16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 24 Haziran 2015 gazetecinin ardından 12 KOnUK YAZAR HASAN CEMAL Cüneyt Baba... Ankara gazeteciliğim sırasında her sabah Hürriyet’i elime çekinerek alırdım. Korkulu rüyam, Cüneyt Baba yine ne atlattı sorusuydu. Haberle yaşardı o. Atlatma haberler yaşatırdı Cüneyt Baba’yı. Bakla gibi imzası ve fiyakalı fotoğrafıyla Hürriyet’in tepesinde, sürmanşetinde bir süre gözükmezse, huzursuz olurdu. Hatta huysuzlaşırdı. Onun bu hallerini bilenler, böyle zamanlarda Baba’nın yanına pek yaklaşmazlardı Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiydim. 1980 yılbaşının ertesi günü sabah erken İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordum. Uçakta elime Hürriyet’i alınca, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Cüneyt Baba, sürmanşetten nanik yapıyordu: “Ordu uyarı mektubu verdi!” Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanları Çankaya Köşkü’ne çıkmış ve Cumhurbaşkanı Korutürk’e verdikleri bir mektupla, dokuz ay sonraki 12 Eylül darbesinin ilk işaretini çakmışlardı. Baba yine atlatmıştı. Ankara’ya iner inmez, doğru Uğur Mumcu’ya gittim. Ne yapabilirdik? Baba’nın canını biraz olsun nasıl acıtabilirdik? CHP lideri Ecevit’in kapısını çaldık. Başbakan Demirel’in karşısında ana muhalefetti. Ecevit’in ‘uyarı mektubu’na ilişkin değerlendirmeleri ertesi gün atlatma haber olarak Cumhuriyet’in manşetini süslüyordu. Sabah vakti erken aradı. Kutluyordu beni, ama bu gibi durumlarda sesinden hiç eksik olmayan alaycı titreşimleri bana belli ederek... enim için Cüneyt Baba’ydı o, B Cüneyt Arcayürek değil. Ve kâbusumdu. Mesleğe adanmış bir ömür M enderes Yassıada’ya götürülürken 13 yıllık gazeteciydi, “Johnson Mektubu”nu o yayımladı. Kıbrıs harekâtından ilk fotoğrafları o gönderdi. 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı gördü. Gazetemizin simge ismi Cüneyt Arcayürek’i 87 yaşında kaybettik. uayen gazeteci, gazetemizin yazarı ve Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Arcayürek, dün yaşamını yitirdi. Arcayürek yarın Maltepe Camisi’nde kılınacak öğle namazının ardından Gölbaşı’nda toprağa verilecek. Arcayürek’in 55 yıllık eşi Esin Arcayürek “Şatafatı, töreni sevmezdi, sade bir uğurlama istedi” dedi. 13 Mayıs’tan bu yana Medicana International Ankara Hastanesi’nde tedavi gören Arcayürek dün 14.30’da yaşamını yitirdi. Hastane Başhekimi Dr. Gülay Kılıç, “Cüneyt Arcayürek, sağlık sorunlarının ağırlaşması ve buna bağlı gelişen çoklu organ yetmezliği nedeniyle aramızdan ayrılmıştır” açıklamasını yaptı. Arcayürek’in cenazesi, yarın Maltepe Camisi’nde kılınacak öğle namazının ardından Gölbaşı Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Yazarımızın vasiyeti nedeniyle, başka bir tören düzenlenmeyecek. Arcayürek’in eşi Esin Arcayürek hastanede taziyeleri kabul etti. Esin Arcayürek, eşinin yoğun bakımda bile yazısını yazmaya çalıştığını ve hep mesleğini severek yaptığını belirterek ve şöyle dedi: “55 yıllık evliyiz. Birbirimize çok düşkün, çok seven bir çift olduk. Hastaneye yatarken gazetede ya da Gazeteciler Cemiyeti’nde tören istemediğini, sade törenle gömülmek istediğini söylemişti. Şatafatı, töreni sevmezdi. O nedenle camiden kabristana uğurlayacağız.” Arcayürek’in vefatının ardından dostları hastaneyi ziyaret ederek, eşi Esin Arcayürek’e ve Cumhuriyet ailesine başsağlığı dileğinde bulundular. Ankara Gazeteci EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ZARİFE SELÇUK 13 KOnUK YAZAR ALTAN ÖYMEN Birbirimizi kollardık İkimiz de Çankaya’da, eski basın sitesinde oturuyorduk. Sitede başka Ankara gazetecileri de yaşıyordu. Hatırlayabildiklerim: İlhami Soysal, Mehmet Ali Kışlalı, Örsan Öymen, Nizam Payzın, Mustafa Ekmekçi, Behiç Ekşi. Cüneyt Baba karşı blokta, üst kattaydı. Ben ise giriş katında, Mustafa Ekmekçi’ye ait tek odalı evde kiracıydım. Sevgili Ekmekçi, bazı sabahlar kapımı çalar, o sevimli ve muzip yüz ifadesiyle beni çorbaya davet ederdi. Akşamları arada bir başımı pencereden uzatır, Cüneyt Baba evde mi, değil mi kontrol ederdim. Böylece onu markaja aldığımı sanırdım. Neredeyse her akşam telefonlaşırdık. Cüneyt Baba’nın bana sempatisi vardı. Ben de onu olanca huysuzluğuna rağmen severdim. Gazeteciliğe, haberciliğe olan sevgisiydi beni ona yaklaştıran... Bu arada mesleki çıkarcılık da bizi birbirimize yakınlaştırmıştı. Haber konusunda arada bir işbirliği yapardık. Birbirimizi kollardık. Daha çok o bana yardımcı olurdu. 1979, 1980 yıllarında televizyon devlet tekelindeydi. Özel televizyonlar yoktu. Siyasi tartışma programları da canlı çekilmez, banda alınırdı. Ama böyle bir programa bir kere çıktın mı, sokakta bir anda tanınır hale gelirdin, popüler olurdun. 1979 sonları olmalı. Böyle bir televizyon programına ben de davet edilmiştim, Cumhuriyet’in Ankara temsilcisi olarak. Hürriyet’ten Cüneyt Arcayürek değil, yanlış hatırlamıyorsam Başyazar Oktay Ekşi vardı. Güncel siyaset tartışacaktık. Baba biraz bozuktu davet edilmediği için. Beni aldı karşısına, uzun uzun taktikler verdi, Oktay Abi’ye karşı... Performansımdan memnun kalmıştı. Program sonrasında, Ankara Oteli’nin barında keyifle yudumlamıştık viskilerimizi... Genelkurmay Başkanlığı: Işıklar yanmıyor! Çünkü arka tarafta çalışıyorlarmış... Eve gelir gelmez Arcayürek’i aramıştım: “Baba, ne Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor ne de TRT’nin önünde tanklar var” deyip hemen yattım. Çok geçmedi, başucumdaki telefonun çınlamasıyla sıçradım. Saat 02.15. Cüneyt Baba, “Hasan, kalk kalk! Sesleri duyuyor musun?” “Ne sesi yahu, dalga mı geçiyorsun gecenin bu saatinde” deyince Baba sesini yükseltti: “Tank sesi oğlum, tank sesi. Pencereye yaklaş da kulağını aç biraz!” Gerçekten tank sesiydi bunlar; gecenin sessizliğini yırtan... Tank paletlerinin asfaltla buluştuğu yerden çıkan, gıcır gıcır, kulak tırmalayıcı sesler... Çankaya’ya tırmanıyor, Oran’a doğru kıvrılıyorlardı... Apar topar giyinip Baba’nın Volkswagen’ına atmıştık kendimizi. Cüneyt gazlıyor. “Meşrutiyet’te inip büroya gideyim” diyorum ama Cüneyt dinlemiyor: “Birlikte olalım daha iyi, Hürriyet Matbaası’na gidelim.” Baskı bitmiş, her taraf sessizlik içinde. Telefonlara sarılıyoruz Cüneyt’in odasında. Sıkıyönetim’den Albay Yalçın’a soruyoruz: “Sınırlı bir operasyon mu, askeri müdahale mi?” Yanıt: “Hiçbir şey söyleyemem. Saat 04.00’te radyoyu dinleyin!” O kadar. İstanbul’u arıyoruz: “Baskıyı durdurun, bir şeyler oluyor.” Sağa sola telefonlar; evet kesin: “Ordu el koyuyor.” Cüneyt’le birlikte birer teleksin başına geçiyoruz. Ancak birkaç satır geçebiliyorum. Teleks birden susuveriyor, hırıltılı bir sesle. Mesleğine düşkün gazetecilerin kulağına nedense pek hoş gelen o teleks tıkırtıları kesiliveriyor ansızın... Telefona sarılıyoruz: Onlar da işlemiyor, kesik... Sanki gazeteciliğimiz bir anda işlevini yitirmişti. O anı, hiç unutamayacağım, Cüneyt’le bir süre öyle bakıştık çaresizlik içinde. Evet, ne yazık ki “film kopmuştu” artık... Cüneyt Babay’la ortak anılarımız hep gazetecilikle ilgiliydi. Baba’nın askerde, daha doğrusu Genelkurmay’da, devlette ve DPAPDYP dünyasında, belki daha doğru deyişle “Demirel dünyası”nda hiç tükenmeyen çok iyi haber kaynakları vardı. Arkasında da Hürriyet gibi bir gazete olduğu için Cüneyt Baba “Ankara gazeteciliği”nde ayrıcalıklı bir yere sahipti. Ve o yerini “gazeteci milleti”ne özgü, bazen kıskançlığa varan bir titizlikle yıllar boyu korumaya çalışmıştı. 1974’de Kıbrıs müdahalesinde adaya ilk çıkan, Hürriyet’in birinci sayfasını fotoğraf ve yazılarıyla kaplayan gazeteci o olmuştu. 1963’de Kıbrıs’la ilgili “Johnson Mektubu”yla imzasını yine müthiş bir atlatma haberin altına atmıştı. 1981’de ben genel yayın yönetmeni olduktan bir süre sonra Cüneyt Baba da Cumhuriyet’e gelmiş, mesleki heyecanını da bize taşımıştı. 1991 genel seçimleriyle birlikte Cumhuriyet vazosu kırılınca, birbirimizden kopmuştuk. Ben Sabah’ta çalışırken Baba’yla seyahatlerde karşılaştığımızda bazen duygusal anlar yaşar, dertleşirdik. Hayat böyle. Zaman köşeleri törpülüyor, yumuşatıyor. Demek yıllar benim için de hızla geçiyor. Ölümlerin arkasından çok yazı yazmaya başladım. İlhan Selçuk... Örsan Öymen… Çetin Emeç… Uğur Mumcu… Mustafa Ekmekçi… Ercan Arıklı… Ufuk Güldemir… Turan Yavuz… Mehmet Ali Birand… Unuttuklarım var mı?.. Bilemiyorum, olabilir de. Şimdi de Cüneyt Baba. Geçtiğimiz günlerde Kanlıca’da, gazetecipatron geleneğinin son temsilcilerinden Erol Simavi’nin cenazesindeydim. Hürriyet’in patronu Erol Bey’i ne kadar çok dinlemiştim Cüneyt Baba’dan. Kızdığı zamanlar olur, sevdiği zamanlar olurdu. Ama genellikle iyi söz ederdi Erol Bey’den… Ben de Sevgili Arcayürek’ten, Cüneyt Baba’dan iyi söz ediyorum. Aynı mesleğe gönül vermiş, haberi, “atlatma”yı sevmiştik. Gazeteci milletinin ve Arcayürek’in hayatındaki her şeyi olan sevgili eşi Esin Hanım’ın başı sağ olsun! Rahat uyu Cüneyt Baba. D Tören sevmezdi ler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin ilk ziyaretçiler arasında yer aldı. CHP milletvekili Mustafa Balbay, gazeteci Ali Baransel, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin ve Başkanvekili Savaş Kıratlı hastaneye, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu ise Arcayürek’in evine taziye ziyaretinde bulundu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Twitter hesabından başsağlığı mesajı yayımladı. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, eski Başbakan Tansu Çiller, eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal, işadamı Can Kıraç, CHP Ankara İl Başkanı Adnan Keskin, ve Eğitim İş Genel Başkanı Veli Demir ve gazeteci Necati Zincirkıran da taziye dileklerini iletti. Arcayürek 1928 doğumlu. Ankara Tıp Fakültesi’ne girmiş, ikinci sınıfta gazeteciliğe geçiş yapmış. Mesleğe 1947’de CHP’nin yayın organı Ulus gazetesinde başlamış. O gün, bugündür hep “gazeteci”. Ankara Akşam Haberleri, Kudret, Vatan, tekrar Ulus, Anka Haber Ajansı, Akis, Hürriyet, Tercüman, Milliyet, Güneş ve Bugün gazetelerinde çalıştı. 1955’te Akis dergisinin yazıişleri müdürü olarak “hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu işlemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması” gerekçesiyle 6 aya mahkum oldu, hapse girdi. 1 1985’tEn bERİ C Sami Karaören Oktay Akbal Nadir Nadi Berin Nadi Emine Uşaklıgil Uğur Mumcu Cüneyt Arcayürek İlhan Selçuk Agop Arad Okay Gönensin 60 yıllık dostluk üneyt Arcayürek’i kaybettik. Basınımızın en kıdemli gazetecilerindendi. Ben 1950 yılında Ankara’da, o zamanki Ulus gazetesinde stajyer olarak muhabirliğe başladığım zaman, Arcayürek gazetenin o zamanki deyimiyle “Meclis muhabiri”ydi. Bugünkü resmi deyimle “parlamento muhabiri”... O zamandan bu yana yakın arkadaştık. Bazen aynı gazetede, bazen birbirine rakip olan gazetelerde muhabir olarak çalıştık. Rakip gazetelerdeyken birbirimizi gazetecilik deyimiyle“atlatma”ya gayret ederdik. O yarışın sonucuna göre birbirimize takılmayı da ihmal etmezdik. Ankara’da Ulus gazetesinde çalıştığımız sırada, basınımızın büyük zorluklar içinde olduğu bir dönem yaşadık. Muhalefetin sözcüsü olan gazetemiz Ulus kapatıldı. Onun yerine geçmek üzere çok dar imkânlarla çıkarılabilen yeni bir gazetenin Yeni Ulus’un bir iş hanının deposundan bozma bölümünde çalıştık. Cüneyt Arcayürek, Yeni Ulus’la birlikte, o dönemin ünlü siyasi dergisi AKİS’te de yazıişleri müdürü olarak görev almıştı. Dönemin Ankara’sında tutuklanarak hapse giren ilk gazeteci oldu. Tutukluluğu bir süre sonra sona erdi ama hakkındaki soruşturmalar bitmedi. Daha sonraki dönemlerde de, polise ve/veya savcılığa çağırılmaları olağan hale geldi. 1960’tan sonraki yıllarda Arcayürek, Hürriyet’in Ankara temsilcisi olarak pek çok “atlatma haber”e (şimdiki deyimle “özel haber”e) imza attı. Onlardan biri çok ünlü bir gazetecilik olayıydı. Arcayürek, ABD Başkanı Johnson’un 1960’ların ilk yarısındaki Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı bir gizli mektubun metnini yayımlamıştı. Arcayürek, mektubu nasıl elde ettiğini, tabii açıklamadı. Bunu ona soran olmadı. O zamanın basınında çıkan o gibi haberlerle ilgili gelenek öyleydi. Arcayürek, elde ettiği başarı için sadece tebrik edildi. “Devletin gizli evrakını açıkladı. Casusluk yaptı” gibi ithamlar karşısında kalmadı. HHH Tıptan vazgeçti 985 yılından bu yana Cumhurbaşkanı Demirel’in danışmanlığı yaptığı süre dışında Cumhuriyet’te “Cüneyt Arcayürek yazıyor”. Röportajları, dizileri ve 1992 yılından beri de “Güncel” köşesinde okurlarla buluşuyor. Bir dönem Cumhuriyet Ankara temsilciliği de yapan Arcayürek, son dönemde Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu ve Yayın Kurulu üyesi olarak görev yapıyordu. Cüneyt Arcayürek, 1985’te Cumhuriyet’te yayımlanan KUDETA dizisinde düşsel bir adada geçen düşsel olayları, demokrasi tutkunu bir gazetecinin ağzından hicvederek anlattı. Arcayürek’in Fransızca darbe anlamına gelen “coup d’etat”tan yola çıkarak adını verdiği roman önce dizi olarak gazetede yayımlandı. İki yıl sonra “Ada’ya Demokrasi Nasıl Geldi?” alt başlığıyla ikinci kitap geldi. Üçüncü kitap “KuDeTa, Adada Son Darbe” ise 30 yıl sonra geldi. Arcayürek, KuDeTa’nın öyküsünü arkadaşımız Gamze Akdemir’e şöyle anlatıyordu: C Hasan Cemal Ali Sirmen Nadir Nadi’nin doğum günü kutlamasında bütün Cumhuriyet ailesi bir arada. Tarih: 23 Haziran 1988. gileriyle renklendirebileceğini de söyledi. Yayınevine teslim edeceğim sırada hiç beklemediğim bir gelişme oldu. Sevgili dostum İlhan Selçuk Ankara’ya geldi ve beni aradı. Bir ara konu gazetenin yapacağı hamleye geldi. Selçuk, Genel Yayın Müdürümüz Hasan Cemal’in Ankara’ya geldiğini söyledi, bana ve Ankara’daki yazarlara hamleye katkımızın ne olabileceğini sordu. Ben de Cemal’e yayınevine teslim etmek üzere olduğum KuDeTa’dan söz etmiştim. İlhan’a Cemal’le o görüşmemi anlattım. Kitabı Bilgi’ye teslim edeceğim gün Cemal aradı. ‘Kitabı hemen gönder, dizi yapacağız’ dedi. Cumhuriyet, KuDeTa’yı dokuz gün tam sayfa yayımladı. Beklediğimden fazla ilgi gördü. Herkes beş bekçinin kimler olduğunu, kitapta yüce insan Sacret adını verdiğim, ada yönetimine el koyan beş bekçinin liderini, yönetimini hicveden, alaya alan serüvenlerini konuşuyordu.” Elbette Kenan Evren diziden çok rahatsız olmuş. Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Ali Baransel Arcayürek’i arayıp “Paşam soruyor. ‘Cüneyt Arcayürek KuDeTa dizisi ile ne yapmak istiyor’ diye sordu” demiş. Arcayürek “Hiçbir şey! KuDeTa, hayali bir adada geçen hayali olayları ve o olaylardaki kişileri anlatıyor” karşılığını vermiş. Ama olay orada kapanmamış. Hasan Cemal, Evren’in bir basın toplantısından döndüğünde “Yine bizi fırçaladı!” demiş. “Cüneyt’in KuDeTa ile sanki bizi bekçi yaparak 12 Eylül’ü alaya aldığını anlamadık mı?” dediğini aktarmış. Arcayürek, “Ada’dan ayrılan gazetecinin son kertedeki yargısı nedir” sorusuna da “Bu son diktamen de başımıza geldi ama... Bu da gün gelecek gidecek! O gün; ben kitapta ada diyorum siz Türkiye diyebilirsiniz; bu ülke yine bizim, özgür ve gerçek ileri demokrat olacak!” karşılığını veriyordu. Cumhuriyet gazetesinin Ankara’daki bürosu, İstanbul Başsavcılığı’nın talimatıyla polis ekipleri tarafından basıldığında Cüneyt Arcayürek gelenleri böyle karşıladı. (1 Temmuz 2008) HINCAL ULUÇ: Son gazeteci “Ülkenin içinde bulunduğu koşullar ortada. 12 Eylül döneminde Cumhuriyet yazarları medyada en çok hırpalanan, hapislere düşen yazarlardı. Bu nedenle KuDeTa gibi darbeyi ve darbecileri hicveden bir kitabı gazetemin yayımlamasını bekleyemezdim. Çekine çekine yayıncım Bilgi Yayınevi’nin sahibi rahmetli Ahmet Küflü’nün kapısını çaldım. Beklemediğim bir yanıt verdi: ‘Basarım!’ Hatta kitabı Tan Oral’ın çiz Kitabı bastırdım ‘Demirel dünyası’ Dini imanı haber lhan Selçuk, 19 Temmuz İ 1984 tarihinde “Pencere”de “Cüneyt Arcayürek açıklıyor” başlıklı yazının başında şöyle diyordu: “Gazeteciliğin en yaman, en kahredici, en heyecanlı dalı muhabirliktir. Kimi insan anasından muhabir doğar; sonra tüm yaşamında haberle kalkar, haberle yatar, haberle uyanıp, haberle uyur. Gecenin en karanlık saatinde bile bilinçaltında haber yatar, rüyasında haberle boğuşur, sonra ter içinde uyanıp telefona sarılır; hem kendisiyle didişir, hem meslektaşlarıyla yarışır; atlatır, atlar, atlayacağım diye çırpınır; önsezileri, içgüdüleri, duyarlı duyuları 24 saat habere dönüktür, avını uzaktan sezen bir yabanıl hayvana dönüşür, benli Doğan Akın, Orhan Erinç, Mustafa Balbay, İlhan Selçuk‘la birlikte. ği radarlaşır; habere doğru, sessiz, sinsi, kararlı, çevik, güçlü adımlarla yaklaşmaya başlar, kimseye sezdirmeden işini görecek, ertesi sabah manşetten patlatacaktır. Gerçek muhabirin dini, imanı, varı, yoğu, eğlencesi, acısı, tatlısı haberdir. Bu tür muhabirin bizdeki örneklerinden biri Cüneyt Arcayürek’tir.” l ANKARA / Cumhuriyet Gazeteci doğanlardan li Baransel, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri oldu. Bu görevi Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı döneminde de sürdürdü ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü oldu. Baransel, Arcayürek’in en yakınındaki insanlardan biri. “45 yıldır evin içerisinde her şeyini paylaştığı bir kardeşi, evladı muamelesi gördüm. Dostluklara çok önem verirdi. Ama çok seçiciydi. Özeline giren insan sayısı bir elin parmakları kaOkay Gönensin’le mahkemede. dar azdı” diyor. Baransel, Arcayürek için yazılarında, kitaplarında o döşunları söyledi: “‘Gazeteci donemi kıyasıya eleştiren belki ğulur, olunmaz’ tanımlanmade tek kalemdi.” sına örnek birkaç isimden biArcayürek’in Kenan Evren riydi. Özellikle 12 Eylül askeri ve diğer konsey üyelerini hicharekâtından sonra komutanvettiği KuDeTa, o dönemde lar karşısında iyi eğitim almış büyük yankı yaratmıştı. Baranpiyade askerleri gibi topukları sel, o günleri şöyle anlatıyor: nı birbirine çarparak selam du “Başta Evren Paşa olmak üzere ranlardan hiç olmadı. Hak, hukonsey üyeleri o kitaptan mütkuk, adalet , insan hakları , öz hiş rahatsız oldular. Konuyu bana ilettiler. Ben de durumu gürlük, temalarının yer aldığı ALİ BARANSEL: ‘Atlatma’yı sevmiştik A Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi... Baba’yla o kadar çok ortak anımız vardı ki. Hiç unutamadıklarımdan biri, 1980 yılı 11 Eylül gününe aittir. Politika kulislerinin puslu havası akşamüstüne doğru iyice koyulaşmıştı. Akşama doğru bürodan çıktım. Yalçın Doğan’a gittim. Sağa sola telefon ettik, ama pek dişe dokunur bir şey çıkaramadık. Arcayürek’i aradım yeniden: “Baba, ne var ne yok?” “Vallahi yok bir şey. Fakat eve gelirken etrafı şöyle bir kolaçan ediver. Genelkurmay’ın, TRT’nin önünden geçiver arabayla. Bakalım bir hareket var mı?.. Eve gelince de bir telefon salla bana.” Gece yarısını geçiyordu Yalçın’dan çıktığımda. Cuma, 12 Eylül 1980. Saat 01.10. 11 Eylül ve sonrası Cüneyt Abi’ye aktardım. Evren Paşa’yla karşı karşıya gelip konuşmalarını sağladım. O her zamanki zekâsı, kıvraklığı ve sempatisiyle davrandı. Hiçbir şey olmamış gibi bir konuşmuşlar, hatta Evren Paşa ‘Nereden çıkardın sana kızıyoruz falan...’ diye konuşmuş. Hakkında bir hukuki işlem yapılmadı.” azeteci ve yazar Hıncal Uluç, Arcayürek için şunları söyledi: “Cüneyt abi bana sorarsanız son gazetecilerden birisiydi. Hani son Mohikanlar var ya onlar gibi. Neden bugün bu kadar gazete ve çalışanı var, bizler varız da Cüneyt Abi son gazeteci oluyor. Ben 1957’de 17 yaşında Ankara’da gazeteciliğe başladım. O devrin en ünlü gazetecisi Arcayürek’ti ve o dönemin ünlü gazetecisinin işi de Hürriyet gazetesinin Ankara diplomatik muhabirliği idi. Yani Genel Yayın Müdürü, Yazıişleri Müdür veya Ankara temsilcisi değil, sadece diplomatik muhabir. O zamanlarda gazete haber, gazeteci de haberci idi. Bugün çıkın sokağa karşınıza kim gelirse gelsin 10 tane gazeteci ismi sayın deyin, 1 tane muhabir ismi duyarsanız ben kalemimi bıkarıp kendi kendimi emekli ederim. Gazeteciliği biz şimdi ajanslardan gelen haber ve resimleri doldurup ondan sonra sayfaları yazarlarla süsleyen ve satan bir reklam medyasına çevirdik.” G Haberleri türkiye’nin gözünü açtı B üyük yankılar uyandıran, “Johnson’un Mektubu” haberi Arcayürek’i 1966’da “Yılın Gazetecisi” yaptı. Hürriyet’in manşetinde 13 Ocak 1966 tarihinde “Herkesin merak ettiği mektubu elde edip açıklamak bir gazetecilik görevidir” denilerek “İşte Johnson Mektubu” başlığıyla haber yayımlanır. Arcayürek, bu haberin öyküsünü şöyle anlatır: ‘‘Türkiye Kıbrıs’a bir çıkarma hazırlığı içinde. İsmet Paşa kararlı, Amerikan elçisi Raymond Hare’in çağrılmasını ve kararın bildirilmesini söylüyor. Elçi ‘Bana lütfen üç saat izin verin, bu meseleyi düşüneyim’ diyor. Dönüyor ve içinde ‘Bu çıkarmayı yapamazsı Kıbrıs’ta ilki başardı 24 Temmuz 1974 günü Kıbrıs çıkarmasının ilk fotoğrafları da Hürriyet’te yayımlanır. Adaya gidebilen tek gazeteci Arcayürek’tir. Arcayürek, şöyle anlatır: “Çıkarma, kararı çıktı. Çok heyecanlandık, gidelim istiyoruz ama kimseyi götürmüyorlar. Mersin’e gittim, şehre girmedim, otelde kalamazsın. Arabanın içinde uyudum. Giderken Hüseyin Ezer’in fotoğraf makinesini de aşırmıştım. Sabah Adana’ya telefon ettim, Kara Kuvvetleri Komutanı paşayla görüştüm, o da bana ‘Sen git Mersin’deki çıkarma karargâhına, orada Komutan Bedrettin Demirel var, benim tarafımdan geldiğini söyle’ dedi. Hemen gittim, bir çardağın altında oturuyor, kendi nız’ diyen bir mektup getiriyor. Gerekçeleri şu: Silahı bizden alıyorsunuz, bu silahlarla Kıbrıs’a çıkarma yaparsanız müdahale ederiz! 1965’te iktidar değişti. Böyle bir mektup olduğu çıktı ortaya. Herkes mektubun peşinde. Yayınladık. Nasıl elde ettiğimi söylemem. Johnson mektubunun en önemli tarafı, Türkiye’nin gözünü açmasıdır.” mi tanıttım, paşanın söylediklerini aktardım. Beni fena halde azarladı. Kantine gittim, çay, kahve, sohbet. Bir yandan da pencereden çardağa bakıyorum. Bir baktım ‘Emredersiniz, hay hay’ filan diyor. Hemen yanına gittim, yüzüne bakıyorum. Bunun üzerine ‘Efendim, burada bir adam var, siz göndermişsiniz’ dedi. Arkasından da ‘Başüstüne efendim’ deyince rahatladım. ‘Tamam kardeşim götüreceğiz seni’ dedi. Çıktım yanından, denizcilere dedim ki ‘Bu adam aksi, vazgeçer, iyisi mi siz beni şu gemilerden birine bindirin.’ Gemilerden birine bindirdiler. Adaya çıktık ve ben sayısız resim çektim. Komutana gidip acilen geri dönmem gerektiğini söyledim. O sırada tesadüf bir paraşütçü yaralanmış. Onun taşınacağı helikoptere atladım ve İncirlik’e geldim. Hemen gazeteye telefon ettim, Nezih Demirkent çıktı. ‘Hâlâ gidemedin mi’ dedi. ‘Gittim de geldim bile’ dedim. Gerçek bir abiydi Hıncal Uluç, “O devirde Türkiye’yi sarsan gazetecilik olaylarından birisi “Johnson’un Mektubu” idi. Türkiye Amerikan ilişkilerini allak bullak etmişti. Cüneyt Abi ile yıllarımız beraber geçti. Komşu iki basın sitesinde oturduk. Böyle bir senin gazeten, benim gazetem rekabeti ve haber atlatma rekabeti müthişti. Ama meslektaş olmanın dostluğu da müthişti. Ben Cüneyt Abi ile aynı gazetede hiç çalışmadım. Beni ne kadar sevdiğini, benim onu sevdiğim kadar bilirim. Gerçekten Cüneyt Abi sözcüğünün arkasındaki “abi” sözcüğü bir saygı değil sevgi sözcüğüdür. Haberini kendine cin gibi saklar ama meslektaş olarak da, insan olarak da bildiği her şeyi biz genç gazetecilere öğretmeye çalışırdı. O gerçekten bir abiydi” dedi. Siyasete damga vuran 36 kitap yazdı A rcayürek 36 kitap yazdı. “Cüneyt Arcayürek Açıklıyor” seri kitaplarında yakın tarihe ışık tuttu. İşte kitaplarından bazıları: Demokrasinin İlk Yılları: 19471951, Yeni İktidar Yeni Dönem: 19511954, Bir İktidar Bir İhtilal: 19551960, Yeni Demokrasi Yeni Arayışlar: 19601965, Çankaya’ya Giden Yol: 19711973, Hapishanedeki Ecevit (1986), Müdahalenin Ayak Sesleri: 19781979, KuDeTa (1987), Şeytan Üçgeninde Türkiye (1987), Demokrasinin Sonbaharı: 19771978, KuDeTa 2 (1988), 12 Eylül’e Doğru Koşar Adım (1988), Demokrasi Dur: 12 Eylül 1980 (1990), Çankaya Hesaplaşması (1990), Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi: 19651971, Demokrasi Dönemecinde Üç Adam (1999), Bekleyen Adamın Gerçekleşen Düşü (2000), Bir Giden Bir Gelen Önce muhabirdi Baransel, “Cüneyt Abi her zaman yazarlıktan çok, muhabir heyecanını sonuna kadar korudu, hep haber peşinde koştu. Johnson mektubunun Türk basın tarihinde çok büyük yankıları oldu. O mektubu kimden aldığını özellikle son yıllarda çok kişi sormuştur. Belki de aldığı kişi çoktan ölmüştür, ama aldığı kişiyi ölünceye kadar kimseye söylememiştir. Bu, meslek ahlakını gösterir. Kaynaklarına bu kadar güven veren, titiz biridir” dedi. Cüneyt Arcayürek, Türkiye’deki gazetecilerin hapse girme geleneğinden de kurtulamadı. 1955 yılında Akis dergisinin Yazı İşleri Müdürü iken tutuklanıp hapse atıldı. İsmet İnönü Ankara Cezaevi’nde Cüneyt Arcayürek’i ziyaret etti. (Mayıs 1955) Tutuklandı İsmet Paşa ziyaret etti Bir Bekleyen (2000), Kriz Doğuran Savaş (2000), Sessiz Darbe (2001), Etekli Demokrasi (2001), Baba’sının Kızı (2001), Çankaya Muhalefeti (2002), 28 Şubat’a İlk Adım (2003), Geri Gidişe İzin Yok (2003), Uzakta Kalan Tarih (2003), Darbeler ve Gizli Servis ler: 19502002, Bir Zamanlar Ankara (2005), Bir Özgürlük Tutkunu Bülent Ecevit (2006), Derin Devlet: 19502007 (2007), Çankaya: Gelenler Gidenler (2007), Atatürk’ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik? (2008), KuDeTa Ada’da Son Darbe (2015). Altan Öymen ve Arcayürek Arcayürek’i, uzun yıllar Ankara temsilciliğini yaptığı Hürriyet’ten sonra Milliyet’te, daha sonra da Cumhuriyet’te, gene Ankara’dan yazdığı yorumları ve yazılarıyla izledik. Bir yandan da televizyon söyleşileri yapıyordu. Arcayürek aynı zamanda 1980’lerin başlarından itibaren yakın tarihimizle ilgili olarak 20’den fazla kitap yayımlamıştır ki, bunlar ülkemizdeki siyasi olaylarla ilgili çok ilginç anılar ve bilgiler içeriyor. Kitaplarından 10’u “Cüneyt Arcayürek Açıklıyor” üst başlığıyla, Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Çok partili hayata geçişimizden 1980 darbesine kadarki gelişmeleri anlatır. Onların arkasından da daha sonraki olaylarla ilgili olan “Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler” adlı bir dizi daha gelir. O da birinci dizi gibi Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. HHH Bu yazıyı ben, Cüneyt Arcayürek ile ilgili acı haberi, sevgili Can Dündar’ın telefonuyla öğrendikten sonraki kısa zaman içinde, bu baskıya yetiştirmeye çalıştım. Arcayürek’le tanışmamızdan sonraki 60 küsur yılın içinden bana kalan anılar, tabii, çok daha fazla... Bugün için, ona Allah’tan rahmet dilerken başta değerli eşi Esin hanım olmak üzere, tüm yakınlarına, dostlarına ve ülkemizin basın mensuplarıyla birlikte tüm okurlarına başsağlığı dileklerimi sunarım. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle