28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 NİSAN 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Ağustosa değin yeni oyuncağımız, Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak. Hiç uğraşmaya, didinmeye, şöyle olursa böyle olur, böyle olursa da şöyle olur diye çene çalmaya değmez. Abdullah Gül formülü filan geride kaldı. Son seçimlerin sonuçlarına da bakılırsa Recep Tayyip Bilmece Köşk Değil Erdoğan Çankaya’ya çıkacak. Bakanlar Kurulu’nu Anayasa’ya göre zaten Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu’na başkanlık edebiliyor, 2015 seçimlerinde seçilecek olan milletvekilleri dahil AKP’yi ve ülkeyi bir başkan gibi yönetecek. Bunun karşısında muhalefet ne yapacak? İşte asıl bilmece o. Okurlarımız, CHP’ye ilişkin yazılarımızda dile getirdiğimiz, şu andaki parti yönetimini dışarıdan yönlendirenlerin kimler olduğunun açık seçik yazılmasını istiyor. Daha önce de bu konudaki gelişmelere değinmiştik. Genel bir toparlama için yakın geçmişi, bir kez daha anımsatmakta yarar var: Türkiye’nin uluslararası egemenler tarafından “istikrarlı” bir ülke haline getirilmesi çabaları, DSPANAPMHP koalisyonu döneminde Kemal Derviş’in tam yetkili Düyunu Umumiye komiseri gibi Türkiye’ye gönderilmesi ile başladı. 2002 başında New York’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu toplantısına Türkiye’den üç “yükselen lider adayı” çağrıldı: Kemal Derviş, İsmail Cem ve Recep Tayyip Erdoğan. 2002 Mayıs ayında Kemal Derviş ABD’ye gitti ve bir süre sırra kadem bastı. Ecevit’in siyaseten manevi oğlu Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ise, partide kazan kaldırdı. İsmail Cem DSP’yi böldü, Kemal Derviş onu da yüzüstü bırakıp CHP’ye gitti, yapılan seçimlerde de aradan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si sıyrıldı! Tam bağımlı, piyasasever iktidara ulaşılmış, ama Cumhuriyet’i kuran CHP, istenen “istikrar”a kavuşturulamamıştı. Dizginlerin tam ele geçmesi için Kurgulanmış Siyaset CHP’nin de “uysal”laştırılması, “bağımsızlık, ulusçuluk, devletçilik, laiklik, devrimcilik ve halkçılık” gibi yeni dünya düzeni ile hiç uyuşmayan genlerinin törpülenmesi gerekiyordu. Deniz Baykal, kendi hatasının büyük olduğu bir komplo ile partinin başından uzaklaştırıldı. Yerine, bir süredir Türkiye’yi gezerek bu işe ısındırılan Kemal Kılıçdaroğlu, merkez medyanın ve İstanbul sermayesinin de desteği ile CHP liderliğine taşındı. Bu süreçte kilit isimlerden biri yine Hüsamettin Özkan’dı. CHP’yi yakından izleyenler bilir: Kemal Kılıçdaroğlu, CHP genel başkan adaylığını açıklamazdan önce İstanbul’da Hüsamettin Özkan ile bir araya geldi ve ondan sonra kararını kesinleştirdi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye girmeden önce DSP’den milletvekili olmak istediği, ancak Hüsamettin Özkan ile arası iyi olmayan Rahşan Ecevit tarafından veto edildiği de bilinir.Sonrası ortada zaten: CHP’nin “merkez komitesi” diye nitelendirilen geleneksel yönetici kadroları tasfiye edildi ve partinin “yeni”leştirildiği iddiasıyla “liberal” bir çizgiye kayıldı. Üniter parti” görüntüsü altında sağ adaylar şırınga edildi. O adayların belirlenmesinde kilit rol, meslektaşımız Soner r’ın Yalçın’ın bir yazısında kı Ça fa ta us M Arkadaşımız l “Beykoz konaklarında la Bi ik: nd haberinden öğre rlar tavla oynayanlar” diye la do on ily m a ın Erdoğan’ın vakf ış. tanımladığı yine aynı akm çevreler ve kişilere ey ep n ke ar ırl sıf Çocukcağız verilmişti. Örneğin; ış. ıym hakl eziyet çekmekte Mustafa Sarıgül, Mansur Yavaş’ın aday yapılması ısrarı onlardan geldi. Eski Cumhurbaşkanı devlet gibi, laiklik gibi CHP’nin Süleyman Demirel de; Balıkesir hassas olduğu konularda daha gibi, Kayseri, Bursa gibi illerin esnek bir tutum benimsenirken milletvekilleri ve parti yöneticileri CHP adayları konusunda etkin de bu “yeni”leşme çerçevesinde oldu. Gelelim neticeye: Seçimler değiştirildi. yapıldı ve büyük ölçüde CHP’ye Son yerel seçimler öncesine parti dışından dayatılan bu kurgu gelince: başarısızlıkla sonuçlandı! Erdoğan’ı iktidara taşıyanlar; Bundan sonra siyasetin akışı onun artık kontrol edilemez nasıl biçimlenir? O çevrelerce hale geldiği kanısındaydılar. CHP’nin kullanım ömrü biter mi? Erdoğan’ın AKP’yi değil!gücünü zayıflatmaya yönelik Sarıgül ile yeni bir atak başlatılır girişimlere başvuruldu. Şimdiye mı? CHP’den de koparılacaklarla değin AKP ile paşa paşa bir merkez sağ parti kurmaya mı geçinen, iktidarın koalisyon yönelinir? ortağı olan Pensilvanyalı cemaat Siyaseti kendi çıkarları devreye sokuldu. 10 yılı aşkın bir doğrultusunda yapay süredir “istikrar” uğruna bilinen, yapılanmalara yönlendiren ancak üstü örtülmekte olan sermayesiyaset baronlarının yolsuzluk, rüşvet, yakınlara çıkar Türkiye’yi bir batağa sapladıkları, sağlama kirliliği ortaya saçıldı. demokrasiyi çıkmaza Erdoğan’ın önlenemez sürükledikleri tüm verilerle yükselişi karşısında seçimleri ortada. kazanması güdüsüyle CHP’nin Çıkışı soracak olursanız... sadık tabanı cepte tutularak Çıkış, bağımsız düşünebilme partiye “kitle partisi, merkez yetisinde, yani akılda! Süper ‘Mit’ Nedendir bilinmez, ama hukukun sınırlarını zorladıkları anlarda uçacaklarını zanneden siyasetçiler ve bürokratlar bu devirde hâlâ var. Sorunların çözümünün ise yetkilerdeki azlıktan olduğunu zannederek makamların ve kuruluşların önüne ‘özel’ ibareler koymaya devam etmek istiyorlar. Sorunların asıl nedenin sistemden kaynaklandığını ve tek başına yapılacak şok tedavilerin bu ülkeye bir faydasının olmayacağını üç maymunu oynayarak görmek istemiyorlar. Sayın Başbakan bir konuda çok haklı; daha önceki hükümetlerin ömrü yaklaşık 16 aydı. Bu yüzden de zaman zaman hükümetler sorunları kökten çözmek yerine, onu bastıracak tedbirler almayı tercih ederlerdi. Nasılsa sonraki hükümete kalacak bir sorunu çözmeye çalışmak çok da gerekli değildi. AKP, iktidara geldiğinden bugüne dek birçok konuda geçmişten gelen bu alışkanlığı sürdürmeyi devam ettirmektedir. Şok tedaviler uygulayarak hastayı ayağa kaldırmaya veya hastalığı bastırmaya çalışmaktadır. Ama unuttuğu bir şey var; kendileri iktidarda kalmaya hâlâ devam ediyorlar. Bu yüzden bastırdığı her hastalık, önüne kanserli bir vaka olarak geri dönmektedir. Bu nedenledir ki üçüncü dönemlerinde sıkça “kandırıldık, göremedik, anlayamadık” diye mazeretler öne sürmektedirler. Bir dönem önce çıkarmış oldukları kanunları ya farklı bir kanun ile komple ortadan kaldırmakta ya da üzerinde yapılan birçok değişiklikle yapısını farklı bir hale dönüştürmektedirler. Buna bir de dış politikada yapılan hatalar eklendiği zaman pardonların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Keşke, sorunlarımız pardon diyerek giderilse de bizler de “ayıp ettiniz aramızda lafı mı olur” diyebilsek. Açıkçası, dış politikada uygulanan her hatanın sonucunu daha tam anlamıyla görmüş değiliz. Yansımaları bile canımızı yakmaya başlamışken gerçek sonuçların neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Suriye ve Irak sınırı dahil olmak üzere önümüzdeki birkaç yılın ardından yeni komşularımız olacağını şimdiden söylemek sanırım bir kehanet olmaz. Ortadoğu ülkeleriyle gerilen sinirler ve politika belirleme gücüne sahip ana devletlerle yaşanan problemler ise fırtına öncesi sessizliği ön plana çıkarmaktadır. “Sıfır sorun” elde etmek amacıyla en kolay yol olarak görülen “vermek” ilk tercih olarak görülünce, başlarda bir müddet sorun yaşanmamıştır. Ama verecek bir şeyin kalmamasıyla da “sıfır sorun” önce “değerli yalnızlığa” sonra ise “düşmanlığa” terfi etmiştir. “Şeyh uçmaz, müritleri uçurur” deyiminin sonlandığı yer, şeyhin gerçekten uçabileceğine inandığı kısımdır. Hiçbir eleştiriyi dinlemeyen, hatta eleştirileri vatan hainliği ile değerlendirmeye başlayan bir bakış açısının, bir müddet sonra uçmaya da çalışacağından endişe etmekteyim. Uçmaya çalışan kişi Hezarfen Ahmet Çelebi gibi olsa bırakacağım da, hepimizin içinde olduğu uçakta bunu yapmaya çalıştığında itiraz etmekten başka bir çaremiz kalmıyor. İşte, bu ruh hali içerisinde dış politika ve iç sorunları çözme konusunda yetkilendirilmiş kurum MİT oluyor. Bu haliyle uçamayacağı için de “başına Süper MİT yazsak acaba uçar mı” diye denemeye çalışıyorlar. Benden size TC vatandaşı olarak bir tavsiye; istihbarat örgütlerini bir anahtar gibi kullanarak bütün kapılar açılamaz. İstihbarat birimleri, size sadece kapının yerini veya anahtarın kimde olduğunu söyleyebilir. Bu kapıların açılması için ise TBMM’ye ihtiyacınız vardır. Biraz düşünseniz ve gözlerinizi açsanız başına süper yazmanız gereken yerin aslında TBMM olduğunu anlarsınız. “Mili irade” deyimini seçimi kazanan taraf olarak algılama ve algılatma sorunu olan bir anlayışın tedavi edici bir yönü olamaz. Uçamayan ama, uçtuğunu zanneden bir şeyhin durumu ne kadar tehlikeli ise milli iradenin “hükümet” olduğunu zanneden bir düşünce de aynı oranda tehlikelidir. Bu tehlikeli bakış açısı ise sorunların çözümü için kurumları öne çıkartmaktan çekinmemektedir. Her öne çıkarttığı kurum, birçok drama yol açtıktan sonra da kendisini canlı bomba gibi patlatmaktadır. On yılı aşan bir süredir tek başına iktidarda olan bir hükümetin; bize “pardon” diyecek bir lüksü yoktur. “Su testisi kırıldıktan sonra akıl veren çok olur” derler, ama biz su testisi durumunda olduğumuzdan, aklın ötesinde, doğru bir elde taşınmak istediğimizi de söylemek istedik. Haklı GÖRÜŞ NEDRET GÜvENç KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Ankara Devlet Tiyatrosu Yıl 1945: Yıldız Kızlar yatakhanesinin merdivenlerini bir solukta koşarak çıktım. O, merdivenin başında duruyordu “Günaydın”. dedim neşeyle, ama gayet ciddi, oldukça da soğuk “Ben sizi tanımıyorum” ya da “Biz tanışmıyoruz ki” gibi bir şeyler söyledi. Dondum kaldım hani İzmirliyiz ya, sıcakkanlı, arkadaş canlısı falan... Çok şaşırdım kaçtım oradan, yatakhaneye daldım, utançtan yüzümü bir yerlere saklamak istedim. Onunla ilk karşılaşmamız böyle oldu ve sanırım ömür boyu sürecek sandığım bir çekingenliğin başlangıcıydı. Ankara’nın yabancısıydım zaten, okulun da, hemen herkesin yabancısıydım, demek Ankaralı kızlar böyleymiş diye düşündüm. Ben daha okula girmeden sınav günlerinde duymuştum onu. Çok yetenekliymiş, Prof. Karl Ebert’in gözdesiymiş, daha o yaşta bir yıldızmış. Hemen herkesin gıpta ile baktığı, incecik, narin, zarif, güzel ama çok sinirli, gergin, isyankâr, kavgası olan bir çocuk... “O niye böyle?” dedim, “Öyledir o, annesi İngiliz de ondan” dediler. Saçma bence hiç öyle olmamalıydı ama neyse... Çoğu erkek arkadaşlar onun peşinde, ama kimseye aldırdığı yok; gerçek bir tiyatro delisi, çok çalışıyor, seviliyor, beğeniliyor, kıskanılıyor ama farkında değil gibi. Merdiven başında beni bozdu ya, elimde değil hiç yaklaşamıyorum ona, hep uzaktan gözlüyorum, sanki bir dokunulmazlığı var ya da bana öyle geliyor. Şimdi o günler çok çok gerilerde kaldı tabii, çılgın talebelik günleri geldi geçti; büyüdük… Zaman içinde mesleğe başladık, uzun soluklu yorgunluklar yaşadık, zorlu mücadeleler verdik, hayal kırıklıkları, umutlar, umutsuzluklar ve başarılar, başarılar… Giderek tanındık, sevildik, evlilikler, ayrılıklar, mutsuzluklar, mutluluklar peş peşe... Ama tiyatro her şeye karşın, var olduğumuz tek tutku ve yaşam biçimimiz oldu… Bizim nesil böyledir işte. 19591960 sezonunda Cüneyt Gökçer’in davetiyle Ankara Devlet Tiyatroları’nda konuk oyuncu oldum. Aynı tarihte Yıldız ve Müşfik, Muhsin Hoca’nın davetiyle İstanbul’a göçmüştü. Şahane bir başlangıçtı onlar için, başarılarla dolu ve parlak bir gelişti Çöl Faresi, Raşamon ve diğerleri. Benim Ankara’daki konuk oyunculuğum da doğrusu çok parlaktı; İhtiras Tramvayı, Gelin, Baba Evinde Hayat. Muhteşem bir Ankara seyircisi, başarıyla geçen kapalı gişe oyunlarla. 62 yılında İstanbul’a kendi tiyatroma döndüğüm zaman, artık Yıldız İstanbul seyircisinin gözdesi olmuştu. Seyirci onları haklı olarak bağrına basmıştı, muhteşemdiler. Ne de olsa yüksek tiyatro mezunuydular, diplomalıydılar, çalışkan ve üreticiydiler, bütün ödüllere layık görülüyorlardı. Biz alaylı tayfası gibi çoğu imkânları aslanın ağzından kapmak, yetenek ve değerini her seferinde yeniden yeniden ispatlamak zorunda değildiler!.. Sonuçta gün geldi ondan herkesin beklediğini yaptı Yıldız, çekti kendi bayrağını, kurdu tiyatrosunu, açtı perdesini: Kenter Tiyatrosu. Aynı tarihlerde Dormen: o harika kadirşinaslığı ve cömertliğiyle Ses Tiyatrosu’ndaki sahnesini paylaştı Yıldız’la. O yıllarda Dormen Tiyatrosu, bizim Darülbedayi’in devamı Şehir Tiyatroları’nın o klasik, ananeci, ağır aksak ve babayani üslubuna karşın her zaman genç, ilerici, dirençli, dinamik ve çağdaş enerjisiyle en parlak dönemini yaşıyordu, özellikle Şahane Züğürtler, müzikaller ve diğerleriyle. Kadrosu da unutulmayanlarla doluydu, Ayfer Feray, Gülriz Sururi, Nisa Serezli, Metin Serezli, Erol Günaydın, Erol Keskin, Turgut Boralı, Kamuran Usluer, Tolga Aşkıner, Hadi Çaman ve gençlerle. İşte o başarılı, sıcacık, hayat dolu, samimi ve zehir gibi profesyonel Dormen kulisini paylaşan Yıldız, hafiften değişmeye başladı. Ankara’nın o artık çağdışı kalmış, demode, abartılı, Max Raynhart ekolüyle, kendi dışındaki bütün tiyatrolara yüksekten bakan, insanları kategorize eden, tutucu, standartçı, akademiksel(!) ortamından kaçan Yıldız, sanki Olimpos’tan indi, ayakları yere değdi, rahatladı ve işte o zaman İngiliz kızı hepimizin Yıldız’ı oldu, kendimizden bildik, başka türlü sevdik onu. Bana gelince ne zaman şeytanın ayağını kırdım, onunla ne zaman senli benli oldum hatırlamıyorum. Hiç unutmam bir ödül gecesiydi, bana baktı ve o sıcak abla kardeş ağzıyla “Bu akşam ne güzelsin kız” dedi ve çimdik attı. Oysa o gece o hepimizden çok daha güzel, incecik, narin ve zarifti. Benim güzeller güzeli Yıldız’ım, şimdi ben bunları niye yazdım bilmiyorum. Müşfik aramızdan ayrıldıktan sonra, seni çok düşündüm, ne kadar sağlam ve yürekli bir kız olduğunu düşündüm. Yaşadıkça seni baş tacı edecek öğrencilerin var ya, ne mutlu ona dedim. Şimdilerde hepimizin bazı sağlık sorunları olsa da evladımız, sevdiklerimiz yanımızda ya yalnız değiliz dedim. Seyircimizin sevgisini ve hayranlığını düşündüm, şükrettim. Sonra da, artık bu yaştan sonra nasılsa cabadan yaşıyoruz bari keyfimize bakalım dedim… Aslında seni özledim... HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Mısır unu, 1 tereyağı ve 2 peynirle yapılan bir tür bu 3 4 lamaç. 2/ Katışıksız, saf... 5 “Aşk ile kos6 koca dağları düz ettim/Av 7 ladım sonunda 8 o kekliği” 9 (C.S. Tarancı). 3/ Bir tür oto1 2 3 4 5 6 7 8 9 mobil yarışı... Bir 1 O M U Z D Ö V E N işi yaptırabilme gü 2 B İ V A N A S A cü. 4/ Merasim. 5/ 3 İ L A H İ N A Z Bir ışık ya da ısı 4 L İ L A M İ kaynağından yayıL A İ K lan ışınların toplan 5 A Ş A R E T A N dığı yer; mihrak... 6 P İ 7 A L T A L O S A Avcı ya da bekçi 8 T E O S A N A L kulübesi. 6/ Uyuşuk ve kılıksız kim 9 İ P L İ K H A N E se... İlave. 7/ İlaç... Minarenin ezan okunan yeri. 8/ Meşin kesmek için kullanılan araç... “Biz kimseye tutmayız/Kamu âlem birdir bize” (Yunus Emre). 9/ Bir soru sözü... Bir çalgıyı doğru ses vermesi için ayarlama. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Güney Amerika’da yaşayan, çok küçük bir maymun cinsi. 2/ Karakter... “Hile, dalavere” anlamında argo sözcük. 3/ Top durumundaki çiçekleri kuruduktan sonra sapları kürdan olarak kullanılan bir bitki... Berilyum elementinin simgesi. 4/ Yabankazı. 5/ Bir şeyi kiraya veren... Beyoğlu semtinin eski adı. 6/ Bir nota... Afyonkarahisar ilinde bir göl. 7/ Kötü bir işteki yardımcılar... Yankı. 8/ Yüz metrekare tutarında yüzey ölçüsü birimi... Özel bir mantarla keçi ya da inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. 9/ Bir masal kuşu... Pokerde, değişik renklerdeki beşli diziye verilen ad.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle