18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 25 Nisan 2015 EDITÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: BARIŞ AKTAŞ Bakkal Karabet di de. Ciddi bir kavram karmaşası da bu gündemi iyiden iyiye bulandırdı. Tehcir, katliam, insanlığa karşı suç, etnik temizlik, soykırım... Bir dolu kimi hukuki kimi siyasi kavram havalarda uçuşmakta. Konu, ecdadımız böyle bir şey yapardı, yapmazdı, yapmıştı yapmamıştı diye de tartışılıyor. Evvela belirtmek gerek ki dünyada hiçbir kavmin ecdadı bütün suçlardan arınmış pirüpak olamaz. Bunun böyle olması için bir milletin fenalık yapamayacak bireylerden oluşması gerek. Her toplumda cinayeti, hırsızlığı cezalandırmak üzere kanuni düzenlemeler olduğuna göre, “bizim ecdat, sırf bizim ecdat olmaklığıyla suç işlemez ve tertemizdir” demenin bir manası yok. Bunun hem manası yok hem de mesela “soykırım” suçunu sanki bir millet kolektif olarak işleyebilirmiş de bizimkiler işlememiş gibi son derece yanlış bir akıl yürütmeye yol açar. Bu bireysel bir suçtur. İşlendiyse de bir millet ve dolayısıyla ecdat değil, bireysel olarak bazı kişiler tek başlarına ya da beraber hareket ederek işleyebilir. Ecdadı aklayacağız diye bütün bir millete, atfedilemeyecek bir suçun işlenebilirse sanki ancak bütün bir millet tarafından işlenebilecekmiş gibi anlatmak, deli saçması bir çaba. “Soykırım”ın olmadığını ırki ve kültürel hasletlerle izah etmek ancak “soykırım” olduğunu ileri sürenlerin işine yarar. Peki, bu 1915’te olanlar bir soykırım mıydı? Buna hukuki bir cevap vermek hem güç hem değil. Soykırıma ilişkin antlaşma 1948’de imzaya açıldı ve 1951’de yürürlüğe girdi. Aksine görüşler olsa da antlaşma geriye yürümüyor. Kaldı ki soykırım da bu sözleşme vesilesiyle türetilmiş bir kavram. BM Genel Sekreter Sözcüsü’nün de hukuki bir karar olmadan soykırım ifadesini kullanamayacaklarını söylemesi bu nedenle. Hal böyleyken nereden çıktı bu “soykırım” işi? Soykırım sözleşmesinin önsözü “tarihin her döneminde soykırımın insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini” kabul eder. Yani “soykırım” kavram olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra türetilmiştir ancak sözleşmenin tarafları bu suçun sözleşmeden önce de gerçekleştiğinin altını çizmiştir. Daha evvelkiler için hukuki bir karar alınamaması başka, daha önceki bazı katliamlar için siyasi ya da başka sebeplerle bu kavramın kullanılması başka mesele. Soykırım ifadesini kullanmak için ise hukuken 1915’e uygulanamasa da Soykırım Sözleşmesi’ne atıf yapılıyor. 1915’te yaşananların Soykırım Sözleşmesi’nin “Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek” şeklinde tanımladığı fiille örtüştüğü ileri sürülmektedir. Uluslararası yargı organlarının 1990’lardan sonraki içtihadı, soykırım suçunun kriterlerini iyiden iyiye esnetmiştir. Uluslararası Adalet Divanı, Srebrenica’da 7 bin Boşnak’ın katledilmesinin soykırım suçu olduğunu tespit etmiştir. Soykırım suçunun oluşması için “özel kast” yani “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacı” aranmaktadır. Bu kastın ispatının koşulları ise Ruanda ve eski Yugoslavya savaş mahkemelerinin kararlarında yumuşatılmıştır. Yani 1915 bugün yaşansaydı, ihtimal belki tehcirin hepsi değil ancak kimi uygulamaları hukuken soykırım sayılabilecekti. İşin teknik hukuki boyutu genel hatlarıyla bu. İnsani boyutu ise bu denli karmaşık değil. Soykırım olunca bir ölü daha fazla ölü, soykırım olmayınca daha az ölü olmuyor. Onu da Nâzım Hikmet anlatıyor zaten: “Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış/ Affetmedi bu ermeni vatandaş/ Kürt dağlarında babasının kesilmesini/ Fakat seviyor seni/ Çünkü sen de affetmedin bu karayı sürenleri Türk halkının alnına” 1 00. senesinde konunun gündeme her zamankinden daha yoğun bir şekilde geleceği biliniyordu. Gel Bagaran ve Halıkışlak köylerinde 5 gün100 yıla sın ır 1915’in üzerinden geçen 100 yıl, TürkiyeErmenistan sınırında dip dibe iki köyden nasıl görünüyor? Karadan 1200 km yaptık, evlerinde kaldık. eni çiçeklenmiş kayısı ağaçlarının arasından Arpaçay’ın kıyısına indiğimiz o anı unutamayacağım. Önümüzde usul akan, genişliği bazı yerde on metre olan çayı, iri taşlardan zıplayıp geçebilirdik istesek. Ama karşıya gidebilmek için karadan neredeyse 1200 kilometre yol yapmıştık. Çünkü durduğumuz yer Kars’ın Digor ilçesine bağlı Halıkışlak köyüydü, karşısı ise Ermenistan’da Armavir’e bağlı Bagaran. Sınır denilenin garabetine dair edilecek laf çok. Dibinde durduğumuzunsa hikâyeleri daha katmerli. 1915’in üzerinden 100 yıl geçmiş... Bölünmüş tek köy kadar yakın ama aslen ruhen uzak; biri Ermeni, biri Azeri, Türk köyü... Kapalı bir sınır... Ve misafir olarak biz. Beş günlüğüne yollara düştüğümüz Berge Arabian, Agos’un fotoğrafçılarından. Sınırın sıfır noktasına, geçen 100 yıla, her iki köyde bize evlerini açanların sofralarından baktık birlikte. Ben Türkiye’den bir gazeteci, o ailesinin kökleri Diyarbakır’dan Suriye’ye sürülmüş, Kamışlı’da büyüyüp Kanada’ya göçmüş Ermeni bir fotoğrafçı, bize serdikleri yataklarda uyandık. Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ Savaşı’na tepki olarak Türkiye 1993’te Ermenistan kara sınırını kapattı. İstanbul’dan Erivan’a uçabilirsiniz ama işte arada böyle beş on metre varsa, ironik şekilde 328 kilometrelik sınırın diğer yanına Gürcistan’dan geçmek zorundasınız. İstikâmet Posof. Vizesiz, kimlikle Gürcistan’a geçmek mümkün. Sonra tekrar güneye, Ermenistan’a kıracağız direksiyonu. Gümrü’de yine pazarlıkla Bagaran’a bizi ulaştıracak son arabayı ayarlayacağız. Tek günde üç ülke, üç mevsim. Kars civarında kar dağ eteklerinde bilinmeyen ülkelerin haritaları gibi eriyordu; sonbahara benzer bir serinlik karşıladı bizi. GürcistanErmenistan sınırında tipiye yakalandık. İnançları kilise tarafından reddedilen Malakanların zamanında topluca sürüldüğü, soğuk yüzünden “cehennem” diye anılan bölge burası. Güneye indikçe bahara yaklaştık, yeşilliklere susam taneleri gibi saçılmış koyun sürüleri göründü. Evlerimizden sabah 4’te çıktığımız yol, akşam 11’de Bagaran’da sonlandı. Zohrab ve Kohar Ghazarian’ın evinde ilk kahvemizi içerken bitap düştüğümüzü hatırlamadık bile. Sabah, sonra misafirleri olacağımız Cemal ve Saime Sarıdağ’la Bagaran’dan “Şuraya çık”, “Buradan el salla” diye telefonda konuşurken aradaki mesafeyi tam idrak edemediğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Şunu söylemek lazım, 2008’den beri ErmenistanTürkiye sınırı üzerine çalışan fotoğrafçı Ali Saltan, iki köyden de dostlarını paylaşmasaydı, farklı olurdu. Bagaran tarafında Arpaçay’a ancak 200 m. yaklaşılabiliyor, sonrası yönetiminin Ruslarda olduğu askeri bölge. Halıkışlak’ta ise su kenarına inmek mümkün. Köylülerle karşılıklı el sallamalardan, bağırarak hatır sormalardan, askerlerle votka, sigara takası yapan gençlerden bahsediyorlar. Eski muhtar Kerim Acar’ın eşi Leman haber 7 Fotoğraflar: Berge Arabian dan bakmak Yazı: Pınar Öğünç Y HALIKIŞLAK 1 BAGARAN Üç ülke, üç mevsim TürkiyeErmenistan sınırı kapalı rum zaten o köyde. 24 Nisan’a birkaç gün kala Bagaran’da konuştuklarımız 100 yıllık inkârın yorduğu, Türkiye’nin soykırım mesuliyetini üstleneceğine dair umutlarının tükendiği insanlardı. Kuşaklara yayılan acı ve varlıklarına yönelik yok sayılma yük ve de bir olgunluk getirmiş, “Bize ilaç olanın geleceği yok, bari biz dost olalım” der gibi sarılıyorlardı. Köyde öğretmen Gohar Avedisyan gençlerin internet vs nedeniyle soykırım konusunda daha öfkeli olduğunu ama müzik hocası Gomidas’ı tutuklandığı Çankırı’dan kurtarması için paşa olan babasına yalvaran 7 yaşındaki o kızın bilgisi ve inancıyla da davrandıklarını söylüyor. Halıkışlak’ta gençlerin dilindeki “soykırım belası” tamlaması, genelde uluslararası komplolara, diyasporanın oyunlarına giden bir konuşmanın girizgâhı. Ortak tarihten, komşuluktan girilse de 1915’e gelince tıkanılıyor. Tehcir kararının uygulamaya konmasından sonra örgütlenen Ermeni grupların bölgedeki Müslümanlara yaptıkları anlatılıyor. Şimdiki Ermenistan tarafında kolhozda çalışmış, Ermenice bilen babasını anlatıyor 73 yaşındaki Zeynep Çapak. Eskiden tepeye çıkıp köyü seyredermiş; artık yaşı müsaade etmiyor. “Aslını sorarsan buralar Erzurum’a kadar hep Ermeni idi” diyor. “Sonra Türklerle Ermeniler savaştı. Onlar Müslümanları kırdı. Ama Müslümanlar da Ermenileri kırdı. Türkler kazandı.” Eski muhtar Kerim Acar, benzer “savaş” cümlesini kurunca “1915’te Ermenilerle Türkler arasında savaş yoktu” diyorum. “Ne demek yoktu? Toplu ölüm deniyor, savaş Tepeden baktığınızda iki köy olduğunu ayırmak zor. Sınır kapalı olduğundan karşıya geçebilmek için neredeyse 1200 km yol yapmak gerekti. olmadıysa bu insanlar nasıl öldü?” diye soruyor. Laf bulamadığımdan “Evet, nasıl?” diyorum sadece. Kars tarafında “soykırım” kelimesini kullanan sadece Kürt bir tarih öğretmeni. Tehcirin sistematiğinden, soykırıma dönüşünden, yedi Ermeni öldürünce cennete gideceğine inanan Kürt aşiretlerinin payıyla yüzleşmesinden bahsediyor. “Ne olursa olsun artık, yazın” dese de ismini vermemeyi tercih ediyorum. Hanım dürbünle baktığı düğünleri anlatıyor. Benzer tabiat, iki köyde hayatları birbirine benzetmiş. Ermenistan tarafı çok daha yoksul ama. Sorularsa daha ziyade Türkiye cenahından: Onlarda su var mı? Evlerde oturma grubu var mı? Şimdiki Bagaran yüz yıl önce Hacı Bayram adlı bir Azeri köyüydü. Babasının evini bulma hikâyesini yarın anlatacağım Kacik Amca anlatıyor. Stalin’in Azeri nüfusu dağıtmak için Hacı Bayram’dakileri gönderişini, ailesininse 1920’lerde Halıkışlak’a yakın Kilittaş’taki eski Bagaran’dan, 50’lerde geçici geldikleri Mirzahan’dan çıkıp en son 70’lerde şimdiki Bagaran’a yerleşmelerini. Köyün çoğunun geçmişi bu rota. Zamanında harap edilen baba/dede evleri, kiliseleri zaman içinde bir de definecilerin hasarına uğramış. Sürülen Ermenilerin altınları, muhtemel gömme yerleri, rahip mumyaları, efsaneler, Halıkışlak’ta sormadan önünüze dökülüyor. 2015’te, çoğunluğun MHP seçmeni olduğu bir Azeri köyünde Ermeni bir fotoğrafçı... Berge’yle aramızda az Türkçe, daha çok İngilizce konuştuğumuzdan kulağıma “Abi yabancı mı?” diye soranlara Diyarbakır’dan başlayan hikâyesini özetliyorum. Bazı sohbetlerde onun ağzından çıkan “Ermeniyim”, ikinci cümleyi aratan bir şaşkınlık yaratıyor. İlla olumsuz bir tavra dönmüyor ama sanki o boşluk duruyor. Halıkışlak’ta Alevi dedelerine benzetilen Berge’in dervişane hümanizminin yazacağım her satırdan daha fazla iz bırakacağını umuyo Neyi unutalım? Tarihteki ortak yaşam, iki köyün de taşınmış olması, bu fiziki yakınlık bir tür simetri doğurmuş. Türkiye tarafında arzulanan dostluğun, sınırın açılması dileğinin “İki taraf da zarar gördü, artık unutalım” gibi bir temeli var. Neyi unutalım? Her acı tek kişinin evrenini kaplar, hürmet hak eder ama nihayetinde bazen eşitlikten de haksızlık doğmaz mı? Öğlen Bagaran’da sofradayız. Kohar patatesli tavuk yapmış, kendi turşusu, peyniri... Zohrab’ın ekonomi okuyan kuzeni Vartan Sarkisyan bir ara “Peki adı soykırım değil tehcir olsun. Birini evinden zorla çıkarıp çöllere tahtırevanla sürseniz de bu soykırımdır” diyor. Bir selamla bölünüyoruz. Sınırda görevli bir asker hatır sormaya uğrayıp bizi masada görünce afallıyor ama oturuyor da. Sarkisyan, konyağını bu masanın eskiden bir araya gelmesinin imkânsızlığına kaldırıyor. Barışa ve dostluğa içiliyor; ben de sınırların kalkacağı bir dünyayı ekliyorum. Varlığımdan gerilen asker o noktada gevşiyor, “Sınırlar kalkarsa işsiz kalırım” diyor gülerek. “Biz sana başka iş buluruz merak etme” diyor hepsi birden. “Abi yabancı mı?” Pompalıyla ateş: 3 yaralı Diyarbakır’ın merkez Bağlar ilçesine bağlı Gürsel Caddesi üzerinde önceki akşam kimlikleri tespit edilemeyen bir grup, pompalı tüfeklerle yoldan geçen yurttaşlara ve işyerlerinin kepenklerine gelişigüzel ateş açtı. Olayda, caddeden geçen R.A, G.E. ve A.E. adlı 3 kişi yaralandı. Bu sırada devriye görevi yapan bir polis aracının rastlantı eseri olay yerinden geçtiğini gören grup, dağılarak ara sokaklara kaçtı. Olay yeri ve çevresinde güvenlik şeridi oluşturan polis, çok sayıda boş kovan topladı. Yaralıların sağlık durumu iyi. l Yurt Haberler irkaç gün önce kalçasını kırmasa yürüyebiliyormuş. Karşımda 100 yaşında bir kadın... Bizi doktor sanmış. Aregnaz Grigoryan’ın doğum yeri Türkiye, tarihi 00.00.1915. Sıfırlanmış bir sayaç gibi. Kı Sıfırlanmış bir sayacın canlı hali B Doğum yeri: Türkiye. Doğum tarihi: 00.00.1915. Aregnaz Grigoryan’ın kimliğinde tarih sanki donmuş. zı, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a hayat hikâyesini yazdığı mektubu okuyor. Madalyayla salondaki çiçek yollanmış eve. Şimdi Kars sınırlarındaki köyünü anlatıyor. 1915’te üç aylıkken kundağıyla bir çukura atılmak istenmiş, amcası kurtarmış ama o canından olmuş. Sürgün yolunda büyükannesi ve büyükbabası öldürülmüş. Önce Mirzahan’a, dönme umudu kalmayınca da Bagaran’a yerleşmişler. “Soykırım da, ben de 100 yaşındayız. Dileğim herkes için barış ve sevgi” diye bitirmiş mektubunu. Hiç 100 yaşında birinin ellerini tutmamıştım daha önce. Bagaran sokaklarında daha fazla çocuk var. Solda Azeri dansları yapan Halıkışlak’ta bizi ağırlayan Cemal ve Saime Sarıdağ’ın torunu Ali Emir. Bagaran’da ise Zohrab ve Kohar Ghazarian’ın misafiriydik. Ev sahiplerimiz... Yarın: Kapalı sınırın iki tarafa ekonomik, sosyal ve siyasi etkisi, yıllardır iki köyü bir araya getiren tek ritüel, “su protokolü”. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle