20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 AĞUSTOS 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Alevi yurttaşların inanç özgürlüğü Uma Uma, Döndük Muma Beceriksizlikte Israr KONJONKTÜR, iflas ve çöküş dönemine girmekte olan AKP iktidarının karşısına dinamik bir tutumla çıkmaya çok elverişliyken CHP’deki coşku eksikliği şaşırtıcı değil mi? Başkanla danışmalarının görüşlerine uygun olarak oluşturulan yeni parti meclisi ve MYK bazı yorumcularca umut verici sayılsa da artık iktidara çok susamış olması gereken bir ana muhalefet partisinin muhtaç olduğu coşkulu kampanya gücünün bu organların içinden çıkabileceği beklenemez. Dolayısıyla, parti meclisinde ve MYK’deki kadroya parti içindeki yönetim ve denge hesaplarının zorunlu kıldığı bir sonuç olarak bakmak ama bir genel seçim için hazırlanacak strateji saptanıp propagandacı ekipler seçilirken bambaşka gözlükler kullanmak gerekecek galiba. Genel başkan ve yakın çevresinin becerikli ekip kurma yeteneklerine bu bakımdan fazla güvenmek yanıltıcı olabilir. Örnekler ortada. on kurultay bugünün Türkiyesi’nde halk yığınlarının önüne nasıl bir ekonomik ve sosyal politika vaadiyle çıkmak gerektiği konusunda açık seçik ve somut bir izlenim vermedi. Parti programı ya da “sosyal demokrasi” gibi soyut laflar yetmez. İşsizliğin kol gezmeye devam ettiği bir ortamda insanların önüne sosyal demokratların alışılmış yufka yürekli edilginliğiyle çıkmak oy getirmez. Kaynakları iyi belirlenmiş kamu yatırımlarıyla yeni devletçiliğin adımlarını atmak ve karma ekonominin çağdaş örneklerini göstermek gerekiyor. Parti, aslında bu alanda yararlı olabilecek hem genç hem de deneyimli insanlardan yoksun sayılmaz. Onların bugünkü organlara seçilmemiş ve sorumluluk verilmeye layık görülmemiş olmaları yoklukları anlamına gelmez ve seçim öncesi çalışmalar onların var olduğunu ortaya koymak için iyi bir fırsat olabilir. Kısacası, CHP bir yandan cumhuriyetin tek ve gerçek savunucusu olma iddiasını sürdürüp birlikteliklerden uzak dururken bir yandan da iktidar olma becerisizliğinde ısrar etmekle siyasal parti değil de neredeyse “sivil toplum örgütü”ymüş gibi bir izlenim veriyor. Aslında, her bu iki tür de cumhuriyet konusunda siyasal sözler etmekte ama siyasetin özü olan iktidar mücadelesine yan çizmekte. Anayasada zaten var olan inançlara ilişkin haklar Alevilere ivedi olarak tanınmalıdır. Alevilerin yurtsever temsilcileri, on yıllardır büyük bir sabırla Alevi toplumunun haklı istemlerini dillendirmektedir. Bu haklı talepler artık geciktirilmeden tüm siyasi partilerin gündemine alınmalı ve parlamento tarafından yasal bir güvenceye kavuşturulmalıdır. Prof. Dr. Hakkı KESKİN Siyasal Bilimci na ve cemevi görevlilerinin tayinine kadar, gerekli yetkilerle donatılmalıdır. Ayrıca, Alevi inancına sahip din adamlarının yetiştirilmesi için ilahiyat fakültelerinde bölümler açılmalıdır. Sevgi ÖZEL ilivri’ye geç gidebildiğim için utanıyorum. Denizin az ötesinde, adaletin çölleştiği yerde dostlarıma el salladım, ses verdim, mutluyum ama böyle bir dönemin tanığı olduğum için utanıyorum. Bunca üniversitenin, basın yayın organının, sanatçının, bilimcinin söz ve davranışlarının, “sözde” kalmasından, bayağılaşmasından utanıyorum. Savaşımı bırakmayan hukukçuları selamlıyor; sözde hukukçuların dilinin nereye kaçtığını merak ediyor; üniversitenin susturulmasına baş sallayanlarla aynı havayı solumaktan utanç duyuyorum. Hukuk, “muş” gibi olduğunda, tüm kurallar, tüm yasalar, tüm ilişkiler, özgürlük, “mış/miş/müş” olur; bir gün herkesin özgürlüğüne inen baltaya dönüşür; özgürlüğü budanan insanın da balta sapından farkı kalmaz. Hukukçu hukuksuzluğa seyirci kalırken sokaktakiler kime güvenir? İnsan, Silivri yerleşkesinin dış kapısında dilsizleşiyor; çölleşen adaletin insan ilişkilerini, doğayı ve çevreyi nasıl çölleştirdiğini de görünce, duruma uygun çok söz bilmeme karşın yazmaya utanıyorum. İleri demokrasi uma uma, döndük muma... S T KK’nin Kürt Aleviler planı Alevi yurttaşlarımızın inançlarını istedikleri gibi yaşayabilmeleri ve yerine gitirebilmeleri konusunda son derece haklı istemleri yerine getirilmezse, Kürt kökenli Aleviler, artan oranda PKK propagandasına kapılabilme riskiyle karşı karşıya bırakılmış olur. PKK, on yıllardır “Bu faşist TC sadece Kürtlerin değil siz Alevilerin de haklarını vermiyor, sizlere de baskı yapıyor” iddiasını öne sürerek özellikle yurtdışında propaganda yapmakta ve kısmen de başarılı olmakta. Şahsen, 1985’te Almanya’da yayımlanan “Demokrat Türkiye gazetesi”inde, Kürtlerin kültürel haklarının verilmesi ve PKK’nin argümanlarını elinden almak için, resmi dil ve eğitim dili Türkçe olmak koşuluyla, Kürtçenin ana dili dersi olarak okullarda öğrenilebilmesini, Kürt kimliğinin tanınmasını, Kürtçe RadyoTV vb. yayınların yapılabilmesine olanak sağlanmasını önermiştim. O zaman için son derece sakıncalı bulunan yazılarımdan tam 27 yıl sonra, Türkiye’de siyasiler okullarda Kürtçenin anadil dersi olarak öğrenilebilmesini gündeme alabildiler. Ancak PKK, bu sürede bu argümanlarla yaygın bir etkinlik sağladı. Aynı hata Alevi yurttaşlarımıza ilişkin olarak da yapılmamalı. Anayasada zaten var olan inançlara ilişkin haklar Alevilere ivedi olarak tanınmalıdır. Alevilerin yurtsever temsilcileri, başta Prof. İzzettin Doğan olmak üzere, on yıllardır büyük bir sabırla Alevi toplumunun haklı istemlerini dillendirmektedir. Bu haklı talepler artık geciktirilmeden tüm siyasi partilerin gündemine alınmalı ve parlamento tarafından yasal bir güvenceye kavuşturulmalıdır. Ben şahsen Hanefi mezhebine mensup dindar ailede yetişmiş bir kimse olarak, Türkiye’de insanların eşit haklar ve uygulamalarla barış ve dostluk içerisinde yaşayabilmeleri için bu önerilerimi tekrarlamayı bir aydın görevi biliyorum ve bu önerilerimin daha fazla gecikmeksizin dikkate alınmasını ümit ediyorum. P S ürkiye nüfusunun dörtte birinin Alevi inancına sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bu büyüklükteki bir inanç toplumu olan Aleviler, günümüzde bile kendi inançlarını özgürce yaşayamıyor ve bu inanca uygun ibadet yapamıyorlarsa, bu durum, ivedi olarak çözüme kavuşturulmak zorundadır. Aksi halde PKK, Kürt kökenli Aleviler üzerinde artan bir etkinliğe sahip olacaktır. Demokratik ülkelerde, kişiler dini inançlarını özgürce yaşayabilme hakkına sahiptirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. maddesinde de “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”, “14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla, ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir” denilmektedir. 14. maddede “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz…” ilkesine vurgu yapılmaktadır. ğı’na da verilmemiştir, verilemez de. Bu nedenle Yargıtay’ın, “Cami ve mescit dışındaki yerlerin ibadethane olarak kabul edilmesi mümkün değildir” kararı anayasayla açıkça çelişmektedir. Hıristiyanlık dinine mensup olan Katoliklere, siz Protestanların kilisesinde veya Protestanlara, siz Katoliklerin kilisesinde ibadet yapacaksınız diye bir koşul getirilebilir mi? Bundan daha akıl almaz ne olabilir? Ya da katoliklerin en başında bulunan Papa Protestanlara, sizler dini inançlarınızı şöyle ya da böyle uygulayacaksınız diye talimat verebilir veya onlar adına karar alabilir mi? İşte, Türkiye’de uygulanmakta olan ve böyle kalmasında ısrar edilen dini anlayış budur. Yüzyıllardır Alevi inançlı insanlar ibadetlerini kendi evlerinde veya zaman zaman süregelen baskılara karşın cemevlerinde yapmaktadırlar. Bu konuda hiç kimsenin, ne siyasi otoritenin ne de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müdahalesi veya söz söyleme hakkı vardır, olamaz, olmamalıdır. iflas etti ama sözde aydınlar ve iktidarı parmak hesabına oturtanlar senaryosu gibi sahnesi de kara oyunu sürdürüyor. Saygınlığı yok edilen Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal, Fatih Hilmioğlu, Doğu Perinçek, Soner Yalçın ve birçok aydın değil; onların saygınlığını kimse yok edemez. Ancak Silivri, koskoca bir ülkenin saygınlığını sarsıyor. 68 kuşağı, Anıtkabir yürüyüşünü engelleyenlere, “Siz, bizi değil; Mustafa Kemal’i yargılıyorsunuz” demiş, “Mustafa Kemal’i kimse yargılayamaz” diyen yargıç yolu açmıştı. Aileleri de tutuklu Köprülerin altından oluk oluk karşıdevrim aktı. Laik Türkiye, Mustafa Kemal, Türk Devrimi diyen herkes “muhalif” ve suçlu... Silivri’deki aydınların evi barkı, kozmik tozmik odaları, yedi sülalesi didiklendi. Onları ve toplumu inandıracak suçla kanıt, ot olmuş da inek yemiş gibi... Yıllardır bulunamıyor. Oraya ziyaretçi kartıyla girip çıkmak bile insanın ömründen bir parça koparıyor; utanıyorsunuz. Bu insanlar gibi aileleri de yıllardır tutuklu. Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın, Soner Yalçın’ın ve başka aydınların elle yazdığı kitaplardan sağlık, beslenme, temizlik işkencesini, bir yalandan nasıl başka yalanlar üretildiğini öğreniyoruz. İçerideki kuşatılmışken dışarıdakinin boğazından geçen bir lokmanın, taşa dönüşmesini anlamayana ne denir? Bulacağınız ad, insan tanımıyla çelişmez mi? Kızın sırt çantasında “beautiful girl” yazıyordu; oğlanınkinde “crazy boy…” Sekiz on yaşlarında, pırıl pırıl iki çocuk... Camiye gidiyorlardı; tertemiz yüzleri ve çocuk diliyle anlattılar. Kurs parasızmış. Arkadaşları paralısına gidiyormuş. Öğrendikleri, okulda yararlı olacakmış. Sevapmış... Denize gidip de ne olacakmış... Ramazandaymışız, günaha girilirmiş... İkisinin okulu da imam hatip olacakmış ama onlar normal okul istiyormuş... İşte asıl dava bu! Silivri’de cana kıyıcılarla aynı kareye konan insanlar, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti için direniyor; çocuklar nasıl dirensin? Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın, Hilmioğlu Hoca’nın yüzündeki gülüş, cami yolunda gördüğüm çocuklarınki gibi tertemizdi. Demokrasinin ilerisini değil gerçeğini isteyenleri Silivri’deki direnci, Silivri’den çıkarmaya çağırıyorum! Vefa için, gönül borcu için, laik cumhuriyetimiz için, çocuklarımız için... [email protected] Bize moral verdiler Kimini yakından tanıdığım, kimini adıyla bildiğim aydınların, cana kıyıcılarla aynı kareye konmasından utandım; ancak onları o kutuya koyanlara çok acıdım. Çünkü bir Mustafa Balbay, bir Tuncay Özkan, bir Fatih Hilmioğlu, bir Doğu Perinçek, birçok aydın ve asker, özgürlüğüne tuz basılan onlar değilmiş gibi dimdik ayaktaydı; bize moral verdiler. Eşler, çocuklar, gözyaşını içe akıtmayı başarmıştı; ben kendime ve geleceği karartılan binlerce çocuğa ağladım. Küçük kızın babasına, “Bizi merak etme” derken sesine yansıyan dirence imrendim; gagasına yemi başkasının sıkıştırdığı çokbilmişlere selam gönderdim. Yerleşkenin epey ötesine itilen “Vardiya Bizde” çadırında da yakıcı güneş değil, adalet için savaşım verenlerin direnci tüm sözleri unutturuyordu; karda kışta da oradaydılar; yılgınlığı çadıra uğratmıyorlardı. Silivri adaletin değil sözün de bittiği yer... Vicdanla cüzdanı karıştıranları insancıl duygularla buluşturabilecek bir sınav belki... Adaletin parça pinçik oluşunu başkasının gözlüğüyle değil, kendi gözüyle görmek isteyen TV kuşlarına, iktidarın işaretparmağı olmayı içine sindirenlere öneririz. Umudun, insanda olduğunu unutmayalım. Bunca insanın saygınlığını yok etmek için girişilen oyunlar aslında levilere yapılan inanç haksızlığı son bulmalıdır! Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın güvence altına aldığı inanç özgürlüğünün Alevi yurttaşlarımız için uygulandığını söylemek mümkün değildir. Bilindiği gibi Aleviliğin ibadet yeri cami veya mescit değildir, cemevidir. İslam dinini Aleviler kendilerine özgü olarak yorumlamakta ve ibadetlerini tarihi gerekçelere dayandırarak cemevlerinde yapmak istemektedirler. Nitekim anayasada “ibadet, dini ayin ve törenler” 14. maddeye bağlı kalmak koşuluyla “serbesttir” güvencesi vardır. Bu madde de ibadetin camilerde ve Hanefi veya bir diğer mezhebe sahip insanlarımızın inançları doğultusunda yapılır diye bir koşul bulunmamaktadır. İbadetlerin nerede, nasıl yapılacağına ilişkin bir yetki yargıya veya Diyanet İşleri Başkanlı A levi yurttaşların kendi inançsal kurumları sağlanmalıdır! Kendisini Alevi olarak niteleyen insanlarımız, her yurttaş gibi vergilerini ödemektedirler. Büyük bir bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Kurumu’na, Alevi inançlı yurttaşlarımız vergileriyle önemli katkı sağlamaktadırlar. Peki bu vergilerden Aleviler yararlanabilmekte midirler? Ne yazık ki hayır. O halde, bu büyük bir haksızlık değil midir? Yukarda da vurgu yaptığımız, anayasanın 14. maddesinde belirtilen ilkelere son derece bağlı olan Aleviler, inanç düzleminde de eşit vatandaş uygulaması görmelidir. Aleviler için ya özerk bir inançsal kurum oluşturulmalı, ya da en azından Diyanet İşleri Kurumu’nda tam anlamıyla özerk bir “genel müdürlük” kurulamalıdır. Bu kurum, Alevilerle ilgili inançsal görevlerin yanı sıra cemevlerinin açılması A C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle