18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 NİSAN 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Geç Gelen Akıl DOĞRU işi yanlış yapmakta politikacılarımızın üstüne yoktur. Son örnek, şimdi güncelleştirilmek istenen “akiller” konusu. Hem de sadece “İmralı süreci” denen sorunu, yani PKK’lilerin silah bırakıp ülkeyi terk etmelerini çözmeye ilişkin olarak. Tabii, bir yığın soru akla geliyor: Niçin yalnız bu sorun? Daha doğrusu, “akiller”i göreve çağırmanın temel nedeni nedir? Danışma mı? Halkı ikna edip sürece yerel halk desteğini sağlamak mı? Yedişer kişilik akil gruplar oluşturup çeşitli bölgelerde görevlendirmekten söz edildiğinde, bütün sorunun bundan ibaret olduğu sanılabilir. Oysa ortalıkta dolaşan açıklamalar ve kapsam tartışmaları açıkça belli ediyor ki, bu işlev için Başbakan’ca beğenilip seçilenlerin bir başka işlevde de, yani “yeni anayasa yapma” sorununa ilişkin ikna etme işlevi için de kullanma isteği çok belirgin görünmekte. Böyle bir gereksinmenin yarattığı bir danışma ve destek arayışı var. halde soru: Bir hukuk devletinde böyle bir gereksinme, yapısal ve yasal olarak böyle mi karşılanır? O konuda anayasa hukukunun neredeyse milat öncesi dönemlerden gelen yapısal çözümü “senato” tarzı bir kurumu devlet yapısına oturtmaktır. Kavramın kökeninde Latince “yaşlılık” demek olan “senecta” sözcüğü ve onun türevleri, yüzyıllar boyunca geliştirilerek şimdi mecazen “akil” sıfatıyla anlatılmak istenen bütün nitelikleri içermiş olmuyor muydu? Roma Devleti’nin yapısıyla ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 1961 Anayasası’yla öngörülen senato modeli akılcı bir çabayla bugünlerin beklentilerini karşılayacak biçimde geliştirilemez miydi? imdi olanca açıklığıyla ortaya çıkmış olan bocalayış, kararsızlık ve ufuksuzluk tablosu gösteriyor ki, yeni anayasa yapma denen süreçte şimdiye kadar havanda su dövülmüştür. Bu boşluğu derme çatma, ne olduğu belirsiz ve hukuk dışı çarelerle gidermeye çalışmak, olacak iş değil. Sayın Erdoğan’ın ülkeye serpiştirdiği akil heyetler Osmanlı padişahlarının ayan meclislerinden de kuralsız, antidemokratik ve yetersiz. Üstelik tek kişinin dağıttığı bir “ülfet” görüntüsü de var. Bazı ev hanımlarının beyleri şöyle payladığını duyar gibi oluyor insan: “Amma beceriksiz adamsın, akil adam bile olamadın. Olsaydın, uçaklarla bir yerlere gider, sürece inandırılmayı bekleyenlerin mükellef sofralarında ağırlanırdık!” Davutoğlu Nasıl Düştü Bu Tuzağa? Büyük Kürdistan’ın kuruluşuna giden en önemli adımları atmaktasınız. Türkçesi bile anlaşılmayan Apo’nun, ağzına yerleştirilmiş kalıp bazı tümcelerle çizdiği yol haritasının nereye varacağını, Diyarbakır Nevruz kutlamalarındaki görüntüler ve okunan “mektup”, ilkokul çocuklarına bile göstermiş olmalıdır. İ SÜHA UMAR nsanın en iyi dostu köpekmiş. “Ben demiştim” demezmiş! Nasıl düştünüz bu tuzağa kardeşim? Sizin “gâvur” dediğiniz, “Bu Batılılar böyledir. Bilgisi, deneyimi olmayanları hele de ‘Ben her şeyi bilirim! Dünyayı yönetirim! Âlem bana hayran!’ diyenleri öyle bir tongaya bastırırlar ki ruhunuz bile duymaz” dememiş miydim? Hiç söz dinlemiyorsunuz kardeşim! Peki, durup bir düşünmek de mi aklınıza gelmiyor? Birisine sormak da mı zor geliyor? Dışişleri Bakanlığı’nı, “Twitter” hesabından, “tweet” atmayı büyükelçi olmak zannedenlerle doldurduğunuz için oradan da fayda yok. Ne yapalım, “Kendi düşen ağlamaz” demiş atalarımız! İlk mektubum hâlâ dünyayı dolanıp duruyor ama belli ki elinize geçmemiş. Belki bunu okursunuz. Birkaç hafta önce yakın dostunuz Halid Meşal, Ankara’ya geldi. Ne konuştunuz, tek kelime duyulmadı. Sakın Meşal, “Suriye politikanızdan rahatsızlığını” dile getirmiş olmasın? Bunu da nereden mi çıkarıyorum? Benimkisi yakıştırma işte! Bilmem bilir misiniz? Meşal, İsrail ajanlarının Amman’da zehirleyerek öldürmeye kalkıştıkları kişidir. Ajanlar işi yüzlerine gözlerine bulaştırınca, merhum Kral Hüseyin, bana kendi ifadesi ile, “Netanyahu’nun hayalarını” burmuş ve sadece Meşal’i kurtaracak panzehiri değil Hamas’ın kurucusu ve doktrineri Şeyh Yasin’i ve 500 Filistinliyi, İsrail hapishanelerinden alıp Amman’a getirtmişti. Şeyh Yasin’i taşıyan helikopter, Ürdün Muhaberat Başkanı ile kahve içtiğimiz sırada, bulunduğumuz binanın üstünden geçmişti de oradan biliyorum. Sonra o Şeyh Yasin ne yaptı biliyor musunuz? Apo’yu Suriye’den çıkarmak için baskı yaptığımız dönemde, Amman Büyükelçiliğimize, zehir zemberek bir yazı göndererek bu baskıdan derhal vazgeçmemizi istedi! Bunu bildiğim için, Meşal’in de Suriye politikalarınızdan rahatsızlığını dile getirmiş olmasını doğal karşılarım. Yıllarca, başka hiçbir Arap ülkesinden görmediği himayeyi babaoğul Esad Suriyesi’nden görmüş olan Hamas, bölünmüş, radikal İslamın El Kaide’nin ve Kürtlerin hâkim olduğu, Esad’sız bir Suriye arzu etmez. Tüm Arap dünyasının ve Hamas’ın korkulu rüyası, İsrail yetmiyormuş gibi Ortadoğu’da ABD dolayısıyla İsrail güdümünde bir de Büyük Kürdistan kurulmasıdır. Siz yine bilmezsiniz. Apo’yu Suriye’den çıkarmak için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bazı birlikleri Suriye sınırına gönderildiğinde, İsrail’in Kürt asıllı Savunma Bakanı Mordechai, ilk iş olarak, Lübnan sınırındaki İsrail tümenini geri çekmişti. Suriye’yi rahatlatmak için. Peki, siz şu anda neredesiniz? Çok severim ama köpek değilim. Bilirim beni dostunuz olarak da görmezsiniz. O zaman söyleyeyim. tam da sizin, Diyarbakır’da görülmeyen Türk bayrağı konusunda nihayet bir şeyler söylemek zorunluluğunu duyduğunuz sıraya rastgeldi! Levent Kırca’nın “tam yerine rastgeldi, manzara koyduk” nakaratı gibi! Siz profesördünüz değil mi kardeşim Davutoğlu?. Profesör dediğinin işi düşünmek, araştırmak, tartışmak, sonra yine düşünmektir. Bir düşünün bakalım, yıllardır gelmeyen, bu “özür” neden tam bu sırada geldi? Sakın Apo’nun yol haritasından ayrılmamanızı sağlamak ve gün geçtikçe Türk ulusunun aklını başına getiren “Abdullah Öcalan ile müzakere süreci”ni ne pahasına olursa olsun sonuçlandırmak, bunun için Türk kamuoyunu avutmanıza yardımcı olmak için olmasın? Bakıyorum da oyun ilk günden tuttu. “Biz neymişiz? Herkesi dize getirdik?” demeye başladınız bile. Bu hava ile artık her söyleneni yaparsınız. Fena tuzağa düştünüz kardeşim. Bu işin sonu iyi değildir. Siz, “Bölgenin sorunlarını çözmeye her zamankinden daha yakınız” diye düşünürken, kendinizin, Türkiye’nin ve bölgenin başına öyle bir sorun açtınız ki, korkarım sizi ancak Atatürk kurtarabilir! Şimdi anlıyor musunuz Kral II. Abdullah, Atatürk’ün huzurunda neden gözyaşlarını tutamadı? Sizin yanında olduğunuzu söylediğiniz ve Suriye politikanızı bile bu gerekçeye dayandırdığınız, “Ortadoğu halkları”, AKP iktidara gelinceye kadar laik ve demokratik Türkiye’ye, “kurtuluşlarının modeli” olarak bakıyorlardı. Yıllardan beri tanıdığım, Kral II. Abdullah, böyle düşünen çağdaş Ortadoğu insanının bir temsilcisidir. Mazlum Filistin halkının bir kızı, zarif eşi Kraliçe Rania’nın çağdaş görüntüsü de bunun ek kanıtıdır. Abdullah’ın Anıtkabir’de döktüğü gözyaşları ve sonrasında Amerika’da dile getirdiği görüşler, yaşadığı düş kırıklığının sonucudur. Abdullah dostumuzdur ama “son mektubu” ile Kürtleri, Ermenileri, Lazları, Süryanileri Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı isyana teşvik eden “Öcalan Abdullah” değil! Akıllı İnsanlar: Milyonda Bir Bile Değilmiş! Bu “âkil insanlar” tartışması netameli ve hatta tehlikeli bir konu… Doğrusu yazarken korkudan ödüm patlıyor! Daha “terim” üzerinde bile bir anlaşma yok… Ama “kavramın” içeriği konusunda bir eleştiri yaparsanız hemen hainlikle suçlanmanız işten bile değil. O yüzden daha başta bunun bir mizah yazısı olduğunu belirtmeliyim! HHH “Âkil” “akıllı” mı demek yoksa “obur”, “pisboğaz” ve hatta “yamyam” mı? Tartışmayı Murat Bardakçı başlattı. Akıllı denmek isteniyorsa, “âkil” değil “âkıl” demek gerekir dedi. Ama bu masum tartışma bile iktidarın öfkesini çekti, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hemen kızdı: “Kimisi, oburdu değildi, böyle garip garip bakıyorsunuz, böyle Arapça ile Türkçe arasındaki harflerin analizini yapmaya varacak kadar bu işten uzak” diyerek ağzının payını verdi. Derken “adamlar” terimi üzerinde tartışma çıktı: “Adam olmaz, kadınlar da var, insan denilsin” dendi. Malum, neredeyse her gün bir kadının öldürüldüğü, kadınlara rol olarak örtünmenin ve eve kapanmanın biçildiği günümüz Türkiye’sinde, herkes kadın haklarından yana! Sonunda, listeler hazırlandı, pazarlıklar yapıldı, üzerinde anlaşma olan isimlere telefon edildi. Başbakan bunların görevini “psikolojik harekât” ve “AKP’nin görüşlerini halka anlatmak” olarak belirledi. İkisi gazeteci, biri baro mensubu, biri işçi sendikası yöneticisi, biri sanatçı beş kişi hariç, herkes görevi kabul etti… Ve 70 milyonu aşan “halk” arasından 62 “akıllı insan” seçildi! Akıllı insanların halka oranına bakar mısınız: “Milyonda bir”den bile az! HHH Aziz Nesin’in kulakları çınlasın (!). Bir toplantıda “Halkın yüzde 60’ı aptaldır” demişti de kıyamet kopmuştu. Sonradan Müjdat Gezen olayı şöyle anlatmıştı: “İzmir Torba’da şenlik vardı. İlhan Selçuk ve Aziz Nesin’le birlikte bir panele katılmıştık. Panelin konusu mizahtı. Birisi kalktı ‘Nasrettin Hoca’nın torunları olarak zeki insanlarız değil mi’ diye sordu Aziz Nesin’e. O da ‘Yüzde 60’ı aptaldır’ dedi. Herkes alkışladı. Sonra kuliste kendisine sordum neden böyle bir şey söylediğini. O da ‘Evladım, yüzde 92 diyecektim dilim varmadı’ dedi. O zaman 1982 Anayasası referandumu yapılmış ve halkın yüzde 92’si Kenan Evren’in devlet başkanlığını da onaylamıştı. Bu söz oradan kaldı.” Aziz Nesin, “Türk halkına hakaret etti” diye mahkemeye verildi ve beraat etti. “Mahkemeye vermeyin, kazanırsam, aptallığınız tescil edilmiş olur” demişti ama kimseye dinletemedi. Bugünlerde, Müjdat Gezen de bir televizyon programında mizahi bir biçimde bu sözlere atıf yaptı ve başı belaya girdi, hakkında davalar açıldı; hâlâ yargılanıyor. Yarın bu “milyonda bir” oranı ve “62 akıllı insan” sayısı, “12 dev adam” gibi bir simgeye, bir slogana ve bir şarkıya dönüşürse hiç şaşmam! Tuzağa düştünüz O Ş Büyük Kürdistan için adım attınız Büyük Kürdistan’ın kuruluşuna giden en önemli adımları atmaktasınız. Türkçesi bile anlaşılmayan Apo’nun, ağzına yerleştirilmiş kalıp bazı tümcelerle çizdiği yol haritasının nereye varacağını, Diyarbakır Nevruz kutlamalarındaki görüntüler ve okunan “mektup”, ilkokul çocuklarına bile göstermiş olmalıdır. Yine de Tanrılar sizi çok sevi yor (!) olmalılar ki Netanyahu’nun, Obama’nın kafasına tabanca dayayarak sağladığı, “İbranice” “özür”ü Akil Adamlar ve Toplum Mühendisliği Görevleri Prof. Dr. Osman İNCİ B ilim kurumları ve insanlarını, ülkenin güvenilir kurumlarını, meslekleri ve odalarını değersizleştirme sürecine kavramların içinin boşaltılması da eklendi. Bu bir “toplum mühendisliği” olup farklı tiplerde devam edecektir. Toplumun sosyal doku ve tarihinden gelen yapısında köklü değişiklik yapmak, tepkileri, istekleri, kitlesel biçimde ifade edilen duyguları yönlendirmek, kontrol altında tutmak, paralize edebilmek yetisi şeklinde tanımlanan toplum mühendisliği bir projedir. Hedef, toplumu düşünemez, hareket edemez kılmak, dumura uğratmak ve felç etmektir. Bu “mühendislik” meslek olmayıp finanse edilen, korunan, iletişim ve diğer araçlarla desteklenen çeşitli mesleklerden oluşan bir ekip tarafından yapılır. Son olarak ortaya atılan teröre çözüm sürecinde sorumluluk üstlenecek “akil adamlar” komisyonu da bu mühendisliğin bir uygulamasıdır. Dünyada yüzyıllardır uygulanan bu mühendislik iletişim teknolojisinin gelişimine koşut olarak daha da etkin olmuştur. Akil adam “kâmil insan” olarak da tanımlanır. Genel olarak anlamı; deneyimi, bilgisi ve yaşı bakımından bir alanda sözü dinlenen, bir alanda çalışmaları ile kendini kabul ettirmiş, başarılı olmuş kişidir. Değerlere saygılı, ideal ve örnek kimliktir. Kimseye kin tutmaz, düşmanlık beslemez, hoşgörü sahibi ve alçakgönüllüdür. “Eline, beline ve diline sahip olan” insan demektir. Yaklaşık 30 yıldır süregelen terörü sonlandırmak amacıyla kurulan “akil adamlar” komisyonu üye listesi yayımlandı. Listede bulunanların azımsanmayacak bir bölümü “TV yıldızları” olup en az on yıldır bu görevi hakkı ile yapmaktalar. Her şeyi bilen bu kadrolulara yeni görev verildi. Akil adam aynı zamanda “olgun insan” demek olup sözlüklerde “bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş, ağırbaşlı kimse” olarak tanımlanmakta. Listede görev alanların bu tanıma ne kadar uygun olduğu kamuoyunun takdirlerine... Bu komisyonun görevi, komisyonu kuran erk tarafından “Toplumun algılamasını yönlendirmek konusunda biz onlardan destek alırız” şeklinde açıklanmıştır. Halka öğüt vermekle görevlendirilen bu kurul “toplum mühendisleri” olarak toplumun algısını yönlendirecekler. Türk ulusunun parası ve devletin olanakları ile yasalara aykırılığı savunacak ve hukuk algısını değiştirecekler. Toplum tarafından birçok yönleri bilinen köşe yazarları, TV yıldızlar ve programcıları, yaklaşık on yıldır kendilerine verilen görevi gazetelerinde ve TV ekranlarında yerine getiren bir kadrodur. Yazdıkları gazeteler ve çıktıkları TV kanallarının çizgisi yeteri kadar bilgi vermektedir. “Şöhretli akil adamlar” bizlere dayatılan, yürürlükteki yasalara ve hukuka, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine aykırı uygulamalara ve kararlara toplumu hazırlamak için görev aldılar. Hangi aklı görev olarak üstlendikleri açıkça belli. Ayrıca bunların konuşuryazar olan bazıları kendisini o kadar “akil” görmekte ki yazdıklarını ve söylediklerini eleştiren, bunlara karşı çıkanları “barış karşıtı, Beyaz Türk, duygusuz, savaş ve kan dökülmesinden yana” gibi ağır suçlama hoşgörüsüne sahipler. Türkiye bu “görevlilerden” çok çekti ve umarım daha fazla çekmez.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle