23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 4 Ekim 2016 Türkiye emperyalizmin laboratuvarı mı? Türkiye’de sorunun temelinde iki neden var; 1) İslamcı (cemaatçi ve tarikatçı) çevrelerin Batı’nın (Avrupa’nın) değerleri ile, çağdaş demokratik değerler ve yaşam tarzı ile sürekli kavgası, uyuşamaması. 2) İktidarların (ve yönetimlerin) iktidardan gitmemek için küresel güç odaklarının taleplerine boyun eğerek ayakta durmaları. İlk bakışta birbirlerine karşıt gibi görünen bu iki faktör nasıl oluyor da, FETÖ örneğinde yaşandığı gibi birbirlerini tamamlıyor? Cemaatçilik ve tarikatçılık kullanılarak ulusal çıkarlar ve demokrasi ortadan kaldırılabiliyor. 1.5 milyarlık İslamda dini odakların, örgütlerin ve devletlerin birbirlerine verdikleri zararlar, diğerlerinin verdiklerinden kat kat büyüktür. Çağdaş demokratik örgütlenmelerin yerine dinci örgütlenmeler siyaset, ekonomi ve güvenlik alanlarında, “fiili yönetim gücünü antidemokratik bir biçimde ele geçiriyorlar”. Zeminde antidemokratik örgütlenmeler iktidara egemen olunca iki olumsuz gelişme, birbirlerini tamamlayarak ulusal çıkarlar, demokrasi ve çağdaş yaşam tarzı aleyhine birleşebiliyor; 1) Küresel emperyalist güçler bu dinci örgütleri kolayca denetimleri altına alıyorlar. 2) Aynı zamanda emperyalizmin hesapları ve kumpasları, daha kolay uygulanabiliyor. Türkiye’de kimi yöneticilerin “200 yıldır bizim ve Batı’nın talepleri ilk defa örtüştü” dedikleri gibi. “Dinci örgütler ve emperyalizm” en rahat örtüşen faktörler oluyor. Soğuk Savaş sonrasında Türkiye bu konuda, “adeta bir laboratuvar gibi çalıştırıldı”. Dinci doku ve örgütler, emperyalizmin stratejik ortakları haline geldiler. İş çok kolaydı: Dinci örgütlere hâkim bir iki adamı ayarlayınca, işler kolayca çözülüyor. Emperyalizm Türkiye’de 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini bunun için yaptırdı. Bizim çocuklar bizim imamları üretir hale geldiler. Türkiye bir laboratuvar gibi çalıştırılarak, “çağdaş ve demokratik örgütlenmeler engellendi; yerine dinci örgütler geçirilmeye başlandı”. Yeni İslamcı Türkiye Cumhuriyeti bu amaçla emperyalizm tarafından desteklendi. Bunun için Atatürkçü, ulusalcı, laik ve çağdaş değerleri savunan yapı, kurumlar ve örgütler kumpaslarla birer birer yok edilmeye başlandı. Atatürk neden düşman gösterildi? Onlar için Atatürk çok tehlikeli bir düşmandı; En başta, kendi milletinin bir kahramanı, emperyalist güçlerin esiri olmuş, Sevr’le çökmüş bir milleti kurtardığı, Lozan’ı yaratabildiği için en büyük tehditti. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da emperyalizmin ezdiği halklara örnek olduğu için tehlikeliydi. Üstelik Atatürkçülük ve Atatürk devrimleri Avrupa’nın kendi halkları için öngördüğü “hukuk düzenini, sanatı, bilimi, akılcılığı” esas aldığı için yok edilmesi gereken düşünce ve uygulamaları getirmişti. Ulusal bağımsızlık, ilişkilerin dünyada karşılıklı çıkarlara göre kurulması; sömürgecilere karşı, mazlumların işbirliği yapması gibi emperyalizmin nefret ettiği şeyleri söylüyordu. Laiklik, kadınerkek eşitliği, ırk ve cinsiyet ayrımının olmaması, vatandaşlık düzeninin esas alınması gibi emperyalizmin sadece kendi içinde kendileri için uyguladıklarını uygulamaya başlamıştı. Atatürk düşmanları, laiklikten kadın erkek eşitliğine, çağdaş ve uygar yaşam tarzından vatandaşlık hakkının esas alınmasına kadar her şeye düşmandırlar. Soğuk Savaş döneminde Batı emperyalizmi, “Yeşil Kuşak” adı altında İslamcılığı ve dinciliği bir maşa gibi kullandı. Soğuk Savaş bitince dinci yapı ve örgütler, emperyalizmin “çağdaş kumpaslarının maşaları haline geldiler”. Osmanlıcılık, Arapçılık, tarikatçılık, laiklik ve Atatürk düşmanlığı emperyalizmin Türkiye’de kullandığı silahlardır. Son 14 yıldır ülke adeta bir laboratuvar gibi kullanılmaktadır. Sonuç mu? İşi Lozan’ın reddine kadar götürenler bile olabiliyor. Emperyalizm laboratuvarı iyi çalıştırmış olmalı. 4 EKİM 2016 SAYI: 33235 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler Mine Esen Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.31 05.17 05.40 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi Akşam 06.57 13.00 16.12 18.50 06.41 12.44 15.58 18.35 07.03 13.07 16.22 19.00 Yatsı 20.09 19.53 20.15 Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU posta@cumhuriyet.com.tr ‘Barışa hayır’ savaşa evet mi demek? METİN YEĞİN * Kolombiya hükümeti ile FARCEP hareketi arasındaki anlaşmanın ardından bu yazıyı yazarken henüz biten halkoylamasında sonuç, bütün beklentilerin aksine, sürpriz olarak ‘NoHayır’ çıktı. Sandıkların neredeyse hepsinin sayımları tamamlandığı şu sırada, ‘SiEvet’ oyu yüzde 49.77 görünüyor, yani 6.373.332 oy; ‘NoHayır’ oyu ise yüzde 50.22, yani 6.424.604 oy idi. Peki, bu sonuçla klasik tanımla ‘halkın iradesi’ Kolombiya’da savaş mı istiyor? Katılım yüzde 37.5 Madem hiç sevmesem de matematiğe vurulmuş iradeyle (!), yani sayılarla başladık, o zaman sayılarla devam edelim. Burada bir başka bir sayı daha var ki çok önemli. Oylamaya katılanların oranı sadece yüzde 37.42. Yani Kolombiyalıların çok net olarak yüzde 60’ından fazlası oylamaya katılmadı. Acaba uzaktan baktıklarında savaşı, mesela ülkenin sadece bir bölgesi yaşıyor ya da deprem gibi yıkıcı ama kısa bir anlık bir felaket olarak gördüklerinden mi yok gibi davranıyorlar? Umutsuzlar kaybettirdi Halbuki tam aksine, savaş ülkenin her yerinde ve tam yerinde bir deyimle bütün hücrelerine sinmiş bir şekilde yaşandığından, bu, çok yüksek bir katılmama oranı. Yani burada anlaşmayı halkoylamasına götüren hükümet, sadece aşırı sağın, paramiliterlerin, savaş ekonomisinin, yıllardır beslenmiş ve körüklenmiş acıların toplamı olan ‘hayır’ oylarına karşı değil, esas olarak “Nasıl olsa hiçbir şey değişmeyecek” anlayışına, ‘umutsuzluğa’ karşı kaybetti. Nada/Hiçbir şey San Vicente Caguen’nin dağlarında, FARCEP gerillasının en etkili olduğu bölgenin ortasındaki bir köyde, FARC milislerinden genç bir kadınla konuştuğumda barışı o kadar güzel anlatmıştı ki: “Düşünsene artık kendi toprağımız olacak. Kahve yetiştireceğiz, belki kakao. Geceleri onların arasında bu yıldızları seyrederken, ‘Ah hiç daha güzel olabileceğinizi düşünemezdim’ diyeceğim onlara. Sonra şuraya bir ev yapacağız, gerçek bir ev, kocaman bir çatısı olacak... Kardeşlerim dönecek dağlardan...” Çok yaşlı babaannesi onu dinliyordu. 2 çocuğunu paramiliterler öldürmüştü. Bir çocuğu, iki torunu dağda ölmüştü. Genç kız bir ara sustuğunda ona sordum: “Sen ne dersin?” Elini şöyle havada salladı, Kolombiya tavrıyla bir puf çekti, sonra “Nada” dedi, yani “Hiçbir şey”... İşte bu “Nada”, yüzyıllık savaşın içinde her şeyi yaşamış çoğunluğun fikriydi. Resmen yaşamayanlar Gerçi yaşlı kadının ve o köyde yaşayanların çoğunun kimlikleri bile olmadığından, oy kullanmaları da söz konusu değildi. Çünkü çok uzun süren savaşta nüfus kaydı olmayan çok insan var bölgede. Bu yüzden FARCEP’in, aynı Guatemala gerillası URNG gibi, kendi hâkimiyetinin yoğun olduğu bölgelerden, eğer yasal parti olsaydı bile, ilk seçimlerde çok yüksek oy alabilmesi mümkün değildi. Aslında bu halkoylamasının resmi kâğıtlara yansımayan bir tarafı da bu. Çünkü oradakiler zaten ‘resmi’ olarak, yaşamıyorlar. Ayrıca gerilla mücadelesi ile legal parti çalışması ya da böyle bir oylama tamamen farklı şeyler. Guatemala’da URNG gerilla komutanı Thomas, bunu, “Düşünsene önce futbol oynuyordun, sonra basketbol oynamaya başlıyorsun” diye anlatıyordu. Ya Kolombiya’daki barış referandumundan hayır çıktı. Ama barış anlaşması hâlâ geçerli çünkü anayasal olarak böyle bir plebisite sunma ve sonuçlarına uyma zorunluluğu yok. Ayrıca sonuçtan hemen sonra, taraflar çatışmasızlık kararını sürdürme niyetlerini açıkladılar. ni hiçbir şey önceki etkinliği ile aynı şekilde yansımıyordu. Esas kaybeden hükümet Bu referandumun, daha doğrusu sadece evet ya da hayır’dan oluştuğu için hukuksal olarak plebisitin esas kaybedeni, hükümet. Çünkü FARC görüşmelerin başından beri aslında böyle bir halkoylamasınıplebisiti değil, bütün unsurlarla birlikte yeni bir kurucu anayasa öneriyor ve bu anayasanın oylanmasını talep ediyordu. Hükümet tarafının talebi olarak ileri sürülen plebisitte hayır sonucu çıkmasının kaybedeni, bu anlamda, FARC değil. Ayrıca henüz müzakerelerin başında Havana’da FARC delegeleri ile görüştüğümde, “Dün terörist diye nitelendirdikleriyle bugün masaya oturuyorlar” diyorlardı. FARC da etkilenecek Ancak eksik ya da topal da olsa, hayır oyu FARC’ı mutlaka etkileyecek. Eski başkan Uribe için bir zafer olan bu sonuç, FARC ve gerilla açısından haklarını kısıtlayacak bir nitelik taşıyor. Özellikle özel yargılama biçimi ve suçların cezalandırılmasına ilişkin Uribe’nin propagandasını üstüne oturttuğu öğelerin değişmesi söz konusu. Zaten birçok uluslararası analistin yorumuna göre, ‘hayır’ çıkma nedenlerinin başında, savaşın her iki tarafının kurbanlarının barış sürecine tam olarak katılmasının başarılamaması geliyor. Her ne kadar FARCEP, kendisinin neden olduğu acıların kurbanlarına tazminat ödeyeceğini açıklasa da, sonucu pek etkilemedi. Çatışmasızlık devam Bundan sonra ne olacağına gelince... Öncelikle şu söylenmeli: Anlaşma hâlâ geçerli çünkü anayasal olarak böyle bir plebisite sunma ve sonuçlarına uyma zorunluluğu yok. Ayrıca sonuçların gelmesinden hemen sonra, taraflar çatışmasızlık kararını sürdürme niyetlerini açıkladılar. FARCEP ilk basın toplantısında, “Bu sonuç, derin kin ve nefreti ekenlerin halkı ne kadar etkilediklerini gösterdi ama bizi geleceğimizi barışla inşa etme hayalimizden vazgeçirmedi” açıklaması yaptı. Ancak yasal olarak etkisi olmasa da moral ola rak etkisi olmayacağını söylemek mümkün değil. Anketler yanıldı Halkın geniş kesimi “Umutsuzlar”a geri dönelim. Oylamaya katılmayan ‘umutsuzlar’ın oranının yüzde 60 olmasını gerçekten ben de beklemiyordum. Gelgelelim katılmama oranındaki bu yüksekliğin nedenlerinden bi ri de kamuoyu yoklamalarının hep yüzde 6065 civarında görünmesiydi. Bu durumdan herkes o kadar rehave te kapılmıştı ki ‘Hayır’cılar bile neredeyse hiç kampanya yürütmedi. Son günlerde Kolombiya sokaklarında bir tane ‘Hayır’ gösterisine, hatta ‘Hayır’ afişine bile rastlamadım. Yine FARC, ulusal konferanstan önce anlaşmadan politik olarak hoşnut olmadıklarını deklare etmişti. Bunu FARC yöneticilerine sorduğumda “Gerillalardan sadece 80100 kişilik bir grup ve konferansta ikna oldular” demişlerdi. FARC gerillalarının sayısı bu durumda daha da artabilir (ki bana 200300 gerilla olduğu söylenmişti). Bir de bu sonuç FARC’ın içerisinde kendilerini çok fazla açığa çıkarmayan, özellikle kendi geleceklerine ilişkin rahatsız olan gerillaların da kendilerini artık daha yüksek sesle ifade etmelerine neden olacaktır. Gerillaların haklarının ‘Hayır’ın baskısıyla daha kısıtlanabilir hale gelmesi, bu durumu daha hızlı biçimde açığa çıkartabilir. Diğer savaşanlar Bu durumda Kolombiya’nın diğer savaşanları ne yapacak? ELN, son yaptığı açıklamada 5 Ekim’e kadar ateşkes ilan etmişti. Bu sonuçlar gösteriyor ki, ELN kaldığı yerden savaşmaya devam edecek. Paramiliterler zaten hiç durmadılar. Hatta 2 Ekim referandum günü de FARC üyesi olduklarını iddia ettikleri kişileri kaçırıp öldürdüler. Zaten özellikle oylamanın gerçek çoğunluğu olan oy kullanmayan ‘Umutsuzlar’ın bu düşüncelerinin esas nedeni de paramiliterler. Çoğunluk, Kolombiya devleti tarafından kurulan, suç işleme özgürlüğüne sahip paramiliterlerin ortadan kalkacağına hiç ihtimal vermiyor. Konuştuğum Kolombiyalı avukatlar aslında maaşları daha yüksek olan polislerin istifa ederek daha düşük maaşlı da olsa paramiliter olmak için başvurduklarını, çünkü suç üzerinden inanılmaz bir ranta sahip olduklarını anlatıyorlardı. Durum çok karışık Ayrıca son günlerde Türkiye’de yaygın olarak seyredildiğini duyduğum “Narcos” adlı dizinin konusu olan Kolombiya mafyasının sona ereceğini zaten hiç kimse düşünmüyor. Her şey birbirine o kadar karışmış durumda ki... 1990’larda yapılan barış anlaşmaları sonucunda kendisini tasfiye eden solcu M19 gerillalarından biri Uribe’nin partisinde yönetici olmuşken, yine barış sonucu legalleşen Maocu eski bir gerilla lideri kokain kaçakçılığı yapan bir mafya lideri olarak geçen yıl Venezüella sınırında öldürüldü. Umudu kaybetme Savaş sadece insanları değil, yaşama sevincini, umudu öldürüyor. Bu yüzden koca bir ‘umutsuzluk’un kazandığı halkoylamasının ardından FARCEP genel sekreteri Ricardo Tellez’in bana, bizim için söylediğini, bugün tekrar onlara söylemek gerekiyor sanırım: “Baskı altında bile, mutlaka iyimser olmak gerekir. Çünkü bir gece, ne kadar kara ise sabah o kadar aydınlık olacaktır...” * Yazar, Belgeselci. yorum 13 ÖzAgecanr Kavşak Otomania! (1) Herhalde konuşmasına “Ey Muhtarlar!” diye başlamış olmalıdır. Ama şöyle dediği kesin: “Tarihte bize ne yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler. 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan’ı ‘zafer’ diye yutturmaya çalıştı! O anlaşmada masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını vermediler!” HHH O masayla ilgili gelişmeleri 2008’den bu yana bu köşede çeşitli kereler yazdım. 14 Kasım’da şöyle değinmiştim: “İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Couchepin’in Ankara ziyareti öncesinde kendisi ile konuşmak üzere bir grup meslektaş ile bu ülkeye gitmiştik. Bu fırsattan yararlanarak Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığına sahne olan görüşmelerin yapıldığı alanları da ziyaret ettik. Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ‘ Rumine Sarayını’ da gezdik. Arkadaşlardan biri ‘Antlaşmanın imzalandığı masayı görebilir miyiz?’ diye sorduğunda ‘depoda’ yanıtını alınca şaşırdık, daha doğrusu üzüldük. Oysa bu tarihsel masayı nice Türk kuruluşu Türkiye’ye getirtmek için ne uğraşlar vermişlerdi. Meğer yetkili bizi atlatmış! Masa bir sürpriz olarak Couchepin’in ziyareti sırasında Ankara’da ortaya çıktı. Couchepin İsviçre’nin Ankara’da elçilik açılışının 80. yıldönümünün anısına masayı Ankara’ya hediye getirmişti. Bu masanın sergileneceği yer henüz saptanmadı. İki önerimiz var. Yabancı devletleri bu masaya oturtan ilk TBMM Müzesi ya da Lozan görüşmelerini başarı ile sürdürüp imzası ile noktalayan İnönü’nün Pembe Köşk Müzesi en uygun yerlerdir.” Lozan masası Ankara’da. 23 Aralık 2008’deki yazım ise özet le şöyleydi: “İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Co uchepin, Ankara Büyükelçiliği’nin 80. yıldönümü nedeniyle yaptığı ziyarette Türkiye’ye olağanüstü bir hediye vermişti. Hediye, Türkiye Cumhuriyeti’ni doğuran 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalandığı masaydı. Masanın Çankaya Köşkü’nde, bugünkü TBMM Binası’nda, Ankara’da Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenmesi gibi öneriler yapılmış, masa ortada kalmıştı. 14 Kasım tarihinde bu köşede yazdığımız yazı şöyle bitiyordu: ‘İki önerimiz var. Yabancı devletleri bu masaya oturtan ilk TBMM Müzesi ya da Lozan görüşmelerini başarı ile sürdürüp imzası ile noktalayan İnönü’nün Pembe Köşk Müzesi en uygun yerlerdir.’ Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün arayıp şu bilgiyi verdi: ‘Masayı, iç düzenlenmesi yenilenmekte olan ilk TBMM Müzesi’nde ve ayrıca ailesinin bağışladığı İnönü’nün Lozan Madalyası ile birlikte sergileyip 23 Nisan’da ziyarete açacağız.’ Masa en doğru yeri bulmuş, ayrıca İnönü’nün madalyası ile de taçlanmıştı.” HHH Couchepin, masayı Ankara’da, törenle Türkiye’ye vermeden önce, “Bir kez daha dokunmak istiyorum!” demişti... Pek çok konuğun olduğu bu törene, o masada zafer antlaşmasını imzalayan İnönü ailesinden kimse davet edilmemişti! HHH O masada İngilizlerin ve yandaşlarının yenilgisini imzalayan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon çok öfkeliydi! Lord Curzon, öfkesini “Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusunu” başarıyla imzalayan Türkiye Dışişleri Bakanı İsmet İnönü’ye öfkeyle şöyle demişti: “İstediğinizi aldınız (cebini ve ABD delegesini işaret ederek) ama para bizde; nasıl olsa geleceksiniz, yardım isteyeceksiniz. O zaman bugün kabul etmediklerinizi bir bir önünüze koyacağız!” İnönü gülerek, “Gelirsek yaparsınız...” yanıtını vermişti! HHH Şimdi, biri çıkmış yıllarca övdüğü Lozan Antlaşması’nı yerden yere vuruyor. Geçmişte övgülerini bugün unutan Sultan hazretlerine, söylediklerini Sözcü gazetesinde 30 Eylül’de Yılmaz Özdil tarih tarih anımsatıyor. (http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmazozdil/lozan1419717/) Burada benim anlamadığım, bu kişide “Alzheimer” mı başladı, yoksa “Büyük Ortadoğu Başkanı” sıfatıyla T.C’nin tapusunu mu satışa çıkarmak istiyor? Sayın Okurlar, ilk fırsatta ailenizle, arkadaşlarınızla ilk BMM binasını ziyaret ederek, orada sergilenen bu masa uğrunda şehit olanlara saygılarınızı sununuz. (Devam edecek…) C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle