27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER u İnternetin hayal bile edilemediği, televizyonun ise daha ortalarda olmadığı yılları düşünün… İzmir Fuarı, o dönemlerin, yılların hayata, dış dünyaya açılan ışıklı penceresiydi… O pencereden ne ışıklar girdi yüreğimize, bilincimize… Bizi ışıttı, aydınlattı… İzmir Fuarı, Türkiye’nin Sosyal Tarihidir MEHMET ŞAKİR ÖRS önce işleri tamamlamanın mücadelesini verirdik… Koca bir yılın emeği üzüm çuvalları önceleri develere, sonraları da atlı arabalara yüklenip Tariş’e gönderilirdi… Sonrasında da ver elini İzmir Fuarı… Fuara gitmek, bizim için bir ödüldü… Hele bu gidişimiz bir de 9 Eylül’e denk gelirse, değmeyin keyfimize… Bir taşla iki kuş vurmuş olurduk… Böylece hem fuarı, hem de 9 Eylül İzmir’in kurtuluş yıldönümünü doyasıya yaşardık… O yıllarda İzmir Fuarı, 20 Ağustos’ta başlayıp 20 Eylül’e kadar sürer, bir aylık süreyi kapsardı… Fuarı neredeyse hiçbir pavyonu atlamadan bir baştan bir başa dolaşırdık… Dünyadaki tüm yenilikler, buluşlar orada sergilenirdi… Hele ülke pavyonları, tam bir ilgi odağıydı… İnsanoğlunun uzaya ilk yolculuklarını hep orada izledik… Yeni teknolojileri ve buluşları da… İzmir Fuarı, o yıllarda aynı zamanda sosyal, kültürel, sanatsal buluşmaları da içerirdi… Bol ışıklı neonlarıyla ünlü sanatçıların program yaptığı gazinolar, çay bahçeleri ve tiyatro sahneleri ilgimizi çekerdi… İzmir Fuarı, bizler için büyülü bir rüya, tılsımlı bir dünyaydı… Kısacası orada hayatın tüm renklerini ve ışıklarını görürdük… O yıllardan bu yana elbette çok şey değişti. Koşullar da kuşaklar da farklılaştı. Ama her şeye karşın İzmir Fuarı, 83 yıl sonra hâlâ ülkemizin en büyük fuarı olmayı sürdürüyor… Ve yepyeni heyecanlarla 100’üncü yaşına yürüyor… Ne mutlu İzmir Fuarı’nı yaşayanlara, yaşatanlara ve yaşatacak olanlara… Sivil Darbe “Sivil darbe” kavramını Ataol Behramoğlu, 2003 yılında, AKP iktidarı için kullanmıştı... Anayasa hukukçuları “Anayasa darbesi” de der... Genellikle iktidarda olan partinin anayasaya aykırı uygulamalar yapması anlamında kullanılıyor... Türkiye’de, sağ partilerin “demokrasi” ya da “milli irade” adı altındaki “çoğunluk diktatörlüğü” uygulamalarını yansıtır. HHH Son “sivil darbe” tartışmaları, Başbakan Erdoğan’ın, (Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Başbakan olarak katılması bir yana) seçim sonucu kesin olarak Yüksek Seçim Kurulu tarafından Meclis başkanlığına mazbata ile bildirildikten sonra, milletvekilliği, başbakanlık ve parti genel başkanlığı görevlerinden ayrılmamasından ve yetkilerini kullanmaya devam etmesinden kaynaklanıyor. Bu durum anayasanın ve yasanın kesin hükümlerine açıkça aykırı. Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, 14 Ağustos tarihinde, Birgün gazetesinde ayrıntılı bir makale yayımladı. Kaboğlu makalesini şöyle bitiriyordu: “Bu durum, halk tarafından seçilen CB tarafından anayasanın askıya alındığı anlamına gelir ve seçilme anı ile göreve başlama anı arasındaki dönem, anayasa hukuku dilinde ‘Anayasa darbesi’ olarak nitelendirilir.” HHH Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve öteki yargı mensupları ne yapar bilemiyorum, ama siyasal partilerin tepkileri ortaya çıktı: MHP lideri Devlet Bahçeli, Milliyet’in haberine göre, Erdoğan’ın “Başbakanlık görevinden ayrılmayarak fiilen devleti işgal ettiğini” belirtmiş, “silahsız darbe ve anayasa suçu işlediğini” söylemiş. CHP sözcüsü Haluk Koç, Cumhuriyet’in haberine göre “Şu anda Recep Tayyip Erdoğan’ın attığı her adım hukuken boştadır. Bunun çok ciddi bir şekilde mevcut anayasanın ihlali bakımından suç olduğunu hatırlatmak istiyorum” demiş. HHH Eski Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri Bülent Serim de, odatv’de yayımlanan yazısında, Erdoğan’ın seçildikten sonraki durumunu şöyle özetliyordu: “Başbakan olarak görev yapamayacak, Bakanlar Kurulu’nu toplayamayacak, yetki kullanamayacak, bu görev ile ilgili hiçbir belgeye imza atamayacak; kısacası Başbakan olarak hiçbir tasarrufta bulunamayacaktır. Parti ile ilgili yaptığı tüm işlemler kapatma nedeni olabilecek; Başbakanlıkla ilgili işlemler ise yok hükmünde sayılacaktır; çünkü bu durumda ağır yetki gaspı söz konusu olacaktır.” HHH Daha önce de belirtmiştim: “Erdoğan’ın işi zor, Türkiye’nin işi daha da zor!” İ C zmir Enternasyonal Fuarı (İEF), bu yıl 83’üncü kez düzenleniyor. İzmir’in, Ege Bölgesi’nin düğünü, bayramı olan fuar, her daim bizim yürek tellerimizi titretiyor. İzmir Fuarı’nın kökleri derinlerdedir. Fuarın kuruluş öyküsü, Kurtuluş Savaşı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanır. İzmir İktisat Kongresi, fuarın mayalandığı, tohumlarının atıldığı alanda yapılmıştır. Bir zamanlar adına “Arsıulusal” denilen İzmir Enternasyonal Fuarı, ticari, ekonomik, kültürel, eğlence ve sosyal yönleriyle ortak bir değer ve gelenektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında temeli atılan ve onunla birlikte gelişip büyüyen fuar, genel ticaret fuarı şeklinde düzenlenerek geçmişten günümüze ulaşmıştır. Onun tarihi aynı zamanda ülkemizin sosyal, siyasal, ekonomik ve toplumsal tarihidir. leri ve kuruluşun kıvılcımları içinden doğdu. Fuarın öncelikli amacı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ürettiği tarımsal ve sanayi ürünlerini sergilemek, bunların ticaretini sağlamak ve başta ekonomi olmak üzere hayatın tüm alanlarında uluslararası ilişkiler kurmaktı. Kısacası fuar, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin vitriniydi. İzmir Fuarı’nın bir başka önemli görevi de o dönemlerde tam bir halk okulu olarak işlev görmesidir. Uzun yıllar, 20 Ağustos20 Eylül tarihleri arasında bir ay süreyle gerçekleştirilen fuar, ülkede ve dünyada yaşanan gelişmelerin izdüşümü gibiydi. İletişim olanaklarının çok dar olduğu yıllarda, insanımız, halkımız, ülkede ve dünyada yaşanan birçok gelişmeyi ve yeniliumhuriyetin vitrini ve halk ği ilk olarak fuarda gördü ve orada tanıokulu ma fırsatı buldu. Dünyanın birçok bölgeKurtuluşu yaşayan İzmir, ardından ilk İk sinden fuara katılan ülkeler, kuruluşlar, firtisat Kongresi’ne de ev sahipliği yaptı. Bu malar yeni ürettikleri ürünlerini, ülkelerinkongrede ekonomi alanında yürünecek yo de yaşanan ekonomik ve toplumsal gelişlun haritası oluşturulurken İzmir’de kong meleri fuarda sergilediler. Sistemler ve ülreler yapılması, sergi ve fuarlar düzenlenkeler arasındaki çekişmeler, bilişim ve ilemesi hedefi de bu kentin önüne görev ola tişim alanında yaşanan gelişmeler, yeni burak konuldu. Böylece İEF, kurtuluşun ateş luşlar ve ürünlerle (ilk televizyon, ilk bilgi Hayatın tüm renkleri sayar, ilk yürüyen merdiven, ilk uzay mekiği gibi aygıtlarla) hep fuarda tanışıldı. Sözün özü, o yıllarda İzmir Fuarı tam bir halk okuluydu… Bu güzelim ülkenin yurttaşı olup da İzmir Fuarı’nı bilmeyen yok gibidir. Herkes fuarı görmese de en azından duymuştur. Hele eski kuşaklar için, İzmir Fuarı, büyülü, tılsımlı bir dünyadır… İnternetin hayal bile edilemediği, televizyonun ise daha ortalarda olmadığı yılları düşünün… İzmir Fuarı, o dönemlerin, yılların hayata, dış dünyaya açılan ışıklı penceresiydi… O pencereden ne ışıklar girdi yüreğimize, bilincimize… Bizi ışıttı, aydınlattı… O dönemleri, yılları nasıl unutabiliriz… Hele biz İzmirliler, Egeliler… Bizler için fuar derin anlamlarla, ilginç anılarla dolu… Çocukluğu Ege’nin kırsal kesiminde geçen bizler için fuar, üretim sevinciydi, hasat bayramıydı, yaşam coşkusuydu… Yaz ayları, üzüm bağlarında, binbir zahmetle yetişen üzümün hasadını yapıp bir an Yaz Sıcağında Ülkenin Manzarası ERDENER YURTCAN A ğustos sıcağının ülkenin üzerine tüm gücüyle “çullandığı” ortamda ülkenin manzarası ne durumda? İlkin Cumhurbaşkanlığı seçimi. Seçim yapıldı, sonuçlandı, R.T. Erdoğan 12. cumhurbaşkanı seçildi. 28 Ağustos’ta yemin ve devir teslim töreni var. Ülkeye hayırlı olmasını dilerim. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ortamında bir slogan belirli çevreler tarafından kullanıldı: Cumhur, başkanını seçiyor. Bu ibarede halkın oyuyla cumhurbaşkanının seçildiği anlatılıyor. Bu ne kadar doğru? Yüzeysel bakışla, halkın sandık başına gittiği ve tercihini yaptığı doğrudur. Ancak öncesi nasıldı? Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda özel bir yasamız var. Bu yasaya göre her isteyen kişi Cumhurbaşkanlığı’na aday olamaz. Aday olmak, seçimin yapıldığı dönemde TBMM’de milletvekili olarak görev yapan kişilerin tercihine bağlıdır. En az 20 milletvekili ortak istekleriyle bir kişiyi aday gösterebilirler. Ayrıca her milletvekilinin bu konuda tek bir hakkı vardır; bir ikinci kişiyi aday gösteremez. Demek ki cumhur, cumhurbaşkanını seçerken milletvekillerinin istekleri ile bağlıdır. Bu ne kadar demokratiktir, bu sorulması gereken bir sorudur. İkinci konu R.T. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı nedeniyle başbakanlığı bırakmak mecburiyetinde olduğudur. Anayasal sistemimizde başbakan görevi bıraktığında hükümet düşer, yenisinin kurulması gerekir. Bu konu nun çözümü sorun yaratmaz. AKP bunu kendi içinde çözer. Kurulacak olan yeni hükümet de ülkeyi Haziran 2015 seçimine kadar yönetir. Üçüncü konu Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra CHP’nin içinde bulunduğu durumdur. Bu konu elbette ülkenin gündeminde. Seçim bir sonucu ortaya koydu: Muhalefet partileri seçimde başarılı olamadılar. Yüzeysel bakış dahi bu sonucu doğrular. Ancak konu biraz irdelendiğinde, bazı hususların belirtilmesi gerekir. İlkin belirlenen ortak adaya “çatı aday” denilmesi yanlıştı. Doğru terim “ortak aday” olmalıydı. Çatı, sözcük anlamı ile bir şeyin üstünde yer alır, çatının bir de altı olur, çatı bu altı kapsar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu iç ilişki yoktu. Seçilen adaya gelince, E. İhsanoğlu’nun geçmişi düşünüldüğünde, gerek CHP gerek MHP saflarında seçmenlerin çoğu açısından uygun bulunmayacağı düşünülmek gerekirdi. Aday olarak elinden gelenin en iyisini yaptı, fakat bu çok büyük sayıda seçmenin sandığa gitmesini sağlayamadı. CHP içindeki seçim sonrası çalkantıya gelince, parti içi tepkiler seçim kaybedildikten sonra, elbette yoğunlaştı. Siyasal bakışla, liderlerin seçim başarısızlığında koltuklarından kalkmaları gerekmez mi? Gerekir elbet. Bunun Batı’daki kuralı budur. Bu kural bizde neden çalışmaz? Bu sorunun çok sayıda cevabı vardır. Bunlara girmek bu yazıya ayrılan yer ölçüsüyle bağdaşmaz. Ancak bir noktanın belirtilmesi uygun olur: Siyasal yaşamda liderlerin önüne bazı şanslar bir kere çıkar. CHP’nin durumu Bu şans doğru kullanılırsa, o lider tarihteki üstün yerini alır. Fakat yanlış kullanılırsa, bu olgu her zaman, her yerde önüne sürülür ve eleştirilerin odağı olur. Bunlar da kendisini zayıflatır. R.T. Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra bazı düşüncelerini kamuoyu ile paylaştı. Bunları da kısaca yorumlamak uygun olur. İlkin, 77 milyon vatandaşın cumhurbaşkanı olacağım, söylemi var. Ne kadar güzel, bütünleştirici ve kucaklayıcı. Bir cumhurbaşkanına bu çok yakışır. Gezi günlerindeki “bizler, onlar” ayırımını siler, Çankaya’da oturan ülkenin liderinin anayasal konumu ile de bağdaşır. TRT’nin haber kanallarında duyduğum bir başka söylem şudur: Muhalefeti iki kez Çankaya’ya davet ederim, gelmezlerse bir daha çağırmam. Sayın Cumhurbaşkanım, işte bu olmaz. Cumhurbaşkanının partiler üstü konumu, ülkenin sorunlarına sahip çıkmak ödevi, gerektiğinde, bıkmadan usanmadan hem iktidarı hem muhalefeti Köşk’e davet etmek görevini de yükler. İki hafta sonra resmi sıfatını kazanacak olan Cumhurbaşkanı, AKP milletvekillerine sesleniyordu dün: Gözüm üzerinizde olacak, her hareketinizi izleyeceğim. Bu söylem bence parti lideri söylemidir. Oysa cumhurbaşkanı partiler üstüdür ve seçildikten sonra partisiyle hiçbir bağı kalmaz. Öyle değil mi? Son söz: Bu ülkede yaşayan vatandaş sıfatıyla, herkesin bildiklerini paylaşmak istedim yalnızca. Cumhurbaşkanın konumu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle