki Suriyelileri, Almanya’ya giden Türkler gibi değerlendirmek gerekiyor. 60 yıl önce giden ilk öncülerden bu yana Almanya’daki Türkler, nasıl Alman toplumunun bir parçası haline geldiyse, Suriyelilerin de uzun vadede Türkiye’nin bir parçası olacağını düşünmeliyiz. Nasıl ki şu anda Alman hükümetinde bir Türk bakan var, bizde de uzun vadede böyle olabilmeli. Osmanlı geleneğinden ve farklı kültürler mozaiğinden gelen Türkiye’nin 3 milyon Suriyeliyi içinde barındırıp, onları bir kazanç olarak görmeye alışması gerekiyor. Böyle bir kültür oluşturmalıyız. Ne tesadüftür ki 1915 yılında Türkiye’nin değişik yörelerinden 1.5 milyon insan Suriye’nin Der Zor kasabasına zorla gönderildikten, yani “tehcir”den aşağı yukarı 100 yıl sonra bu kez oradan 3 milyona yakın insan Türkiye’ye geri geldi. Ulusların tarihinde böyle ilginç tesadüfler yaşanabiliyor. Kim bilir belki de bugün yaşananlar o zamanki kararın bir “diyeti”dir. Karşılığı 100 yıl sonra ödenen bir “diyet”. Teröre prim Havaların artık iyice düzeldiği bu dönemlerde, normalde adım atılacak yer bulunamayan Beyoğlu bugünlerde bir hayli tenha. İstanbul’da Beyoğlu ve Sultanahmet kalabalığını önemli oranda kaybetmiş durumda. Otelcilerin anlattığına bakılırsa, Sultanahmet ise bomboş. Otelciler, işletmeciler durmadan çalışan çıkarmak zorunda kalıyor. Peşpeşe bombalarda masum insanların kanını akıtan “kör terör”, istediğini elde etmiş gözüküyor. Ama teröre prim vermemek de İstanbulluların elinde. Beyoğlu’na çıkın, yollarda dolaşın, Sultanahmet’te bugünlerde en görkemli günlerini yaşayan “Lale Halısı”nı görün. Önceki yıllarda önlerinde uzun turist kuyrukları olan Topkapı Müzesi’ni, Ayasofya’yı gezin, rahat rahat gezin. Beyoğlu’nda, Sultanahmet’te her bütçeye uygun eğlence var. “Teröre” prim vermeyin. 16 NİSAN 2016 SAYI: 33064 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörleri Hakan Çankaya Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi İstanbul 04.43 06.16 13.11 16.52 Ankara 04.31 06.02 12.55 16.36 İzmir 04.44 06.25 13.21 17.04 Akşam 19.53 19.36 20.00 Yatsı 21.19 21.00 19.28 Geçen hafta düzenlenen “Sen, ben, bir de bizim oğlan” töreni ile İnönü Stadı’nın adı “Vodafone Arena” oldu. Cumhuriyet ilkelerine yürekten bağlı İstanbul Barosu’nun başkanı Ümit Kocasakal’ın, BJK Başkanı Fikret Orman’a bir mektup gönderdiğini öğrendik. Özetle demiş ki: “Kurumların, mekânların taşıdığı adlar, aynı zamanda onların hafızalarıdır. O mekânların inşa edildiği dönemde etkin görevlerde olan, katkıda bulunmuş, destek olmuş devlet adamlarının ve toplum liderlerinin adlarının bu mekânlar yenilenirken korunması, hem tarihe olan saygının gereği, hem de camianın bugünlere ulaşmasında katkıda bulunmuş olanlara bir kadirşinaslık örneği olacaktır. Kurtuluş Savaşı’nın Garp Cephesi Komutanı İsmet Bey’in komutasındaki Türk ordusunun işgalcilere karşı kazandığı İnönü Zaferi, Atatürk’ün tanımıyla ‘Türk milletinin makus talihinin de yenildiği yerdir.’ İnönü muharebelerinin muzaffer komutanı, Türkiye Cumhuryeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün adının yenilenen stadyumda muhafaza edileceğine olan inancımızın, Beşiktaş camiasının bu konulardaki duyarlılığından kaynaklandığını özenle vurgulamak isteriz.” BJK Başkanı Fikret Orman’ın, başta “Allah razı olsun Cumhurbaşkanım” sözü olmak üzere 38 kere “Sayın Cumhurbaşkanım” diyerek açtığı bir stat BJK’ye uyarı mektubu “Vodafone Arena” diye adlandırılan stat inşa edilirken inşaatın önündeki tabelada “BJK İnönü Stadyumu Yenileme İnşaatı” yazıyordu. İnönü adından, şimdi söz eden yok! var ortada. Emperyalizmi dize getirmiş Lozan Antlaşması’nın kahramanının adı silinerek, yerine, Lozan’da “kabul etmediğiniz önerileri ileride sizden geri ala cağız” diyen Lord Curzon’un soydaşlarının kurduğu uluslararası şirketin adının verildiği bir stat! Ne dersiniz, makus talihimize geri mi dönüyoruz? KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Ne bekleniyordu ki? 1972 yılında girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda Başkonsolosluk, Büyükelçilik, Başbakan Danışmanlığı, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü, Müsteşar Yardımcılığı gibi önemli görevlerde bulunmuş olan Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, Avrupa Parlamentosu’nda oyçokluğuyla onaylanan Türkiye’ye ilişkin “ilerleme” raporuna öfkelenmiş. Onun gibi deneyimli bir diplomatın raporun bu şekilde çıkacağını öngörememiş olması garip! Oysa Sayın Bakan örneğin, İstanbul’da bir şehir hatları vapuruna veya metroya binip yanındaki yol arkadaşı ile ya da bir esnaf lokantasında masa komşusuyla konuşup konuyu açsaydı bu raporun beklenmedik bir içerik taşımadığını kolayca öğrenebilirdi. Sayın Bakan anlaşılan “öfkeli” rolüne soyunmuş, oynuyor. HHH Avrupa Parlamentosu’nun raporu beklenildiği gibi Türkiye adına tam bir felaket! Raporda AKP iktidarı tam anlamıyla topa tutuluyor. Eleştiri içeren maddelere bakalım: l Kopenhag kriterlerinden uzaklaşma. l Medyaya saldırı. l Terörle mücadelede oran tısız operasyonlar. l Yargı, temel haklar, adalet, özgürlük, güvenlik reformu konularında isteksizlik. l Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları. l İktidarın otoriter eğilimleri. l Yolsuzlukla mücadelede tutarsızlık. l Laikliğe aykırı uygulamalar. l Kadınlara yönelik şiddet. l Aydınlar hakkında kovuşturmalar. Bu ülkede aklı başında hiç kimse bu başlıklar altında yapılan eleştirilere “haksızlık” diyemez. HHH Yukarıda ilerleme raporundan söz ederken “ilerleme” sözcüğünü tırnak içine almıştım. Zira son yıllardaki raporlar Avrupa Birliği yolundaki Türkiye’nin bir ilerleme değil tam tersine gerileme sürecinde olduğunu ortaya koyuyor. AKP iktidarının özellikle son 56 yıldır dünyanın da tanık ol duğu hukuk dışı uygulamaları, insan hakkı ihlalleri, toplumu baskılayan otoriter eğilimleri, tek adam despotizmi yönünde işletilen süreç Türkiye’yi Batı’dan, Avrupa Birliği’nden uzaklaştırıyor. Raporda ülkemiz lehine yer alan birkaç cümleyi ise Suriyeli mülteciler konusunda Türkiye’nin oynadığı kilit role verilmiş ödün olarak okumak gerekiyor. Volkan Bozkır, Viyana’da “raporun Avrupa Parlamentosu’na iade edileceğini, yok hükmünde olduğunu” açıkladı. Gösterdiği gerekçe ise raporda “1915 olaylarından soykırım olarak” söz edilmesi. Türkiye, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzalamasından bu yana 53 yıldır Avrupa ailesinin eşit bir üyesi olmak için çabalıyor. Bunca yıldır 1915 olaylarına ilişkin derdini anlatamamış olması ise ayrı bir tartışma konusu. yorum 15 Bilginin dinselleştirilmesi ve Ensar Vakfı Ensar Vakfı kurucusu Ömer Dinçer, eğitimin medreseleştirilmesine neden olanların başında gelir. Dinçer’in, Milli Eğitim Bakanlığı’na atanır atanmaz yaptğı ilk işlerden biri, bakanlığın görev tanımındaki “Atatürk inkılap ve ilkelerine bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen vatandaş yetiştirme” hedefini kaldırmak olmuştu. Bu uygulama, 4+4+4 medrese yasasına öncülük edecekti. Aslında Dinçer’in gerçekleştirdikleri, son dönemde çocuk istismarlarının odağı haline gelmiş Ensar Vakfı’nın temel amacı olan “herkesin kendi dini ve felsefi inançlarına göre eğitim ve öğretim yapma hakkını kullanmasına destek olmak” ilkesini yaşama geçirmekti. Böylece, Ömer Dinçer, yardımcı doçent olduğu dönemde, Pakistanlı Muhammed Ekrem Han’dan çevirdiği “İslam Ekonomisinin Temel Meseleleri” adlı kitaptaki “bilginin İslamlaştırılması hareketinin günümüz laik toplumlarından İslam toplumuna geçiş için bir araç olacağı” öngörüsünü yerine getirmiş oluyordu. Şimdiki Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın bugün yaptığı, Ensarcı Ömer Dinçer’den aldğı mirası sürdürmekten başka bir şey değil. Eğitimİş açıkladı: Bakanlık, Cumhuriyet devriminin ulusal, bilimsel, laik eğitimi oturtmak için kurduğu Talim Terbiye Kurulu’nu da kullanarak, liselerdeki tarih programını dinselleştiriyor. Tekke ve medreseler yüceltiliyor, akılcılık eleştiriliyor, bilimsel değil dini öngörüler önceleniyor. Tarih dersi, bazı ünitelerde İslam felsefesi ya da İslam hukuku dersi ile yer değiştiriyor. Atatürk ve devrim tarihi, okul kitaplarından siliniyor. Yani Ensar Vakıfçı Ömer Dinçer’in dileği yerine geliyor: Bilgi İslamlaştırılıyor. Dolayısıyla, laik toplumdan İslam toplumuna geçiş, yaşamın her alanında olduğu gibi ders kitaplarında da gerçekleştiriliyor. Erdoğan’ın istediği sonucu alması zor görünüyor Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, Ankara’nın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle komedyen Jan Böhmermann’ın yargılanması talebini kabul etmesi, Batı medyasının konuya dönük ilgisini anında artırdı. Fakat genel kanaate göre, Erdoğan’ın bu davadan istediği sonucu elde etmesi zayıf bir olasılık. Ankara’nın bu girişiminin ters tepme olasılığının ise yüksek olduğu belirtiliyor. Böhmermann’ın Erdoğan’ı kızdıran “şiirini” dinleyen herkes, bunun “siyasi hicvin” çok ötesine ağıza alınmayacak ağır hakaretler içerdiğini kabul etmek zorunda. Bu sözlerin muhatabı herhangi Batılı bir devlet başkanı olsaydı yine kişisel hakaret davası açma hakkı doğardı. Ancak Erdoğan söz konusu olduğu için durum farklı. Nedeni ise, Erdoğan’ın basın ve fikir özgürlüğü konularındaki uluslararası karnesinin berbat olması. Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılanması hakkındaki görüşleri ve bu çerçevedeki yasal girişimleri ise Erdoğan’ın Batı’daki imajının iyice bozulmasına neden oldu. Ağır hakaretler içeren hicivler bir yana, Erdoğan’ın demokrasilerde her siyasetçinin katlanmayı öğrenmesi gereken karikatürlere bile gösterdiği sıfır tolerans, Almanya’daki bu davayı bir “fikir özgürlüğü” davasına çevirecektir. Nitekim Batı’da çok az kişi Böhmermann’ın hakaretleriyle ilgileniyor. Önde gelen Batılı gazeteler konuyu, “Almanya’da fikir özgürlüğünün Erdoğan sınavı” türünden başlıklarla yorumluyorlar. Bir iki istisna dışında Almanya’daki basın organları ve kuruluşlarının ağırlıklı bölümü meseleye, “Erdoğan Türkiye’de uyguladığı yasakçı zihniyeti Almanya’ya taşımaya çalışıyor” şeklinde yaklaşıyor. Çoğu, “Böhmermann’ı sonuna kadar destekleyeceğini” vurguluyor. Şiiri dinledikten sonra Erdoğan’a hak veren Almanya Başbakanı Angela Merkel de kendisini iki arada bir derede buldu. Şiirde hakaret olduğunu kabul etmekle birlikte “fikir özgürlüğü konusunda Türkiye’ye taviz veriyor” görüntüsü kendisini çok zor bir durumda bıraktı. Bu olayın, mülteciler meselesi nedeniyle yardımına ihtiyaç duyduğu Türkiye karşısında “iki büklüm olduğu” eleştirilerine maruz kaldığı bir döneme rastlaması Merkel’in işini daha da zorlaştırdı. Kendisi şimdi “nihai kararı mahkeme verecek” diyerek bu işten sıyrılmaya çalışıyor. Bu arada, Ankara’nın Alman televizyonunda yayımlanan ve Erdoğan’ı “gazetecileri ezen diktatör” olarak hicveden bir başka video klibinin yasaklanması için yaptığı girişim de Böhmermann meselesine duyulan ilgiyi artırdı. Erdoğan’ın basın ve fikir özgürlüğü konularındaki uluslararası imajı bu kadar kötü olmasaydı, Almanya’da veya herhangi bir ülkede açacağı bir hakaret davası bu kadar çok ilgi çekmezdi. Demokrasi karnesi iyi olsaydı ağır ithamlar ve hakaretler içeren hicivlere zaten maruz kalmazdı. Erdoğan’ın Alman avukatı “Bu davada sonuna kadar gideceğiz” diyor. Fakat birçok gözlemci Böhmermann’ın Erdoğan’ın istediği gibi hapis cezası almasının “hayalperest” bir beklenti olduğunu söylüyor. Bu arada, Böhmermann’ın, Türklerden gelecek olası bir saldırıya karşı polis korumasına alınmasının Avrupa’da kendisine duyulan sempatiyi artırdığı belirtiliyor. Erdoğan burada, işin içinden istediği gibi çıkamayacağı bir tuzağa düşmüş gibi görünüyor. Bu tuzağın asıl nedenlerine gelince, bunların Almanya’da değil, Türkiye’de aranması gerekiyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle