19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 28 Mart 2016 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK Akademisyenler haber 5 serbest bırakılsın SEZEN AKSU: ÜLKEYİ DAHA FAZLA KÜÇÜK DÜŞÜRMEYİN Yayın Yönetmenimiz Can Dündar ve Ankara Temsilcimiz Erdem Gül, Silivri’deydi. Güneydoğu’daki sokağa da en çok onu söylüyordu: “Buradan da geçeceğiz...” Zihinleri bulanık çıkma yasakları, 100’lü günlerin “Barış İçin Akademisyenler” gi üzerine çıkmamıştı henüz. “Hali rişiminin hazırladığı barış bildiri miz” diyerek yöneltti sini imzaladıkları için tu ğimiz söyleşi talebimi tuklanan üç akademisyen ze, pek çok isimden işit den biri olan Boğaziçi Üni tiğimiz o ihtiyatlı cümle versitesi Öğretim Üyesi lerle süslenmiş bir “ba Doç. Esra Mungan’ın “içe ğışlayın” cevabı verme riden” yaptığı açıklamadan mişti Aksu. Net konuşan alıntılayalım: “İlk kez yaşa bir mektup göndermişti mımda 50 saat kitap oku Cumhuriyet’e. “Silivri Evim Oldu” başlığıyla yayımladığı SOenlignun madım. Kitapsız kalmak benim için psikolojik bir işkenceydi.” mız o mektup şu cümle “Okuma oranı arttıkça lerle başlıyordu: beni afakanlar basıyor, ben her “İzmir’deyim. Gözümü annemin zaman cahil halka güvendim” üzerinden ayırmadan oturuyorum. sözlerinin çarpıtıldığını söyleye Dayımın tabiri ile ‘bağ arası’ gözle rek Sebahattin Zaim Üniversite rini araladığında içim taşarak... Bi si Rektör Yardımcılığı görevinden raz evin havasından, biraz da sak istifa eden Prof. Dr. Bülent Arı ise sıyı durduramadığımdan pek ko şöyle diyordu: “Ben daha çok ca nuşmak gelmiyor içimden. Bir ha hil ve okumamış tahsilsiz kesi ber kanalı sürekli açık. Kaygılı min ferasetine güveniyorum bu yım, acı çekiyorum. Annem için... ülkede. Yani ülkeyi ayakta tuta Memleketim için... İkisi tuhaf bir cak olanlar, okumamış, hatta il şekilde birbirine karışıyor.” kokul bile okumamış, üniversite Tamamlamak üzere olduğumuz okumamış cahil halktır. Onlar bu mart ayı ile birlikte annesi Şehri yanlışların hiçbirini yapmazlar, ban Hanım’ı kaybetti Aksu. Baş o beyannamenin ben neresinden sağlığı dilemek üzere aradığımız tutayım. Daha önce Jön Türkler’in yaptığı gibi ateşe sürüklüyorlar Türkiye’yi. Türkiye’nin okumuş kesimi, profesörlerden başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunları. Olayları en rahat okuyanlar ilkokul mezunları. Çünkü zihinleri berrak. Üniversite ve sonrası durum çok vahim çünkü gidişatı okuyamıyorlar, zihinleri bulanık.” Onlar ileri götürecek Şimdi soru belli: “Üniversiteye sabah sekizde giderdim, ışıkları akşam ben söndürüyordum. Bu rada önemli olan öğrencile rimin eğitim haklarının elinden alınmış olma sı. Öğrencilerim yü züstü kaldı” diyen Es ra Hoca’ların tecridin den nasıl geçeceğiz? Sözü dolandırmı yor Aksu: “Türkiye’yi ileriye götürecek olanlar akademis yenlerdir. Ülkemi zi daha fazla kü çük düşürmeden akademisyenlerin derhal serbest bı rakılması gere kir. Benim fik rim budur.” Sezen Aksu Erkek devletten başka ne beklenir? “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için tutuklanan üç akademisyenin serbest bırakılması için başlatılan “Özgürlük Nöbeti” devam ediyor. Bakırköy Cezaevi önünde dün tutulan nöbete Barış İçin Kadın Girişimi üyeleri katıldı. Grup “Barış isteyen akademis yenlere özgürlük” pankartı açtı. Barış İçin Akademisyenler grubunun da katıldığı nöbette, Bakırköy Cezaevi’nde tutuklu olan Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan’ın mektubu okundu. Mungan, mektubunda özetle “Buraya geldiğimde ağırlaştırılmış müebbet cezası almış kadınlarla tanışma şansına erdim. Ve gördüm ki buradaki kadınların büyük çoğunluğu adli suçla suçlanmış, bir erkek yüzünden buraya düşmüş. Egemenlerin erkek olduğu, hâkimlerin erkek olduğu, devletin erkek oldu ğu, hak, hukuk, adaletin erkek olduğu bir yerden başka ne bekleyebiliriz ki... Kadınlar, kadın cezaevlerine ve kadınların hikâyelerini dinlemek ve buradaki koşulları görmek için mutlaka gelsin. Hepinizi kucaklıyorum” diye yazdı. l İSTANBUL/ Cumhuriyet ‘Ortadoğu ve terör’ Önce, ne terör, ne şiddet, ne savaş, ne çöküş, ne fakirlik, ne sürgün, ne otoriterlik, Ortadoğu tabir edilen coğrafyaya mahsus. Ne geçmişte, ne şimdi, ne gelecekte, insanlığın sorunları hiçbir zaman hiçbir coğrafyaya, kültüre mahsus değil. Öyle değil diye üzerinde düşünmeyeceğiz anlamına gelmiyor ama düşünürken bu coğrafyada olanları, dünyanın diğer yerlerinden ve insanlık tarihinden yalıtmadan düşünmek lazım. Eline dün kalem alanın, Ortadoğu üzerine ahkâm kesmeye başlaması, Ortadoğu denilince kulaktan dolma bilgiler ile, SykesPicot Anlaşması ile başlayan, onunla biten analiz kirliliği ciddi bir sorun. Diğer taraftan Müslümanların yaşadığı coğrafyada tüm felaketlerin nedeninin “emperyalistlerin oyunu” olduğu şeklindeki kavrayış yoksunu, savunmacı anlayışlar büyük sorun. “Bu kafa ile, bırakın sorunların üstesinden gelmeyi, ne Ortadoğu’yu, ne dünyayı anlamak mümkün” diye yazıp duruyoruz. Ama mesele sadece bilgi, birikim meselesi değil, konu Ortadoğu veya Batı dışı dünya olunca, kestirmeci hükümler, önyargılar, özensiz yorumlar kolaylıkla devreye girebiliyor. Bilgilisi de, bilgisizi de aynı noktada buluşabiliyor. Birilerinin savunmacı sığlığına karşı diğerleri eleştirellik adına kestirmeci ve suçlayıcı bir diğer uca savrulabiliyor. Bilgisizlik mazereti Son örnek, büyük tarihçi olduğu konusunda hepimizin kolayca ittifak edebileceği İlber Ortaylı’nın, “Ortadoğu ve Terör” başlıklı, Hürriyet gazetesinde Pazar Buluşması yazısı. Hoca, bu başlık altında Mezopotamya tarım toplumlarından bugünün Ortadoğu’suna hızlı bir geçişle hükmünü vermiş, “Ortadoğu fakir ve bu kıta üretim yapmayan kitlelerin yurdu. Ciddi olarak nüfus artışını planlayan tek büyük ülke İran”. Doğrusu bu hükmün iç mantığını da anlamak mümkün değil, mesela Suriye ve Irak, nüfus artışını kontrol etmediği için mi bu durumda? Sonuçta, üretim gibi bir sorun var ama bunun nedeni, buralarda yaşayanların tembelliği ve buna karşılık habire çoğalması mı? Anlamak mümkün değil. Dahası, iyi bir tarihçinin, sadece ArapYahudi gerilimini baz alarak, “Ortadoğu’nun karışıklığı 1920’leri, otuzları bekledi” saptaması neyin nesi? Öyle ise “Osmanlı devri boyunca Ortadoğu güllük gülistanlıktı” sa nan İslamcımuhafazakârlara neden laf ediyoruz? Onların hiç olmazsa ciddi bir bilgisizlik üzerine kurulu ideolojik yaklaşım gibi bir “mazeret”leri var. Osmanlı tarihine aşina birisi, nasıl bu kadar kestirmeci hükümler verebilir! Bırakın bugün Ortadoğu denilen coğrafyada Osmanlı döneminin karmaşık tarihini, sona yaklaşırken bu bölgede yaşanan ve 1860 krizi ile tırmanan dalgalanma nasıl unutulur? Sonra Birinci Dünya Savaşı esnasında ve ardından yaşananlar, hepsi ArapYahudi geriliminden mi ibaretti? “Özet geçmiş” desek, o zaman bu kadar kısa bir özette, neden konu Rus Narodniklerinden Makedonya krizine kadar pek çok tarihsel örneklerle uzatılmış, “terör” tarihine not düşmek adına mı? İş gelip haşhaşilikle zamane terörünü buluşturmak ise, ünlü oryantalist Bernard Lewis, 1967’de yayımladığı “The Assasins” adlı çalışmasını, 11 Eylül sonrasında güncelleyerek dolaşıma sokmuştu. “İslam barış dini ama bugün İslam adına terör yapanlar, haşhaşiler gibi radikal ekollerin takipçisi” diyerek, destekçisi olduğu neoconlar nezdinde konuya açıklık getirmişti. Tam bir oryantalist Aslında Lewis’in de iyi bir “mazereti” var, tabirin olumlu ve olumsuz manası ile, Lewis tam bir oryantalist isim. Olumlu manadan kastettiğim, eski oryantalist geleneğin bir üyesi olarak, konusuna son derece hâkim, sözünü ettiği coğrafyayı, bu bölgede yaşayan pek çoklarından iyi bilmesi, dillerini konuşması, iyi bir tarihçi olması. Olumsuz mana ise tabii ki oryantalistlerin “Doğu’ya, Batı merkezli kalıplar” içinde bakması ve çalışmalarında bu kalıpları yeniden üretme çabası içinde olması. İşte İlber Hoca’nın, benzer bir yoldan ilerlemek bir yana, Ortadoğu tarihi okumak isteyen okuyucularına tavsiye ettiği Lewis böyle biri. Aslında çok da tesadüf değil, bizim İlber Hoca’mız da böyle biri, derin bilgi ve keskin zekâsına karşın, dünyaya oryantalist ve ziyadesi ile seçkinci bakan, parlak devirleri dışında Doğu’yu hakir gören, bırakın Doğu’yu sıradan insanı hor gören, bundan büyük memnuniyet duyan bir hocamız. Doğrusu seçkinci yaklaşımlara, popülizm ve lümpenleşme karşısında bir panzehir olarak da bakabiliriz, ancak kabalığa karşı zarafet, cahilliğe karşı bilgelik, sığlığa karşı incelik ve derinlik vazettikleri ölçüde. Aksi takdirde, sonuç maalesef kestirmecilik, hoyratlık ve nobranlık oluyor. Erdoğan’a bu davayı niçin açtım? Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Akademisyenler Bildirisi hakkında yaptığı 4 hakaret konuşmasının her biri için 2.500 TL’den toplam 10.000 TL tazminat davası açtım. Bu dava, ülkemizde Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’a açılan ilk davadır. Mülkiye’de halen lisansüstü dersi veren emekli bir profesörüm. Türkiye’yi ve Türkiyelileri bitirip tüketen savaş durumuna derhal son verilmesini talep eden bir akademisyenler bildirisine imza attım ve Çözüm Süreci’ne geri dönülmesi talebinde bulundum. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan seri konuşmalar yapmaya girişerek imzacıları terörizme destek vermekle suçladı, Yargı başta olmak üzere çeşitli yerlere hedef gösterdi ve değil bir cumhurbaşkanının ağzına, hiç kimsenin ağzına yakışmayacak laflar kullandı. Bu davayı şu sebeplerle açtım: 1. Şahsi sebepler: a) Erdoğan’ın, TV’den yayınlanan 4 ayrı konuşmada kullandığı kelime ve terimler, dava dilekçemde alıntı yaptığım cümlelerin açıkça gösterdiği gibi, hakaret ve aşağılama doludur: “Alçak”, “zalim”, kapkaranlık”, “cahil”, tiksinti verici”, “vatan haini”, “lümpen”, “terör örgütünün maşası”, “ahlaksız”, “mandacı artığı”, “ruhu kirlenmiş”. Kişilik haklarımı ihlal eden bu ağır hakaretleri ne bir şahıs olarak kaldırabilirim, ne de bir bilim insanı olarak. Bunun için dava açtım. b) Ben, hocalık ve kitap yazma dışında, bu devlete yıllar bo başkanına dava açmam için yeterdi KONUK YAZAR BASKIN ORAN ve artardı. Ama tek mesele bu değil. s2e. bMeeps:leki İmzacı akademis yu azınlık ve Kürt sorunlarında bir kuruş ücret almadan hizmet vermiş bir uzmanım: 19992009 yıllarında Avrupa Konseyi’ne bağlı “Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu” (ECRI) nezdinde Türkiye’nin Ulusal İrtibat Görevlisi (National Liaison Officer) vazifesini yürüttüm. 2003 sonunda kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’na (BİHDK) hükümet tarafından re’sen atanarak “BİHDK Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu”nu yazdım. Nisan 2013’te Barış Süreci kapsamında kurulan Âkil İnsanlar Heyeti’ne yine hükümet tarafından re’sen atanarak Ege bölgesinde çalıştım. Bu resmî görevler sırasında, devlet yetkililerine hep gerçekleri aktardım, bilim neyi gerektiriyorsa onu söyledim ve yazdım. Çünkü doğru karar verebilmeleri için böyle yapmak lazımdı. Şimdi bizzat cumhurbaşkanının Yargı’ya talimat verdiği bu ortamda başgösteren hapis tehdidi, bu gerçekleri söylememe engel olma amacını güdüyor. Buna, özellikle bir cumhurbaşkanının hakkı yok. Bunun için dava açtım. Bu şahsi sebepler, cumhur yen arkadaşların büyük çoğunluğu, yaşları itibariyle, benim öğrencilerimin öğrencileri. Bu gençlerin bir kısmını, üniversiteleri işten atarak açlıkla baş başa bıraktı. Bir kısmı, kendi fakültelerinde bazı öğrencilerin odalarını işaretlediği bir tehdit ortamında direniyor. Bir kısmı hakkında savcılar yıllarca hapis isteyen davalar açtılar. Bir kısmı hakkında YÖK, sadece hukuk değil, ayrıca yasa dışı disiplin kovuşturmaları başlatmış durumda (yasa dışı olmasaydı, şimdi YÖK’e bu yetkiyi verme amaçlı bir torba kanun hazırlanıyor olmazdı). Bir kısmı şu anda tecrit hücrelerinde tutuklu. Kitap bile verilmeyerek, havalandırılmaya çıkarılmayarak. Geri kalan tümü de, polisin kendilerini sabaha doğru hangi saatte gözaltına alacağını düşünüyor. Bu genç arkadaşlarım cumhurbaşkanının bu hakaretlerine dava açsalar, kendilerine reva görülen yasa ve hukuk dışı baskılar artabilir. Fakat ben, üstelik genç asistanken faşist 12 Eylül döneminde önce YÖK sonra da 1402 s. kanun kullanılarak 8 yıl boyunca fakültem Mülkiye’den ve memuriyetten atılmış 70’lik bir hoca olarak, gençlere reva görülen bu hakaretleri ve baskıları görmezden gelemem. Onur diye bir şey var. Bunun için de dava açtım. 3. Kamusal sebep: Cumhurbaşkanının kendi ağzına yakıştırabildiği bu hakaret ve aşağılamalardan herhangi birini bir TC vatandaşı bırakınız cumhurbaşkanına, herhangi bir vatandaşa söylese hemen hapis (ceza davası) ve tazminatla (hukuk davası) cezalandırılır. Oysa TC yasaları, yönetilenler için olduğu kadar, yönetenlerin de tâbi olduğu hukuk metinleridir. Bu, hukuk devletinin bir numaralı kuralıdır. TC Anayasası Md. 2’de ifadesini bulan hukuk devletini korumak için yemin etmiş bir cumhurbaşkanı, kendisine vatana ihanet dışında “ceza” davası açılamayacağını bahane ederek, ettiği hakaretler nedeniyle kendisine açılacak “hukuk” (tazminat) davasından kaçamaz. Üstelik bu cumhurbaşkanı, bu mevkie geldiğinden bu yana kendisini eleştiren herkese binlerce dava açmış ve insanları hapse ve/veya tazminata mahkum ettirmiş biriyse. Ben cumhurbaşkanı Erdoğan’a, yaptığı 4 hakaret konuşmasının her biri için 2.500 TL’den toplam 10.000 TL tazminat davası açtım. Bu ülkede yönetenlerin de hukuka tâbi oldukları bilinsin diye. ERDOĞAN SEMPOZYUMU DA YAPILDI ‘O Allah’ın bir lütfu’ AKP’li Ataş AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Ataş, Mustafa Ataş da 40 yıllık siyasi hayatının 30 yılını Cumhurbaş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip kanı Erdoğan ile geçirdiğini be Erdoğan’ın “ümmetin, milletin lirterek, “Tayyip Erdoğan yaşa sesi ve nefesi olduğunu” belirte nır, anlatılmaz. Tayyip Erdoğan rek, “Erdoğan anlatılmaz yaşa ümmetin sesidir, milletin sesi nır. O, bu ümmete Allah’ın bir dir, milletin nefesidir, ümme lüftudur” diye konuştu. tin nefesidir. Eğer Tayyip Erdo Beyaz Hareket Derneği tara ğan olmasaydı, milletimizin ne fından Grand Cevahir Otel’de fesi kesilecekti, mazlum millet “Recep Tayyip Erdoğan Sem lerin nefesi kesilecekti. Yeniden pozyumu” düzenlendi. 1725 nefesi tükenmek üzere olan mil Aralık operasyonlarında is letlere, ümmetlere, ülkemize ne mi geçen eski Avru fes aldırdığı için Sayın pa Birliği Baka Cumhurbaşkanımı nı Egemen Bağış, za teşekkür edi Cumhurbaşka yorum” dedi. nı Erdoğan’ın “Türk, İslam ve Gözbebeği Dünya Siyase Ataş, “Ona tindeki Yeri ve bizim sahip Önemi” başlık çıkmamız, göz lı sempozyu bebeğimiz gibi mun ilk oturu korumamız ge munun modera rekiyor. Çünkü törlüğünü yaptı. Recep Tayyip Er Bağış, Erdoğan’ın doğan bu millete, bu zorluklara karşın ümmete Allah’ın bir milletin gönlün lüftudur. Böyle bir de taht kurduğu imkân, böyle bir nu söyledi. fırsat her zaman AKP Genel Baş ele geçmez” dedi. kan Yardımcısı lİSTANBUL / DHA C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle