23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 AĞUSTOS 2012 PERŞEMBE 2 diyorum. Yoksa ben de Silivri’lerde olur muydum? Ben de “Suçumu söyleyin, ne yaptım ben” diye OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Son Ders: Suriye! Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini değiştirmeyi amaçlayan iç politika adımlarının bir sonucu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisizleştirilmesi, iktidarda kalmanın belki artık tek yolu olan, “kör parmağım gözüne”, bir ülkeye bağımlılık, Türkiye Cumhuriyeti’ni son derse sokmuştur. Süha UMAR Emekli Büyükelçi on dersteyiz. Zil çaldığında, “Harç bitti yapı paydos!” Zilin çalmasına da çok kalmadı. Suriye konusunda bence çok bile yazıldı ve konuşuldu. Bunca söze gerek yoktu. Fotoğraf daha başından beri netti. Bizi yönettiklerini, dış politika uleması olduklarını düşünenler görmemekte direndiler. Daha da kötüsü, Barbara Tuchmann’ın “Eşeklik Yürüyüşü” adı ile Türkçeye çevrilen yapıtındaki örnekler gibi, gördüklerini değil görmek istediklerini gördüklerini varsayıp, hepimizin de böyle yapmamızı beklediler. Ama artık yürüyüşün de sonuna gelindiği anlaşılıyor. ABD’nin, AB’nin, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı değiştirmek istediğini, İsrail’in akıl hocalığı yaptığını bilmeyen mi vardı? Ya Büyük Kürdistan’ın kurulma planlarını? Büyük Kürdistan nasıl kurulacaktı? Irak parçalanmadan olacak iş değildi. Sonradan CIA Başkanı olan ABD AKKA Heyet Dokunan Yanıyor! Şimdi aklımdaydı. Nereye gitti birden, dedim. Makine önümdeydi. “Onu” yazacaktım. O ne miydi? İşte o da aklımdan çıkmış!.. Niye bu sersemlik, niye bir anda bu şaşkınlık? Sorun neydi, konu neydi? Uçmuş gitmiş hepsi!.. Şimdi gel de yazını yaz! Yaşlılık diyeceksiniz!.. Baktın ki yürümüyor, bırak gitsin! Yarım yüzyıl daktilo başında saatler geçirdiğini unutma!.. Belki daha da çok!.. ??? Belleğin oyunu desek! Tutamıyorsun, yakaladığın o giriş sözcüğünü. Bir sözcük demeyin. Her şey onunla başlar, onunla biter... Dağlarca’nın “Bana bir sözcük ver sana bir şiir yazayım” sözünü anımsadım. Oh, öyle çok konu var ki yazılmayı bekleyen? Konu önemli değil, konusuz da yazabilirsin işin ustasıysan! Ne yazarsın, onu okurlar düşünsün? ??? İyi ki genç değilim, bağıranlardan! Yüzlerce genç tutukevlerinde aylardır. Yetmezmiş gibi binlerce askerin, sivilin de özgürlüklerinden koparılması! Sonu neye varacak bir yargılanma sürecinin içinde! Yargıdır bu işleri çözümleyecek. Ama yargının bir karara varması yıllar sürüyor! Sen suçsuzken suçlanıyorsun, “Haydi kendini akla” diyorlar; neyi, nasıl aklayacaksın? Ne olmuş, ne bitmiş ki sen suçlu sayılmışsın! ??? Durup dururken yine siyasi konulara girdik! İnsanoğlunu ilgilendiren durumlar siyaset midir? Oysa siyaset bambaşka bir şeydir. Yorumunu yapmak olanaksız! Herkese, her kafaya göre değişik bir şey! Tehlikeli, “Dokunan yanar” dediği gibi tutuklu genç gazetecinin! ??? İşte bir yazı daha bitiyor! Ne yazsak boş, dersin, daktiloyu kapatırsın! Anlayan anlar, anlamayansa kendi derdine yansın, der geçersin.. geçebilirsen! S Başkanı James (Jim) Woolsey, 1990 Temmuzda Viyana’da bana bile, “Kürtleri ayaklandırıp Saddam’ı düşürmek” fikrini açtığında, sadece sohbet mi ediyordu sanıyorsunuz? Peki, Kuzey Irak’ta yerlerde sürünen, binyıllardır her fırsatta birbirini boğazlayan iki Kürt aşiretini birleştiren, onları, Güneydoğu Anadolu’da servetine servet katmak için her yola başvurmaya hazır üç beş aşiret ağasının arkasında durup, çoğu halde yasalara aykırı, hatta BM kararlarını ihlal eden sahte belgelerle ticareti destekleyerek zengin eden biz değil miyiz? Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Barzani “Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi” başkanı nasıl oldu? Bu yönetim nasıl ortaya çıktı? Erbil’de konsolosluk açarak kırmızı çizgimizi mi çiziyorduk? Çekiç Güç bizim altımızı hatta Türkiye topraklarında bile oyan etkinliğini sürdürsün diye bir dönem üç beş sınır ötesi harekâta göz yuman ABD, Irak’a girince, Bremmer döneminde Türk askerinin, neden Irak’ta konuşlanacak güçlere katılmasını istemedi? Tam bu karar alınacakken Bağdat büyükelçiliğimizi kim, ne için bombaladı? Özal hükümeti, Kuzey Irak’ta nasıl bir Kürt devletinin tohumlarının atılmasına, serpilip gelişmesine destek oldu ise AKP’nin dış politikası da bugün aynı sonuca Kuzey Suriye’de yol açtı. Üstelik bu kez, hele Türkiye gibi bir ülkenin hiç yapmaması gereken biçimde sırça köşkte oturan başkasına taş atmamalıdırmuhaliflere kucak açarak, onlara iddialara bakılırsa, silah yardımı bile yaparak bu ülkenin parçalanmasına varabilecek yola girmesine yardımcı oldu. Bu gelişmenin en çok İsrail’in işine yarayacağını, “One Minute”, “Mavi Marmara” politikalarının yaratıcıları bilemediler mi? Ya PKK’ye karşı işbirliği gerekçesi ile, kendi yaşamsal çıkarımıza aykırı olmasına karşın, İran’ın nükleer yeteneğini ve ihtirasını geliştirmesine destek vermedik mi? Peki Suriye’nin bölgedeki en yakın müttefiki İran değil mi? Suriye politikamıza karşın İran’la nasıl işbirliği yapacaktık? Suriye’nin ayrılan bölümünün yeni bir Kürt entitesine teslim edilmesini sağlamak da amaçlarımız arasında mıydı? Bunca başarı(!) dış politika enstitülerinde “örnek olay” olarak okutulmalıdır. Sayın Davutoğlu’nun artık üst üste ters yumruk alıp “kroke olmuş boksör” gibi, ne yaptığını ne dediğini bilmeyen girişimlerinin son örnek Kuzey Irak seyahati ve sadece Irak merkezi yönetiminin tepkisi değil, kaçıncı kez ayağına gidip konuştuğu Barzani’nin, saklamaya bile gerek görmediği ikiyüzlü tavrı ve AKP ileri gelenlerinin durmaksızın ettikleri anlamı olmayan sözlerinin artık hiçbir ağırlığı yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini değiştirmeyi amaçlayan iç politika adımlarının bir sonucu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisizleştirilmesi, iktidarda kalmanın belki artık tek yolu olan, “kör parmağım gözüne”, bir ülkeye bağımlılık, Türkiye Cumhuriyeti’ni son derse sokmuştur. Ders Suriye ile başlamış, Şemdinli saldırısı ile yepyeni bir görüntü kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en önemli ve yaşamsal saldırısına fiilen de uğramıştır. Ve bu saldırı günlerdir püskürtülememektedir. HakkâriŞemdinli’nin anlamı budur. AKP hükümetinin 2002 yılından bugüne izlediği iç ve dış politika bunlar birbirinin tamamlayıcısıdırülkeyi uçurumun eşiğine getirmiştir. “Oyun kurucu”, “dünyaya şekil veren”, “güçlü”, “Yeni Osmanlı”cı Türkiye rüyası yine bir Arap (Suriye) çölünde son bulmuştur. Dünyaya ve mazlum milletlere onyıllarca örnek olmuş Türkiye Cumhuriyeti, Şemdinli dağlarında, geçmişte terörle başarılı bir mücadele veren komutanları şimdi “terör örgütü üyesi olmak!” suçlaması ile hapse atılmış, bu nedenle “Mustafa Muğlalı” psikolojisine sokulan Silahlı Kuvvetleri ile yaşam savaşı vermektedir. Ben de Yalnız Ağlarım... Kasabanın bandosu geçti önümüzden... Davulu yine en şişmana vermişler... Çoğunluk neyin kutlandığını bile bilmiyor... Sadece iki kelime birisinin dilinde: “Düşmanı göndermişler...” ? Piyangocu aynı köşede... Şans dağıtıyor otuz senedir... Bir gözü kör... Kuş çarpmış... O kadar uçacak yer varken, kuş sen git şans dağıtıcısının gözüne gir... ? Limandaki gezi teknelerinden gelen müzik sesleri bandonun sesine karışıyor... Herkes oynuyor, üstelik geminin güvertesinde... Roman havası: “Çarşıdan aldım kestane...” ? Şu alakasız yere kondurdukları çirkin büfe... Önünde gazeteler asılı, tepeden tırnağa, renk renk... Halep’te neler olduğu var dört sütuna... Şam’da neler olduğu var... Bağdat’ta ne olup bittiği var... Gazze’de neler olmuş var... Ama Şemdinli’de neler olduğu yok... Suriye’den gelen sığınmacılar klima isterken, Şemdinli’de PKK’nin işgal ettiği yerlerden kaçan köylülerin aç ve susuz kaldığını yazarlarsa, imam kızar çünkü... ? Bomba sesleri buralardan duyulmuyor ne de olsa... Kurşunlar geçmiyor başımızın üzerinden... Kaldırımlar mayınsız... Şu kahvehanenin televizyonunda sabah sabah “yıldız ülkeden” söz eden adamın yüzüne birkaç damla kan sıçramış değil... ? Ne diyordu adamım: “Düşmanı göndermişler.” Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bilmediği gibi, nasıl yıkıldığının da farkında değiller... ? Hani kurgu filmlerde, bedeni parçalandıkça kahkaha atan yaratık gibi millet... ? Sanki bir başka ülkenin altını üstüne getirdiler... Şu ülkenin içine düştüğü bataklık, şu yıkım, şu parçalanma, şu yuvarlanış, şu lime lime ediliş... İnsan başını kaldırıp bakar... Dizine vurur insan... Artık görür... Anlar... Fark eder... Yanar... Bağırır... Çağırır... Ağlar... Biraz olsun içi yanar ve sorar: “Peki, nereden geliyor şu tabutlar?..” ? Geceleri sancılarım tutuyor... Kıyıdaki kayalıklara, martılara, kumlara, çakıl taşlarına yakınırım... Dolunay olsun... Bir gece sabaha karşı, derdimi aya da anlatacağım... Olmadı... Ben de yalnız ağlarım... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle