28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 6 Aralık 2015 yorum 22 Sağdan soldan birçok avukatın ve akademisyenin ortak görüşleri Dündar ve Gül hakkında verilen tutuklama kararının hukuka aykırılığı doğrultusundadır odern hukuk anlayışında, demokratik hukuk devletinin bir sacayağı üzerinde değil, dört ayağının üzerinde durduğu kabul edilmiştir. Geçmiş öğretide yasama, yürütme ve yargı ile yetinilirken bugün bu üçlüye özgür medya da katılmıştır. Medya özgür değilse, yani halk olan bitenden haberdar değilse yönetime katılımı da söz konusu olamayacaktır. Böylesi toplumların siyasi ve ekonomik iktidarlar tarafından kolayca sindirilebileceği, aldatılabileceği varsayılır. Zaten artık dile pelesenk olmuş olan “güç kirletir, mutlak güç daha da kirletir” deyişi de buradan neşet eder. Tabii ki sözü Dündar/Gül ikilisine getireceğim. Medyamızın yüz akı iki gazeteci Silivri’nin yeni konukları oldular. Şimdiden basın tarihimize geçtiler. Her ikisi de basın ve ifade özgürlüğü literatüründe yerlerini aldılar. Fazla gecikmez hem Türkiye’de hem de dünyada iletişim fakültelerinde örnek vaka olarak okutulacaktır. Tabii yalnızca onlar değil, birlikte düşünülmesi gereken hukuk ve yargı anlayışı da alanındaki yerini aldı. Ama bu ne yazık ki biraz tersinden oldu. Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ile Ankara temsilcisi casusluktan ve hangi terör eylemini gerçekleştirdiği bir türlü anlaşılamayan bir örgüte yardım etme suçlarından tutuklandılar. Hepimizin bildiği olaylar silsilesini hatırlayalım: Haberden önce de sağır sultanın duyduğu gibi, MİT’in, çıfıt çarşısı haline getirilmiş olan Suriye’ye bir TIR dolusu silah ve mühimmat götürürken bu devletin bir savcısının emri ile durdurulması ve TIR’ın başında devletin MİT’i ile polisinin ve de jandarmasının birbirlerine girmesi ve bunun fotoğrafları ile hikâyesinin Can Dündar ile Erdem Gül tarafından yayımlanması... Olayın hemen akabinde, yayımlanma hadisesi üzerine, bu devletin Cumhurbaşkanı’nın bir televizyon programında inanılması güç ama “Bu haberi özel haber olarak yapan kişi öyle zannediyorum ki bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” demesiyle aradan geçen beş buçuk ay sonra bir Rus uçağının düşürülmesi üzerine yine bu kez bu devletin Başbakan’nın işaretiyle savcılığa çağrıldıktan sonra tutuklanması... Tutuklama mı, hukuk devleti mi? M KONUK YAZAR ERGİN CİNMEN Dündar ve Gül’ün avukatı olan Bülent Utku’dan sorgu tutanaklarını rica ettikten sonra konunun vahametini iyice anladım. Salt yukarıda yazılı eylem nedeniyle her ikisi de siyasi ve askeri casusluk suçuyla birlikte FETÖ örgütüne yardım suçuyla tutuklanmışlar. Kanunu bilmemenin mazeret sayılmayacağı, dolayısıyla “ben bu fiilin suç olduğunu bilmiyordum yoksa işlemezdim” demenin insanı kurtarmayacağını hemen herkes biliyordur. Yani aklı başında olan herkesin bir fiilin suç olup olmadığını bilmesi gerekir. Objektif olarak o fiilin suç teşkil ettiği bilinmeyebilirse zaten ceza da verilemez. Yani demem o demedir ki, olayı anlamak için hukuk uleması olmaya gerek nın savcısı, onu tutuklayan sulh ceza hâkimi ile o sulh ceza hâkimini takip eden öbür sulh ceza hâkimi... Yerimin dar olduğunu düşündüğümden siz okurları herkesin bildiği maddelerle meşgul edip ifade ve basın özgürlüğünü düzenleyen AİHS’nin 10., anayasanın 25, 26. ve 90.; tutuklama nedenleri var olsa dahi tutuklama kararı yerine adli kontrol kararı verilebileceğini hüküm altına alan CMK’nin 109. maddelerinden uzun uzadıya bahsetmeye gerek görmüyorum. Ama bazı kişi ve yazarların bu gayri tabii durumu bir yana bırakıp Dündar ve Gül’ün avukatları Akın Atalay, Bülent Utku, Tora Pekin ve Abbas Yalçın tarafından verilmiş olan itiraz dilekçesinin kısalığını eleştirmelerini de yadırgıyorum. Başbakan’ın, Başbakan yardımcılarının, hemen hemen merkez medyanın tüm köşe yazarlarının, görüşü sorulan sağdan soldan birçok avukatın ve akademisyenin ortak görüşleri tutuklama kararının hukuka aykırılığı doğrultusundadır. Dündar ve Gül hakkında tutuklama kararının verildiği duruşmada her üç avukat da olayın hukuksal karşılığının ne olduğunu, iddia hakkında ulusal ve ulusal üstü hukukun ne dediğini gayet açık bir şekilde belirttikten sonra hâkimliğin siyasi iklime kapılmaması gerektiğinin de altını çizmişlerdir. Avukatlık, hele de siyasi davalardaki avukatlık klasik avukatlıktan ayrılır. Bazen avukatın “susması” duruşma salonunda çınlama etkisi yapar, bazen ise saatlerce konuşmanızın özü basit bir şefaat istemeden öte anlam taşımaz. Tüm bu durumlardan, Dündar ve Gül’ün avukatlarının onca savunmalarından sonra itiraz dilekçesinde “Biz üzerimize düşeni yapıyor ve anayasaya, yasalara, AİHS’ye, AİHM kararlarına aykırı olan tutuklama kararlarına itiraz ediyoruz. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Tercih ve sorumluluk sizindir” şeklindeki üç cümle; tutuklama kararlarının hukuka, basın ve ifade özgürlüğüne, netice olarak uygarlık âlemine doğru atılmış bir çığlıktır. Yeni icat sulh ceza hâkimliklerine bir hitaptır. Hâkimliklere sorumluluklarını etkin bir şekilde hatırlatmaktır. Bence bu üç cümle üç yüz sayfayı da geçer. Rusya Suriye’ye önce ‘Homeland’le daldı (Spoiler/Uyarı) omeland’in 5’inci sezonuna Rusya ve Rus dış istihbarat servisi SVR’nin damga vuruyor olması, bir tesadüf sayılmanın ötesinde dizinin arkasında CIA olduğuna dair söylentilerle bağlantılı açıklama arayışlarını da mutlaka kışkırtacaktır. İsrail menşeli, Amerikan yapımı uluslararası casusluk, terör ve karşıterör draması Homeland’in tematik içerik ve kurgusal biçimlenme yolunda CIA’dan “lojistik destek” aldığına dair iddialar hep oldu. Çünkü Irak’ta El Kaide’ye esir düşmüş bir Amerikan askerinin örgütten yana ve memleketine karşı ajanlık faaliyetine “döndürülmüş” olduğu noktadan 5 yıl önce başlayan dizi, ABD ile İslâmcı örgüt ve devletler arasında küresel ölçekte süren mücadeleye odaklı akışında gerçekte olup bitenlerle de şaşırtıcı ölçüde anlamlı bir titreşim sergiledi. Söz gelimi 3’üncü sezon (2013) İran’a odaklı ve İran istihbarat şefi ile CIA arasındaki gizli ilişki ve görüşmeler üzerinden şekillenirken, dizinin yayında olduğu günlerde Cenevre’de de İran’la ABD arasında 30 yıldır var olan buzları eritecek mahiyette diplomatik görüşmeleri izliyorduk. Ve orada her iki ülkenin dışişleri bakanlarının kucaklaşmalarına şahit olurken öğreniyorduk ki ABD ve İran bu noktaya gelme yolunda 6 aydır gizlice görüşüyormuş. Kurguyla gerçek arasındaki çakışma o ölçüdeydi ki gazetelerin İran’la krizin aşıldığı görüşmeyi “Tarihi Anlaşma” manşetiyle verdiği günün sabahında (“ABD yayını ile aynı anda”) Homeland’de CIA direktörü Saul Berenson (Mandy Patinkin) da kendilerinden yana dönmüş İran istihbarat şefinin ül H kenin en önemli güvenlik aygıtı olan Devrim Muhafızları’nın başına geçmesi olasılığından bahsediyordu. Böylece 30 yıldır terörist faaliyetler ve tehditler dışında iletişim kuramamış iki ülkenin ilk kez medenice oturup konuşmasının önünün açılacağını da ekleyerek!.. Homeland’de hayal, her zaman hayattan besleniyor. Hatta yukarıda aktarıldığı gibi, bazen hayatta olup bitenlerin perde arkasını yansıtan bir “perde” olduğu sanısına dahi kapılabilirsiniz Homeland’in… Hâlihazırda da bu sanıyı güçlendiren bir içerik söz konusu... Dizi, bu sezon Almanya’yı mekân tutup orada bizim “Almancılar”ın Türkiye’den Suriye’ye IŞİD bağlantılarını kurgusal fon yaparak yola çıktığında çok geçmeden gördük ki “Rus Ayısı”, tematik akışın asli unsuru olarak karşımızda. Sezonun ilk dönüm noktası, CIA’nın bir darbe ile Suriye’nin başına Esad’ın yerine ülkede itibar sahibi bir generali getirme planı bu yeni başkan adayını taşıyan uçağın havada infilak etmesi sonucu bozulduğunda oldu. Bu, Rusların işiydi ve öğrendik ki yeni sezonun en gözde karakteri olarak karşımızda duran CIA Berlin istasyon şefi Allison Carr (Miranda Otto) on yıllardır Amerikan istihbaratı içinde Rusya hesabına casusluk faaliyeti sürdüren bir ajanmış. Dizinin bizi “BatıSuriyeIŞİD” şeytan üçgeninde Rusya’nın giderek ön almaya seyreden rolüne ilişkin kurgusuyla sarsmakta olduğu o günlerde henüz Rusya Suriye’deki savaşta şu an olduğu şekilde öne çıkmamıştı. Ama çok geçmeden baktık ki o, kurguda olduğu gibi hayatta da Suriye meselesinde varlığını (aynen Esad’dan yana) kristalleştirdi ve çatışmaların bir parçası oldu. Homeland’in olacakları haber veren bir “kehanet kutusu” olup olmadığı, spekülatif (ve biraz da fantastik) bir tartışma konusu elbette. Ancak tartışılmaz olan şu ki Homeland, Amerikan gücünün gerileyişiyle birlikte artık ihmal edilemez ölçüde çokkutuplu işleyiş kazanmış küresel kapitalizmin ha bire kriz üreten dünyasında “İslâmîöteki” ile uğraşırken, önceki sezonlarda olduğu gibi sadece ABD odaklı yol almanın yetmeyeceği farkındalığıyla Almanya, Rusya gibi aktörleri de sahneye çekiyor. Üç bölüm kaldı, merak ediyorum, acaba uçak düşürme sonucu bizim Rusya’yla ortaya çıkan krize ilişkin de gidişatın ne olacağına dair bir tüyo verilir mi acaba?! Bakalım!.. 2016 Mamut Sanat Projesi’nde son günler Akkök Holding sponsorluğunda seneye dördüncüsü düzenlenecek Mamut Art Project, genç sanatçıları koleksiyonerler, galeriler, kültürsanat kurumları ve sanatseverlerle buluşturuyor. Bu yıl 50 sanatçıya ev sahipliği yapacak etkinliğe başvurular 11 Aralık tarihine kadar devam edecek. Bu yılki başvuruları Banu Gündoğdu, Ömer M. Koç, Erinç Seymen, Ali Şimşek ve Fatoş Üstek’ten oluşan jüri değerlendirecek.l Kültür Servisi yok. Okuma yazma bilen herkesin; böyle bir olayın casusluk olmayacağını ve aradan beş buçuk ay geçmiş olmasına rağmen bu iki gazetecinin seksen milyonun gözü önünde yurtdışı dahil gezip tozduğunu, ödüller aldığını, hele de Erdem Gül’ün iki de bir televizyona çıkıp Ankara muhabirliğinin gereğini yapıp bizleri olan bitenden haberdar ettiğinden yola çıkarak “Allah Allah bu nasıl iş” dediğini duyar gibi oluyorum. Tutuklama olayından hemen sonra Başbakan ve Başbakan yardımcıları da dahil olmak üzere sağ perifer medyayı bilemiyorum ama merkez medyanın, bilebildiğim kadarıyla tümü bu tutuklamayı dehşet ve hayret içinde karşılamıştır. Karşılamayan üç kişi bulunmaktadır: Soruşturma SAHA’dan Ergun ve Pekünlü’ye destek SAHA Derneği, Jakarta Bienali’ne davet edilen Köken Ergun ve Zeyno Pekünlü’nün yeni eser üretimine destek veriyor. 15 Kasım 2015–17 Ocak 2016 tarihleri arasında düzenlenen bienalin bu seneki teması, “Neither Forward nor Back: Acting in the Present” (Ne İleri Ne Geri: Şimdiki Zamanda Hareket Etmek). Küratörlüğünü, prestijli uluslarası sanat etkinliklerinde iz bırakan Charles Esche’in yaptığı bienal, nostaljiye kapılmayı ya da ütopik bir gelecekle ilgili hayallere sığınmayı reddederken, şimdiki zamana odaklanmayı amaçlıyor. l Kültür Servisi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle