22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 NİSAN 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 İktidar sabah akşam övünüyor: “Dünyanın en büyük ilk 20 ülkesinden 1’iyiz...” Birkaç yıla kalmaz, ilk 3’ün 1’inde de olabiliriz. Ama nüfusu 75 milyonu aşmış ülkeden çıka çıka 63 akil insan çıkabilmesinin akılla izahı yok! Milyonda 1’den bile daha az akiliz. Aziz Nesin fazlasıyla cömertmiş... Milyonda 1’i temsil eden bu 63 akil insanın ise sadece 12’si kadın... Akıllı sayısının azlığına mı yanalım... Yoksa “akil kadın” kıtlığına mı?.. “Analar ağlamasın” sürecinin ise 12 kadının sırtına yıkılması... Ne erkekliğe sığıyor ne de akla mantığa... Dün de TBMM’de “Çözüm Süreci Komisyonu” kuruldu. Maksat “paydaşlar” artsın! “Tek adam” karşının “tek adam”ı ile tek başına süreci başlattı. Süreç böyle yürüyecek derken... Önüne, yanına “Sizden akıllısı, Şam’da kayısı” diyerek 63 kişiyi birden diziverdi. Çünkü “içerim” dediği zehrinin buharı burnuna gelmeye başlamıştı. Partisini kurduğundan beri her ay, en az iki kez yaptırdığı kamuoyu yoklamaları uyarı sinyalleri veriyordu. 9 vatandaşımızı öldüren İsrail’in “özrü” vatandaşa “zafer” olarak sunulmuştu. Ama o “özür” vatandaşın aklına bir başka “özür” düşürdü. Madem, 9 yurttaş için bile özür istemek bu kadar önemli ve gerekli... PKK’nin katlettiği on binlerce yurttaşın yakınları da bir özrü hak etmiyorlar mı? Ve madem beyaz bir sayfa açılıyor... Apo, Diyarbakır söylevinin içinde bir cümlelik özür, değilse bile pişmanlık, hatta üzüntü ifadesi yerleştiremez miydi? Bu soru öyle fazla akil olmayı da gerektirmiyor. Kaldı ki, bu soru “analar ağlamasın” sürecine zarar değil aksine yarar getirecek bir sorudur. Ve mutlaka 7 bölgenin belki biri dışında mutlaka akıllara gelecek ve akillerin önüne gelecektir. Bu da benim akil adamım CHP’li olmayan CHP milletvekili var da... Cumhuriyet okumayan Cumhuriyet okuru olmaz mı? İ. Ethem Güzelsoy da benim “arızi” okurum. Eski bir Milli Görüşçü. Bu iktidarın, asıl zararı, laiklikten daha çok İslamiyete verdiğine inanıyor. Kul hakkı, gösteriş için ibadet ve enayi yerine koymanın salgın haline geldiğinden yakınıyor. Sabah akşam eposta yoluyla, “yancı” gazetelere “yorum” yetiştiriyor. Basılmayınca da bu köşeye yöneliyor. İşte dünkü notunun özeti: “Fehmi Koru son günlerde sakal bırakmıştı. ‘Akil adam’ hazırlığı imiş. Lafını dinletmek için olmalı. Ama bu halk hepsine ‘Sen sakalıma anlat’ diyecektir.” Emin olun, milleti ikna edelim derken “Dimyata pirinç...” misali hepsi ortada kalacaklar. Anadolu’ya turneye çıkan tiyatro grupları gibi, her koldan sanatçı var. R. Hisarcıklıoğlu elbette hak ediyor. Ama sırf gidilecek yerlerde odaların imkânları için düşünülmüş gibi. Arzuhan Yalçındağ da öyle... Ondan da amaç, Doğan Grubu’nun desteğini garantilemek... Başbakan’a helal olsun! Hayrettin Karaman ve Cemal Uşşak gibi Fethullah Hoca’nın has adamlarını da akil kadrosuna aldı. Yani, cemaatin elini de taşın altına aldı. GÖRÜŞ YÜKSEL PAZARKAYA Akıl Akıl Gel Sürece Takıl! ve nüfustaki doğum tarihi. 4 Nisan ise Apo’nun hayata, akil insanlarımızın ise akıllarına start verdikleri tarihtir. Kutlu olsun. Tek vatan, tek bayrak, tek dil... Hedefine “tek adam”la varılır diyenler var. (Şimdilik) İkinci vatan değilse bile, ikinci dil, ikinci bayrak diyenlerin de kendi “tek adamı” var. Akil insanlar dileyelim, “tek mi çift mi”nin ortasında bir yol bulsunlar. Akil insanlar dün işbaşı yaptılar ama... Ama hangi akla hizmet edeceklerini kendileri de tam bilmiyor. Olsun. Türk’üyle, Kürt’üyle ortak atasözümüzdür: “Kervan yolda dizilir!” (“Düzülür” diyenler de var ama biz barışın dilinden yanayız!). Akiller arasında elbette akıldane olmayan dostlar, arkadaşlar ve meslektaşlar da var. Çoğunun aklı da zaten cümlenin malumu. Aptallığa Övgü En eski elyazması Ağa Han Müzesi’nde bulunan Endülüs kaynaklı 101 Gece Masalları (1234 çok daha eski yazımlardan kopyalandığı sanılıyor), 1001 Gece Masalları’nın Batı Arap karşılığıdır. Bazı araştırmacılara göre, Doğu Arap yaratısı 1001 Gece’nin anasıdır. 101 Gece Masalları’nın 75. gecesinde bilge hocasının sıkı rahlesinden geçen kralın oğlu, “En kötü insan, en az öğrenendir” der. Şöyle de diyebiliriz: En kötü insan, en cahil kalandır. Kötülüğü kendine, daha da çok çevresine ve toplumadır. Endülüs uygarlığının bir yapıtında böyle bir yargının yer alması şaşırtıcı değildir. Bilimleri, edebiyatı, felsefeyi, çeviriyi öne çıkaran bu uygarlığın “Endülüs Mucizesi” diye anılması boşuna değildir. Masallardan birinde bir bilgenin yaptığı uçak öyküsü de var. Bir düğmeyi çevirince havalanıyor, diğer düğmeyle inişe geçiyor. Avrupa rönesansını, süreğinde Avrupa aydınlanmasını hazırlayan bu mucizenin kaynağı, bilimdir, sanattır, tekniktir, kısaca öğrenmektir. İyi insan olmak, öğrenmekle, sürekli öğrenmekle eştir. Endülüs’ten Osmanlı’ya çöküşün ve yok oluşun ana nedeni, bilimden ve sanattan uzaklaşmak, giderek bilimi terk etmektir. Emperyalizmin beşiklerinden Büyük Britanya Başbakanı Churchill’in şu sözü her şeyi açıklamaya yeter: “Başkalarının aptallığına gülme, çünkü o senin şansın!” Aptallık eşittir bilgisizlik, cahillik. Sömürmek için, aptallığa övgü böyle olur. Emperyalizm senin iyi bir eğitim görmeni, öğrenmeni, bilgilenmeni istemez. Dolayısıyla bağımsız, egemen, özgür olmanı istemez. İster görünebilir ama hiçbir zaman istemez. Çünkü bilgisizliğimiz, cahilliğimiz onun şansıdır. Bazen böyle bir doğru sözü ağzından kaçırır. Nasıl olsa, anlamayacağımızı düşünerek açık açık da söyler. Dünyanın en önde gelen üniversitelerinden Harvard’ın eski rektörlerinden Derek Bok, aynı gerçeği Churchill’den farklı, bilim insanına daha yaraşır sözlerle dile getirdi: “Eğitimin çok pahalı olduğunu düşünürsen, aptallığı dene!” Emperyal ülkelerle bağımlı ülkelerin bütçelerinden eğitime ve bilimsel araştırmaya ayırdıkları payları (oranları) ve öğrenim içeriklerini karşılaştırmak, gerçeğin çıplak yüzüyle karşı karşıya getirir. Bilimlerin ve teknolojinin sonuçlarının uygulanması, yüksek düzeyde bilimsel eğitilmiş insanlarla olasıdır. Kendi yetiştirdikleri, ilerlemedeki hızları ve nüfus durağanlığı nedeniyle yetmeyen Almanya ve Amerika gibi ülkeler, özellikle gelişmeleri durağan, daha geri kalmış ülkelerin az sayıdaki yetişmiş elemanlarını, beyinlerini kendilerine çekmek için, olanak sunmakta birbirleriyle yarışırlar. İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’yi soktuğu Batı’ya yanaşma sürecinin başında, emperyalizmin sözde yardım ve koruma şemsiyesi için öne sürdüğü saklı koşulların en kötüsü, Köy Enstitülerinin bitirilmesiydi. İsmet İnönü, bu zorunluluk karşısında, en büyük ikinci eserim dediği enstitülerden vazgeçmek durumunda kaldı. Hasan Âli Yücel’i görevden alması ve Reşat Şemsettin Sirer’i onun yerine getirmesi, enstitüleri bitirme süreci için düğmeye basmaydı. İçinde yüzdüğümüz karanlık, bu sürecin sonucudur. Nelerden vazgeçtiğimizi, neleri yitirdiğimizi yakınlarda okuduğum, Mustafa Şanlı’nın “Kara Çadırdan Aksu Köy Enstitüsü”ne kitabı bir kez daha çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. 101 Gece Masalları’nın seksen üçüncü gecesinde, eski zamanlarda yaşamış, örnek bir yaşam sürmüş, tebasına adil davranmış, bu yüzden Arapların saygısını kazanmış bir kral varmış. Sonra şöyle sürüyor masal: “Kral aynı zamanda eğitim ve edebiyat severdi, hitabet sanatında yetkindi ve bilginlerin dostuydu. Bilim adamları ve bilginlerle birlikte olmayı severdi ve bu ünü sayesinde hiçbir başka kralda görülmemiş sayıda bilgin ve bilimci onun çevresinde toplandı.” Endülüs Mucizesi’nin bin yıl önce masala yansıması böyle. 21. yüzyıl mucizesi ise toplumda bireylerin ortalama dört değil, on dört yıl bilimsel, kültürel, uygulamalı çağdaş eğitim almasıyla gerçekleşebilir. Dört dörtlük rastlantılar 4. Heyet İmralı’ya giderken... 4. Yargı Paketi’nin kurdelesi kesilirken... Dün, yani 4. ayın 4. gününde... Yeni bir Kutlu Doğum Haftamız oldu. Apo doğmuş. Kırk yıllık Apo’yu bile yeni tanıyoruz. Koç burcuymuş. Burhan Kuzu’yla yıldızının barışık olması boşuna değilmiş. Apo’nun 4. ayın 4. gününde doğması, 4/4’lük bir mucizedir. Ve nisan ve mayıslar artık çifte bayram ayıdır. 19 Mayıs Ata’nın Samsun’a çıkışı Kervan yola çıkarken... KAMU AVUKATI Namı diğer ombudsman! Üstelik TBMM’den seçildi. Akil Heyeti’ne niye alınmadı. Yoksa yeterince akil değil mi? Belki ekibin hikmeti de burada. Ancak akil insanların akıllarının ne kadarını, nasıl kullanacaklar, bunu tahmin etmek zor. Hülya Avşar, Sezen Aksu, Mehmet Barlas, Taha Akyol fena değilmiş!.. “Akil insan” damgası yemenin “akla ziyan” bir iş olduğunu hemen fark ettiler. Ya da çok cimri oldukları ve akıllarını “paylaşmak istemedikleri için” anında istifa ettiler. Anahtar sözcük “paylaşmak!..” Başbakan’ın “akil projesi”nin amacı da bu. İşler sarpa sararsa.. “Baldıran zehrini paylaş cekler ise tırmak...” Eğer Başbakan’ın dediklerini naklede Ölümcül etkiakla ziyan bir iş bu. r, vaazlar, sini azaltıp riski Memlekette 60 bin cami var. Hutbele yor? duru e gün ne en aza indirmek. rosu kad in Diyanet’ HEM DE SEVAP ‘Söz’den ‘Eylem’e! MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] “TRT Türk” kanalında, dünyadaki ünlü kentleri tanıtan bir izlence var; “kent” yetiştirdiği ya da orada yaşayan tanınmış “kişi”si aracılığıyla izleyiciye anlatılıyor. Geçen haftaki izlencede kent olarak “Dublin” ve “Paris”, ünlüler olarak da “Bernard Shaw” ile “Jean Paul Sartre” seçilmişti. “Yıldız Kenter”, sıcak bir söylemle B. Shaw’ı anlatarak Dublin’i gezdirdi; hemen ardından sosyolog “Nilüfer Narlı” da J.P. Sartre’dan söz edip Paris’i gezdirecek diye bekledik ama öyle olmadı; Narlı, Paris’in ünlü kafelerinden seslenerek yalnızca “Sartre”ı anlattı; özellikle onun “aydın” anlayışının ve bu anlayış içinde yer alan “eylem”ci tutumu üzerinde durdu. Sartre’ın “aydın”dan “beklenti”sinin; “ülkesi”nde ve “dünya”da ezilenler, sömürülenler, haksızlıklar, adaletsizlikler, özgür düşünceye uygulanan baskılar, iktidarların eleştirilere karşı aldığı sert önlemler, kısıtlamalar v.ö’ler “karşısında”, bunları topluma “anlatan”, “yorumlayan” olarak “direnme”siyle birlikte bu “direniş”i somutlaştırıp “eylem”lere yönelmesi olduğunu; kısacası “kuram” ve “eylem adamı” (insanı olmalıydı) niteliklerini birleştiren “aktif aydın”a dönüşmesini istediğini belirtti. Ardından, Sartre’ın yaşamının bütün dönemlerinde gerçekleştirdiği ya da katıldığı onca “eylem”in “önünde” yürüyen görüntüleri ekrana yansıdı; kuşkusuz “Katılın!” çağrısı yapıp, “eylem”i “izleme” durumunda “hiç” olmadı “Sartre”; en yaşlı günlerinde bile... Fransız hükümetlerinin tutumunu sorarsanız; Cumhurbaşkanı “Charles de Gaulle”ün (19581969) iktidarını şiddetle eleştiren “Sartre”ı engellemesini isteyenlere verdiği “Sartre Fransa’dır!” yanıtı tarihe geçmiştir. Öte yanda, o günlerde de Fransız yasalarının; “eylemler”in uyması gereken kimi koşulları oldukça gevşek olsa da içerdiği belirtilir; bizim “1961 Anayasası”nda olduğu gibi. “TRT”nin bu “Sartre” izlencesinin; bugünlerde dünyada ve ülkemizde de “gündem”e gelen başka bir düşünürün, tam anlamıyla bir “aktif aydın” olan “Stephane Hessel”in, “Öfkelenin!” çağrısını değerlendirmeye de ayrı bir katkısı olduğu açıktır. Şubat ayında aramızdan ayrılan “bilge S. Hessel”, “2010”da yayımladığı “Öfkelenin!” adlı kitapçığı, biliyorsunuz dünyayı ayağa kaldırmıştı milyonlarca baskısıyla. “...bilgi ve iletişim çağı 21. yy’a yaraşır, eşitlikçi, özgürlükçü, adil ve çevreci olan ve sermayenin diktatörlüğüne ‘hayır’ diyen sivil, ‘barış’çıl bir ‘başkaldırı’dır ‘öfkelenmek’” diyerek toplumun “bütün kesimleri”ne çağrı yapıyor Hessel. Ardından: “Olup bitenlere ‘duyarsız’ kalmayın, ‘liberal’ masallara kanmayın (...) tiksindiğinizi, kızdığınızı gösterecek (...) tepkiyi verin ‘Öfkelenin!” diye haykırsa da, burada durup noktalamaz. “Öfkelenmek ilk aşamadır” der ve sürdürür; “ikinci ve ‘belirleyici’ aşama, ‘EYLEM’e geçmektir!” vurgulamasıyla ancak noktalar. Demek ki “öfkelenmek”, üzerimize üzerimize gelen bu “karabasan”lara, “heyelan”lara başkaldırmanın, karşı durmanın başlangıcını “ilk adım”ını oluşturuyor; ama “belirleyicilik” de “ikinci adım”a, “eylem”e düşüyor. “Öfkelenin!”den sonra basılan “Mücadeleye Katılın”da da Hessel “Direnmek’ sadece ‘düşünmek’ ya da ‘anlatmak’ değildir. Kesinlikle ‘eylem’e geçmek”tir, diyor. (s.28) Hele kitapçıktan “Çevremizde ‘rezilce’ şeylerin olduğunu ve bunlara karşı güçlü bir direniş göstermek gerektiği”yle başlayan bölümü okurken; ülkemizde aynı “nitelik”teki olup bitenlerin çokluğu ve derinliği karşısında, “Hessel”in tutumu ve söylemi ne olurdu diye insan düşünmeye bile çekiniyor. “Hessel”, bize yaşatılanlar karşısında “öfkelenmenin”, “direnmenin”; bağırıp çağırmayla, durmadan söylenmekle, bıkıp usanmadan “Halimiz ne olacak?” diye sormakla, olanı biteni yineliye yineliye anlatmakla, bitmez tükenmez yorumlarla v.ö’lerle boğulmamasını ister ve “belirleyici” olan “eylem”den kaçınılmamasını ister. “26 Şubat” günü “Hessel” son yolculuğuna uğurlanırken; “Fransa Cumhurbaşkanı Hollande” yaptığı konuşmada, bu “çağrılar”ın bir “tatlısu aydını”ndan değil de gerçek bir “savaşçı”dan dolaysiyle bir “eylemci”den gelmesinin “anlamı” üzerinde durmuştu... Bilmem tam aktarabildim mi? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Arkada 1 ki topraktan 2 gelen suyu atmak üzere 3 duvarlara 4 yerleştirilen 5 boru. 2/ Renk 6 renk parlak tüyleri olan, 7 iri gövdeli 8 bir papağan... 9 Şap hastalı1 2 3 4 5 6 7 8 9 ğı. 3/ Tanelerin içini kurum ka 1 K Ö Ç E K Ç E A rası bir tozla dol 2 A K A L A L AM duran ekin hasta 3 L E K S T İ L O lığı... Arjantin’in 4 Y M E T A F O R plaka imi. 4/ Dol 5 O K A R P İ O gun ve kısa boylu 6 N O K A L O F kimse. 5/ Bir üre 7 C AM V A R T O tim ya da kullanım 8 A L A B AMA B süreci sonucunda 9 A T A R A K S İ artakalan madde... Sardalyeye benzer bir balık. 6/ Ayıp, kusur, pürüz... Rus köylü topluluğuna verilen ad. 7/ Evrensel alıcı olan kan grubu... İçyüz. 8/ Bir meyve... Aynı adlı bitkiden elde edilen ve tutkal gibi kullanılan bir madde. 9/ Asya’da bir ülke... Bir gösterme sıfatı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kale duvarlarında düşmana ok atmak için açılmış delik. 2/ Mesafe... Derileri sepileyen kişi. 3/ Kadınların kaş ve saç boyası olarak kullandıkları siyah boya... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 4/ Yoğunluğu çok olan, katı. 5/ Süt ve yoğurt çalkalamaya yarayan küçük yayık... Genelev işleten kadın. 6/ Avlanan çok iri bir balığı sandala almak için kullanılan kanca... Bey. 7/ Eski dilde su... Dilbilgisindeki sözcük türlerinden biri. 8/ Ateş... “Dağ pırasası” da denilen ve yemeği yapılan bir ot. 9/ Lokomotif ile vagonların oluşturduğu dizi... Pasta hamuru.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle