28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2014 ÇARŞAMBA 6 HABERLER 20 aydır tutuklu babası için mektup yazdı ‘Takke düştü’ l Sanıkların yargılandıkları dijital verilerin kopyaları, bilirkişi raporları, inceleme sonuçları sanıklara verilmedi. savunma hakkı fiilen kısıtlandı. l Kurulduğu savunulan çetenin iki numaralı ismi olarak gözüken Narin Korkmaz’dan ele geçirilen belgelerin kardeşinin evinden çıktığı bildirildi. Polisin, Korkmaz’ın İzmir’de yaşayan kardeşinin evine baskın yaptığı ve “bulundu” denilen belgelerin orada ele geçirildiği vurgulandı. Korkmaz’ın avukatı Yılmaz Çiftçi, müvekkilinin kent dışında gözaltına alındığı için görme engelli babası Atilla Korkmaz’ın eve çağrıldığını ve tutanağın babaya imzalattırıldığını söyledi. l İddianamede koordinatör olarak gösterilen 11 kişiden biri Deniz Yüzbaşı Engin Karatekin, suçun oluştuğu savlanan 2 yıllık süreçte, sadece 61 gün karada kaldığını, bunun dışında sürekli “Giresun” gemisiyle TSK adına okyanuslarda dolaştığını söyledi. Karatekin, “Talimatları okyanusun ortasından mı verdim?” dedi. l Tutuklanan, albay rütbesindeki ErgünErdal Özkan kardeşlerin birbirleriyle telefon konuşmaları, iddianamede suç delili gösterildi. l Sanıklar fuhuş aracılığıyla özel verileri kaydetmekle ve bunlar aracılığıyla şantaj yapmakla suçlanıyor. Ancak şantajdan şikâyetçi bir kişi bile bulunamadı. l İddianameyi hazırlayan savcı hakkında “Bazı aramalarda avukat bulundurulmaması ve kamera kaydı yapılmaması” nedeniyle inceleme başlatıldı. l Soruşturmayı yöneten ve baskına katılan polis şefi Emin Göktaş, 17 Aralık operasyonundan sonra çete suçlamasıyla görevden alındı. l Birçok sanığın tutukluluk süresi kendilerine verilebilecek en fazla cezanın süresini aştı. Sanık avukatları dijital delillerin çürütüldüğünü belirterek tahliye istiyor ‘Benim babam Savcı üç gün önce öngörmüş(!) İzmir merkezli Askeri Casusluk davası, ilk günden bu yana kamuoyuna yansıyan çelişkilerle dikkat çekti. Tartışılan birçok davada olduğu gibi, Emniyet’e gelen bir ihbar elektronik postasıyla başlayan süreçte, gönderici belirlenemedi. Bazı dikkat çeken çelişkiler şöyle: l Başta, davanın 1 ve 2 numaralı sanıkları Bilgin Özkaynak’la Narin Korkmaz olmak üzere hemen hemen tüm sanıklar, evlerinde, işyerlerinde bulunduğu öne sürülen delillerin siyah naylon poşet içinde, sonradan yerleştirildiğini vurguladılar. “Casus olsak bu kadar önemli belgeleri siyah naylon poşete koyup buzdolabının üzerine mi yerleştiririz?” dediler. Ayrıca Özkaynak’ın evinde yapılan aramalar sonrası ortaya iki arama tutanağı çıktı. Tutanağın birinde evde yapılan aramalar sonrası antika silahlar dışında suç unsuru bulunamadığı, aramanın 00.45’te başladığı ve 05.35’te bittiği ve aramaya 5 polisin katıldığı yazıyor. Diğer tutanakta ise evde dijital veri depolama materyallerinden başka suç unsuru olmadığı, aramanın 00.45’te başlayıp 06.30’da bittiği ve aramaya 14 polisin katıldığı belirtiliyor. l Dava kapsamında 8 ay tutuklu kaldıktan sonra yaklaşık 1 yıl önce tahliyesine karar verilen Yüzbaşı Özgür İkiz’in evinde ele geçirildiği öne sürülen CD’lerin sayısı 183 iken, bu rakam adliye yolunda “çoğalarak” 227’ye ulaştı. Bu durum kamuoyuna “CD’ler yolda doğurdu” yorumlarına neden oldu. l İddianameyi hazırlayan savcı Zafer Kılıç, iki subayın yapacağı telefon konuşmasını, görüşmeden 3 gün önce, satır satır yazarak arama kararı aldırdı. TİB kayıtları dava dosyasına girince savcı Zafer Kılıç’ın 9 Mayıs tarihli arama talebine bire bir yazdığı telefon görüşmesinin 12 Mayıs 2012’de gerçekleştirildiği ortaya çıktı. OZAN YAYMAN casus değil’ İZMİR İzmir’de 38’i muvazzaf asker olmak üzere 59’u tutuklu toplam 357 kişinin yargılandığı Askeri Casusluk davasında, sanık avukatları “Takke düştü, kel göründü” yorumunu yapıyor. Avukatlar müvekkilleriyle ilgili suçlamaların bir bir geçerliliğini yitirdiğini vurgulayarak bir an önce tahliye kararları verilmesini istiyor. Davanın dünkü bölümüne, suç örgütü elebaşı olduğu iddiasıyla yargılanan tutuklu işadamı Bilgin Özkaynak’ın da aralarında bulunduğu 19 tutuklu sanıkla bazı tutuksuz sanık ve az sayıda avukat katıldı. Sanıkların ve avukatların tahliye istemlerinin alınması yönündeki beklentileri, savunmaların uzaması nedeniyle bugüne kaldı. Tutuksuz sanıklar muvazzaf askerler Murat Karataş, İbrahim Bahar’la İstanbul Haber Servisi İstanbul Emre Tufan beraatlarını istedi. 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen “Askeri Casusluk” davasında 8 yıl 3 Tutuklu sanık İrfan Bulut ise ay hapse mahkum edilen ve cezası yaptığı ek savunmada, 19 aydır onanan Deniz Yüzbaşı Esin Tolga Uçar, tutuklu olduğunu, hiçbir hukuki, “adil ve bağımsız yargılanma” haklaahlaki ve insani değer yargısıyla rının ihlal edildiği gerekçesiyle Anaizah edilemeyecek bir mağduriyasa Mahkemesi’ne kişisel başvuruda bulundu. Uçar, 100 bin TL tazminat yet yaşadığını söyledi. Bulut’un talebinde bulundu. Uçar’ın avukatı Hüavukatı Erhan Tokatlı da, seyin Ersöz tarafından AYM’ye sunulan “Pandora”nın kutusundan çıkdilekçede “Sayın Başbakan’ın ‘Paralel tığı iddia edilen dijital verileri devlet var’ açıklamasının ardından müvekkilinin hazırlamadığını görevden alınan İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazbelirterek “Müvekkilim her mi Ardıç, Esin Tolga Uçar hakkındaki bir belgeye dair açıklamasını soruşturmayı yürüten emniyet müdürüyapmıştır, bu belgelerle uzakdür. Bu durum soruşturma aşamasında tan yakından ilgisinin olmadıyaşanan hukuka aykırlıklarla birlikte ğı ortadadır. Anadolu’da bir değerlendirildiğinde yargılama süresöz vardır, ‘takke düştü, kel cinin sıhhatine etkili bir husus olarak kabul edilmelidir.” göründü’ diye, bu da böyle bir durumdur” dedi. Tokatlı, belgeleri sızdırdığını tespit ettikleri kişilerle ilgili Bingöl Askeri Savcılığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’na suç duyurusunda bulunduklarını da söyledi. Yargılamanın öğleden sonraki bölümünde, arama tutanağı imzalatılan sanık Narin Korkmaz’ın görme engelli babası Atilla Kormaz hâkim karşısında arama gününü anlattı. Korkmaz, “O belgeleri oraya ya polis koydu ya da biz evde yokken çilingir getirildi, kapı açıldı ve konuldu” dedi. Duruşmayı bugün gazetemiz yazarı ve CHP Milletvekili Mustafa Balbay da izleyecek. ‘Adil yargılanmadım’ l TÜSİAD Başkanı Yılmaz; HSYK, paralel yapı ve yolsuzluk tartışmalarını değerlendirdi HAZAL OCAK ‘Polis devleti oluruz’ l İlhan Cihaner’le birlikte 14 kişinin yargılanmasına neden olan ihbarı yapan ‘Sütçü Muhtar’ Emniyet kayıtlarında çıkmadı Kilit isim kayıp ERZURUM (Cumhuriyet) Dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk ile birlikte subay ve MİT mensuplarının bulunduğu 14 kişinin yargılanmasına neden olan, Çatalarmut baraj gölünde mühimmat bulduğunu ihbar eden “Sütçü Muhtar” kod adlı kişi Emniyet kayıtlarında bulunamadı. Erzurum 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın bir önceki oturumunda sanık avukatları, Çatalarmut Barajı’nda balık tutarken mühimmatları bularak jandarma bölgesinde olmasına karşın polise ihbar eden “Sütçü Muhtar” kod adlı kişinin kimliğinin tespit edilmesini talep etti. Bunun üzerine mahkeme heyeti, “Sütçü Muhtar”ın kim olduğunun belirlenmesi için Erzincan Emniyet Müdürlüğü’ne yazı gönderdi. Dün görülen ikinci duruşmada, Erzincan Emniyet Müdürlüğü’nün “Sütçü Muhtar adlı gizli tanığımız yok” diye mahkemeye cevap verdiği açıklandı. Sanık avukatlarının “Sütçü Muhtar’ın, o dönem Saztepe köyü muhtarı olduğu biliniyor” iddiası üzerine mahkeme konunun araştırılmasını uygun gördü. Mahkeme heyeti, Erzincan’ın doğusundaki Saztepe köyü muhtarının 2009 yılında kim olduğunun tespiti ile açık adresinin mahkemeye bildirilmesi için Erzincan Valiliği’ne müzekkere yazılmasını kararlaştırdı. l Ergenekon soruşturmasını yürüten dönemin Erzurum Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal’ın talebi üzerine başsavcı İlhan Cihaner’in de aralarında olduğu sanıklar tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Başsavcı Cihaner ile birlikte 9 kişi 18 Haziran 2010’da tahliye oldu. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan dava, daha sonra Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nde devam etti. Yargıtay’da görülen dava devam ederken Erzincan’da 11 sanıklı 2. Ergenekon davası açıldı. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Muharrem Yılmaz, yargının güç mücadelesi alanı haline geldiği ve hukukun siyasi bir aracı haline getirildiğini söyledi. Yılmaz, “Tartışmanın çeşitli boyutları var; yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ve ilk defa duyduğumuz bir ‘paralel’ devlet olgusu. Derin devlet olgusunu uzunca bir süredir duyuyorduk, şimdi bir de paralel devletin varlığını tartışmaya başladık. Bu tartışmaları kaygıyla izliyoruz. Kabullenemiyoruz” diye konuştu. Yılmaz, Taksim’deki The Marmara Otel’de dün gerçekleşen “Demokratikleşme ve Hukuk Devleti Konferansı”nda konuştu. Hukuk devletinin; insan haklarına dayanan, insan haklarını koruyan, güçlendiren ve kendisi de koyduğu kurallarla bağlı olan devlet olduğunu belirten Yılmaz, şunları söyledi: “Kendi kuralına uymayan devlete ise hukuk devleti dememiz mümkün değil, bu yapıya kanun devleti de denemez, literatür böyle bir yapıya ancak polis devleti tanımı yapmaktadır. Hukuk devletini niteleyen en önemli unsur, devletin tüm işlem ve eylemlerinin yargının denetimine tabi olmasıdır. Dolayısıyla, yargının ‘bağımsızlığı ve tarafsızlığı’ tartışılamaz ve vazgeçilemez ilkeler olarak karşımıza çıkmaktadır.” Yılmaz, gündemdeki HSYK tartışmalarına ilişkin çözümün, anayasal reformda yattığını belirtti. Yılmaz, 2011 yılında yayımladıkları “Yargıda Etik” raporunu anımsatarak raporda yer alan önerileri özetle şöyle sıraladı: “Adalet bakanının ve özellikle bakanlık müsteşarının HSYK üyeliği anayasal düzenlemeden çıkarılmalı. Adalet bakanının kalması durumunda, HSYK içindeki yetkileri sembolik düzeye indirilmeli. HSYK personelinin tamamı HSYK tarafından belirlenmeli. Yargıçların uluslararası belgelerde kabul edilen istisnai koşullar haricinde kendi özgür iradeleri hilafına görev yerleri değiştirilememeli... ” Konferansta konuşan ABD Barolar Birliği Başkanı James R. Silkenat da yargının bağımsızlığıyla ilgili bir soru üzerine “Bağımsız yargı benim için siyasetten ve paradan bağımsız olan bir yargı demek. Siyasiden, hükümetin yaptıklarından bağımsız olmalı yargı” diye yanıtladı. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkan Danışmanı Prof. Necdet Basa ise adil yargılanmayla ilgili tartışmalara ilişkin “Yeniden yargılama söz konusu olduğunda da önceden davalarda yer almayan hâkimler olmalı. Gizli tanıklık kaldırılmalı. Azami tutukluluk süresi 3 yılda sınırlanmalı” dedi. ‘Yargıtay görev suçu derse Başbuğ Yüce Divan’a gider’ EMİNE KAPLAN ANKARA AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop, Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Yüce Divan’da yargılanmasını öngören yasa tasarısının geriye yürümeyeceğini, ancak eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la Yargıtay’ın “görev suçu” demesi durumunda Yüce Divan’ın gündeme gelebileceğini söyledi. 12 Eylül 2010 tarihinde referandumla kabul edilen anayasa değişikliğiyle Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’nın görevleriyle ilgili işledikleri suçlarda Yüce Divan’da yargılanması hükmü getirildi. Hükümet, 3 yıl aradan sonra anayasaya uyum yasa tasarısını hazırlayarak Bakanlar Kurulu’nda imzaya açtı. Tasarı, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanıp yargılanmayacağına ilişkin tartışmaları da beraberinde getirdi. “Görev suçu” tartışmalarıyla ilgili olarak Şentop, “Mahkeme, daha önce görev suçu ile ilgili başvurularda darbe suçunu görev suçu saymadı. Terörle Mücadele Yasası’nda da darbe suçlarının TMY kapsamında yargılanmasıyla ilgili hüküm var. Başbuğ’un dosyası henüz Yargıtay aşamasına gelmedi. Yargıtay, ‘görev suçu’ diyebilir. O zaman İlker Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gündeme gelebilir” dedi. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “Bir anayasa değişikliği yapılmıştı. O anayasa değişikliğinde Genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları haklarında bir suç duyurusu olduğunda yargılama makamının Yüce Divan olduğu düzenlemesini getirmiştik. Onun yasası çıkmamıştı. Bu geçmişe uygulanır mı uygulanmaz mı o benim problemim değil. Bunu hukukçular değerlendirir” diye konuştu. Yılmaz tasarının seçimden önce yetişeceğini belirtti. Ben Kurmay Albay İdris Acartürk’ün kızı Pelin Acartürk’üm. Babam bir suç örgütü tarafından hedef alınmış ve kendisinin bütün geleceği karartılmıştır. Ve kendisi yaklaşık 20 aydır haksız yere tutukludur. Babam hakkında, İzmir Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 06.01.2013 tarih ve 2013/9 sayılı iddianamesi ile suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma ve yasaklanan/devlet güvenliğine ait bilgileri temin etme suçlamasıyla kamu davası açılmıştır. Kendisi hakkında istenen ceza 411 yıldır. Babam hiçbir suç işlememiştir ve yaşamı boyunca da bir suçun içinde hiç olmamıştır. Bir sivil şahsın evinde bulunduğu iddia edilen Pandora isimli bir veritabanında ismi yazılmış diye suçlanmaktadır. Suçlanmasına dayanak oluşturan dijital verilerin hiçbirisi babamdan elde edilmemiştir. Babamın gıyabında ve bilgisi dışında üçüncü şahıslarca oluşturulmuş ve üçüncü şahıslardan elde edilmiştir. İddia makamı sözde bir suç örgütüne ait sözde veritabanında babamla ilgili bilgiler olduğunu, babamın bir suç örgütüne ATMACA(SURİYE).doc ve FIRTINA. doc isimlerinde iki adet dijital belgebilgi aktardığını varsaymaktadır. İddianamede de bunlarla ilgili somut hiçbir şey yoktur. Aylardır babam tarafından sözde örgüte gönderildiği iddia edilen “ATMACA(SURİYE).doc” ve “FIRTINA.doc” isimli belgelerin “gerçek belgeler olmadığını, TSK’de bu evrakların olmadığını”, Genelkurmay Başkanlığı’ndan talebiyle temin ettiği resmi belgelerle kanıtlamasına rağmen hâlâ tutukludur. (07 Temmuz 2012’de tutuklanmıştır.) Soruşturmanın ve tutuklamaların başladığı Mayıs 2012 tarihinde ilgili savcılık tarafından ele geçtiği iddia edilen bu belgelerin öncelikle gerçek olup olmadıklarının incelenmesi yapılıp, maddi gerçek ortaya çıktıktan sonra soruşturmaya devam edilmesi hukukun emrettiği bir gerçek olmasına rağmen bu yapılmamıştır. Hakkında sadece dijital verilere dayanarak dava açılmış ve babamdan bu dijital verilerin gerçek olmadığını ispatlaması istenmektedir. Yani babamdan “yokluğun yokluğunu ispatlaması” istenmektedir. Tutuklandığı tarihten 10 gün sonra, avukatının talebi üzerine temin ettiği, ilgili mahkemeye sunduğu ve lehine olmasına rağmen iddianameye yazılmayan Genelkurmay Başkanlığı’nın 17 Temmuz 2012 tarihli diğer bir resmi evrakında da; l ATMACA(SURİYE) .doc isimli Suriye’ye yönelik bir plan olmadığı, l Bilgisayar kullanıcı isminin “İDRİS ACARTÜRK” olmadığı, l Bu tür evrakların saklandığı kozmik odaya “yetkisi olmasına rağmen” bu güne kadar hiç giriş yapmadığı, bu odadaki evraklara ulaşmadığı, USB/CD erişiminin olmadığı, l Belgelerin yazıldığı iddia olunan “19.03.2011” günü birliğinde olmadığı, bilgisayarlara bu tarihte hiç erişiminin olmadığı açıktır. Ayrıca, Genelkurmay Başkanlığı’nın 1 Nisan 2013 tarihli diğer bir resmi evrakında da; ilgili savcılığın talimatı çerçevesinde bahse konu belgelerin “gerçek ve güncel oldukları ön kabulü ile” sadece gizlilik değerleri ile ilgili olarak, belgelerin Türk Ceza Kanunu’nun 327 veya 334’üncü maddelerine yönelik yapıldığı, babam tarafımdan verildiği iddia edilen söz konusu belgelerin içeriğine ilişkin bir bilginin “mevcut olmadığı”; ayrıca, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın 06 Mart 2013 tarihli diğer bir resmi evrakında, “ATMACA(SURİYE).doc” ve “FIRTINA.doc” için “Yapılan incelemede, Öz. Kuv. Yerel Alan Ağı’nda bu iki dijital veriler ve üst veri yollarında adı geçen dosya tespit edilememiştir” hususları açıkça görülmektedir. Babam sırf bu yüzden hâlâ tutukludur. Böyle bir şey nasıl olur onu da anlamış değilim. Bilindiği üzere yeryüzünde olmayan bir dijital veri kesinlikle TCK’nin herhangi bir maddesinde suç tanımı içerisinde yer alamaz. Zira suçun maddi konusunu oluşturacak olan olgu, temin edildiği iddia olunan dijital verinin varlığıdır. Eğer dijital veri “hiç yok” ise suçun maddi konusunu teşkil edecek olgu ve dolayısıyla da “suç yok” demektir. İsnat edilen ve tutuklanmasına sebep olan dijital veriler TSK’de hiç olmadığına göre kimin tarafından hazırlandığı belli değildir, sahtedir ve eylemlerin sonucu oluşmamıştır. Babamın suçlandığı dijital evraklar bir başkasının hâkimiyet alanında olan bir bilgisayarda düzmece ve tek elden hazırlanarak, üst veri yollarına açık açık “İDRİS ACARTÜRK” yazılarak babamın suçlu gibi gösterilmesine çalışılmasından başka bir şey değildir. Bu husus bile babamın suçsuz olduğunun en büyük “delilidir”. Ailemiz perişandır ve biz babamızı çok özledik. Küçük kardeşim halen babamın tutuklu olduğunu bilmemektedir ve bu yaklaşık 20 aylık zamanda sadece dört kez görmüştür. Annem bir şehit kızıdır. Biz bu iftirayı kabul etmiyoruz ve şiddetle reddediyoruz. Babam ve biz ailecek bu devletten alacaklı durumdayız. Bu alçakça iftiraya son verilmesini ve tekrar babamıza kavuşmayı istiyoruz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle