23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 ŞUBAT 2013 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI ‘Terk edilen kentler...’ A lpler’in Zürih Gölü’ne düşen yansıması beyaz kuğuların ağır hareketleriyle bozuluyor. Su yüzeyindeki manzarayı değiştiren kuğuları birkaç küçük ördek izliyor. Güneş göl kenarındaki yamaçların ardından yükseliyor. Sabahın ilk ışıkları kentin yüksek saat kulelerine vuruyor. Zürih Gölü’nü izlemek için günün en güzel saatleri başlıyor. Sert geçen kışa inat bugün hava açık. Gökyüzünün mavisi suyun yeşiliyle buluşuyor. Köpeğiyle yürüyüşe çıkan bir kadın ağır adımlarla önümden geçiyor. Oturduğum banktan Zürih Gölü’nü seyrediyorum. Burası kentin en sevdiğim köşesi. Fırsat buldukça kalabalıktan arınıp derin düşüncelere daldığım bir mekân. Bu sabah kahvemi göl kenarındaki bu sessiz parkta yudumluyorum. Bu kente son bir kez daha bakıp veda etmeden önce dört yıl yaşadığım İsviçre’yi düşünüyorum. 2009 yılının nisan ayıydı. Uzun yolculukların o zamanki durağı İsviçre olmuştu. Uçak Zürih Havaalanı’na yaklaşırken aşağıdaki küçük köyleri, ince yolları, nehir ve gölleri bütün detaylarıyla izliyordum. Birazdan İsviçre ile tanışacaktım. Heyecanlıydım. Yolunu yordamını bilmediğim bir ülkenin yeni misafirlerinden biri olmaya hazırlanıyordum. Bir an önce düzenimi kurup hayatın içine karışmanın derdindeydim. İsviçre hakkında okuduğum yazılar, dinlediğim öğütler, baktığım fotoğraflar kafamın içinde hareket halindeydi. Kentin dar kaldırımlı eski sokaklarına adım attığımda heyecanım artmıştı. Hayalimde canlandırdığım görüntü ile o gün karşılaştığım manzara bambaşkaydı. Havaalanından çıktığımda ünlü İsviçre kurallarının birkaçıyla yüz yüze geldim. Dört yıl süren maceramda İsviçre’yi ve onu oluşturan insanları yakından tanıma fırsatı buldum. Avrupa’nın ortasına sıkışmış bu küçük ülkeyi keşfetmenin değişik yolları vardı. Şehir rehberlerinin sayfalarıyla sınırlı kalmak yerine, sokakların cezbeden derinliklerinde kaybolmayı tercih ettim. İsviçre’yi ve insanlarını tanımaya başladıkça karşıma çıkan tablonun beklediğimden çok daha farklı olduğunu gördüm. Beni hâlâ şaşırtmaya devam eden bu huzur ülkesinde yaşamak keyifliydi. Fakat karmaşık ve alışması zor kuralları da vardı. Burada iç içe yaşayan farklı kültürlerin aslında birbirlerine ne kadar uzak olduğuna hayretle tanık oldum. Farklı dilleri konuşan, değişik mezheplerden, dışa kapalı, hatta kendi komşularına bile mesafeli İsviçrelilerin, dünyanın en zengin ülkelerinden birini nasıl yarattığının cevabını aradım. Ülkenin en kalabalık kenti Zürih’te yaşadım ama her fırsatta kendimi Alpler’in beyaz zirvelerinde, kanyonların ıssız ZÜRİH kayalıklarında, ormanların dar yollarında buldum. Sadece okuyarak değil gezerek ve sorarak bu kültürü oluşturan REMZİ GÖKDAĞ insanları anlamaya çalıştım. 2009’da başlayan keşfi henüz tamamlayamadan bu ülkeye veda etmeye hazırlanıyorum. Çok gezmenin kazandırdıkları kadar kaybettirdikleri de var. Bir kente alışmaya başlarken terk etmek bu kayıpların en büyüğü olsa gerek. Tercihlerimiz bizi zaman zaman değişik seçimler yapmaya zorluyor. Hiç beklemediğimiz bir anda kendimizi yeni bir düzen içinde bulabiliyoruz. Sahip olduğumuz hayatı riske atmadan yaşamak mı yoksa iflah olmayan bir merakla yeni dünyaların keşfine dalmak mı? Zürih’in sessiz bir parkında kahvemi yudumlarken bu soruların yanıtlarını düşünüyorum. Kent yeni bir güne daha uyanıyor. Göldeki beyaz kuğular çoktan gözden kayboldu. Parkta gezenlerin sayısı her geçen dakika artıyor. Tren istasyonlarındaki insanlar gidecekleri yerlere ulaşmanın telaşında. Onları uzaktan oturduğum banktan izliyorum. Hedefler farklı olsa da yolculuklar hayatımızın bir parçası. Kimi duraktaki kalabalık gibi sabah mesaisine yetişme peşinde, kimi uzun yolculukların arifesinde. Bir kenti terk ederken hissettiğim hüzün, yeni kentleri keşfetmenin büyüsüne karışıyor. Ufukta yine uzun bir yol, yine başka bir kent görünüyor. Bir yandan eşyalar toplanıyor, diğer yandan geride bırakılan dostlarla son yemekler yeniyor. Kente veda turlarında “Belki bir daha göremem” endişesi ise sürekli peşimizde. İsviçre’de yaşadığım süre içinde bu ülke beni hep şaşırttı. Avrupalı komşularının bile anlamakta zorlandığı bir ülkeyi, farklı uluslardan gelen yabancıların tanıyıp anlaması, anladığını anlatması kolay değil. Buna karşın yaşadığım ilginç olayları, bir kenara not düştüğüm izlenimlerimi zaman zaman bu sayfalardan aktarmaya çalıştım. Cumhuriyet’te İsviçre esintisine yer açan gazete çalışanlarına ve pazar günleri dünyanın farklı köşelerinden gönderilen ilginç izlenimleri okuyan siz okurlara Alpler’in en temiz havasını soluduğum ıssız zirvelerinden selam gönderiyorum. Farklı yolculuklarda, bilinmeyen duraklarda yollarımızın tekrar kesişmesi dileğiyle… remgok@gmail.com M arkette donmuş yiyeceklerin bulunduğu soğutucunun kapağını açıp balığa uzanınca oğlum tepki gösterdi. “Baba ne yapıyorsun ya, ona da at eti karıştırmışlardır.” Markasını yazmakta sakınca yok. Findus marka hazır lazanyanın kıymasına at eti karıştırıldığını bütün dünya duydu. Findus skandalı patlak verince, yetkililerin aklına geldi, diğer markaları da incelediler. Bu büyük Avrupa devinin yanı sıra yerli üreticilerin mallarında da at eti bulundu. Günlük yaşamın hızlı temposu yüzünden hazır yemek kıskacına sıkışmış zavallı insanlar ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu sistemde her türlü kötülüğü, sahtekârlığı, yolsuzluğu sürpriz saymadığımdan ortaya çıkan tablo beni şaşırtmadı. Zaten akşam yemeği için almak istediğim balık da Findus’un ürünüydü. Oğlumun bu markayı seçtiğim için tepki gösterdiği belliydi. “Oğlum balık alıyoruz, kıyma almıyoruz” dedim. “Armut dibine düşer” derler ya yanıt o frekanstan geldi: “Baba bunlar her şeyi yaparlar. Balık diye bize at eti bile yedirirler.” Sistemin kandırmaya, sahteciliğe açık olduğunu ironik bir dille anlatmış olması hoşuma gitti. Medyada günlerdir Her yanı mikrop sarmış yanıldınız. O da ticari partneri olan haber olan sahtecilik olayı çocukları da Hollanda’daki şirketle temasa geçiyor. uyandırdı. Haberin ayrıntıları küresel Hollanda’daki şirket ne yapıyor ekonominin nasıl işlediğini gözümüze dersiniz? O da bu karmaşık zincirin soktu doğrusu. Bu ayrıntıları belki son halkası olan Romanya’ya siparişi okumuşsunuzdur. Tekrar etmekte veriyor. Sipariş Romanya’dan at eti sakınca yok; çift dikiş olsun akılda olarak çıkıyor ama Metz kentine sığır eti kalsın. Findus 1941’de İsveç’te kurulan olarak geliyor. At eti nerede sığır etine bir marka. 1962’de Nestle’ye satılıyor. dönüşüyor, bu sihirbazlığı kim yapıyor 2006’da da bir İngiliz şirketi satın belli değil. Yani açıklamalara bakılacak alıyor. Dondurulmuş hazır yiyecek satan olursa belli değil. Findus’un şirket birçok ülkede üretim STOCKHOLM yöneticileri çok üzgün. yapıyor. Skandalla birlikte Denetim yapmadıkları için lazanyada kullanılan at özür üstüne özür diliyorlar. etinin Romanya’dan geldiği Aslında olay unutuldu bile, de ortaya çıktı. Bu et trafiği insanlar çaresizlikten ses oldukça ilginç. Örneklerden çıkarmıyor. Bir süre etli hazır biri şöyle: Fransa’nın OSMAN İKİZ kuzeyindeki Metz kentinde yiyecekleri almazlar sonra üretim yapan şirketin et yine başlarlar. Etli yiyecekleri gereksinimini Fransa’nın almasalar da kurtuluş yok. güneyindeki bir şirket karşılıyor. Günlerdir manşetten verilen haberler Comigel adlı bu şirketin hayvan üretim soluduğumuz hava dahil her tarafı çiftlikleri falan yok. Onlar da sipariş mikrop sardığını gösteriyor. Dagens gelince Kıbrıs’la temasa geçiyorlar. Nyheter gazetesi kahve otomatları, Ambargo uygulanan Kıbrıs’ın kuzey metro trenlerini ve marketlerdeki kesimiyle değil elbette. Kıbrıs’taki sepetleri inceletti. Stafilokok ve daha şirketin sipariş edilen eti gemilere bir sürü hastalık yapıcı mikroorganizma yükleyip gönderdiğini zannettiyseniz bulundu. Söz konusu yerlerin ya da alet edevatın yeterince temizlenmediği belli. Her taraf mikrop diye yazdı gazete. Ardından üniversitelerden açıklamalar gelmeye başladı. Özellikle meme ve prostat kanserinde patlama yaşanıyor. Uppsala Akademi Hastanesi’nin başhekimi Henrik Lindman, kanser vakalarının çoğalmasında yiyeceklerin rolüne dikkati çekiyor. Gazeteler yazıyor, uzmanlar aydınlatıyor ama değişen bir şey yok. Prof. Kenan Demirkol’un üzerine basa basa söylediği gibi sağlıklı beslenmek günümüzde ancak devletin müdahalesiyle sağlanabilir. Neyse, tıptaki gelişmeler tedavi olanaklarını artırdığından mikroplarla içli dışlı yaşasak bile hemen tahtalı köyü boylamıyoruz. Tersine bu olumsuz çevre koşullarına karşın ortalama yaşam süresi yükseliyor. Uzmanlara göre kendisine iyi bakanların 90100 yaşına kadar yaşaması işten bile değil. Dahası İsveçli tıp adamları artık yeni doğan çocuklar için 140 yıllık bir yaşam süresi öngörüyor. Tabii çevre daha fazla zehirlenmez, gıda üretiminde insan sağlığına zararlı maddeler ve yöntemler kullanılmazsa. osman.ikiz@tele2.se Orakçekiçsiz FKP “ Duyduk duymadık demeyin! FKP’nin (Fransız Komünist Partisi) son kongresinde parti kartlarındaki orakçekiç kaldırılmış... Gitti son komünistlik namusu da” mı dersiniz? Haberin bazı çevrelerde yarattığı infialı duyunca aklıma fettan Filistinli Dalilah’ın tuzağına düşen İsrailoğlu Samson’un trajik hikâyesi geldi. İnsanüstü kuvvetini doğumundan beri kesmediği saçlarına borçlu Samson erkek türüne has, ilkel zaafıyla sırrını Dalilah’a kaptırınca güç de elden gider, iktidar da... Köylünün orağıyla, işçinin çekicinin kesiştiği amblem de Samson’un saçları gibi uzun yıllar “Komünist” (!) âlemin ideoloji ve hayal gücünü besleyen kaynaklardan biriydi. Türk basınında FKP’yi “tekaütler kulübü” niteleyen kalemşorlardan “sosyal liberalizmin kuyrukçusu” gören MarksistLeninist mehdi adaylarına bir takım görevini başarmanın (!) huzuruyla uykularına rahatça devam edebilir. Ellerinden gelse FKP’yi ya toptan Gulag’a sürecekler ya da ak partilerinin ilerlemiş demokrasisinde bir güzel benzetecekler! Ne çareki FKP Fransa’da! Üstelik o heyula emperyalistkapitalist dünyada toplumsal tabanı nedeniyle Bu rakamların oy garantisi sözünü sazını dinletebilen olmadığını herkesten iyi bilen tek KP. Zira kendisi iktidar komünistler için tek pratik yol; ol(a)masa da “iktidar” demokrasi ve sosyal adalet düşürmeye, değiştirmeye kadir için mücadele eden, bu ihtiyacı tek KP. Nitekim bu güçten duyanın yanında olmak; karşı “bilumum” düşmanlar kadar olanlarla savaşmaktı. bazı uluslararası adaşlar da Kongrede yeniden ulusal rahatsız! FKP’nin 138 bin sekreter seçilen Pierre üyesi 13 Eylül’de başlayan Laurent, anaakım medya ile 710 Şubat’ta düzenlenen 36. sağlı sollu antikomünistlerin kongre ile noktalanan süreçte kongre etrafındaki tek ilgi “Humanifeste /İnsanlık alanı, orakçekiç konusuna Manifestosu” başlıklı ortak belgeler eşliğinde nezih bir temel metin ve mizahla açıklık partinin yeni PARİS getirdi. Resmi yayın tüzüğü belirledi. organı L’Humanité Bilebildiğimiz en ile parti kartlarında saydam yöntemle bir dönem kullanılan hücre kurullarından bu amblem, gazeteye ulusal kurultaya, ne 1920’de parti kongreye uzanan UĞUR HÜKÜM kurulduğunda, ne bir takvimde kominterm zoruyla, hazırlanan bu ne de Lenin’in metin sıfırdan son biçimine ölümüyle (Ocak 1924) değin herkese mal olmuş, en iliştirilmişti. Kasım 1924’te geniş onayı almış bir dünyaya gazetenin manşetine yerleşen bakış ve eylem programı, arma 2001’de kalkacaktı. Şu siyasi yol haritası. Tepeden anda üzerinde Avrupa Sol inme siyasetler yerine Partisi simgesini bulunan tabanının sesinin sentezi parti kartıysa Laurent’in yaklaşımı egemen kılınıyor. gösterdiği örneğe bakılırsa Yeni emperyalist öğelerin 1944 sonrasında bile yalnızca belirginleştiği, küreselleşen Fransa’nın ulusal renkleri kapitalizm koşullarında sınıf ‘mavibeyazkırmızı’yı savaşı gerçeği vurgulanarak taşıyordu. Lidere göre esas, “önce insan” ilkeli “yeni “Zaman içinde değişime nesil komünizm” stratejisinin açık simge ve söylemden temelleri atılıyordu. Kısa öteye önemli olan somut vadeli hedefler konup, mücadelemiz ve onun başarılması zorunlu aşamalar özüdür.” 2002’den beri belirleniyordu. FKP’nin ilk kez tek listeyle yapılan geleneksel sendikal ve sivil seçimler parti içinde son 11 toplum dinamizmi son yılların yılda görülmemiş bir birliktelik en üst noktalarına ulaşırken sergiliyordu. Kongreye Fransızlar nezdindeki kayıtlı 766 delegeden, mevcut güvenilirlik oranı yüzde 716 kişinin tümü oylamaya 5’lerden 35’lere yükseliyordu. katılmış, 92 çekimser/boş Adolf’un yazı masası, İ Eva’nın kol saati... oya karşılık 624 oyla ulusal konsey (eski merkez komitesi) seçilmişti. 34 kişilik yeni yürütme kurulunun 12’si ilk defa görev alırken yarısı kadın ve 40 yaşının altındaydı. Unutmadan ekleyelim, 59 ülkeden 94 yabancı konuk heyet arasında resmenTürkiye Kürdistanı’nı temsilen BDP ve eşbaşkanlarından Selahattin Demirtaş vardı. Demirtaş heyecanla izlenen ve çok alkışlanan konuşmasının okumalı kısmını Kürtçe, irticalen söylediklerini Türkçe yaptı. 4 gün boyunca tek Türk gazeteci sıfatıyla kongreyi izledim. Parti ve yayın sorumluları, teorisyenler, delegeler, taban militanları, muhalif seslerle konuştum. Daracık satırlarımızda iki kısa izlenimizi aktarmakla yetinelim. Ulusal yürütme komitesi uluslararası ilişkiler sorumlusuna, niye Türkiye’den yoldaşlarınız yok, diye sordum. Gülümseyerek “Bizi beğenmiyorlarmış” dedi. “Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış”... Deneyimli delegelerden biri tartışmalar sırasında eleştirel bir konuşma yaptı. Muhalifliğine dair sordum. Bilgece cevapladı: “Muhalefet ekilmeyen yerde demokrasi bitmez; demokrasinin yeşermediği topraklarda sosyal ilerleme, sosyalizm yetişmez. Sera sosyalizmlerinin ömrü kısa, ürünleri kof olur. Ancak insana mal olmuş komünizm çiçeği ilelebet açacaktır.” ugur.hukum@gmail.com kinci Dünya Savaşı’nın ördekler” tablosu müze bitiminden bugüne 68 yıl depolarında... Savaş bitiminde geçmesine karşın Hitler ve Bavyera’ya giren ve bu yandaşları bir türlü gündemden “kartal yuvası”na el koyan inmiyor. 30 Ocak Hitler’in başa Amerikan askerlerinin birçok geçişinin 80. yılıydı. Almanya eşyayı ülkesine götürdüğü 1933 seçimiyle bir Führer’e bilinmekte. Goebbels’in kavuşmuştu. İlk işi ideolojisine Avusturya’ya kaçırmak için karşı çıkabilecekleri ki son anda binin üzerinde antika bunlar aydınlardı toplama eşyayla doldurmuş olduğu ve kamplarına attırmak olur. Berchtesgaden istasyonunda Ardından sinagoglar yakılır, harekete hazır bekleyen iki edebiyatçılar, bilim adamları yük trenini Amerikalıların ele ülkeyi terk etmeye zorlanır; geçirdiği bilinir. Trenlerdeki savaş karşıtı kitaplar, profesör eşyaların değeri o günlerde ve öğrencilerin alkışlarıyla 600 milyon Rayh markı ateşlere atılır. Olup bitenlere olarak hesaplanmıştı. Bir süre toplumun büyük kısmı suspus önce Der Spiegel dergisinin kalır. Yahudi mallarına yazdığına göre müttefikler el konur, kaçamayan 6 savaşın hemen ardından, milyon Yahudi’nin sonu Nazilerin yeraltı ve yerüstü gaz odaları olur. Hitler ve depolarında beş milyona yakın şürekâsı Avusturya’ya el sanat eserini ortaya çıkarmıştı. koyar, Polonya’ya saldırır. Söylendiğine göre Hitler Avrupa’da 40 milyon insanın tümünü de savaştan sonra, ölümüne neden olan insanlık “memleketim” dediği Linz’de tarihinin en büyük savaşı niçin inşa edeceği Führer Müzesi’ne götürecekti! Müttefikler, bu Almanya’dan çıkmıştı? Hitler eserlerden bir kısmını üç yıl ve Nasyonal Sosyalistler niçin boyunca yapılan araştırmalar bu ülkede kısa sürede kabul sonunda ortaya çıkarılan görmüştü? Alman halkı 1933 sahiplerine geri vermiş, geri ile 1945 arasında yapılanlara niçin ses çıkarmamıştı? Naziler kalanını da Bavyera eyalet Alman toplumun başına gökten hükümetine teslim etmiştir. Günümüz Almanyasının ünlü zembille inmemiş, hiçbir şey müzelerinde Nazilerin 1933 aniden olmamıştı. Ülke o ile 1945 yılları arasında el günlere yirmi, otuz yılda adım koymuş olduğu sayısız Yahudi adım gelmişti. Alıştıra alıştıra. malı ve işgal etmiş oldukları 1920’lerin başında kapağı ülkelerden kaçırdığı değerli Münih’e atan Hitler hazıra eşyalarla paha biçilmez sanat konmuştu! Çünkü o dönemde eserleri sergilenmiyor, hâlâ Almanya’da birilerine depolarda bekletiliyor. Savaş bir “Hitler” gerekliydi. sonunda ele geçen sanat Bizim bu ülkede eserlerinin çoğu o yaşadıklarımız STUTTGART yıllarda Münih’e 1933’ten 80 yıl sonra götürülmüştü. Kentin birilerinin Nazileri ünlü Pinakothek hâlâ unutamadığının Müzesi’ndeki açık kanıtı! çok ilginç kişisel Ancak kimileri eşyaların arasında var ki, sadece o AHMET ARPAD Hitler’in dostu Eva “önder”in peşinden Braun’a doğum gitmeye devam günü hediyesi etmiyor, Nazi gümüş kol saati, Hermann kalıtlarını elde etmek için Göring’in platin kravat büyük paralar da yatırıyor. Bu iğnesi, altın kol düğmeleri, gibileri Silahlanma Bakanı altın şampanya kadehleri Albert Speer’in Nürnberg de var. Bavyera eyaletinin Mahkemesi’nde yargılanırken tablo koleksiyonunda aldığı iki sayfalık notlara 10 Nazilerden kalmış 4 bin bin doları rahatça verebiliyor. 400 tablo ve 770 heykel Auschwitz Kampı’nda neredeyse 70 yıldır sahiplerine ölümcül deneyler yapan Josef geri verilmeyi bekliyor! Mengele’nin günlüklerine Göring’in koleksiyonundan 300 bin doları gözünü kalma bir taban halısı bugün kırpmadan ödeyen de var! başbakanlığı süslüyor. Aynı Hitler’in Propaganda Bakanı koleksiyondan bir duvar halısı Goebbels’in yazdığı sayısız BonnPetersberg’deki devlet mektubun, kartpostalın, şiirin konukevinde asılı. Nasyonal piyasa değeri bilinmiyor. sosyalist antika hırsızı Hans Nazi “babaları”ndan Posse’nin deposunda ele günümüze kalan ilginç geçirilmiş olan tarihi bir yazı eşyalara özellikle ABD masası da cumhurbaşkanının piyasasında rastlanıyor! Son Berlin’deki çalışma ofisinde yıllarda Rus zenginlerinin de kullanılıyor! Birileri bu pazara girdiği söyleniyor! hesaplamış, Almanya’nın 1938’de Almanya müttefik çeşitli müze depolarında güçlerle Münih Sözleşmesi’ni bekleyen eserlerin kime ait imzalarken kullanılan olduğunu ortaya çıkarmak yazı takımları, Hitler’in için yapılacak çalışmalar Berchtesgaden Tepeleri’ndeki bugünkü hızla sürdürülürse “kartal yuvası” karargâhında en son eser 2585 yılında duran yazı masası, salonunda sahibinin mirasçısına teslim asılı olduğu bilinen ve edilebilirmiş! Dachau Toplama Kampı komutanlığının hediyesi, “Göl üzerinde uçan www.ahmetarpad.de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle