19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 OCAK 2013 CUMARTESİ 14 Duydunuz mu, Atatürk Irkçıymış... Gazeteciyazar olduğu iddia edilen birisi, “Atatürk ırkçıydı” demiş, “Bu yüzden zamanında insanların kafatası bile ölçülmüştür”. Bu zırvayı, daha önce parlatılmış bir medyacı da gündeme taşımış, “kafatasçılık” diye nitelediği bilimsel çalışmaları, sinsi sinsi yürüttüğü Atatürk’ü ve Cumhuriyeti karalama kampanyasına alet etmişti. Bir insanın o dönemde yapılan bilimsel çalışmalara “kafatasçı” diyebilmesi için “kafa”sından bir sorunu olması gerekir. Çünkü, “insanbilim” olarak tanımlanan “antropoloji” adında bir bilim dalı vardır. Antropologlar, toplumları, kültürleri, insan kalıntılarını ve fiziksel, biyolojik yapılarını incelerler. İnsanın iskelet, kafatası gibi fiziki yapısını araştırırlar ve insanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasına yardımcı olurlar. Örneğin, bu dalda önemli araştırmalar yapmış Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu önce tıp okumuş, ardından Fransa’da tıp ve antropoloji uzmanlığı yapmış, Sorbon Üniversitesi’nde antropoloji okulundan mezun olmuştur. Atatürk’ün isteği üzerine Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde antropoloji profesörü olarak görevlendirilmiştir. Antropoloji alanında uluslararası düzeyde kabul görmüş, Paris ve Roma antropoloji cemiyetleri ile Alman Arkeoloji Enstitüsü asli ve Floransa Antropoloji Cemiyeti muhabir üyesi olmuştur. Ayrıca, Prehistorya ve Pretohistorya Bilimler ile Antropoloji ve Etnoloji Bilimleri uluslararası kongrelerinin konsey üyeliğinde de bulunmuştur. Şevket Aziz Kansu, Alacahöyük’te bulunan iskeletlerin antropolojik incelemesini de yapmıştır, kız ve erkek Türk çocukları üzerinde antropometrik araştırmalar da... Afyonkarahisar’da çıkarılan bakır çağı ve Hitit döneminden kalma iskeletler üzerinde de çalışmıştır; Anadolu ırk tarihi üzerinde de, Van Tilkitepe kazısında bulunan kemikler üzerinde de, Eskişehir Yazılıkaya’daki kazıda çıkarılan Frig çağına ait kafa üzerinde de... Türkiye’de antropoloji bilimini kuran, geliştiren, Anadolu topraklarında tarih boyunca yaşamış insan topluluklarına ilişkin verileri bilimsel yöntemlerle inceleyen insanları ve onların yetişmesi için olanaklar sunan Atatürk’ü “kafatasçı”lıkla suçlamak insafsızlıktan öte kötü niyettir, kör cahilliktir, hatta kafasızlıktır. Ayrıştırmaya kredi yok CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç ile partinin Kürt sorunu konusundaki tutumunu görüştük. Recep Tayyip Erdoğan’a güvenmediklerini açık seçik ifade etti: “Başbakan’ın bu tür dönemleri kendi yakın dönem siyasi çıkarlarına dönük kullandığına tanık olduk. Topluma verilen umut, daha sonrasında artarak geri dönen çatışmayla sonuçlandı. CHP’nin barış süreci önünde engelmiş gibi gösterilen algıyı kırmak istedik. Çözüm süreci yaşanırsa bundan mutluluk duyacağımızı söyledik. Ama bu tür görüşmelerin gizli kapaklı, kapalı kapılar arkasında yapılmamasını ifade ettik ve Başbakan ile yardımcılarının sürekli televizyonlarda ifade ettikleri gibi ‘Biz görüşmüyoruz, devlet görüşüyor’ mantığının ters işlediğini söyledik. Devlet kendileri, 10 yıldır da iktidardalar.” Koç’a, CHP’nin AKP iktidarına kredi açarken öne sürdüğü ilkeler arasında “ulusal birlik” koşulunun yer almadığını anımsattık. Hem siyasal hem de toplumsal mutabakat zemininde çözüm yolları aranmasını istediklerini kaydeden Koç, şimdiye değin dile getirmedikleri bir ayrıntıyı açıkladı: “Birlikte yaşama irademizi koruyacak her türlü siyasal ve toplumsal mutabakat zeminine hazırız. Ama bizi birbirimizden ayrıştıracak ve bu yönde önkoşullu olarak süreci işletecek her türlü girişime karşıyız.” Birand ve Medya Hastalıkları Çocukken lunaparktaki aynalı odalarda kendimizi seyrederken ne eğlenirdik. Büyüdükçe iş değişti. Bazılarının kendilerini dev aynasında görme alışkanlığı edindiklerini gördük. İşin fenası bizim gazetecilik mesleğindeki arkadaşlar da bu konuda siyasetçilerden aşağı kalmıyorlardı. Zaman içinde daha dün yerdiğini bugün öven ya da tersini rahatlıkla yapabilen karakterlerle dolu olduğunu fark ettik etrafımızın. Bu kadar çok narsist nasıl bir araya gelmişti? Nedense hele hele de televizyonlar devreye girdikten sonra, bu yapıdaki insanları daha da fazla çeker oldu bizim meslek. Bugün toprağa verdiğimiz Mehmet Ali Birand, tanıdığım kadarıyla yukarıdaki fotoğrafa hiçbir zaman girmedi. “Kasıntı” kelimesi onun semtine uğramadı. Kişilik sorunu olmayan bir “haberci”ydi, bunun olağanüstü keyfini sürdü. Ezmek, sövmek, intikam almak gibi ilkel duygulardan çok uzaktı Birand. Evlilikte doğru eşi seçmiş olmasının da eriştiği konuma gelmesinde olumlu etken olduğunu düşünürüm. Arkadan iş çevirmek, ayak kaydırmak gibi işlerle hiç uğraşmadı. Kafayı başarılı gazetecilik projelerine imza atmaya yordu. Kendi özgüvenini ve haber hırsını tüm çalıştığı ekibe geçirebilmesi de büyük başarıdır. Onun strateji kurduğu alanların başında kuşkusuz 32. Gün’ün 1983’ten itibaren başlayan bir süreçte devletin televizyonu TRT’ye kabul ettirilmesi gelir. O macerada ufak bir rolüm olduğu için kendime pay çıkarmasam da mutluyum. Birand’a karşı yürütülen hiçbir kampanyaya, ne TRT bağlamındakine ne de Şemdin Sakık’ın ihbar listesi birlikte çalıştığımız gazeteye ulaştığındaki saçma sapan suçlamalara itibar ettim. HHH Brükselli yıllarda Birand’ı “görülen geçmiş zaman kipi”nde anlatacak kadar iyi tanıdım. O nedenle mişli muşlu “rivayet” kipine itibar etmem. Onun “Bir Pazar Hikâyesi: TürkiyeAET İlişkileri” kitabı olmasaydı Brüksel’e uyum sağlamak o kadar kolay gerçekleşmezdi. NATO koridorları, AB basın salonu, BrükselStrazburg tren seyahatleri onun enerjisiyle keyifliydi. Birand genç insanlara inisiyatif verir ve güvenirdi. Bir gün yine Brüksel’deyiz, telefon etti. Yerel haberlerde asistanlığını yapan Sıtkı Uluç’u o sırada Brüksel temsilcisi olduğum Akajans transfer etmiş. “Bana çabuk birini bul” dedi. Ahmet Sever’in Dışişleri sınavına girmekten vazgeçip gazeteciliğe ilk adımını atması da böyle oldu... Birand’ı ölümünün ardından yayımlanan 32. Gün’ün 25’inci yılı için yapılan programın tekrarında izledim. “Bugün neden 32. Gün gibi program yapılmıyor?” sorusuna verdiği “çünkü hiçbir kanal o bütçeyi ödemez” yanıtını lütfen bir kenara yazın. Bizi stüdyo konuklu ucuz programlara mahkum eden yeni düzenden o da şikâyetçiydi. Yıl 1985’ti ve biz o günün konjonktürünün yardımı, iktidarın da arkasında durmasıyla Türkiye’yi dış dünyaya açmakta 32. Gün gibi kaliteli bir araca sahiptik. Hakkını helal et Birand. PKK yöneticisi Sakine Cansız’ın evine taziye ziyaretine giden CHP Tunceli milletvekili seçtirilen Hüseyin Aygün, aynı günlerde, sosyal paylaşım sitelerinde Diro Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı kitabına ilişkin duygularını paylaştı: “Roman, geçen yüzyılın bu yıllarında Ege’de Rumlara İyi de... yapılan etnik temizliği anlatıyor.” Yani Hüseyin Aygün’e göre biz Ulusal Kurtuluş Savaşı filan vermemişiz, Rumları kesmişiz! Aygün’ün işi gücü, görevi; bu garip sayıklamaları dillendirmek... Biliyoruz artık ama bilmeyenler de var galiba. Örneğin, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na, Aygün’ün Cansız’ın taziyesine gitmesine tepkisini sormuşlar, “Bir siyasi parti üyesinin koyulan kural ve ilkelere özenle uyması lazım” demiş. İyi de Hüseyin Aygün’ü Tunceli’den CHP milletvekili yaparken onun değil CHP üyesi, CHP’ye yakınlık bile duymadığını bilmiyor muydu? Eğitimİş Sendikası bu gün Tand Meydanı’nda olacak. oğan Medrese eğitimi ile ort açağ için, öğretmenlere bask karanlığına sürüklenmemek ALO 147 telefon ihbarl ı ve şiddetin durması için, arıyla eğitimcilere soruş tur açılmaması için, atana mayan öğretmenler için ma , Cumhuriyetin Eğitimİş, tüm eğitimcile geleceği için... ri yanında görmek istiyo r... Eğitimci mitingi Barış Sınavları SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Yeni umutlarla başlatılan barış girişimini Paris’teki üçlü cinayetle sekteye uğratmaya çalıştılar. Öldürülen PKK’lilerin cenaze töreniyle ilgili geçilmesi gereken sınav ise önümüzdeydi. Barışın gelmesini istemeyen gruplar cenaze töreninden ikinci bir Habur çıkartarak ortamı ele mi geçireceklerdi, yoksa bu kez barış umutları o kadar kolay dinamitlenemeyecek miydi? Her türlü provokasyona ve oyuna karşı hazırlıklı ve temkinli olmak gerekiyordu. Çünkü bu kez barış yolu kolay kolay çıkmaza sokulmamalıydı. Barış, herkes tarafından aynı şiddetiyle istenmeli ve bu gösterilmeliydi. Bu şekilde bizi her seferinde çatışmanın, savaşın kucağına düşüren çelmeler boşa çıkacak, barış belki de bir halk iradesi olarak dile gelecekti. Ve umut edilen oldu. Cenaze törenlerine katılanların üzerinde, Paris’te öldürülen üç kadının yasını temsil eden siyah kıyafetler ve barış umudunu simgeleyen yazma ve atkılar vardı ve bir de soğukkanlılık hırkası ile sorumluluk şapkası. Bu kez hayal kırıklığı yaşanmadı. Bundan sonra yapılacak olan da aynısıdır; silahların, öfke ve intikam duygusunun, barışın ve siyasetin dilini kesmesine izin vermemek. Annelik, Ev Hanımlığı ve Çalışma Hayatında Kadınlar Annelik ve ev hanımlığı; her ikisi de pek tabii ki özveriyle yapılması gereken ve bazı açılardan kutsal kabul edebileceğimiz görevler. Bununla birlikte kadınların birincil görevlerinin bunlar olduğunu, hele hele evlerinde oturup sadece annelik ve ev hanımlığı “fıtri rolünü” hayata geçirmelerinin, dışarıdaki iş yaşamından onları tamamen soyutlamanın doğru olacağı fikrini savunmak ne kadar hoş karşılanabilir... Bununla da kalmıyor Ali Bulaç’ın tezleri; kadın cinayetlerinin çıkış noktasını da liberal kapitalist düzen aracılığıyla kadının bu yaradılıştan gelen rolünü unutması ve erkeklerle eşit biçimde iş yaşamına atılmaya çalışması olarak gösteriyor. Ona göre, kadınların kamusal alana çıkmak istemesi modern bir tecrübe arayışından ibaret ve bu modern tecrübeyi ısrarla tatmak isteyen kadınlar yedikleri acı meyvenin sonuçlarına katlanmak zorunda. Tercüme edecek olursak katlanılması gereken sonuç, dayaktan başlayıp ölüme kadar varan şiddet gösterileri. Bulaç’ın öne sürdüğü görüşün doğru olabileceğini, yani kadınların var olan kapitalist düzene ayak uydurarak evin dışına çıkmasının, erkeğin kadına yönelik gösterdiği şiddetin temel gerekçesi olduğunu bir anlık da olsa kabul edelim. Bu durumda kadınları evlerine geri göndermeye çalışmak yerine, örneğin, erkeklerin çalışan kadın/eş görüntüsünü kolay kolay kabul edememelerinin altında yatan hakiki sebepler üzerine düşünmek, söz konusu erkek algısının zamanla değiştiğini görmek ve bu değişimi hızlandırmak için yapılması gerekenleri belirlemek daha doğru olmaz mıydı? “Dış dünyada kendine yer edinen kadın” görüntüsünün toplumsal kabulünün nasıl gerçekleşeceği üzerine yoğunlaşmak gerekmez miydi? Kadınların kamusal alana adım atarken, aynı anda annelik ve ev hanımlığı rollerinin de üstesinden gelebilecekleri üzerine çıkarımlarda bulunmak… Bu yolla kadın cinayetlerinin durdurulmasına gerçek anlamda katkı sağlayabilecek görüş ve yaklaşımlara imza atmaya çalışmak daha bilimsel ve insancıl olmaz mıydı? Ülkemizin yaşadığımız çağda başına gelen, daha doğrusu cehaletin hâkim olduğu topluluklar tarafından başına getirilen en feci sorunlardan biri olan kadına yönelik şiddetin, bir köşe yazarı, hayatını düşünme ve yazma eylemleri üzerine kurmuş bir insan tarafından kınanması yerine, sosyolojik jargon aracılığıyla meşru gösterilmeye çalışılması söz konusu kadına şiddet olayları kadar acıdır. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Birand’a Veda Kendine has, samimi duruşunu, yaşama karşı tutturduğu esprili ve gülen bakışını ve usta gazeteci kimliğini de yanına alıp beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılan Mehmet Ali Birand’a Tanrı’dan rahmet, başta ailesi ve Türk basınına ve ülkemize baş sağlığı diliyorum. [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Hindistan 1 cevizi kabu 2 ğundan ya da abanoz 3 dan yapıl 4 mış dilen 5 ci çanağı... 6 Böreği, çi 7 çeği ve terazisi vardır. 2/ 8 Oyunda ce 9 zalı çocuk... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yüksek makam1 E K İ N A Z Y A daki devlet adamU R A ları. 3/ Tekir cin 2 R E K A T İ K ON sinden bir balık. 3 G R İ L I S L AMA 4/ Çin müziğine 4 E K A N özgü bir tür flüt... 5 N E S N E L N Ü R E N E Müslümanlık 6 ta mezhep kuran 7 K E R P E T E N T O S kimse. 5/ Sakar 8 E Z G İ N ya iline özgü bir 9 K Ü N T A T U tür tatlı... 1954’te Metin Toker tarafından yayımlanan haftalık haber dergisi. 6/ Şairin kişisel duygularını tutkuyla dile getirdiği şiir türü... Doku teli. 7/ Gönül alıcı davranış. 8/ Nazi partisinin hücum kıtasını simgeleyen harfler... İsyankâr... Kale hendeği. 9/ Felsefede, nesnel gerçekliğin temel özelliklerini yansıtan kavramların her biri... Kaba bir mizah anlayışına dayanan oyun türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Sütle yapılan bir tatlı... Kenar süsü. 2/ Nine... “Erkekler” anlamında eski sözcük. 3/ Kaplamacılıkta kullanılan ince tahta. 4/ Yapısına girdiği sözcüğe “iki, çift” anlamı katan yabancı önek... Cemaate namaz kıldıran kimse. 5/ Memelilerde protein metabolizmasının son ürünü olan ve idrarla dışarı atılan azotlu bileşik... Yankı. 6/ Eski Yunan’da lir eşliğinde söylenen şiir... Siirt ilinde bir kaplıca. 7/ Orhan Kemal’in bir romanı. 8/ Suudi Arabistan’ın plaka imi... Hatay ilinde bir ırmak.... Tümör. 9/ Kategori, grup... İran asıllı bir kavim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle