25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 2 Ekim 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY Kurallar çiğnenmek içindir! Heveslenmeyin, anarşizmin temel kurallarından söz edip sizi sokaklara davet etmiyorum. Sadece sade bir yurttaş olarak, minibüslere, taksilere bindiğim, pazarları dolaşmayı sevdiğim için rastladığım anarşiden söz edeceğim. Biraz merak edin! KadıköyKartal arası çalışan bir minibüs, oldukça tenha, ben de yolculardan biriyim. Minibüs yolda bekleyen, görünüşünden öğrenci olduğu çok belli olan bir çocuğu almadan hızla geçiyor ve hızını alamayıp kırmızı ışıkta da geçiyor. Önde oturan orta yaşlı bir kadın yolcu, “Ne yapıyorsunuz? Hem çocuğu almadınız hem de kırmızı ışıkta geçiyorsunuz, bu kurallara aykırı!” diye söze giriyor. Vay canına, minibüsün genç sürücüsü zınk diye duruyor, kadına dönüp “Sen hiç kural çiğnemedin mi?” sorusunu yapıştırıyor. Kadın yolcu, “Burada benimle ilgili bir durum yok, siz kuralları çiğnediniz!” diye yanıt veriyor. Minibüs olduğu yerden ok gibi fırlıyor ve sürücü, “Kurallar çiğnenmek içindir!” diyerek gaza basıyor, minibüsteki herkes şöyle öne doğru kaykılıyor. Sürücü konuşmaya devam ediyor: “Biz bir tek kural tanırız ve de tek kitaba bağlıyız, o da Allah’ın kitabıdır!” Kadın yolcu sinirleniyor, “Kuran’da kırmızı ışık yazmaz!” diye sert bir biçimde yanıt veriyor. Hop minibüs gene zınk diye duruyor, sürücü ön kapıyı açıp, “Hadi sabah sabah benim kafamı bozma in aşağı, şu paranı da al!” Kadın yolcu inmiyor ve arkasını dönüp diğer yolculara bakıp sesleniyor. “Benimle karakola gelir misiniz?” Kimseden ses çıkmıyor, kimse karakola gitmeyi, tanık olmayı istemiyor besbelli, arkadan bir başka yolcu, kadına sesleniyor: “Arkadaş şimdi karakola gitsek ne olacak, karakoldakiler de adamı kollayacak! Üstelik sen kadınsın, başına başka işler gelir.” Kadın birden “Lanet olsun sizlere” diyerek ağlamaya başlıyor. Artık işe karışmanın zamanı geldi, karakol konusunda ben de diğer yolcular gibi düşündüğümden, kadını usulca kolundan tutup aşağı indiriyorum, birlikte hemen yan taraftaki bir kahvede oturuyoruz. Meslekten ihraç edilmiş bir matematik öğretmeni o. FETO terör örgütüyle tek ilişkisi maaşını BANK ASYA’dan alması. Kocası da öğretmen o da ihraç edilmiş aynı suçtan! Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan evime dönüyorum. Şoförle sağdan soldan konuşuyoruz, ansızın genç adam anlatmaya başlıyor. İngilizce Ticari Bilimleri Fakültesi’ni dördüncü sınıfta bırakmış. “Neden?” diye soruyorum, “Ya kendimi öldürecektim ya da okulu bırakacaktım!” Zeki bir öğrenciymiş, tek ideali kaymakam olmakmış, babası dini bütün, yardımsever diye Fethullah’ın okullarından birine göndermiş onu, dayı itiraz etmiş, dinlenmemiş. Orada abilerin hizmetine girmiş, üniversite sınavları sırasında abiler, “Sen İngilizce ticari ilimlere gireceksin, daha sonra da Kazakistan’da açılan bir okulun yöneticisi olacaksın” diye bastırmışlar. O ilk 3000 arasında olmasına rağmen siyasala girememiş, abilerin istediği okula kaydı yapılmış. Ondan sonrası bir kâbus. Dört yılın sonunda bir gece kendini öldürmeyi düşünmüş ama yapamamış o gün okuldan kaydını sildirmiş ve babaannesinin Karadeniz’deki yayla evine gidip altı ay kimseye bir şey söylemeden orada kalmış. Sonra zaten abiler onu yoldan çıkmış olarak damgalayıp peşini bırakmışlar. Şimdi taksi şoförlüğü yapıyor, tek sevindiği şey, babasının darbe günü onun yüzüne mahcup bir biçimde bakıp, “Senin istikbalini ben mahvettim” demesi olmuş. Vay canına, sağımız solumuz böyle hikâyelerle dolu. Bir zamanlar, benden daha çok komünist olan bir temizlikçi kadın, ağlayarak oğlunu yoksulluktan bir tarikat okuluna verdiğini anlatmıştı. Şimdi o çocuk da boşta. Hangi okula, nasıl gidecek bilinmiyor. Oğlunun adeta damgalandığını söylüyor bana, “bir kötülük tohumu” gibi... Hiçbir ülkede hiçbir örgüt bu denli kötücül olmamıştı. Bütün sağ iktidarlar ve de AKP bu suça birinci derecede ortaktır! Enerji Bakanı damat, “Bize vız gelir tırıs gider” diyor, vız gelip tırıs gitmeyecek işte! Gitmeyecek! 2 EKİM 2016 SAYI: 33233 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler Mine Esen Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.29 05.15 05.38 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06.55 13.01 16.15 06.39 12.45 16.00 07.01 13.08 16.24 Akşam 18.53 18.38 19.03 Yatsı 20.12 19.56 20.18 yorum 13 İHL’lerde felsefe ve mantık okutulmadığı için ne Lozan’daki gibi müzakere yapabilecek, zaten ne de fikir çatışması nedir, nasıl kazanılır hiç mi hiç bilmedikleri ona buna “kandırıldık, aldatıldık” itiraflarından belli; hayatları üç verdim, beş aldımla sınırlı ticari pazarlıktan ibaret cahillere Lozan’da kazanılan kutsal davanın önemini anlatacak değilim. Çünkü Türkiye’yi var iken yok edenler, yoktan var etmek ne demektir, kavrayamazlar. Onların anlayacağı basitlikte olmasını umarak, yalnızca şunu söyleyeceğim: Aldığınız, verdiğiniz üç beş milyon paralar gibi, üç beş milyon kelleyi de bir araya toplayıp biz devlet kurduk, dersiniz. Para basar, bayrak falan da dikersiniz. Ama kurduğunuz devleti uluslararası camia resmen tanımazsa, devlet olamazsınız. Dünya bankalarından bolca kullandığınız kredileri, borçları alamaz; borsaydı, finanstı, sıcak para akışıydı falan, hava alırsınız. Biçare Filistin gibi olur, onun bunun himayesine muhtaç kalır, sadakasına avuç açarsınız, kapiş? HHH Artık yıkımı durdurmak için çok geç olmakla birlikte, Türkiye’nin nasıl çöktürüldüğünü gören ve anlayanlara doğru sözlerle bir saptama yapmak içinse, şöyle söyleyebilirim: Lozan Antlaşması, sizlerin bildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu akti; meşruiyeti dünya tarafından resmen tanınan devlet olabilme belgesidir. Devletin kurucu aktini hezimet gibi gösterip tartışmaya açmak, meşruiyetinin inkârıdır. Meşruiyeti bizzat yönetenler tarafından inkâr edilen bir devlet de ya intihar ediyor ya da ettiriliyor, demektir! Dünyadan ve dost ellerimizden bir kuyrukluyıldız parlaklığıyla kayıp giden Memet Baydur, Türkçenin evrensel değerde tiyatro yazarlarından biriydi. Her eseri felsefi bir çağrıydı, son piyesi ise sanki bugünler için yazılmış bir kehanet olup “Lozan” başlığını taşıyordu. HHH Devletin intiharı! Tiyatroları kapatanlardan, elbette Lozan piyesini görmüş, duymuş olmaları beklenemez. Oysa Memet Baydur, onların neler yapacağını öngörmüştür yazdığı oyunda... Müzakerelerin ilk evresinde Türk delegasyonundan Numan ve Nadiryan beylere hitaben konuşturduğu İsmet Paşa’ya şöyle söyletir: “Yıllarca sonra içimizde bile hâlâ Sevr’i savunan şaşkınlar, ebleh hainler olduğunu görüp kederleneceğiz. Ama şimdi buradayız. Çalışalım!” Lozan piyesinde, dekorun en önemli öğesi devasa boyutlarda bir Sevr vazosudur. Felsefe, mantık, edebiyat, tiyatro, resim, heykel cahilleri bilmezler, ama Lozan Antlaşması’nın iptal ettiği Sevr Antlaşması’nın işgal güçleri tarafından imzalandığı Sevres, dünyada en değerli porselenlerin imal edildiği bir Fransız kentidir ve Sevr vazoları, krallık tarihleri yazmıştır. HHH Lozan’ın ilk perdesinde bir kenarda duran Sevr vazosu, oyun ilerledikçe öne çıkar. İsmet Paşa, müzakereler sırasında Sevr vazosuna sanki Türkiye’yi parçalayan antlaşmayı sarsıyormuş gibi bir şaplak atıp çıkar sahneden. Oyunun son per desinde, vazo sahne nin tam ortasında, bir masanın üstünde dur maktadır. İsmet Paşa, konuşur: “Bakın çocuklar, adamlar bizim bu an laşmanın sonuçları na layık olacağımıza inanmıyorlar. Savaş tan çıkmış, yanmış, yı kılmış bir ülke... Kısa zamanda onlara avuç açacağımızı, burada bütün kazandığımızı Sevr vazosu birkaç yıl içinde yitire ceğimizi sanıyorlar. Bi zi uygar değil, ilkel görüyorlar. Bizler, herkese bunun böyle olmayacağını kanıtla yacağız! Bundan böyle... Kolay olmayacak. Hiç kolay olma yacak ama...olacak! Haydi gidelim beyler. Memlekette yapılacak işleri miz var.” HHH Türk delegasyonu sahneden çıkmaya başlar. İs met Paşa, masanın üstündeki Sevr vazosuna bu kez okkalı bir şaplak indirir. Numan ve Nadiryan ye tişemeden Sevr vazosu yere düşer, paramparça olur. Müzik artar, sahne kararır ve perde iner. Ey cahiller! Sevr vazosu, edebiyat, felsefe, tiyatro nedir, mü zakere nasıl yapılır bilmeyen ve zaten devlet temsi liyetini görgüsüz şatafat, meşruiyetini de baskı, zu lüm ve zorbalık sanan sizler; Türkiye’yi savaşmadan viran, insanlarını birbirine düşman, halkını esir düş meden hapislere tutsak ettiniz. Siz varken düşmana ihtiyaç yok. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr Çok ciddi bir çağrı!.. Çok şükür, Cumhurbaşkanı’na hakaret suç. 4 yıla kadar cezası var. Ama yasalarımıza göre “cumhurbaşkanını ciddiye almamak” suç değil... Hele söylediklerine metelik vermemek hiç değil. Oysa ne  halkımız ne de muhalefet  bu nimetin farkında değil. T.C. yurttaşları ise bu bu emsalsiz nimetten yararlanmıyor. Memurundan işçisine, emeklisinden işsizine halkımız onun söylediklerini ciddiye alıp üzüm üzüm üzülüyor!.. Cumhurbaşkanımız  de çenesine sağlık, 5 vakit namazını eda eder gibi Allah’ın her günü  konuşuyor. Rahmetli Demirel “Konuşan Türkiye” demişti. Tayyip Bey, ülkeyi toptan devraldığına inandığından Türkiye adına kendisi konuşuyor. Konuşmak, yazmak isteyenlerin de başı belaya giriyor. HHH Kurtuluş yeni seçim değil. Daha kestirme bir çıkış var: Partisine (yani eski partisine!) oy vermeyenler kendisine kulak vermesin. Ülkeyi bu  halkı gerçekten seviyorsa vermesin! Cumhuriyetin şanlı tarihine değer veriyorsa, çoluk çocuğuna ve daha da önemlisi kendi ruh sağlığına önem veriyorsa sözlerini artık ciddiye almasın... En kısa konuşması 45 dakika. Yazık değil mi oradan buradan toplanmış kim oldukları, ne oldukları belirsiz danışmanların yazdığı insicamsız, izansız, tutarsız metinleri dinlemek için harcanan zamana!  HHH Dün yine binlerce 45 dakikamızdan biri daha heba oldu! “Camdan nutuk eda etme farizası”nı bu kez TBMM’de yerine getirdi. Bu arada, çok hayati bir kararını parti liderlerine ve vekillere bizzat tebliğ etmiş oldu. “Makamının ve mekânının yıpratılma çabaları” artık geride bırakılmalıdır. Bu açıkça Recep Tayyip Erdoğan ile “Saray”ın (pardon Külliye’nin) “Bütünleştiği”nin ilanıdır. “Saray”a, bundan sonra “kaçak” demek cumhurbaşkanına hakaret sayılacaktır. İçinde cami de bulunduğuna göre, Külliye’ye dil uzatmak da “cehennemlik günah” olacaktır. (Diyanet İşleri Başkanı’nın bir hutbesine bakar.) HHH Cumhurbaşkanı’nın sözleri ruh sağlığı ve ülkenin huzuru için ciddiye alınmamalıdır. Kendisinin de ciddiye aldığı kuşkulu. Konuşmaları yazan danışmanların hiç ciddiye almadığı ise kesin. Geçen mübarek cuma günü, camlara “Lozan’ı bize  zafer diye yutturdular!” diye yazmışlar. O da bu sözleri aynen tekrarladı. Oysa tam 66 gün önce de şöyle demişti: “Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile tescil edilmiştir. Bu anlaşma yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir.” (24 Temmuz 2016) FETÖ darbe girişiminin 9. günüydü. Acaba o metni “Yurtta Sulh Konseyi”ne bağlı bir danışman mı yazmış ve cama aktarmıştı? HHH 48 saat önce de “Lozan’ı bize zafer diye yutturdular!” dedi kestirdi attı. Başta benim büyük hala, bu lafı ciddiye alıp buna üzüm üzüm üzülen üzülene! Oysa, en taze “yutturmacacı” kendisi! Daha 66 gün önce “Lozan zaferdir. Devletimizin tapusudur!” dediğini unuttuysa durum vahim. Unutmadıysa daha da vahim. O gün o sözlerini ciddiye alıp sevinmeyenler elbette, önceki günkü “yutturdular!” sözlerine de üzülmemişlerdir. HHH Bir ara da “Türkçeyi yetersiz diyenler dil ırkçıdır!” buyurmuştu. Ardından bir süre geçti. Bilimsel bir toplantıda da çıkıp “Türkçe, felsefeye uygun değil!” dedi. En doğrusu “Anayasal nimet”ten yararlanmak, söylediklerini hiç ciddiye almamak! SAYISAL LOTO 4, 14, 25, 27, 31 ve 39 6 BİLEN: 1 milyon 530 bin 171 TL (1 KİŞİ), 5 BİLEN: 3 bin 69 TL, 4 BİLEN: 45.20 TL, 3 BİLEN: 7.05 TL Bilimkurgudan gerçeğe İngiliz Standartlar Enstitüsü, geçenlerde robotlarla ilgili bir dizi kural belirlemiş. Robot üretiminde bundan böyle bu kurallar göz önünde bulundurulacakmış. Amaç, gelecekte robot davranışlarına yön vermek. Robotik Profesörü Alan Winfield, bu belgenin, robotların etik tasarımı konusunda yayımlanmış ilk standart olduğunu belirterek, “Asimov’un kurallarına göre biraz daha kapsamlı. Risklere karşı alınacak önlemleri açıklıyor” demiş. Haberi okuyunca gülümsedim. Eğer bilimkurgu edebiyatıyla ilgilendiyseniz, Isaac Asimov’un o ünlü “üç robot yasası”nı duymuşsunuzdur. Asimov bu yasaları 40’lı yıllarda ortaya atmıştı. Üç robot yasası şöyle: “1) Bir robot, bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz. 2) Bir robot, birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır. 3) Bir robot, birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendi varlığını korumakla yükümlüdür.” Yıllar önce Asimov’un robot yasalarını tartışıyorduk. Arkadaşlarımızdan biri bizi azarlamıştı: “Dünyada onca sorun varken, sizin tartıştığınız şeye bak!” İşin ilgincitabnaizhmdete@ogmnaail.choamk vermiştik. Aramızdan biri şöylwewwb.airhmyeottraun.mcomyapmıştı: “Belki 100 yıl sonra bile gündeme gelmeyecek bir konuyu tartışıyoruz.” Hepimiz “doğru” diye düşünmüştük. Konuyu tartışmayı bırakmıştık. Aradan 25 yıl geçmedi. 100 yıl sonra bile gündeme gelmeyeceğini düşündüğümüz konu bugün karşımızda. “Gelecek de bir gün gelecek” derler ya. Geldi bile. HHH Asimov, daha sonraki yıllarda üç robot yasasına bir ek yaptı. Sıfırıncı yasayı gündeme getirdi: “Bir robot insanlığa zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.” Bizim yıllar önceki tartışmamızın odağında da bu sıfırıncı yasa yer alıyordu. Çünkü robotlar bu yasayla, “insanlığa” zarar verenlere müdahale edebilecekti. Henüz yok gerçi, ama şu anda insan seviyesinde bir zekâya sahip robotlar olsaydı, bu sıfırıncı yasayla birlikte örneğin iklim değişikliğine neden olanlara karşı bir nasıl bir tutum benimserlerdi? Öyle ya, iklim değişikliği insanlığı tehdit ediyor. HHH İngiliz Standartlar Enstitüsü belgesi bazı genel ilkelerle başlıyor. “Robotlar öldürmemelidir”, “Robotların yarattığı sorunlardan insanlar sorumlu tutulmalıdır” gibi. Belgede detaylı senaryolara da yer verilmiş. Bu senaryolar arasında, robotların insanları kandırması, robot bağımlılığı ve kendi kendine öğrenen sistemlerin amacını aşması gibi tehlikelere karşı üreticiler uyarılıyor. Rehberde robotların cinsiyet ya da ırk ayrımcılığı yapabileceği konusunda da uyarılar var. “Robotların hangi eylemi, ne amaçla yaptığı, bu eylemden kimin sorumlu olduğu bulunabilmelidir” denmiş belgede ve tasarımcıların şeffaf olmaları gerektiği vurgulanmış. Bu madde biraz sıkıntılı. Biliyorsunuz, Google’ın geliştirdiği AlphaGo adlı yapay zekâ yazılımı, mart ayında Go dünya şampiyonu Lee Sedol’u yenmişti. Peki, AlphaGo bunu nasıl başardı? Yazılım, derin öğrenme yöntemiyle yüz binlerce Go oyununu izleyerek kendi kendini eğitmişti. Gerçek şu ki, yazılımcılar dahil hiç kimse bu robotun dünya şampiyonunu nasıl yendiğini bilmiyor. Robot etiğini daha uzun süre tartışacağız sanırım. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle