04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 HAZİRAN 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] u IMF’den Türkiye’ye büyüme uyarısı geldi. Buna göre Türkiye’nin ekonomide çöküş riskini azaltmak için, büyümenin ana kaynağı olan dış borçla finanse edilen tüketimi azaltması ve yatırımda iç finansman payını artırması şart. Ekonomi Servisi Uluslararası Para Fonu (IMF), Türkiye’de büyümenin dış borçlarla finanse edilen tüketimle sağlandığına dikkat çekerek, ekonomide çöküş riskini azaltmak için tasarrufları artırmak gerektiğine dikkat çekti. IMF, güçlü büyüme için, borçlanmaya dayalı tüketimin azaltılmasının ve yatırımla EKONOMİ rın iç finansmanla sağlanmasının önemine vurgu yaptı. IMF’ye göre Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişen piyasalarda sürdürülebilir ve güçlü bir büyüme için yapısal reformlara ihtiyaç var. Fon tarafından hazırlanan “Dönüşüm İçindeki Yükselen Piyasalar: Büyüme Beklenti ve Zorlukları” başlıklı 11 ‘Düşük tasarruf ve borçla büyüme çöküşe götürür’ rapora göre, büyümelerini, dış borçlanmayla finanse edilen özel tüketim ya da yüksek kamu tüketimi üzerine inşa eden Brezilya, Türkiye ve Güney Afrika gibi ülkeler için öncelik, “tüketimi azaltmak ve dış açıkları önlemek için yatırımda iç finansman payını artıracak tasarrufları yükseltmek” olmalı. Farklı ülkelerde farklı politika gündemlerine ihtiyaç olduğuna vurgu yapan IMF notunda, Türkiye örneği verilerek “Büyüme kaynaklarının kimi durumlarda tüketimden (Brezilya ve Türkiye), diğer durumlarda da yatırımdan (Çin) uzaklaştırılıp yeniden yönlendirilmesi için reformlar gerekiyor” denildi. ‘Derinliğin’ Karanlığı Türkiye dış politikasının bugünkü zavallı duruma nasıl geldiğinin anlaşılması için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu” (Küre Yayınları, Birinci Basım 2001) adlı yapıtına bakılmalıdır. Konunun açıklanabilmesi için yapıttan uzunca bir alıntı yapılması gerekiyor: “Türkiye’deki siyasi kültürü diğer toplumlardan farklı kılan en önemli tarihi faktör, bu ülkenin geçmişte... özgün ve uzun ömürlü siyasi düzen kuran bir medeniyetin (Osmanlı) merkezi olmasıdır. (s.81) Türkiye’de yaşanan en temel çelişki bir medeniyet çevresine siyasi merkez olmuş bir toplumun... siyasi kültür birikimi ile siyasi elit tarafından başka bir medeniyet çevresine iltihak etme iradesi esas alınarak şekillenmiş siyasi sistem (Cumhuriyet) arasındaki uyum problemidir... (s.83). Modernite Avrupa merkezli bir tarihi sürecin eseriydi; küreselleşme ise kaçınılmaz bir şekilde yeni bir medeniyet sentezi ve açılımını gerekli kılacaktır... bu süreçte Türkiye, tarihi derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturma ve bu bütünü coğrafi derinlik içinde hayata geçirme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Mihver bir ülke olan Türkiye bunu yapabilmesi durumunda... merkez bir ülke konumu kazanacaktır. (563)” HHH Yazıda üç ana kavram var: Osmanlı, Cumhuriyet ve küreselleşme. Davutoğlu, Osmanlı’yı yanlış algılıyor. Her uygarlığın içinde doğup geliştiği bir üretim biçimi vardır. Osmanlı, kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin uygarlığıdır ve son yıllarında, Avrupa kapitalizminin desteğiyle bu yönde bir çaba göstermek istemesine karşın kapitalistleşemediği için batmıştır. Bakanımız Cumhuriyet’e de iyice şaşı bakıyor! Cumhuriyet, Osmanlı’nın on yıllar süren çağdaşlaşma çabalarını bir bütünlük içinde ve güçlü bir biçimde toplumsallaştırma girişimidir. Cumhuriyet; hukukun üstünlüğü, düşüncenin özgürleşmesi, insan haklarının güçlenmesi, kadınerkek eşitliği, herkese çağdaş eğitim, bilimin yol göstericiliği, kültür ve sanatın tüm alanlarında gelişmedir; bunları, kapitalistleşme= sanayileşme ve kurumsallaşma altyapılarıyla tamamlamaya çalışmadır. Davutoğlu’nun kavramakta çok zorlandığı anlaşılan küreselleşme, kapitalizmin yeni bir aşamasıdır. Türkiye’nin küreselleşme sürecinde yeni bir uygarlık oluşturma sorumluluğunu üstlenebilmesinin çok önemli önkoşulları vardır. Küreselleşme, öncelikle, bilim ve teknolojinin ekonomik gelişme amacıyla içselleştirilmesinin ürünü olan bir süreçtir. Temelinde, düşünce ve araştırma özgürlüğü; çağdaş eğitim, özerk üniversite ve bağımsız bilim ve araştırma kurumları vardır. Davutoğlu’nun üyesi olduğu hükümetin uygulamalarında, küreselleşmeye giden yolun bu temel taşlarından eser yoktur; tam tersine, bu alanlarda ülke tümüyle geriye gitmekte, ilkelleşmektedir. HHH Türkiye dış politikası, derinliği geçmişte arayışın bir sonucu olarak, tarihinde hiç yaşamadığı bir karanlığa yuvarlanıyor. Bir taraftan sabrımızı test etmesinler palavrasıyla güç gösterisi yapılmaya çalışılırken, diğer taraftan da giderek büyüyen mezhep ayrılıklarının körüklendiği, köktenci teröre teslim olan bir dış siyaset izleniyor! Oyun kurucu olmayı isteyen AKP iktidarı oyuncak oluyor. Derinlikçi Dışişleri Bakanı Kuzey Irak’ın neredeyse tamamını kapsayan altı ilinde bulunan yurttaşlarımıza en kısa sürede oraları terk edin, yani kaçın diye çağrı yapıyor! Aslında yanlış olan tek başına dış siyaset değildir; asıl yanlış, toplumu kararlı bir biçimde ve bütünüyle siyasal İslamcı bir çizgiye çekmeye çalışan AKP’nin kendisidir. HES’ler olmasın Garanti Bankası, 2002’den beri düzenlediği “Garanti Anadolu Sohbetleri”nin 94. toplantsını, Tunceli’de yaptı. Bu yılın 4. toplantısında; ilin potansiyeli ve önündeki fırsatları nasıl değere dönüştürebileceği tartışıldı. Program öncesi yöreyi gözlemleme fırsatı yakaladığını söyleyen Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Başkanı Atila Ertem, bölgenin, ekolojik tarım, ekolojik turizm ve ekolojik toplayıcılık potansiyelini bir arada bulundurduğuna dikkat çekti. Ertem, girişimciye dikkat edilmesi gereken üç noktayı; güzel manzara yanına dev otel olmaması, dışarıdan alınan mal ve hizmetin yüksek seviyede olmamaması ve kesinlikle HES’lerin yapılmaması olarak sıraladı. Ticaret Odası Başkanı Yusuf Cengiz, bölgenin tarım ve turizm alanında kalkınmasının çözüm sürecine bağlı olduğunu vurguladı. Cengiz, “Bölgemiz sıkıntılı. 30 yıldır süren bir savaş var. Ve bu savaşın tahribatını, en çok Dersim yaşadı. Dersim’de yapılacak çalışmalardan verim alınması için barış sürecinin sürdürülmesi gerekiyor. Barışla birlikte turizmin de büyük ivme kazanacağını düşünüyoruz. Beklentimiz Türk ve Kürt’ün birlikte yaşayabileceği bir anayasanın yapılmasıdır” dedi. Aynur Boldaz Özdemir Nafiz Karadere Rekolte kaybı nedeniyle hasat döneminde kredisini ödemekte zorlanan çiftçiye destek geliyor Zora giren çiftçiye öteleme OLCAY BÜYÜKTAŞ TUNCELİ Bazı ürünlerde yüzde 2530’lara varan rekolte kaybı çiftçiler kadar bankacıları da harekete geçirdi. Kredi alan ve hasat dönemine göre ödeme planlayan çiftçinin ödeyememesinden doğacak risklere karşı önlem almak isteyen bankacılar, riske göre yol haritası belirliyor. Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, bölgeler bazında çiftçilerin kredi geri ödemelerinin yoğun olacağı dönemleri ve ektikleri ürünleri belirleyerek tahsilat dönemleri öncesinde kuraklık sonucunda ödeme sıkıntısına düşmemeleri için çiftçi bazında kredi yapılan u İklim değişikliği nedeniyle tarımda yüzde 25’lik kayıp yaşandığını belirten Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, zora giren çiftçiye istemesi halinde bir hasat dönemi kadar öteleme yapacaklarını açıkladı. Don ve kuraklığın faturası ağır uSon dönemde etkili olan doğal afetler tarımı vurdu. TZOB’nin raporuna göre, 2014 yılı buğday zararı ortalama yüzde 50’yi buldu. Fındık ve çayda rekolte kaybı bazı bölgelerde yüzde 100’e ulaştı. Ekonomi Servisi Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Başbakanlık’a sunduğu rapora göre, son dönemde etkili olan doğal afetlerin oluşturduğu zararın, fındık, kayısı, elma, çay ve kivide yüzde 20 ile yüzde 100, buğdayda ise yüzde 10 ile yüzde 50 arasında olması öngörülüyor. TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar’ın açıkladığı rapora göre, mayıs ve haziran yağışlarına göre çok az oranda değişiklik göstermesi öngörülen 2014 yılı buğday zararı, ortalama yüzde 50 olarak tahmin ediliyor. Türkiye’nin en büyük buğday üreticisi olan Konya’da üretimin bu yıl yüzde 40 düşmesi, Kilis’te bu oranın yüzde 80’e ulaşması bekleniyor. Malatya, Elazığ ve Kahramanmaraş’ta ise kayısıdaki rekolte kaybının yüzde 90’ın üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Rize ve Trabzon’daki bazı alanlarda çayda yüzde 100’e varan, Ordu, Giresun, Samsun ve Trabzon’da bazı bölgelerde fındıkta yüzde 100’e yaklaşan rekolte kaybı öngörülüyor. dırmaları konusunda gerekli önlemler almayı planladıklarını açıkladı. Garanti Anadolu Sohbetleri çerçevesinde Tunceli toplantısı ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Karadere, Türkiye genelinde yüzde 15 civarında rekolte kaybı beklendiğini, bölgelere göre çalışma yaptıklarını ve isteyen çiftçinin kredi ödemelerini bir hasat öteleyecekleri aktardı. “Hasat dönemi sonunda yüzde 21 rekolte kaybı ile kuraklık tan en çok İç Anadolu etkilendi. Buğday ürünü için kredi verdiğimiz ve kuraklıktan etkilenebileceğini tahmin ettiğimiz 485 müşterimiz mevcut. Bu müşterilerin toplam riski 10 milyon TL olup haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarında 4 milyon TL’lik geri ödeme tutarı bulunmaktadır. Henüz vadesi gelmemiş kredilerle ilgili müşterilerimizle birebir iletişime geçip, ilçe ve köy bazında de ğerlendirme yapılarak gerçek anlamda kuraklık yaşayan çiftçi sayısı şubelerce saptanıyor. Ödeme zorluğu çekeceği saptanan müşterilere gerekli ödeme kolaylığı sağlanacak” diyen Karadere, faiz oranlarında herhangi bir değişiklik yapılmayacağını belirtti. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) yeni düzenlemeler üzerinde çalıştığını hatırlatan Karadere, şu anda sektörün aktif ve pasif hesaplardan hesap işletim ücreti aldığını, BDDK’nin pasif hesaplardan bu ücretin alınmaması yönünde bir çalışmasının bulunduğunu ve kendilerinin de bunu hesaplamaya çalıştıklarını söyledi. Fiyatlar uçacak Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin, et, bakliyat ve meyvesebze fiyatlarındaki ani tırmanışa dikkat çekerek “Bu, üretim veya normal piyasa koşullarıyla açıklanamayacak ölçüde. Ramazan ayına yaklaşıldıkça bu artışın hızlanması bekleniyor” dedi. Türkiye’de kış ortasından bu yana birçok doğal felaket yaşandığını hatırlatan Yetkin, bu nedenle başta hububat bakliyat ve meyvesebze sektörü olmak üzere birçok sektörde üretimin azaldığına dikkat çekti. Üretimdeki düşüşün önemli bölümünün henüz hasat aşamasında oldukları için fiyatlara yansımadığını söyledi. IŞİD’in Musul’u alması ve Bağdat’a doğru ilerlemeye devam etmesiyle birlikte Ortadoğu’da tarihin akışı birden hızlandı. Böyle anlarda gelişmeleri olurken tanımlamak belki kolay, ama sağlıklı bir biçimde yorumlamak çok zor. Hızla değişen görüntülere bakarken ilk anda şunu düşündüm: Günümüzün koşulları bırakın “Yeni Osmanlı” saçmalıklarına, modern imparatorluk hayallerine, “realiteyi biz yapıyoruz” saçmalıklarına yaşam hakkı tanımıyor. Ancak bu saçmalıklar, yok olana kadar ülkelerin, insanların yaşamlarını altüst etmeye, insani felaketlere yol açmaya devam ediyorlar. ir imparatorluk projesi ve... Bunları yazarken ABD’nin imparatorluk projesini, AKP’nin “starejik derinlik” hülyalarıyla bir asalak gibi bunun sırtına yapışarak geliştirmeye heveslendiği “Yeni Osmanlı” projesini düşünüyorum. ABD yönetimi, ekonomik kültürel gerilemeyi askeri üstünlükle dengelemeye ilişkin bir imparatorluk projesini başlatmak için 11 Eylül felaketinden yararlandı. “Terörizme karşı küresel savaş” ilan edildi, “Büyük Ortadoğu” yeniden düzenlenecek; cihatçı terörizmin ekonomik, siyasi kültürel kaynakları, ılımlı İslamın yardımıyla kurutulacaktı. Afganistan, Irak savaşlarının, işkence skandallarının çok iyi bilinen tarihini tekrarlamaya gerek yok. Bu projenin nasıl iflas ettiğini görebilmek için başımızı kaldırıp etrafa bakmak yeterli. Afganistan’da Taliban yeniden iktidara gelmek üzere, Pakistan yıkılma noktasında, sallanıyor. Ortadoğu’da ABD, Irak di B renişini bastıramayınca SünniŞii düşmanlığını, canavarını yardıma çağırmıştı. Böylece ABD Irak’ta açık seçik bir yenilgiden belki kurtuldu, ama Irak’tan geriye ne kaldıysa son derecede kanlı bir iç savaşla hızla yok olmaya başladı. Radikal cihatçı İslam, diğer ismiyle El Kaide ve türevi örgütler Saddam döneminde tutunamadıkları Irak’ın enkazı üzerinde hızla gelişti. Benzer bir manzarayı Libya’da da görüyoruz. ABD ve Avrupa cihatçı grupları kullanarak Kaddafi’yi devirdiler; Libya devletini, toplumunu yıktılar. Bu sırada Kaddafi rejiminin silah yığınağı, El Kaide türevi grupların eline geçerek “Büyük Ortadoğu” ve Orta Afrika’ya yayıldı. Cihatçı gruplar, Kuzey Afrika’da, Gana, Mali, Nijerya, Somali gibi ülkelerde hızla büyümeye, etkinliklerini artırmaya başladılar. Libya fiyaskosunun ardından, Esad rejimine karşı başlayan başkaldırı, Ortadoğu’da etkisini artırmakta olan İran’ı dengelemek amacıyla Batı tarafından silahlandırıldı, bir iç savaşa dönüştürüldü. Irak’ta sürmekte olan SünniŞii savaşı, IŞİD ve El Nusra gibi cihaçı örgütlerin Suriye’ye geçmesiyle Lübnan, Ürdün, Türkiye gibi ülkeleri de etkisi altına alarak genişledi. Cihatçı örgütler bu savaşın üzerinde, Batı’nın, petrol monarşilerinin ve Türkiye’nin desteğiyle güçlenerek Irak ve Suriye’yi kapsayan, ama genişleme kapasitesi yüksek, bir birleşik savaş alanı oluşturdular. Bu alanda IŞİD, Türkiye sınırında, Kürdistan’dan başlaya Bazı Saçmalıkların Sonu rak Musul’a kadar uzanan alanda en etkili savaşçı grup konumuna yükseldi; kendince bir “Halife”lik inşa etmeye başladı. ABD terörizme karşı savaş açtı, KuzeyOrta Afrika’dan Ortadoğu’ya, 50’den fazla örgüt, sayıları 100 bine ulaşan cihatçı savaşçı oluştu. ABD İran’ı tecrit etmek için Suriye’yi ateşe attı; şimdi İran’la bölge sorunlarını da kapsayan konularda doğrudan görüşüyor... ırtında yapışan asalak... ABD bu imparatorluk projesine başlarken iktidara gelen AKP, daha sonra Dışişleri Bakanı olacak Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabının, “küresel hegemona yaslanarak bölgede güç yansıtma” savına uygun biçimde ABD’nin projesine kendi projesini monte etmeye heveslendi. Başbakan kendini Büyük Ortadoğu Projesi’nin “eşbaşkanı” ilan etti. Daha sonra, AKP tüm Sünni İslam dünyasına “örnek ülke olarak” sunulmanın heyecanına kapılıp Ortadoğu’nun, İslam dünyasının lideri olmaya, Irak Kürdistanı’nı kendine bağlamaya, Osmanlı nüfuz alanını restore etmeye kalkıştı. AKP Türkiyesi’nin Davutoğ ...s lu patentli,komşularla “sıfır sorun” dış politikası, “Arap Baharı”yla birlikte, çok kısa sürede, Türkiye’yi “herkesle sorunlu” ülke konumuna taşıdı. “Arap Baharı” , Müslüman Kardeşler’in yükselişi ve düşüşü bir yandan; cihatçı güçlere (teröristlere) verilen o kadar desteğe (tapelerde 2000 TIR’dan söz ediliyordu), açılan sınırlara, hatta açılan kucağa karşın Beşşar Esad rejiminin yıkılmamakta direnmesi öbür yandan, AKP’nin Osmanlı restorasyonu projesini öldürdü. “Arap İsyanı”, Suriye iç savaşı, İran’daki nükleer enerji projesi ABD’nin bölgedeki gelişmeleri yönlendiremediğini ortaya koydu. Artık “ABD Sonrası Ortadoğu” başlıklı kitaplar, makaleler yayımlanıyordu. AKP Türkiyesi’nin “örnek” olduğu zamanlar ise bir taraftan Arap entelijensiyasının burun kıvırmasıyla, diğer taraftan AKP rejiminin gittikçe artan baskıcı karakterinin etkisiyle çoktan unutulmuştu. ABD’nin imparatorluk projesi batarken onun sırtındaki asalağın da batmaya başlamaması olanaklı mıydı? mparatorluk ve Cumhuriyet Roma İmparatorluğu’nun deneyiminin de gösterdiği gibi imparatorluk ve Cumhuriyet bağdaşmaz. İmparatorluk hemen kendi vatandaşlarını da hedef almaya, muhalif sesleri susturmaya, hak ve özgürlükleri kısıtlamaya başlar. ABD imparatorluk projesi ABD’de vatandaşların hak ve özgürlükle İ rine darbe üstüne darbe vurdu. İstihbarat örgütleri yalnızca başka ülkeleri değil, kendi vatandaşlarını da izlemeye, özel yaşamın mahremiyetini ortadan kaldırmaya başladı. Geçen hafta The Guardian’ın aktardığına göre ABD yönetimi ve Pentagon, üniversiteleri, kitlesel olayları önceden tahmin etme ve olay patladıktan sonra denetleme yöntemleri konusunda araştırma yapmaya yönlendiriyormuş. Diğer bir deyişle ABD ordusu kendi vatandaşlarına karşı savaşmaya hazırlanıyor. Türkiye’de de benzer bir süreç çok daha sert biçimde yaşanıyor, imparatorluk hayalleri Cumhuriyeti öldürüyor... Dışarda Osmanlı nüfuz alanı restorasyonu projesi, içerde hızla Osmanlı kültürünün, dinci baskı rejiminin, obskürantizmin, tek adam yönetiminin keyfi şiddet uygulamalarının, erkek egemen şiddetin restorasyonuna dönüştü. İmparator adayı, iktidarı kimseyle paylaşmayacaktı, herkes haddini bilecekti, bilmeyen bedelini ödeyecekti.... Böylece, imparatorluk projelerinin, buna asalak olarak yapışmış projelerin iflasının, yanı sıra, bölgeleri silah zoruyla yeniden düzenlemeye, “dışardan” demokratikleştirmeye, siyasal İslamla demokrasinin bağdaşabileceğine, ılımlı İslamın kapitalist demokrasi açısından seküler rejimlerden daha “kullanışlı” olabileceğine ilişkin saçmalıklar da iflas etti. Gerçek ya da asalak imparatorluk adayları ülkelerin rejimlerini yıkmakta ve düzenlemekte cihatçı güçleri de kullandılar; pratikte kaplanın üstüne binmiş salaklara benzediler. Şimdi kaplanın sırtından inmek istiyorlar, ama nasıl!! Irak’ta sorun çözülmezse risk büyür Ekonomi Servisi Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) TürkIrak İş Konseyi Başkanı Ercüment Aksoy, Irak’taki karışıklığın kısa sürede çözülmemesi halinde, Türk iş dünyasının sadece Irak’a değil tüm Arap ülkelerine girişinin de büyük sekteye uğrayacağını söyledi. Aksoy, Türk işadamlarının Irak’ta inşaattan eğitime, sanayiden sağlığa, enerjiden perakendeye birçok sektörde yatırımları bulunduğunu anlattı. En çok yatırım yapılan şehirlerin Bağdat, Kerbela, Necef, Basra ve Vasit olduğunu belirten Aksoy, “Şu an için tüm şantiyeleri, ofisleri, mağazaları boşaltacak kadar büyük bir risk yok, ama emniyet için bir süre ara vermenin doğru olacağını düşünüyorum” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle