01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 AĞUSTOS 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Fındık fıstıkta karaborsa korkusu u Olumsuz hava koşulları özellikle çikolata ve tatlıcılıkta hammadde olarak kullanılan fındık ve fıstığın karaborsaya düşme ihtimalini de artırdı. Fındıkta bu yıl rekoltenin 700 bin tondan 400 bin tonun altına inmesi beklenirken antepfıstığı da stokçuların yüksek fiyat belirlemesi nedeniyle karaborsaya düştü. Birçok dünya devi Türkiye’den fıstık alımlarından vazgeçti. ŞEHRİBAN KIRAÇ Çağdaş Türkiye İçin… Cumhurbaşkanı seçiminden sonra ülke yepyeni bir döneme giriyor. Seçilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, siyasetin gündemini belirlemeye, Yeni Türkiye adını verdiği öyküsünü yazmaya devam ediyor. Seçilen cumhurbaşkanının Yeni Türkiye kavramının yenileşmeyle uzaktanyakından bir ilgisinin olmaması, eğer doğru değerlendirilirse, gerçek anlamda yeni Türkiye’yi kurmak isteyenler için eşi bulunmaz bir imkân yaratıyor. HHH Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si özetle şunları içeriyor: Tümüyle siyasal İslama dayalı bir siyaset dünyası; bütünü siyasetin emrinde bir adalet anlayışı; aklın egemenliğine dayalı bilimsellikten hızla uzaklaşan bir eğitim düzeni. Ek olarak Erdoğan tümüyle kendisine bağlı kamu kurumları istiyor; söylemi toplumu birleştirici değil, ayrıştırıcı ve kışkırtıcı, bu nedenle de çekirdeğinde barış bulunmayan bir toplumsal yapı oluşturuyor; ülkeyi insanlığın demokratik gelişmişlik değerlerini içeren Avrupa Birliği’nden uzaklaştırıyor; ekonomi politikası emeği ile geçinenleri eziyor; sermaye basınyayını kendi yararına baskı altına alıyor; üstelik ülke ekonomisi kişi başına yıllık 10 bin dolar gelir kapanına yakalanmış ve yalnızca kırılganlığıyla küresel bir özellik gösteriyor. Türkiye’nin iki yüz yıllık çağdaşlaşma tarihinin reddine dayalı bu eski elbise topluma Yeni Türkiye diye giydirilecek ve biz toplum olarak buna bu çağda olur mu diyeceğiz? Bu sorunun yanıtı kesinlikle hayır olmalıdır. HHH Yüzü tümüyle eskiye dönük olan AKP, “yeni Türkiye” diye seçmenden oy alıyor. Bunun nedeni açıktır; çünkü gerçekten yeni bir Türkiye topluma bütüncül bir seçenek olarak sunulmuyor. Gerçek Yeni Türkiye, kısaca, toplumda adaleti geçerli kılar; sınırsız düşünce özgürlüğünü, kadınerkek eşitliğini ve örgütlenme hakkını ilke edinir; vazgeçilmezleri olarak barışı ve dayanışmayı içerir; aklın egemenliğini ve bilimin yol göstericiliğini esas alır; emek en yüce değerdir anlayışıyla solun evrensel ilkelerine dayanır. İnsanlığın gelişmesinin de bir sonucu olan bu değerlerin temeli Cumhuriyet’in kuruluşuyla atılmıştır. Türkiye yalnızca bu değerleri, siyasal, ekonomik ve toplumsal boyutlarıyla güncelleştirerek, güçlendirerek ve bunların üzerinde çağdaş ve yeni olabilir. Ülke sorunlarını yalnızca çağdaşlaşarak aşabilir. Kürt sorununun çözümü de, onurlu bir Avrupa Birliği üyeliği de, hızlı ekonomik büyüme ve hakça paylaşım ve toplumsal dayanışma da ancak bu temeller üzerinde gerçekleşebilir. AKP ve Erdoğan’ın yapmak istediklerinin tamamı bu sayılanların karşıtıdır. Bu büyük ve tarihsel bir çelişkidir; bu çelişkiden onun seçeneğini oluşturarak yararlanmak gerekiyor. Seçenek sunma görevi CHP’lilerin omuzlarındadır. Ancak son yıllarda CHP’nin düşüncesi ya da ideolojisi iyice sağcılaştı; dahası sağcı adaylarla AKP ile siyasal İslamcılık yarışına girerek daha fazla seçmenin oyunu alabileceği yanlışına düştü. Bu politikanın ne kadar başarısız olduğu art arda yapılan seçimlerin sonuçlarıyla kanıtlandı. CHP, sağa doğru direksiyon kırmanın sonunun bir çıkmaz sokak olduğunu artık anlamalı; bu konuda ısrardan vazgeçmeli; parti için de, ülke için de doğru olanın çağdaş Türkiye oluşumunu yaşama geçirmek olduğunu görmeli; o yola girmelidir. Bunun, hiç zaman yitirmeden yapılması gerekiyor. Yakında toplanacağı açıklanan kurultay, çağdaş Türkiye kararlılığının kurultayı olmalıdır. HHH Çünkü, gelinen nokta CHP için de ülke için de tam bir yol ayrımıdır. CHP, ya sağcılaşmaya, böylece ideolojik olarak kimliksizleşmeye ve tükenmeye devam edecek ya da Türkiye’yi, hukuku, eğitimi, bilimi, kurumları, ekonomisi ve kültürüyle, çağdaşlaşmanın aydınlığına taşımanın sorumluluğunu yeni bir silkinişle üstlenecektir. Türkiye’nin üretimde dünya devi olduğu iki üründe tehlike çanları çalıyor. Fındıkta üretim başta yanlış politikalar ve bu yılki hava koşulları nedeniyle yarı yarıya inecek. Fındığın üretim alanının yaklaşık yüzde 79’u Türkiye’de bulunmasına rağmen son 10 yılda Türkiye’nin fındık üretim miktarı yüzde 68’in altına indi. Bu oran yıldan yıla azalıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi, 2009’dan bu yana 384 bin ton fındığı yağ olarak işleyerek 75 bin ton fındığı Fiskobirlik’e yağlık olarak, 29 bin ton fındığı kavrulmuş olarak piyasaya sattı. Ofis, bu dönemde ayrıca piyasaya 199 bin ton fındık verdi, stoklarında 7 bin ton fındık kaldı. Bu yılki rekolte düşüklüğü nedeniyle depolar sıfırlanacak ve stok kalmayacak. 2014 için fındık rekoltesi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca 412 bin ton, Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) tarafından 371 bin ton olarak öngördü. Fiyatı şu anda 10 TL’yi bulan fındığın gelecek aylarda 15 TL’ye kadar çıkması bekleniyor. Bu durum antepfıstığından sonra fındığın da karaborsaya düşme ihtimalini gündeme getirdi. Bu yıl içinde Türkiye’nin fındık işleme ve ihracatında en büyük paya sahip olan Oltan Gıda’nın dünyanın en büyük çikolata üreticilerinden Ferrero’ya satılması da fındık üreticilerini endişeye soktu. Yıllardır fındık tüccarları karşısında yeterli pazarlık gücüne sahip olmayan üreticilerin bu durum karşısında nasıl bir yol izleyeceği de merakla bekleniyor. Türkiye’de fındığın en fazla üretildiği illerden Ordu her yıl ortalama 10 bin tarım işçisi ağırlarken bu yıl bu sayı 5 bin civarına geriledi. Türkiye geçen yıl 600 bin ton kabuklu fındık ihraç ederken 100150 bin ton da iç tüketimi oldu. Türkiye’nin bu yıl ortalama 700 bin ton fındığa ihtiyacı var. TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Fındıkta dekar başına verim 200 kilogramı bulması gerekirken bu yıl 54 kilograma düşecek. Ve rimin düşük olması, maliyetleri de artıracak” dedi. Türkiye’nin antepfıstığı rekoltesi 100 ile 120 bin ton arasında değişiyor. Bu yıl rekoltesi düşecek olan fıstığın pahalı olmasında stokçuların büyük payı olduğunu söyleyen Faruk Güllüoğlu Başkanı Faruk Güllü, “Antepfıstığı pahalılaşınca, bezelye ve benzeri ürünlerle piyasada ‘fıstıklı baklava’ diye sahte baklavalar yaygınlaşmıştı. Antep fıstığında stokçuların karaborsa oluşturup fiyatları olağanüstü şekilde artırmalarına karşı mücadele etmek için Gaziantep Fıstık Sanayicileri Derneği’ni kurduk. Fakat devlet desteği de mutlaka şart” dedi. Fıstık için Gaziantep Ticaret Borsası, Tarım Bakanlığı ve sektör temsilcilerinin önderliğinde bir eylem planı oluşturuldu. Türkiye’de 1 milyon 290 bin dekar alanda antepfıstığı yetiştiriliyor. Karaborsacılık olmadığı takdirde fıstığın kilosu 15 TL, boz iç baklavalık antepfıstığının kilosu ise 50 TL civarında olması gerekiyor. Stokçular etkili u TESK Başkanı Palandöken, Merkez Bankası’nın faizi değiştirmediği dönemde, esnafın kullandığı POS makinesi komisyonlarının ikiye katlandığını söyledi. ‘Bankalar esnafın gelirine göz dikti’ Ekonomi Servisi TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, esnaf ve sanatkârların kullandığı POS makinesi cihazlarından alınan ertesi gün hesaba geçme komisyonlarının 2 katına çıkarıldığını belirterek “Bu, esnafın ekmeğine göz dikmektir” dedi. Komisyon oranının en az yüzde 1.3 ila 1.4 oranında uygulandığına dikkat çeken Palandöken şöyle devam etti: “Merkez Bankası’nın faiz oranlarını değiştirmediği bir ortamda ne değişti de POS cihazlarının komisyon oranları bu kadar yüksek tutuluyor? Bu oran esnafın kazancından önemli bir payı alıp götürüyor. Oranlar tekrar eski haline getirilmeli.” Palandöken, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na faiz oranlarını ele alıp en az yarı yarıya düşürme çağrısı yaptı. Yılın ilk altı ayında POS cihazı sayısı yılın ilk yarısında 2 milyon 374 bin 589 adede ulaştı. Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre, POS cihazı sayısındaki artış yüzde 50’den fazla azaldı. Geçen yılın ilk yarısında yüzde 10.7 artan POS sayısı bu yıl yüzde 4.7 artabildi. POS cihazı sayısı son beş yılda ise yüzde 34 arttı. Faruk Güllüoğlu ortak arayışında Ekonomi Servisi Faruk Güllüoğlu Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Güllü, “Yabancılarla ortaklık düşünebiliriz” dedi. Reçel markaları Lalin’in ihracat konusunda sürekli yeni pazar arayışında olduğunu anlatan Güllü, “Japonya gibi pek çok ülkeyle de görüşmelerimiz sürüyor. Bunun dışında yabancılara olan ilgimiz elbette sadece ihracatla sınırlı değil. Yurtdışından yatırımcılarla da ortaklığı da düşünebiliriz” diye konuştu. 2014 sonunda Lalin markasıyla 10 milyon TL ciro elde etmeyi amaçladıklarını belirten Güllü, 2015 yılı beklentilerinin ise 12 milyon TL olduğunu ve bunun yüzde 40’nın ihracatla gerçekleştireceklerini ifade etti. İran gazında indirim yolda Ekonomi Servisi İran, gaz basınç tesislerinin kapasitesini yükselterek Türkiye’ye ihraç edilen doğalgaz hacmini günlük 60 milyon metreküpe çıkarmayı planlıyor. Bu durum, gaz fiyatında da indirim anlamına geliyor. İran haber ajansı İRNA’nın haberine göre İran Milli Gaz Şirketi yetkilisi Abdulhüseyin Semeri, tesislerin ileriki günlerde kurulacağını ifade ederek, günlük 36 milyon metreküp olan gaz hacminin proje aşamasında 53 milyon metreküp, proje sonunda 60 milyon metreküpe çıkarılacağını belirtti. Komşu ülkelere ihraç edilen gaz miktarının artırılması yönünde çalışmalar yapan İran, Türkiye ile yaşanan gaz fiyatındaki anlaşmazlık konusunda, Türkiye’nin ithal ettiği gaz hacmini artırması koşuluyla gaz fiyatında indirime gideceğini açıklamıştı. Fukuyama, bir söyleşide (Merrill Lynch, Nisan 2001), “Amerika dünyadaki en ileri kapitalist toplumdur, kurumları piyasa güçlerinin mantıksal evriminin ifadesidir... Küreselleşmenin motoru piyasa güçleri olduğuna göre, küreselleşmenin Amerikanlaşmayı getirmesi kaçınılmazdır” diyordu. Baku’da Avrasya Sosyal Bilimler Forumu başlıklı bir konferanstaydık (Ekim 2012). Azerbaycanlı bir ekonomi profesörü sunuşunda “bize geleceğiniz piyasa ekonomisi, küreselleşme dediler. Oraya geldik peki buradan nereye gideceğiz?” diye soruyordu. “Bir türü anlamak için o türün en gelişmiş biçimine bakmak gerekir” ilkesi üzerinden, Fukuyama’ya dönersek, bugünün kapitalizmini, gitmekte olduğu yönü daha iyi anlamak için, Amerika’ya bakabiliriz diye düşünüyorum. Önce genel resme bir bakalım. Yatırım bankası Credit Suiss’in yayımladığı Global Servet Raporu (2013), dünyanın toplam servetinin, dünyanın yetişkin nüfusu arasındaki dağılımına bakıyor. Bu rapora göre dünya yetişkin nüfusunun yüzde 8.4’ü (393 milyon kişi) dünya toplam servetinin yüzde 83.3’üne sahip (yaklaşık 200 trilyon dolar). Bunların içinde 32 milyon yetişkinin serveti 1 milyon doların üstünde. Bunlar dünya yetişkin nüfusunun binde 7’sini oluşturuyorlar. Bunların içinde serveti 100 milyon doların üzerinde 34 bin yetişkin var. Demek ki, dünya yetişkin nüfusunun yüzde 91.6’sı toplam servetin yalnızca yüzde 17’sini paylaşıyor. Peki bu “yoksul” kesimin, esas olarak ücretle çalışanlardan oluştuğu varsayabilir: Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2012/2013 Küresel Ücret Raporu’na göre krizin başladığı 2007 yılında, gerçek ücretlerdeki yıllık küresel ortalama artış yüzde 3 (Çin’in etkisinden arındırılınca yüzde 2.3) olmuş. Bu oranlar 2008’de yüzde 1.1’e (ve yüzde 0.3) geriledikten sonra 2010’de 2.1’e yükselmiş (ve 1.1); 2011’de yine gerileyerek yüzde 1.2 (0.2) olmuş. ILO Raporu’nun, milli gelir içinde ücretlilerin payını saptamaya çalışan ikinci bölümü, daha karanlık bir resim çizerek prodüktivite artışla İran gazının daimi alıcısı olan ve 25 yıllık anlaşma çerçevesinde İran’dan yıllık 10 milyar metreküp gaz ithal eden Türkiye, son yıllarda İran’dan günlük ortalama 25 milyon metreküp gaz ithal ediyordu. Zengin, Yoksul, Polis rından ücretlerin yararlanamadığını, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde ücret artışlarıyla prodüktivite artışları arasındaki makasın 2000’li yıllarda, mali krizle birlikte hızlanarak açıldığını gösteriyor. Rapora göre hemen her yerde milli gelirin içinde emeğin payı, kriz öncesi dönemden başlayarak düşüyor. Rapora göre, bu bozulmada rol oynayan etkenlerin başında, ileri kapitalist ülkelerde, finansallaşma, sosyal hizmetlerin tasfiyesi, küreselleşme, ardından da teknolojik gelişmeler geliyor. Gelişmekte olan ülkelerde de finansallaşma ve küreselleşme olumsuz rol oynarken teknolojik gelişmenin olumlu bir etken olduğu görülüyor. Foreign Policy’de yazan Daniel Altman da “Rantiye Çağının” geri geldiğini vurgulayan yazısında, ülkelerin içinde gelir dağılımının giderek daha da bozulmakta olduğuna dikkat çekiyordu (21/07/2014). Amazon ilk kurulurken sermaye koyan yatırımcılardan Nick Hanauer, bu gelir dağılımı bozulmasının olası siyasi sonuçları üzerine yazdığı “Yabalar biz Plütokratlar için geliyor” başlıklı denemesine, “Benim zilyoner arkadaşlarım” diye başlayarak, özetle “Beni dinleyiniz, ben de sizden, binde biri oluşturanlardan biriyim, böyle giderse millet yabaları kapıp kapıya dayanacak, her şeyi kaybedeceğiz... Daha fazla geç kalmadan asgari ücreti yüzde yüz arttıralım” diyordu (Politico, Temmuz/Ağustos, 2014). Nick’in “zilyoner” arkadaşları ne yapar bilemiyorum ama Amerikan devletinin “yabalarla gelecek olanlara” karşı hangi önlemleri almakta olduğunu geçen hafta pratikte gördük. e askere benzemeye başlayan polisler ABD’nin Missouri eyaletinde silahsız bir Siyahi gencin polis tarafından öldürülmesine karşı başlayan sokak protestolarında, polis, göstericilerin üzerine gaz bombaları, plastik mermiler, mayına karşı dayanıklı zırhlı araçlarla, helikopterlerle saldırdı. Polisin üzerindeki askeri kamuflaj, kurşun geçirmez yelekler, elindeki otomatik silahlar Amerikan polisinin giderek bir “isyanı bastırma ordusuna” dönüşmeye başladığına ilişkin yorumları destekliyordu. Araştırmacı Taylord Wofford’a göre, Amerikan Kongresi 1990’lardan bu yana, Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası kapsamında polisi artan oranda askeri teçhizatla donatıyor. Ulusal Lojistik Ajansı, ordunun ihtiyaç fazlası zırhlı personel taşıyıcı, mayına dayanıklı zırhlı araç (ederi 650,000450.000 dolar), M16 gibi taarruz tüfekleri, el bombası fırlatıcıları, gece dürbünleri gibi “taktik malzemeyi” polise transfer ediyormuş (Newsweek, 14/08). Bu transfer, yerel polis örgütleri için bir maliyet içermediğinden, gittikçe artan oranda V Zenginler, yoksullar polis örgütünün yapısı askerileşirken ilk kez 1960’larda isyanlara karşı kurulan SWAT’ların (Özel silahlar ve taktikler timi) sayısı hızla artıyormuş. İki araştırmacı gazeteci, Andrew Becker ve G.W. Schulz’un bulgularına göre, Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (Homeland Security) etkinlikleri bu süreci 34 milyar dolar harcayarak daha da hızlandırmış (Matthew Harwood, TomDispatch, 14/08). Edward Snowden sayesinde, bu gelişmelerin yanı sıra ABD güvenlikistihbarat kompleksinin, potansiyel yabancı düşmanların yanı sıra kendi vatandaşlarını da izlediğini, dinlediğini, verilerini topladığını öğrenmiştik. ABD Hava Kuvvetleri’nden emekli yarbayı ve araştırmacı William J. Astore, “Amerika seni istiyor” diyen ünlü askere alma afişine atıfla, “Amerika seni istemiyor, sana zaten çoktan sahip oldu” diyor, bireyler hakkında yaygın veri toplandığından hareket ederek artık özel yaşamın mahremiyeti diye bir şey kalmadığını savunuyor. Peki bu yazının birinci ve ikinci bölümleri arasında nasıl bir ilişki var? “Amerika kimin çıkarlarına, tercihlerine göre yönetiliyor” sorusunun cevabı bu ilişkiyi kurmaya olanak veriyor. Bilmediğimiz bir şey değil ama Princeton Üniversitesi’nden Martin Gilens ile Northwestern Üniversitesi’nden Benjamin Page’in, 1700 ulusal politika konusu üzerinde yaptıkları araştırmanın bulguları etkileyici. Bu araştırma, “demokrasi” yalanının boyutlarını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Araştırmacılar bu politika konularında, iş çevrelerinin ve kitle temelli vatandaş çıkar gruplarının etkilerini ölçmüşler. Sonuçta, bu ilgili konularda yasaların yapılması sürecinde vatandaşların etkisinin ihmal edilecek kadar az olduğunu, bu konularda yasaların yapılması sürecinde, ekonomik seçkin gruplarının, iş çevrelerini temsil eden örgütlerin ABD yönetimi üzerinde büyük ve bağımsız bir etkisi olduğunu saptamışlar. Zizek bir yazısında, demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişki çoktan koptu diyordu. Şimdi bu saptamaya, polisin askerleşmesini de ekleyebiliriz. Askeri vesayet kırıldı diye sevinen devlet ve sınıf cahillerinin dikkatine... Ekonomi Servisi Özelleştirme Yüksek Kurulu, Yatağan Termik Santralı’nın 1 milyar 91 milyon dolar bedelle, ihalede en yüksek teklifi veren Elsan Elektrik’e devrini onayladı. Yeniköy Yatağan Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’ye ait; Yatağan Termik Santralının, Güney Ege Linyitleri İşletmesi (GELİ) tarafından kullanılan taşınırların, Yatağan Termik Santralı tarafından kullanılan taşınmazların, GELİ’nin üzerinde bulunduğu taşınmazların ve GELİ tarafından kullanılan taşınmazların “Varlık Satışı” yöntemi ile, ilgili Maden Ruhsatları ve bu ruhsatların kapsadığı Maden Sahalarının “İşletme Hakkının Verilmesi” yöntemi ile bir bütün halinde özelleştirilmesi için ihale yapılmıştı. Özelleştirmeler protesto gösterilerine sahne olmuştu. Yatağan’ın Elsan’a devrine onay
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle