15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 24 Kasım 2015 yorum EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: ZARİFE SELÇUK 14 4 UZMAN YAZARDAN, 4 PARTİNİN ANALİZİ CELAL BAŞLANGIÇ ve illerde gerçekleştirilecek konferanslarda partinin sorunları ve önündeki süreç derinliğine tartışılacak, 27 Aralık’ta toplanacak “Büyük Konferans”ta sonuçlandırılacak. Buralarda alınan karar taslakları da 17 Ocak’ta toplanacak büyük kongrede nihai kararlara dönüştürülecek. Bu süreçte en çok tartışılacak sorunlardan biri de parti içi demokrasiye işlerlik kazandırmak olacak. “Bu ilçe örgütünü kim seçti, bu il örgütü nereden çıktı, parti meclisi listesini kim oluşturdu, MYK’yi PM seçmediyse kim seçti” gibi soruların bir daha gündeme gelmeyeceği bir yapı hedefleniyor. Yani Türkiye’ye vaat edilen demokrasi önce parti içinde kurumsallaştırılacak. Parti merkezi “kişilere bağlı olmayan, kurumsal işleyişi olan, güçlü bir iç demokrasiye sahip güçlü bir partiyi mutlaka başaracağız” görüşünde. Son tahlilde “HDP sadece bir seçim partisi değildir. Artık Türkiye’nin siyasi ana akımlarından birisidir” değerlendirmesi yapılıyor parti merkezinde. Genel kanı, temsiliyet ve farklı bileşenler açısından parti adında yer alan “Halkların”ın karşılık bulduğu, sıranın “Demokratik” ifadesinin fiziken de güçlendirilmesi gerektiği yolunda. Bütün bu iç tartışmaların yanında parti merkezinde hâkim olan yaklaşım şu: “HDP’nin bir Türkiye partisi olma yürüyüşünün doğru ve sonuç alıcı olduğu ortaya çıkmıştır.” HDP şimdi; çatışmaların ve baskıların daha çok artacağı bir süreçte “demokratik bir Türkiye partisini tahkim etme” yolculuğuna çıkıyor. ‘Düzen’leyen Erdoğan, düzeltmen Davutoğlu aşbakan Davutoğlu iki hafta önce işçi, memur, esnaf, çiftçi ve işveren temsilcileriyle Çankaya Köşkü’nde bir toplantı yaptı. Orada dile getirilenlerin ortak paydasında Cumhuriyet olarak bizim 1 Kasım seçimlerinin hemen sonrasında öne çıkmış görüşlerimizin tescili vardı. Biz, seçim sonucuna ilişkin olarak “korkunun iktidarı”, “korkunun zaferi” gibi başlıklar atmıştık. Başbakan’la görüşenler de ülkeye hâkim “korku iklimi”nden yakındılar. Bir “korku imparatorluğu”na gidiş endişelerini dile getirdiler. Davutoğlu da bundan sonra görevlerinin tansiyonu düşürmek olduğunu ifade etti. HHH Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı konumundaki kişinin seçim sonrası oluşan yeni resmipolitik iklimde yerinin ne olduğuna ilişkin hanidir önümüze çıkan işaretlerin tipik örneği bu: Bir “düzeltmen”lik pozisyonu!.. Aslında düzenleyici olması gereken yürütme erkinin başındaki şahsiyete 1 Kasım sonrası Türkiye’de biçilen bu pozisyonu netleştiren başka örnekler de hanidir önümüzde. Birileri şiddet sarmalında “korku”yu hâkim kılan bir “düzenleme”ye gidiyorsa çok geçmeden Başbakan’dan bir “düzeltmenlik” pratiği izliyoruz. Kolluk kuvvetlerinden başörtülü kadınlara kelepçe, Beyoğlu’ndaki gençlere kötü muamele mi?.. Başbakan talimat verdi, inceleme başlattı!.. Bir validen bu kelepçeleme olayına ilişkin, özrü kabahatinden büyük, “Başörtülü kadınların toplum içerisinde olumlu imajı vardır” şeklinde sözler mi?.. Davutoğlu, “Bunlar maksadı aşan ifadeler” dedi ve derhal B TAYFUN ATAY ‘Halkların’ tamam, ‘Demokratik’ aranıyor! alkların Demokratik Partisi; ‘Halkların’ tamam, ‘Demokratik’ aranıyor” deyince haklı olarak sorulabilir: “Halklar var da, demokrasi de aranıyorsa parti var mı?” Başından söyleyelim; evet “parti” var. Meclis’e giren diğer partilere göre hem de çok daha fazlasıyla var. Çünkü, 1 Kasım seçiminden hemen sonra il eşbaşkanlarını, parti meclisini ve merkez yürütme kurulunu toplayarak en kapsamlı değerlendirmeyi yapan tek parti HDP oldu. AKP’de Bakanlar Kurulu’nu “en iyi yardımcı erkek oyuncu” görünümündeki Davutoğlu’nun mu, yoksa “tarafsız” olması gereken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mı belirleyeceği tartışılıyor. CHP’de, tümüyle “ben daha iyi yönetirim” iddiasına sıkışmış, bazı “hevesli” milletvekillerinin kendilerini Kılıçdaroğlu’na rakip gördüğü bir kurultay süreci yaşanıyor. MHP hâlâ eski bir Türk filmi gibi “n’ayır, n’olamaz” kıvamında, Bahçeli parti içi tüm demokratik mekanizmaları tıkamış. HDP’de gerek parti kademelerinde, gerekse de yapılan daha “dar kapsamlı” toplantılarda eş genel başkanlardan Selahattin Demirtaş’a dönük eleştiriler var. Ama herkesin kabul ettiği gerçek; Demirtaş’ın alternatifsizliği. Figen Yüksekdağ da “eleştiri süzgecin”den geçirildi ama şu anda güçlü bir alternatifi olmadığı anlaşıldı. HDP’nin çeşitli kademelerinde çok sorulan ama henüz yanıtı alınamamış bir soru daha var: “Evet, medya seçim öncesi talimat verdi!.. HHH Daha eskileri var. Şırnak’ta ölü ele geçirilmiş bir PKK’linin arabaya bağlanıp sokaklarda sürüklenmesi mi?.. Başbakan tasvip etmedi, idari ve hukuki soruşturma başlatılması için gerekli talimatları verdi!.. Yüksekova’da ters kelepçelenip yüzükoyun yere yatırılmış insanlara “Türk’ün gücünü göreceksiniz! Ne yaptı ulan bu devlet size” diye bağırıp hakaretler yağdıran (aslında trajikomik şekilde devletin onlara ne yaptığının cevabını da veren) özel tim komutanının internette görüntüsü mü?.. Davutoğlu yine talimat verdi, inceleme başlattı!.. HHH Dışarıya da uzanalım! CNN International’da Christian Amanpour, basına yönelik baskılardan otoriterleşme emarelerine kadar eleştirileri mi sıraladı?.. Kıvrak İngilizcesi ile ustalıkla hepsini “tashih etti” Davutoğlu… HHH 1 Kasım sonrası ortaya çıkan “Yeni Erdoğan Dönemi”ni karakterize eden tablo bu. Bu tablodan anlıyoruz ki Davutoğlu dönemi diye bir şey yok. 1 Kasım seçimlerini kazanan da (bir “yeni lider” yaratma gayretkeşliği içinde ne kadar aksi iddia edilirse edilsin) Davutoğlu değil. Tayyip Erdoğan olduğu müddetçe bir yeni liderin ne boy vermesi, ne de filizlenmesi mümkün. Seçimi de ne Davutoğlu, ne de onun liderliğinde bir “siyasi parti” hüviyeti ve pratiğiyle yurt sathında faaliyet göstermiş AKP kazandı. Seçimi kazanan, 5 ay gibi kısa bir zamanda 5 milyonluk oy patlamasını bir “korku patlaması” ile bağlantılı gerçekleştirmiş olan devlet. HHH AKP’den kazandı diye söz edilebilecekse eğer, bu ancak onun bir “devlet pratiği” olarak aramızda bulunduğu mülahazasıyla yapılabilir. AKP bir “partidevlet”tir. Erdoğan’da tecessüm eden bir partidevlet… Ülkeyi de Erdoğan adına devletin güvenlik aygıtı yönetmekte. Bu nedenle başkanlık tartışmalarının önünü açmak da gereksiz. Fiili durum zaten başkanlık. HHH Bunun en çarpıcı örneğini geçen hafta G20 Antalya zirvesinde izledik. 2008’den beri gerçekleştirilen zirveye her yıl ülkenin “yöneticisi” konumundaki başbakanla katılmış Türkiye. Erdoğan cumhurbaşkanı olduktan sonra geçen yıl da Avustralya’da düzenlenen zirvede Başbakan Davutoğlu tarafından temsil edilmiş. Ancak bu yıl durum değişti. G20’de baştan sona Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı izledik. Davutoğlu sadece sona doğru bir resepsiyon ile göründü ortalıkta. Kim bilir belki de “Yahu bu ülkede işbaşında başbakan yok muydu” diyebileceklere karşı durumu kurtarmak için... Yani anlayacağınız, son anda yine “düzeltmen”lik!.. HHH Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 zirvesinin “Türkiye zirvesi” olarak sergilediği performans, 1 Kasım sonrası kristalleşen “partidevlet” düzeninin ve fiili başkanlık sistemi uygulamasının fazla söze hacet bırakmayan bir görüntüsü. Bu “Erdoğan Türkiyesi”nde Başbakan’a düşen de öyle anlaşılıyor ki hem içeride hem dışarıda “partidevlet”in şiddetinden ve celalinden endişeye kapılan çevrelere yatıştırıcı mahiyette “düzeltmen”lik yapmak olacak. “H sansür uyguladı. Ancak son hafta önerilen en azında üç dört televizyon programını Demirtaş neden reddetti?” Parti içersinde “Eğer Demirtaş bu programlara katılsaydı en azından birkaç yüz, birkaç bin oyla kaybettiğimiz milletvekilliğini kazanabilirdik, bu şansı kullanmadık” görüşü sık sık dillendiriliyor. Elbette kulislerdeki “Kandil izin vermedi” iddiasına pek fazla değer veren yok. Daha soğukkanlı görüş ise CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın küçük bir kısmını ak tardığı yaklaşımı daha makul buluyor: “Birincisi, merkez medyaya karşı ‘siz olmadan da biz bunu başarırız’ iddiası egemen oldu. İkincisi de en azından yüzde 13’ü garanti görmenin rahatlığıyla televizyonlar reddedildi.” HDP’nin örgütleri de ciddi bir tartışma konusu. Çünkü en örgütlü olunduğu sanılan ilçelerin ve illerin bazılarında afiş ve broşürlerin dağıtılmasında bile büyük bir sıkıntı yaşanmış, binlercesi elde kalmış. Bu da bazı HDP örgütlerinin ayakları havada kalmış yapılara dönüşmesi sorununu gündeme getiriyor. Şimdi HDP’de büyük bir tartışma süreci başlatılıyor. İlçelerde ‘Övünenler ve itaat edenler’ ürkiye bir yıl içinde iki seçim ve kolay kolay görülmeyecek beş aylık seçim arası yaşadı. Seçim analizleri dönemi yavaş yavaş kapanıyor ve “önümüze bakalım” zamanlarına geliyoruz. “Önümüze bakalım” bakmasına da, hem pek yakın geçmiş, hem bulunduğumuz yer, hem de bakmaya çalıştığımız yakın gelecek, yüksek bir vasat sunmuyor. Demokratik işleyişin, siyaset, iktidar, temsil, medya gibi temel dinamiklerinin yapısal ve dönemsel krizlerinin yanına ağır bir “kamuoyu sorunu” da eklenmiş görünüyor. İki yönlü bir sorun bu. Hem siyaset alanının kamuoyundan etkilenme biçimi bozulmuş, hem de kamuoyunun siyaseti izleme, denetleme kriterleri... İki taraflı işleyen bozulma pek çok anormalliği normalleştiriyor, kanıksanır hale getiriyor. Kayıt dışı sohbetlerde (daha çok fabrika ayarcı) bazı AKP’lilerin bile itiraf ettiği gibi, “normalde tersi olması gerekirken; siyaset, toplumsal vasatı geri çekiyor”. “İmam cemaat diyalektiği” eylemleri itibarıyla ters dönmüş durumda. Öldürülen insanların yakınlarını yuhalatan devlet yöneticilerine, toplum maçta saygı duruşunu ıslıklayarak katılıyor. Bir bölgede kamu gücüyle yapılan sistematik eziyete, koca bir kalabalık gönüllü sağırlıkla cevap veriyor. KEMAL CAN edenlerin (en azından patronluğunu kabul edenlerin) arasında üretilebilecek “çözümlerin” dönemi olarak görülüyor... Toplumsal desteği, TürkSünni kalabalığın “düşman ve tehlike” algılarına yaslanmış siyasi stratejinin devam edeceği düşünüldüğünde, AKPMHP etkileşiminin yine önemli bir siyasi gündem maddesi olması kaçınılmaz. MHP’nin, Silvan sokaklarına “Kurdun dişine kan değdi” yazılan operasyonları söylem düzeyinde, “organize linç girişimlerini” de eylem düzeyinde aşması mümkün değil. Devlet Bahçeli ve MHP yönetimi, AKP’nin ve kontrolündeki medyanın partiye dönük hamlelerinin süreceğini öngördükleri için katı defansa geçti. Bahçeli geçen hafta Meclis’teki ilk grup toplantısında, “Yerimiz, yönümüz, sözümüz doğrudur, tavrımız dosdoğrudur” diyerek özeleştiri zorlamalarına prim vermeyeceğini gösterdi. Ve şu soruyu sordu: “1 Kasım’da 7 Haziran’dan farklı ne söyledik?” Aslında bu cümle, “biz değil karşıdaki değiştiği için kaybettik, yine değişirler ve kazanırız” diyor. Gelelim, kongre meselesine... Öncelikle, MHP’de “liderliğin” son derece sıkı bir tüzükle korunduğunu belirtmek gerek. Olağanüstü kongre kararı, tüzük değişikliği, yeniden kongre ve kazanacak aday kolay yapılacak bir seri değil. Meral Akşener, içeriden ve dışarıdan en çok forse edilen aday gibi görülüyor. Ama ne kendisinden, ne destekçilerinden, “Akşener’deki vizyon” konusunda bir şey öğrenmiş değiliz. MHP’den yeni AKP çıkarma veya “5. Parti” eliyle bölme fikri sonuç alırsa, Ağar’ın DYP’yi “taşıdığı” sona da varabilir. CHP’yi nasıl bir dönem bekliyor? HP için oldukça zor bir dönem başlıyor. Geçen yıllarda “hâkim parti” olup olmadığı tartışılan AKP’nin son seçim zaferiyle bu konumu kesinlik kazandı. Her iki seçmenden birinin oyunu almış ve 13 yıllık iktidar süresinde devletle bütünleşmiş bir partiye karşı mücadele etmek gerçekten zor bir görev. AKP’nin muhaliflerine ve medyaya yaptığı baskılar ortada. Ayrıca devlet imkânlarını sonuna kadar kullanması ve yargıyı siyasallaştırması ülkemizde siyasal mücadeleyi daha da adaletsiz kılıyor Yeni dönemin CHP için yarattığı en önemli fırsat ise partinin örgütsel ve ideolojik yenilenmesi için gerekli zamanı sunuyor olması. Her ne kadar siyasi partiler değişebilir kuruluşlar olsa da bu değişimler çok sancılı gerçekleşiyor. CHP’nin Ecevit’le yaşadığı değişimin bir sonucu olarak partinin 1966 ve 1972’de iki kez bölündüğünü ve İsmet İnönü gibi kişiliği CHP ile bütünleşmiş bir devlet adamının partiden istifa ettiğini akılda tutmak gerekiyor. Partide değişim isteyenlerin büyük riskler alması ve yerleşik grupları tasfiye etmesi gerekiyor. Bir seçimden bir başkasına koşulan bir ortamda büyük bir yenilik ve değişim hamlesine girişilemiyor. Bu şartlarda 2019’a kadar dört yıl boyunca seçim yapılmayacak olması CHP için büyük bir değişim programını mümkün kılıyor. CHP’deki arayışla T YUNUS EMRE partilere ilişkin mevzuat partiyi yönetenlere öyle imkânlar sağlıyor ki yukarıdaki zorunlu şartlar olmadan bir değişim gerçekleşmiyor. İlk şartın bu aşamada CHP için geçerli olmadığı anlaşılıyor. İkinci koşulun yani kuşaklar arası devir teslimin gerçekleşmesi için bir baskı da parti tabanından gelmiyor. Özetle bu şartlarda kurultayın olağan mı olağanüstü mü olacağı çok da büyük anlam taşımıyor. Kabul etmek gerekir ki CHP’nin yarattığı kamuoyu ilgisi oyunun çok üzerinde. Kurultaylar da görünüşe göre sadece partiye dönük kamuoyu ilgisini diri tutmaya yarıyor. CHP’de kurultayların olağandışı sonuçlar yaratması içinse bir süre daha beklemek gerekiyor. mönüdeki yerini koruyor. İçeride SünniTürk kalabalığın hegomonik gücüne itaat etmeyenler (mankurtlardan, Kürtlere kadar geniş bir yelpaze) ile dışarıdan saldıran “İslamofobik haçlılar” ve Moskof... En arkaik sağ kodları harekete geçiren “düşman tehlike” söylemi yine bu odaklara yönelen ve aynı kabalıktaki eylemlerle taçlandırılıyor. İki seçim arasında, (Cizre, Silvan, Lice, Yüksekova, Nusaybin gibi) “seçilmiş” merkezlerde “asayiş operasyonu” gerekçesiyle açıklanamayacak sistemli eziyet, daha önceki dönemlerde AKP’yi “pasif olmakla” eleştirenleri (Bakınız eski Genelkur C rın ne kadarının kapsamlı bir değişimle ilgili olduğu meçhul, ama değişmek için gereken vakit var. Peki, niyet var mı? Olduğuna çok emin değilim. Kurultay bahsinde ise Türkiye’de parti yönetimlerinin aslında delegelerin tercihleriyle değişmediğinin altını çizmek gerekiyor. Siyasi tarihimiz parti yönetimlerinin değişiminde iki koşula işaret ediyor. İlki vefat, büyük bir skandal ya da topyekun bir başarısızlık (örneğin parti oylarında çok keskin bir düşüş) gibi değişikliğin kaçınılmaz olması durumu. İkincisi ise partiyi yöneten kuşağın yaşlanması ve 1970’lerde CHP’de ya da 1990’larda Fazilet Partisi’nde yaşanan rekabette olduğu gibi kuşaklar arası bir devir teslimin zorunlu olması. Siyasi VEFAT MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk nesil özgür kadını olarak aydın yetişen, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu, Ankara İsmet Pasa Enstitüsü Coğrafya Öğretim Üyesi, merhum Büyükelçi Talat Benler’in eşi olarak yurdumuzu İsviçre, Pakistan, Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan, İsveç, Nijerya ve Macaristan ülkelerinde temsil etmiş, Aliye ve Arif Bilenin’in 31 Aralık 1912 doğumlu kızları ‘Düşman tehlike’ kokteyli Seçim sonuçlarını üreten bu toplumsal ve siyasi vasat, “önümüzdeki dönemin” de belirleyicisi olacak. Seçim için üretilen veya kullanılan “düşman kokteyli” zenginleştirilmiş biçimde may Başkanı Başbuğ ve MHP lideri Bahçeli) bile hayrete düşürecek biçimde devam ediyor. Mezarlıkta “asayiş operasyonu” yapanlar, evlerin duvarlarına yeni “çözüm perspektifini” yazıyor. “Türksen övün, değilsen itaat et”. El konulan gazetelerdeki çalışanlara “Müslümanların yönettiği gibi gazete yapma” talimatı ile Meclis’e “fiilen değişmiş rejimin” yasal gereğini yapma talimatı arasında devrin iklimi açısından fazla fark yok aslında. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, iktidar için önümüzdeki dönem, hâkim çoğunluktan oldukları için övünenler ile sadece onlara itaat BEDRİYE ADİLE (BİLEN) BENLER 22 Kasım 2015 tarihinde vefat etmiştir. Cenazesi 24 Kasım Salı günü (bugün) Bebek Camii’inde kılınacak öğle namazından sonra Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilecektir. Oğlu: Hasan Ateş Benler (Emekli Tıp Doktoru) Kızı: Ayşe Alev (Benler) Göknil, (Boğaziçi Üniversitesi Emekli İngilizce Öğretim Üyesi) C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle