28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 27 Nisan 2015 EDİTÖR: HAYRİ ARSLAN TASARIM: BARIŞ AKTAŞ haber 5 tin bir ucu tüm çeşitliliği ile Lübnanlılık, diğer ucu ise Hizbullah’a karşı Sünni İslamcılığı desteklemek oldu. Hatta, Hariri’nin eski Filistin kamplarında radikal İslamcılığın yükselmesini desteklediği iddia edildi, hâlâ da ediliyor. İşte Trablusşam’ın Sünnilerin kalesi olması tarihi olduğu kadar, Hariri’nin yeni siyaset dalgası ile oldu. Şimdilerde, Hariri cephesine muhalif cephe, Trablusşam’ın radikal İslamcıları devşirme merkezi olduğunu iddia ediyor. Orasını bilemem, ama cuma günü Tarblus’a gittiğimde ilk gözüme çarpan şeylerden biri, şehrin meydanlarından birinde yükselen ‘Allah’ yazılı bir anıtın altında ‘Müslümanların Kalesi’ ifadesi oldu. Şehrin Müslümanlığının altının bu şekilde çizilmesi, zaten dini/mezhebi/siyasi ayrışmalardan çok çekmiş olan Lübnan için yeni tehlikelere işaret ediyor. Zaten Trablusşam’da yaşayan Hıristiyanların sayısı, şehrin ‘Müslümanların kalesi olma sürecinde’ azalmış. Dahası, Lübnan Suriye’de yaşanan savaştan doğal olarak en fazla etkilenen ülke. Kendi nüfusu beş milyon civarında olan bu küçük ülke, iki milyon Suriyeli göçmen ile dolmuş, her iki taraf için de çok trajik bir durum. Ayrıca, Suriye’den kaçanlar Esad rejimi muhalifi olduğu için, Lübnan’daki Suriye karşıtı ve yanlısı cepheler arasındaki gerilim artmış. Lübnan’da Şiiler dışında Hıristiyanların yarısının ve diğer bazı farklı grupların desteklediği Hizbullah, Suriye’de Esad rejimi yanında savaşıyor. Gerçi bu husus, Türkiye’de iktidar çevreleri tarafından çok öne çıkarılıyor, ama Hizbullah karşıtı cepheden pek bahseden olmuyor. Trablus’u kale edinmiş ‘Sünniler’in baş müttefiki Sabra ve Şatilla katliamının sorumlusu Falanjist Kataib partisi. Gerçi o zaman kimsenin dikkatini çekmedi ama, şimdiki önderleri Emin Cemayel, geçtiğimiz AK Parti kongrelerinden birinde onur konukları arasındaydı. Lübnanlılar bir yıldan fazla zamandır yine siyasi krizden dolayı Cumhurbaşkanı seçemiyor, ama Hizbullah karşıtı cephenin Cumhurbaşkanı adayı, Lübnan İç Savaşı’nın tanınmış isimlerinden, Filistinlilere karşı savaşan Samir Jaja. Daha fazlasını yazıp, Lübnan’a mahsus sorunlar ile başınızı şişirmek istemem, ama Lübnan’da olanlar pek çok bakımdan Lübnan’a mahsus değil. Dahası, Türkiye’nin Lübnan’da izlediği siyaset ve müttefikleri bizi ilgilendirmeli diye düşünüyorum. Daha dahası, Ermenilerin soykırım iddialarına karşı durmak için Lübnan’da mezhepçi ittifaklara girişmek veya böyle görünmek Türkiye’ye yakışmıyor. Edirne’de konuşan Kılıçdaroğlu, Bakan Şimşek’i hedef aldı ‘Sen 15 bin lira alırken yük olmuyor musun? C HP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, son dönemdeki kaynak tartışmalarına ilişkin olarak, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i hedef aldı. Kılıçdaroğlu, “Maliye Bakanı diyor ki: ‘Asgari ücretin 1500 lira olması işçiyi zülüm’” Sen ayda 15 bin lira alırken bu devlete yük olmuyor mu” dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Edirne’de düzenlenen CHP mitinginde gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. CHP lideri Kılıçdaroğlu, kaynak tartışmalarına ilişkin olarak, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i hedef aldı. Kılıçdaroğlu, “12 yılda kredi kartı borçları olanlar bankalara 128 milyar dolar faiz ödedi. Bu borçların yüzde 80 faizini sileceğiz. Silemezsin demiyorlar, nasıl sileceksin kaynağı nereden bulacaksın diyorlar. 128 milyar doları alırken nasıl aldım diye sormuyorsun? Ben ne yapacağım, varlık yönetim şirketlerini kaldıracağım, bankalara diyeceğim sen 19 milyarı 2 milyara almıyor musun, gel kardeşim ben faizin yüzde 80’nini sileceğim. Birisi çıksın bu doğru değil desin, tüm örneklerini gösteririm. Böylece 5 milyon vatandaşımı rahatlatacağım. Bir başka konu da taşeron işçiler. 800 bin kişi taşeronda çalışıyor. Dedik ki bunların tamamını kadroya alacağım. Zaten devlet için çalışıyorlar. Ben Lübnan’da Mezhepçi Politikalar zun bir aradan sonra, geçen hafta nihayet bir konferansı vesile kılıp Beyrut’ta birkaç gün geçirdim. Malum, Lübnan kıyımdan kaçan Ermenilerin nüfusunun yoğun olduğu bir yer. Yine bu vesile ile ‘Ermeni Soykırımı’ anmalarını izleme fırsatım oldu. Bu yıl yüzüncü yıl dolayısı ile anma toplantıları, sergiler ve benzeri etkinlikler her zamankinden daha fazla öne çıkmış. Anma yürüyüşü de yüksek katılımlı oldu, zira Lübnan’da Ermeniler dışında pek çok grup ve siyasi çevre Ermeni soykırımını tanıyor ve Ermenilere sempati duyuyor. Dahası, bu yıl Eğitim Bakanı okulları tatil kararı almış. Tabii bu sonuncu olaydan herkes memnun kalmamış. Türkiye ve daha doğrusu iktidar partisi ile yakın ilişkisi olan Hariri grubunun önderliğindeki Sünni çevreler bu karara karşı tavır almışlar. Dahası, cuma günü Hariri’nin güç merkezi olarak bilinen Trablusşam’da Ermenilere karşı, Türk bayraklı birtakım gösteriler olacağını duyup, gözlem yapmak için Tarblusşam’a geçtim. Sözü edilen ölçüde bir hareketlilik yoktu. LübnanTürk Gençlik Derneği adlı bir ‘sivil toplum’ kuruluşu, Ermeni soykırımı iddialarına karşı bir bildiri eşliğinde, bazı noktalarda Türk bayrakları asmış ve Lübnan halkının Türkiye hükümetinin yanında yer aldığını belirtmiş. Ancak olayın büyümemesi için resmi çevreler tepki almış, bizim duyduğumuz bu. U Türkiye’nin hesapları Taşaron sözü CHP lideri Kılıçdaroğlu Edirne’deki mitinginde önemli açıklamalar yaptı. DHA aradaki köle tüccarını kaldıracağım. Devlete yük bu taşeron. Maliye Bakanı diyor ki asgari ücretin 1500 lira olması işçiye zülüm. Sen ayda 15 bin lira alırken bu devlete yük olmuyor mu?” şeklinde konuştu. CHP’nin seçim açıklamalarının yapılabilir olduğunu dile getiren Kılıçdaroğlu, “Bizim sözümüz sözdür, biz sözümüzde dururuz, biz söz verdik mi arkasında kapı gibi dururuz” dedi. “Bu ülkeye birinci sınıf demokrasiyi getireceğim, Almanya’da Fransa’da ne varsa, onu getireceğim, yine söylüyorum herkes duysun, hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyeceğiz hiç kimsenin inancını sorgulamayacağız” diyen Kılıçdaroğlu, “Sözüm söz, Edirne’de Trakya’da Van, Hakkâri de sözüm söz. Çiftçi için mazotu 1.5 lira yapacağız, sözüm söz” diye konuştu. Kılıçdaroğlu konuşmasında ayrıca, sosyal politika hedeflerini tekrar vurgulayarak vaatlerini sıraladı. Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “17 milyon yoksulumuz var. 12 yılda yoksulluğu sıfırlamadılar, yoksul sayısını artırdılar. 4 yılda yoksul sayısını sıfıra indireceğiz. Her ailenin asgari 720 lira maaşı olacak. Diğer gelişmiş ülkelerde hangi kurallar varsa onu Türkiye’ye getireceğiz. Her evde huzur, her evde bereket olacak. 2015’in Türkiye’sinde hiçbir çocuk yatağa aç gitmeyecek. 2015’te yaşanak bir Türkiye, barış içinde bir Türkiye, hiç kimsenin aylık gelirim 720 liranın altındadır diyemediği, gelirin hakça bölüşüldüğü, hiç kimsenin etnik kimliğinin sorgulanmadığı, barışı ve kardeşliği hak etmiş bir Türkiye, diktatör bozuntularının olmadığı, demokrasinin görkemli olduğu bir Türkiye.” Son olarak Edirnelilere seslenen Kılıçdaroğlu, “Edirne için ne söyledik, 3,3,3. Edirne’den 3 milletvekili istiyorum. Görkemli Edirne inşallah bu sözünü tutacak ve birlikte yaşanacak bir Türkiye yaratacağız. Daha göreceksiniz demokrasiyi güçlendireceğiz. Hepinize yürekten selamlar sunuyorum” diye konuştu. EDİRNE/AA ‘Yoksullar arttı’ Yeni Sünni siyasallaşma AK Parti ve Hariri çevresinin dostluğu yeni değil. 2005’te suikasta kurban giden baba Refik Hariri (şimdi yerini oğlu Saad Hariri aldı), Suudi Arabistan desteği ile, doksanlı yıllarda Lübnan siyasetinde büyük bir güç kazanıp, Sünnilerin temsilciliğine soyunmuştu. Suudi Arabistan ve Batı dünyası, Lübnan’da İran ve Suriye’ye yakın Hizbullah’a karşı sonuna kadar Hariri’yi desteklediler. Hariri de, eski Sünni siyaset sınıfının yerine yeni bir Sünni siyasallaşmasının kapısını açtı. Bu siyase İzmir Demokratik Özerklik İstediğinde... oykırım demeli mi, dememeli mi? Denmeyecekse ne demeli” laf yarıştırması ve böylece “Boşverin adını, 1915’te ne oldu” sorusunun bilinçli olarak ıskalanması umarım geçen haftada kaldı ve yeniden başlaması için bir yıl filan geçecek... Alametlere bakılırsa yeni tartışma konumuz “demokratik özerklik” olacak. Milli hisleri güçlü kimileri için bu cafcaflı terim aslında Türkiye’yi bölüp Güneydoğu’da özerk bir yönetim oluşturmak isteyen Kürt siyasal hareketinin bir perdeleme çabası. Aynı zihniyet kuşku duymaksızın ekliyor: Özerkliğin ardından da bağımsız Kürt devletinin geleceği besbelli... Herhalde böyle söyleyenlerin bir bildiği vardır. En azından benim beceremeyeceğim derinlikte analiz yapma yetilerine sahiptirler. Bense dileyen “demokratik özerklik” desin, dileyen “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” demeyi yeğlesin, dileyen “Ankara biraz kenara çekil hele” anlamına gelecek kendi terimini üretsin demekteyim ve demokratik özerklikten ne anladığımı açıklamaya niyetliyim. Demokratik özerklik terimi yerine yukarıda saydığım seçeneklerden herhangi birini de yerleştirebilirsiniz. Buyrun! HHH Bence demokratik özerkliği tartışmaya Diyarbakır’dan filan başlamayalım. İzmir’den başlayalım. Safkan bir Egeliyim. Küçük Menderes’in doğduğu topraklarda, Ödemiş’te doğdum, büyüdüm. Çocukluğum İzmirÖdemiş arasında mekik dokuyarak geçti. Ama İzmir’i seçmem böyle duygusal nedenlerden değil. Demokratik özerklik İzmir’e pek yakışır da ondan; demokratik özerklik bayrağını yükseltmek en çok İzmir’e yakışır da ondan. Bin (kaç bin?) yıllık Asya devlet geleneğine bayrak kaldırmaktan “S söz ediyorum. Kahhar (= kahredici) ve kerim (= esirgeyici, koruyucu) devlet’e “Artık yeter” demek, pek çok kez Osmanlı İstanbul’una, Cumhuriyet Ankara’sına “dur” demeyi başarmış olan İzmir’e yakışır... O İzmir, Ankara’ya dönsün ve seslensin: “Ey Ankara, bundan böyle İzmir’e, hem de büyükkent olmanın sorumluluğuyla sadece İzmir’in içine değil, ilçelerine de yapılacak ve yapılmayacak olanlara ben karar vereyim. Sonracığıma, İzmir’de tarım, turizm ve sanayi üretiminden, liman ve ihracat gelirlerine kadar, hasılı ekonominin her alanından alınacak vergileri ben toplayayım. Gelirleri İzmir’in ihtiyaçları için kullanayım. Ey Ankara, dur, hemen korkma. Seni yok sayacak değilim. Çünkü enayi değilim. Vergi gelirlerinden bir bölümünü sana aktaracağım. Ülke güvenliğini sağlamak, ülkenin dış ilişkilerini yürütmek, ülke ekonomisinin makro ölçekte yönetilmesi için gereken kaynağın benim payıma düşenini hiç cimrilik yapmadan sana aktaracağım. Haaa, unutmadan… Sana aktaracağım ‘devlet payı’nın içinde ülkenin geri kalmış, doğası çorak, üretimi düşük, yoksul bırakılmış bölgeleri için de okkalı bir pay olacak. Öyle ya ben bu ülkenin varsıl bir bölgesinin en varsıl anakentiyim. Öyle içime kapanıp ‘Ötesinden bana ne’ diyecek değilim. Ama bu payı sakın Ankara’da tüketme. İhtiyacı olan bölgelere mutlaka yolla. Seni denetleyeceğim. Gözüm hep üstünde olacak ey Ankara... Bitmedi... Polis filan da bana bağlı olsun. Bakarsın ‘Bu kentin insanları barışçıldır, keyiflerine düşkündür. Bilmem kaç bin polise, bilmem kaç yüz TOMA aracına, bilmem kaç ton biber gazına filan ihtiyacı yoktur. Onun yerine okulları, hastaneleri, ulaşımı, çevreyi koruyacak önlemleri filan geliştiririm’ derim. Hem sen masraftan kurtulursun, hem ben polis, jandarma orduları beslemek gibi bir yükün altına girmem. Ne kadar gerekiyorsa o kadar. Ve bütün bunlara ben karar vereyim. Kentin kasabanın gereklerini, mesela imar planlarını taaa Ankara’lardan belirlemek gibi bir saçmalığa son verme zamanı geldi de geçiyor bile. Bunları kendi oylarımla belirleyeceğim görevliler (yöneticiler değil görevliler) eliyle yürüteceğim ve demokratik özerkliğin bu ‘olmazsa olmazı’nda ısrar edeceğim: Yani geri çağırma hakkı’nda. Öyle ya adamı ya da kadını seçmişim, ama işini iyi yapamıyor; kentin, kasabanın, köyün, mahallenin, sokağın kadın ve erkeklerinin görüşünü, rızasını almadan kendi kafasına göre işler yapmaya kalkıyor. Öyle dört yıl bekleyecek kadar ahmak mıyım ben? Geri çağırma hakkımı kullanacağım. Beceremeyenler anında gidecek, becerebileceğine inandıklarım, güvendiklerim gelecek. Ne iyi değil mi? Ey Ankara, demokratik özerklik denen işte bu. Gel gönül rızası ile kabul et ve yasal düzenlemeleri gecikmeden yap ki itiş kakış olmadan demokrasiyi göstermelik olmaktan kurtarmakta senin de tuzun olsun... Yoksa...” HHH Yazının tam da burasına noktayı koydum ve “Bu yazı bana pek aşina geliyor. Acaba neden” sorusuna cevap aradım. Aaaa... Yahu ben bu yazının hemen hemen aynını yıllar önce T24’te yazmışım. Ne hoş değil mi? Afferin bana... Neyse... İzmir’in Ankara’ya dönüp söyleyecekleri üç aşağı beş yukarı bu kadar. İzmir bunu der mi? Ne bileyim? Ama dönün yazının başlığına. Ne denmiş: “İzmir demokratik özerklik istediğinde...” Evet o gün geldiğinde Türkiye’de demokrasi ve özgürlük çiçekleri açacak ve en önemlisi olabildiğince küçülmüş bir devlet ve olabildiğince büyümüş cumhuriyet yurttaşları olacağız... Haydi İzmir!.. Bizim oraların ağzıyla söyleyeyim: Hadi bi gıpraş gari!.. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle