28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Pazartesi 6 NİSAN 2015 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Çocuklar için ‘Madagascar Live’ yine sahnede Dreamworks’ün tüm dünyada gişe rekorları kıran Madagascar filminin karakterleri, canlı sahne şovu “Madagascar Live”, yoğun istek üzerine bir kez daha İstanbul’a geliyor. Broadway kalitesindeki dev prodüksiyon, bu kez 17 – 18 – 19 Nisan tarihlerinde Volkswagen Arena’da çocuklarla buluşacak. Etkinlik, IEG Family ve Stage Entertainment işbirliği ve Finansbank ana sponsorluğu ile gerçekleşecek. 19 İSTANBUL FİLM FESTİVALİ’NDE BUGÜN Afife Jale’yi rahat bırakın! Son yıllarda sürekli tartışılan bu Afife Jale Ödülü’nün organizasyonuna bir çekidüzen verin, ya da rahat bırakın artık Afife’yi! Başka bir isim koyun ödülünüze. O onurlu isim de başka bir şekilde yaşatılsın. Afife Jale kısacık ömründe çok çekti zaten, yetmedi mi daha? ‘İntikam’ ödülleri deyince, benim dudaklarımda ister istemez müstehzi bir tebessüm oluşuyor” ifadesi geçerlilik kazanır. Bir kere Afife ödüllerinin inanılmayacak kadar kalabalık bir jürisi var. Niye, bilmiyorum. Bu kadar kalabalık bir jüri, oylamadan başka bir karar mekanizması üretebilir mi, tek başına oylama ne derece sağlıklı bir mekanizmadır onu da bilemiyorum. “Demokrasinin tek kriteri sandık mıdır?” gibi bir soru bu da aslında. Ama eğer tiyatro camiasında, bu kalabalık jürinin bileşiminin bazen kişi veya kurumlara belirli avantajlar sağlayabildiği, bazen siyasi mülahazaların devreye girdiği, örneğin bu sene devlet tiyatrolarının “görülmemesi” için ciddi çabalar sarf edildiği, jüri üyesi oyuncuların yakınlarını destekledikleri veya kendi oyunları için oy kullandıkları vb konuşuluyorsa ve açıklanan aday listesi de bu söylenenleri destekliyorsa konuyu ciddiye almak gerekir. Bundan da vahimi, bir ödül organizasyonu kendi yönetmeliğini ihlal ederse inandırıcılığını yitirir. Ne diyor o yönetmeliğin bir maddesinde: “Jüri üyeleri tarafsızlık gereği herhangi bir profesyonel tiyatro kuruluşunda ve benzeri kurumlarda değerlendirme kapsamına girecek çalışmalarda aktif görev aldığında, söz konusu kategori ile ilgili aday olamaz ve oylamaya katılamazlar.” Durum bu mudur? Merak eden herkes cevabını araştırabilir. Sonra ne diyor o yönetmeliğin bir diğer maddesi: “Jüri üyeleri (jüri başkanı dahil olmak üzere) her ay belirlenen sayıda oyunu izlemekle yükümlüdür.” İzlenmiş midir? Benim iki oyunumun da çok az sayıda üye tarafından izlendiğini, üstelik birçok oyuna hiç gidilmediğini söyleyebilirim. O zaman oylama demokratik bir yöntem olma vasfını yitirmez mi? Soruları uzatmak mümkün ve uzatılmalı. Gazetem Cumhuriyet’e buradan çağrı yapıyorum: Lütfen bu Afife ödülleri meselesinde muhabirlerimiz çeşitli tiyatro insanlarından görüş alsınlar, ne düşündüklerini bir sorsunlar. Memleketin çok önemli sorunları varken, bu da nereden çıktı demeyin: Haksızlığın küçüğü, büyüğü olmaz. Küçüğüne susan büyüğüne hiç başkaldıramaz. Vaktiyle “epey ciddi” haksızlıklara “epey ciddi şekillerde” başkaldırmış, epey de bedelini ödemiş bir yazarınız olarak içim rahat konuşuyorum bu meseleleri. Düzenleyici kuruma da sesleniyorum: Ya bu duruma el koyun, son yıllarda sürekli tartışılan bu ödülün organizasyonuna bir çekidüzen verin, ya da rahat bırakın artık Afife’yi! Başka bir isim koyun ödülünüze. O onurlu isim de başka bir şekilde yaşatılsın. Afife Jale kısacık ömründe çok çekti zaten, yetmedi mi daha? Bir Gazete Değişir mi? Bu yazıyı köşe yazarı olarak değil, bir Cumhuriyet okuru kimliğimle yazıyorum. Bu kimliğin tarihi, yazarlık kimliğimden çok daha eskilere uzanıyor. Gözlerimi dünyaya ‘Cumhuriyet’ okunan bir evde açmıştım. İlkokulun sonuna doğru ben de o evdeki okurlar arasına karıştım. Demek ki, otuz yılı aşan köşe yazarlığıma karşılık aynı gazetenin yaklaşık altmış yıllık okuruyum. Her hafta yazdığım gazetenin aynı zamanda okuru olabilmenin çok yararını gördüm. Özellikle de yazdığım gazeteye eleştirel bakabilme bağlamında. İtirazlarım Beyazperdede A ‘İntikam’ var... 34. İstanbul Film Festivali’nde bugün, Dünya Festivallerinden bölümünde Kristian Levring’in yönettiği “İntikam” gösterilecek. Film, Atlas Sineması’nda saat 16.00’da sinemaseverlerle buluşacak. Filmde, rol alan Mads Mikkelsen, 1870’lerin Amerika’sında ailesi katledilmiş bir Danimarkalı göçmen olan Jon rolünde. Jon, ailesinin intikamını almaya ve kötü şöhreti almış yürümüş çete reisi Delarue’nün karşısına çıkmaya kararlıdır. Ancak korkak ve çıkarcı cemaatinin ihanetine uğrayınca, bu barışçıl yerleşimci intikamcı bir avcıya dönüşüp suçluları katlederek şehrin kararmış kalbine derman olacaktır. Sebastian Schipper’in yönettiği “Victoria” da bugün festivalde gösterilecek filmler arasında yer alıyor. Laia Costa, Frederick Lau, Franz Rogowski, Burak Yiğit, Max Mauff, André M. Hennicke, Anna Lena Klenke, Eike Schulz’un rol aldığı film, saat 21.30’da Rexx 2’de gösterilecek. Victoria, Berlin’e yeni taşınmış, hayatını kafede çalışarak kazanan genç bir kadın. Berlin’de henüz arkadaş edinememiş; oldukça girişken ve hayatında heyecan arıyor. Bir gece, eğlendiği bir kulübün hemen dışında bir grup erkekle tanışıyor. Sonraki saatte bir banka soygununa varacak olaylar silsilesi hem Berlin’in arka sokaklarını hem de Victoria’nın karanlık taraflarını gözler önüne seriyor. l Kültür Servisi Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü bugün verilecek Ödül Arzu Karadağ’ın... air Ceyhun Atuf Kansu’nun adına ailesi tarafından düzenlenen “Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü” töreni, bugün Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılacak. Dil Derneği’nin de katkılarıyla gerçekleştirilecek törende, Ş “Dervişâne/Gün Sonu Şiirleri” adlı dosyasıyla Arzu Karadağ’a ödülü verilecek. Eren Aysan’ın kurguladığı tören, Emin Özdemir’in her yıl Ceyhun Atuf Kansu için yazdığı geleneksel mektubun okunması ile bugün saat 18.00’de başlayacak. l ANKARA (Cumhuriyet) fife Jale sahneye ilk kez 22 Nisan 1919’da, 106 yıl önce çıktı. 17 yaşındaydı. İstanbul işgal altındaydı. Bir ay sonra Mustafa Kemal Samsun’a çıkacak, Milli Mücadele başlayacaktı. Dünyaların batıp kurulduğu bir çağdı. Afife Jale’nin adı ne zaman geçse içimi derin bir haksızlığa uğramışlık duygusu kaplar. Türkiye’de tiyatrocu olmanın, Türkiye’de kadın olmanın, üstelik Türkiye’de bir kadın tiyatrocu olmanın akla gelebilecek tüm zorluklarını 39 yıllık kısacık bir ömürde yaşamak zorunda kalmış bir simgedir Afife. Adaletsizliğin, toplum baskısının, istismarın, anlayışsızlık duvarlarının, körlüğün, sağırlığın, dilsizliğin aynasıdır. Sahneye ilk çıktığı gece (“Yamalar”, Hüseyin Suat Yalçın) kuliste onu kutlayan Hüseyin Suat Bey’in, “Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin” sözleri, o ilk gecenin mutluluğu ve gençliğin tüm coşkusu içindeki Afife’nin başına geleceklerin haberAfife Jale cisi gibidir: Çünkü fedailer feda edilir. Afife Jale bu toplumun haksızlık yapma potansiyelinin nerelere varabileceğinin simgelerinden, işaret şamandıralarından biridir. Bunun hiç unutulmaması gerekir. Türkiye’de 1997’den bu yana Afife Jale anısına tiyatro ödülleri dağıtılıyor: “Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri” Çok güzel bir girişim. Türkiye’de bankaların kültürsanat yaşamına yaptıkları katkıların önde gelenlerinden biri. Ama bu tarz ödüllerin, tiyatroya gerçek bir katkısı olabilmesi için adaletinin tartışılır hale gelmemesi gerek. Oysa benim bildiğim kadarıyla, Afife ödülleri 45 yıldır sürekli tartışılıyor, “haksızlık” ile birlikte anılıyor. Ne acı değil mi? Afife Jale ve haksızlık... Afife Jale’yi bir kez daha kurban etmek değil de nedir bu? Önemli ödüller söz konusu olduğunda, her zaman kırıklıklar, gücenmeler, itirazlar olabilir. Son derece doğal. Ama eğer geniş bir kesimde genelleşmiş bir “haksızlık ve kayırma” duygusu oluşmuşsa bunun mutlaka dikkate alınması gerekir. Yoksa, çok sevdiğim özel tiyatro yöneticisi bir dostumun bana telefonda söylediği, “Afife Jale Değişimler ve ‘Cumhuriyet’… Okuru ve yazarı olarak, bugüne kadar ‘Cumhuriyet’te epey değişime tanıklık ettim. Bu değişimlerin en radikallerinden biri, 8 Mart 2015 günü gerçekleşti. Türkiye’nin bir ‘Öteki Türkiye’ye hızla yaklaştığı zaman diliminde Cumhuriyet Vakfı, değişim kararını tam zamanında verdi ve böylece elini taşın altına koyma eyleminin kendine düşen kısmını gerçekleştirmiş oldu. Şimdi eylemin geri kalanının sorumluluğu, yeni yönetimin sırtında. Peki ya yeni yönetimin dışındakiler? İçtenlikle ve yüreklilikle sorma zamanıdır: Onların tek görevi, ülkemizde çoktandır yerleşik bir uygulamaya dönmüş bir eylemi, daha doğrusu ‘eylemsizliği’ benimseyip, ‘dışarıdan’ bakmak mıdır? Başlayan değişim girişimlerini, özünü eleştirel düşüncenin rehberliğinde hiç araştırmaksızın, eleştiri adı altında yermek midir? Daha da ileri gidelim: İşi “Bu, artık bizim inandığımız gazete olmaktan çıktı…” demeye kadar götürüp, bir terk eylemine mi girişmektir? Dün inandığımızı bugün terk etmek, inanç kavramının zorunlu olarak içerdiği ‘sadakat’ borcu ile ne ölçüde bağdaşır? Afife ödülleri Yaklaşan Öteki Türkiye’nin özü, ‘Mustafa Kemal Cumhuriyeti’nin bir bütün olarak onarılması değil, fakat yeniden kurulmasıdır. Yıpranan, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti gibi bilerek ve isteyerek yıpratılmış kurumların yeniden canlandırılması bağlamında ‘onarım’, ne yazık ki yetersiz bir eylemdir. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı’yı onarma girişimleriyle değil, fakat yeniden inşa devrimleri ile hayat verdi. Çünkü bir dünya savaşının yenilgisinin yıkımlarını geride bırakıp yeni bir dünyaya, yeni bir devlette göz açmak, başkaca türlü düşünülemezdi. Şimdi buna çok benzer bir durumla karşı karşıyayız. Adalet düşüncesi, hukuk sistemi, eğitim kurumları, basın ahlakı, insan hayatına ve onuruna saygı ilkesi bütünüyle yıkıma uğratılmış bir Türkiye’de, ‘Öteki Türkiye’ye hayat vermek, ancak bu hedefe yönelik bütün değişimlere devrimci bir anlayış kazandırmakla olabilir. Basında radikal değişimler düşüncesini benimsemenin bu iklimde güç olduğunu yadsımıyorum. Çünkü özellikle son yıllarda basında ‘değişim’e değil, fakat ‘dönüşüm’e alıştırıldık. Önceden ‘basın organları’ olan pek çok kurum, özünde basını temsil etmekten çıkıp iktidarların sesine ve onaylayıcısına dönüştü. Oysa hiçbir zaman kendi yapısında böyle bir duruma geçerlilik tanımayan Cumhuriyet Gazetesi, 8 Mart günü ‘hakikatin sesi’ olmayı tek misyon bilmenin yeni bir savaşımını başlattı. Şimdi aydınlanmadan yana olanların tek görevi, bu savaşıma eleştirel düşüncenin ışığında seçenekler göstermek olabilir! Onarımın yetmediği yerde... Filmi son haftasında 3 salonda 11 kişi izledi ezi eylemlerinden Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüne, dönemin başbakanı Erdoğan’a suikast girişimi iddialarına ve 1725 Aralık yolsuzluk operasyonlarına “iktidarın gözünden anlattığı” yorumları yapılan “Kod Adı K.O.Z.: Maskeler Düşüyor” 27 Mart2 Nisan tarihleri arasında 3 salonda 11 biletli seyirci tarafından izlenerek gösterimden kalktı. Boxoffice listesine göre filmi toplamda 312 bin 924 kişi izledi. Filmle ilgili AKP milletvekili aday adayları ücretsiz bilet dağıtmış, bazı salonlarda ücretsiz gösterilmiş, bazı kurum içi yazışmalarda da filme gitmeyenlerin işten atılmakla tehdit edildiği iddia edilmişti. “Kod Adı K.O.Z.”, filmleri puanlama esasına dayalı IMDB (Uluslararası Film Veri Kod Adı: ‘Koltukta Oturmak Zor’ G tabanı) sitesinde de “1” puan alarak şu anda tarihin en kötü filmi olarak Cem Kurtoğlu görülüyor. Bu K.O.Z.’da Erdoğan’ı na göre 2. sıra canlandırdı. da, yüksek bütçeyle çekilen Hollywood yapımlarından yılın en kötüsüne verilen “Altın Ahududu” ödüllerini geçen törende silip süpüren “Saving Christmas” filmi bulunuyor. IMDB’nin “en kötü 10 film” listesinde başka Türk filmleri de yer alıyor: 4. sırada 2006 yapımı “Keloğlan Kara Prens’e Karşı”, 7. sırada 2007 yapımı “Emret Komutanım: Şah Mat” ve 9. sırada 2006 yapımı “Dünyayı Kurtaran Adam’ın Oğlu”. l Kültür Servisi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle