23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 ŞUBAT 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 Macide Tanır, çağdaş evrensel değerleri önemseyen bir ülkede yaşasaydı, onu herkes tanırdı ‘Tiyatronun Cadısı’na teşekkürlerimle... Macide Tanır... “Tiyatronun Cadısı”... Bu adı kendi takmıştı... İçindeki tüm “Macide”leri bir araya getiren bir tanımlamaydı bu. Eşsiz bir tiyatro oyuncusu, sanatçı Macide Tanır... Radyo oyunlarında, filmlerde, sesini nice oyuncuya, oyun karakterine ödünç veren ve bütün Anadolu’da en önce, en başlarda sadece sesiyle tanınan Macide Tanır... Arkadaş, dost canlısı; her yaştan her birikimden insanla sımsıcak ilişkiler kurabilen, yemekten içmekten, dost sohbetlerinden sonsuz tat alan, sohbetiyle yaşamımızı zenginleştiren Macide Tanır... Cumhuriyet ilkelerinin savunucusu, Atatürk’ün kızlarından Macide Tanır... (Minicik bir çocukken, Pendik tren istasyonunda Atatürk’e çiçek vermişliği, Atatürk’ün kucağına tırmanmışlığı vardı. Ama Atatürkçülüğü bu gülerek anlattığı anıdan değil, ilericiliğinden kaynaklanırdı!) Tüm yaşamı boyunca gericiliğe, karanlığa, yozluğa savaş açmış, vatansever Macide Tanır... Kendi anlatmıştı “Tiyatronun Cadısı” kitabında: “Nasılsınız Macide Hanım” diye sorulduğunda; “Sanatçı Macide mutsuz, onu gezdiriyorum” diyordu. Neden mi mutsuz? İçinde yaşadığımız olumsuzluklardan; yaşamın hoyratlığından, sanatın kültürün horlanmasından, egemen olan yalan ve talandan, görgüsüzlükten, değer ölçülerinin yok sayılmasından... Macide Tanır, dünya tiyatro repertuvarının belli başlı en önemli oyunlarında oynadı. Sadece oyun adlarını buraya yazmam bile, bu köşenin sınırlarını aşar... 1944 ile 1985 yılları arasında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda hiç ama hiç ara vermeden, ardında efsanevi bir isim bırakacağı oyunculukta, bir doruktan ötekine dolaştı. Dağları ve Tiyatro iman işiydi izleyiciyi fethetti. (Şu son tümceyi yazdım... “Dağlar” sözcüğü de nereden çıktı derken... Anımsadım: Ulunay, Macide Tanır için “Sanat Himalayaları’nın Everest’ine yük selmiş sanatçı” derdi!) 1985’te yaş haddinden emekli edildiğinde çektiği acıyı ve biz bir avuç tiyatro eleştirmeninin isyanını hiç unutmam. Onu ilk izlediğim oyun, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun İstanbul turnesindeki “Ağaçlar Ayakta Ölür”dü (1960)... Yıllar sonra 1993’te Nedim Saban, onu “Müziksiz Evin Konukları”nda yeniden sahnelere dönmeye ikna etti. Oyunu izlediğimde, büyükanne rolünde Macide Tanır’ın yeryüzünün tüm duygularını, tüm bedenine, ellerine, parmak uçlarına, dudak kıvrımlarına, ayağını sürüş biçimine, gözünün çevresindeki kırışıklıklara, bakışlarına, sesine, susuşlarına yerleştirdiğini anımsıyorum. Tiyatro her şeyiydi. Tiyatro, onun için inançtı, imandı. Tutkuyla, coşkuyla, sevgiyle, sonsuz bir disiplinle, çok çalışarak, usta çırak ilişkisini kollayarak gerçekleştirdi. Başka türlüsü olamazdı. Türkiye’de değil de çağdaş evrensel değerleri önemseyen bir ülkede yaşamış olsaydı, onu herkes tanırdı. Ödüller, nişanlar bir yana; bir eli yağda, bir eli balda yaşatılırdı. Sevgili Macide Hanım, Türkiye’de, Türkiye koşullarında ve hoyratlığında tüm gerçekleştirdikleriniz için; bütün o oyunlar ve roller için, gençlere aktardıklarınız için, kişiliğiniz için, eşsiz dostluğunuz, sıkı bir okurum olarak çok ama çok özleyeceğim telefonlarınız için, örnek oluşturduğunuz için, sanatı yücelttiğiniz için, bizleri zenginleştirdiğiniz için sonsuz teşekkürler. İyi ki varsınız! Adalet Kültürünün Çöküşü… Dün, yani 7 Şubat Perşembe günü, Cumhuriyet’te Ümit Zileli’nin “Düz Çizgi” köşesinde, “Utanç…” başlıklı yazısını okuduktan sonra kendi yazımın başına geçtim. Zileli, yazısında Alman papaz Martin Niomüller’in 1930’ların Almanya’sında söylediklerine atıfta bulunuyor. 2013 başının Türkiye’sinde herkesin hatırlaması ve bir daha unutmaması! gereken sözler. Niomüller sözlerini şöyle noktalamış: “…Bir gün beni almaya geldiler; yardım istemek için arkamı döndüm ama beni savunacak kimse kalmamıştı…” Zileli de kendi sözlerini bize atıfla şöyle bağlamış: “Aradan 80 yıl geçtikten sonra, aynı karabasan kader midir?..” Hayır, kader değildir. Hak edilmiş bir gelecektir. Yıllar ve yıllar boyunca, başta aydınlar kesiminin büyük bölümü olmak üzere, neredeyse tüm kesimleri ile günlük yaşamında adalet düşüncesini boşlamış bir ülkenin hak etmiş olduğu gelecektir. Türkiye’de hukuk ve adalet kültürü bugün çökmedi. Temelleri çoktan oyulmuştu. Hem de ta en derin noktalarından başlanarak. Belki de komşusu alınıp götürülürken veya komşusunun evi aranır, her şeyi darmadağın edilirken buna aldırmayıp “Neyse, benim başıma gelmedi ya!” diye rahat soluk alabilen ilk “komşu”nun ortaya çıkması ile birlikte başlamıştı. Adalet düşüncesi, tıpkı ünlü şair Kavafis’in sanat için söylediklerini hatırlatacak kadar hassastır; sanat kadar hassas ve “alıngan” bir kraliçedir. Sizin kapınızı vurup, “ötekilerin” başına gelenleri örnek göstererek “Bak, ben tehlikedeyim, beni korumak için bir şeyler yapabilir misin?” diye sorduğunda, ona yeterince ya da hiç kulak vermezseniz, hemen sessizce çekip gider. Israrcı davranmaz. Ama günün birinde siz onun kapısına gidip, örneğin, “Bana gelmek üzereler, beni kanatlarının altına alır mısın?” diye sorduğunuzda başını çevirecek kadar alıngandır, çünkü daha önce sizin umursamazlık hançerinizle belki de ölümcül yara almıştır. Gerçek şu ki, bu ülkenin düşünce ikliminde adalet düşüncesi ve adaletin gerekliliği ilkesi hiçbir zaman yeterince kökleşmedi. Hep “adalet düşüncesi” söylemine öncelik tanıyorum, çünkü adalet düşüncesi, hukuktan da önce gelir. Hukuk, adalet düşüncesinin örgütlenmiş halidir. Önce örgütlenmesi gerekenin bilincine yeterince varılmamışsa ya da varılması engellenmiş ise örgütlenmenin ne ölçüde yetkin bir çizgiye ulaştığı veya ulaşamadığı sorusu hiçbir önem taşımaz. Çünkü böyle bir durumda, yani önce adalet düşüncesi ve adaletin mutlak anlamda gerekliliği ilkesi yeterince kök salamamışsa, o zaman en ileri hukuk örgütlenmesi bile sonuçta ancak hukuksuzluk ve adaletsizlik üretebilir. Geçmiş yıllar boyunca, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan… ve bütün “ötekiler” tutuklanırken “Canım, elbet bir nedeni vardır!” diyenlerle çok karşılaştım. Aralarında kendilerini “meslekten aydın” sayanlar da vardı, sonradan “yetmez ama evet”leri ile sandıkları doldurup böylece kendilerini özgürlüğün önderleri sayanlar da… Peki ya sonra? Sonrası şöyle: “Biri Josef K’ye iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı…” (Önemli not: Sadece çeviri bana ait; sözler ise 1920’li yıllarda Franz Kafka diye biri tarafından kaleme alınmış! A.C.) USTA TİYATRO VE SİNEMA SANATÇISI Macide Tanır son yolculuğuna bugün uğurlanacak Kültür Servisi Usta tiyatro ve sinema sanatçısı Macide Tanır bugün son yolculuğuna uğurlanacak. Macide Tanır için bugün saat 12.00’de Ses Tiyatrosu’nda bir tören düzenlenecek. Tanır, tören sonrası Teşvikiye Camisi’nde kılınacak ikindi namazının ardından Emirgan Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Macide Tanır için Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik başsağlığı mesajı yayımladı. Bakan Çelik, mesajında, Macide Tanır’ın, tiyatroya gönül vermiş pek çok önemli isme ilham kaynağı olduğunu belirtti. Tiyatro Eleştirmeleri Birliği adına da birliğin başkanı Üstün Akmen bir açıklama yaptı. Akmen açıklamasında, “Rolü inceler, didiklerdi. Düşünmek, denemek ve düşündüğünü söylemekten çekinmemek… İşte Macide Tanır’ın özeti. Gördüğü, duyduğu her şeyi tiyatroyla ilişkilendirdi. Şimdi bu efsaneyi de sonsuzluğa uğurluyoruz. Sahne ışıkları içinde yoğrulsun. Alkışı bol olsun” dedi.   ANTALYA KİTAP FUARI AÇILIYOR 20 etkinlikte 200 yazar Kültür Servisi TÜYAP tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle bu yıl ikincisi düzenlenen Antalya Kitap Fuarı, 13 Şubat’ta kapılarını açıyor. Antalya Valiliği, Antalya Büyükşehir Belediyesi, Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın katkılarıyla düzenlenen Antalya 2. Kitap Fuarı, Cam Piramit Sabancı Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek. 77 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenen fuar kapsamında panel, söyleşi, şiir dinletisi ve çocuk etkinlikleri gibi 20 kültür etkinliğinde ve imza günlerinde 200 yazar kitapseverlerle buluşacak. Aralarında Banu Avar, Can Dündar, Canan Tan, İlber Ortaylı, Muzaffer İzgü, Nedim Gürsel, Türkan Şoray’ın bulunduğu, çok sayıda şair, yazar ve bilim insanı, 5 gün boyunca fuar ziyaretçisiyle bir araya gelecek. Bu arada bu yıl fuar saatleri de değişti. Fuar, 1316 Şubat tarihlerinde 10.00 19.30, son gün 17 Şubat’ta ise 10.0019.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Dünyanın her yerinden notlar Fotoğraf sanatçısı Mevlüt Maşalacı, Avrupa’nın batısından SriLanka’ya kadar olan bölgede çektiği fotoğrafları “Dünya Notları” başlıklı fotoğraf sergisinde bir araya getiriyor. Toplam 30 adet renkli fotoğrafın yer aldığı sergi, PhotoWorld Fotoğraf Merkezi Galerisi’nde izlenime sunuldu. Sanatçının, 20022012 yılları arasında Avrupa’nın batısından SriLanka’nın güneyine kadar kapsayan ve geneli dijital olarak çekilen fotoğraflardan oluşan sergide, Avrupa ve Balkanlar’da ilkbahar veya sonbahar mevsimleri, Rusya içinse özellikle en uzun gün olan 21 Haziran seçilmiş. Dünya Notları Fotoğraf Sergisi, 28 Şubat’a kadar görülebilir. Üç genç besteci, üç genç yapıt EGEMEN BERKÖZ Borusan Dörtlüsü’nden olağanüstü bir müzik akşamı Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası’nda 4 Şubat akşamı tarihi bir konser izledik. Borusan Dörtlüsü, üç genç bestecimize ısmarlanan yapıtların dünya ilkçalınışlarını gerçekleştirdi. Yapıtların üçü de 20. yüzyılın ikinci yarısında gelişen evrende var olan her türlü sesi, hatta sessizliği müziğe katan “yeni” müzik diliyle yazılmışlardı ve çoksesli evrensel müziğin özellikle romantik dönem yapıtlarına alışık kulaklar için zor yapıtlardı. Mahir Cetiz’in “SeyirYaylı Çalgılar Dörtlüsü İçin Beş Bölüm” adlı yapıtını dinlerken “bir yapıtın tohumunun yaratıcısının kafasına düşüşünü ve büyüyüp bir yapıta dönüşmesini anlatıyor sanki” diye düşündüm örneğin. Özkan Manav’ın “Hocam İlhan Usmanbaş’ın 90. yaşı onuruna gecikmiş bir do ğum günü armağanıdır” dediği “Yaylı Dörtlü”sünün müzik dili sanki daha somuttu; işlenmiş dönüştürülmüş doğa sesleri ve horon temposuyla, daha tanıdık gibiydi. Hasan Uçarsu’nun “Söylenemeyenler” adını verdiği ve “Sondeyiş” başlıklı son bölümünü çellocu Reyent Bölükbaşı’na adadığı “Yaylı Çalgılar Dörtlüsü”nün Neşet Ertaş’a adadığı “Bozlak” başlıklı ikinci bölümünde de Ertaş’ın sazının teline ve gövdesine vuruşlarını duyar gibi oldum. İkinci bölümden önce “Kulağımızda Mozart değil, bu müzik kalsın” diyerek çıkanlar oldu, ama büyük çoğunluk gibi ben de kaldım. İyi ki de kalmışım. İsviçreli klarnetçi Reto Bieri’den Berio’nun “Solo Klarnet İçin Lied”ini ve Bieri’nin de katıldığı Borusan Dörtlüsü’nden Mozart’ın “La Majör Klarnetli Beşli’sini ve asıl, alkışlar üzerine çaldıkları o inanılmaz “Kakava” havasını dinleyemeyecektim yoksa. Gerçekten olağanüstü bir müzik akşamıydı. Emeği geçen herkese teşekkürler. n Kültür Servisi İBB Şehir Tiyatroları’nın, bugün, yarın ve 10 Şubat tarihlerinde Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde sahnelenmesi planlanan “Sevgili Doktor” oyunun yerine, sanatçı rahatsızlığı nedeniyle, aynı tarihlerde “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” sahnelenecek. Oyunu, Ziya Osman Saba’nın öykülerinden Hilmi Zafer Şahin oyunlaştırdı. İBB Şehir Tiyatroları’nda oyun değişikliği
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle