20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 AĞUSTOS 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İmam Hatip Okullarında Tarih ve Devrim Tarihi Dersleri Yok... Büyükelçiler Belleği BELLEK, yeri ya da zamanı gelsin gelmesin, olur olmaz anılar anlatmak için değildir. Kör bile, değneğini sağlam adım atabilmek için beller. Diplomatlar yetiştirilirken de en çok okutulan konu siyasi tarihtir; çünkü bilgelikleri de meslekte edindikleri deneyimden gelir. Öyle olduğu içindir ki, emekli olmuş başarılı büyükelçilerin söylediklerini dinlemek ve yazdıklarını okumak gerekir. Rastlantı bu ya, dünkü Cumhuriyet’te emekliliklerine karşın gençliklerini sürdüren iki diplomatımızın da sağduyulu yazıları vardı. aner Baytok, kendi görev dönemi öncesine bile uzanıp Suriye ve Irak sınırlarımızın niçin böyle çizildiğini anlatarak bugüne geliyor. Lozan’da İngiliz Heyeti Başkanı kurt Lord Curzon, Revandiz ve Süleymaniye dahil “çıplak Kürdistan dağları” karşılığında Kerkük’le Musul’un kendilerine bırakılmasını savunmuş ve o günkü konjonktürün içli dışlı sıkışıklığında başarılı da olmuş. Şimdi, Ankara’nın yardımıyla Suriye Cumhuriyeti’nin cenaze namazı hazırlanırken, tereke payı olarak safça Kerkük ve Musul’un Türkiye’ye bırakılacağı mı umulmaktadır? Baytok sorar gibi: Sınırın doğuya dönük büyükçe bölümüne Kürt aşiretleri yerleştirilmesine “dost”larımızın ses çıkarmayışı “Büyük Kürdistan” tasarımının ilk işareti olamaz mı? Batılılar arası yeni bir SykesPicot uzlaşması mı? uncer Topuz, emekli diplomatlarımızın çoğuna katılıp yıllarca “müttefik” bildiklerimizin Ankara’yla tek bir konuda nasıl uğraştığınıı bilerek yazıya şöyle, başlıyor: “Kıbrıs Rum Yönetimi AB egemen güçleri tarafından da adeta Türkiye’ye karşı nispet yaparcasına desteklenmek suretiyle AB dönem başkanlığına yürümüştür.” Diplomasi metinlerini yazmakta titizliğe alışmış bir görevli bu tümcedeki “nispet yaparcasına” ibaresinin nereye yönelik olması üzerinde düşünmemiş olamaz. Nispet, elbet ve ne yazık ki, hem Türkiye’ye, hem de dost düşman başka birçok yere yöneliktir. Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başına seçilen Hristofyas’ın hem Ortodoks hem Komünist Parti lideri olduğu düşünülürse, Yunanlar ve Rumlarla içli dışlı yaşayan “dost komşumuz” Rusya’nın da “Kıbrıs gönüldaşları” safına katılmış olduğu artık görmezden gelinemez. Peki, Ankara’nın bu ortamda KKTC’yi yönetenlere dönerek “Müflis ekonomili Rumlarla birleşme görüşmelerini tam kesip kendi işinize bakın” diyemeyişi ve hele bir de “Avrupa Birliği Bakanı” atayıp ordan oraya koşturtması neyin nesidir? Yurtdışında Yaşayan Türk Seçmenler Prof. Dr. Faruk ŞEN ürkiye’de Haziran 2011 tarihinde genel seçimler gerçekleştirildi. 51 milyon seçmen, 12 Haziran 2011 seçimlerinde oy kullandı. YSK’nin aldığı karar nezdinde 3.5 milyonun üstünde yurtdışında yaşayan 18 yaş üstü TC vatandaşı tüm partilerin bu konuda olumlu yaklaşımlarına rağmen ancak sınırlarda oy kullanabildi. 2011 yılı ayrıca ilginç bir yıl olarak ortaya çıkıyor. Türklerin Avrupa’ya göçünün başlamasının 50. yılını 31 Ekim 2011 tarihinde kutlanıyor. Bugün için 5 milyon 200 bini Avrupa Birliği sınırları içinde olmak üzere 6.5 milyon insanımız Türkiye sınırları dışında yaşamaktadır. Bu, Türkiye nüfusunun takriben yüzde 9’unu oluşturuyor. 2015’te yapılacak seçimlerde yurtdışında yaşayan Türkler ilk defa yaşadıkları ülkerin konsolosluklarında oy kullanabilecekler. Yeni yasa seçme hakkı vermesine rağmen seçilme hakkı vermemektedir. Ayrıca Yunanistan, Bulgaristan, Romanya’nın bu grup Türk vatandaşları olmadıkları için seçme hakkı yoktur. Başta Almanya olmak üzere dışarıda yaşayan Türkler, büyük ölçüde Türkiye’nin politik olarak ihmal ettiği bir grubu oluşturuyor. Ekonomik açıdan yararlanmak istediğimiz, Türkiye için gerekli olduğu zaman lobi grubu olarak gördüğümüz dış Türklere Türkiye’deki seçimlerde pek önem verilmiyor. Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinde de büyükelçiliğimiz var ayrıca 40’a yakın başkonsolosluğumuz bu ülkelerde çalışmalarını sürdürmektedir. İlk olarak Avrupalı Türkleri Türkiye’deki seçimlere aktif olarak katabiliriz. Bu konuda bugüne kadar öngörülen statü gümrüklerde son 90 gün oy vermelerine yönelikti. Bu her açıdan sakat ve gayri ciddi bir gelişmedir. Esas olarak Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan insanlarımız için seçim bölgeleri öngörmek ve bu insanların yaşadıkları ülkelerdeki Türk temsilciliklerinde, seçimlerden önce son dört gün oy vermelerine yönelik çalışmalar yapılması olumlu olabilir. Böylece başkonsolosluklarına gönderilecek hâkim nezaretinde 2015’teki seçim tarihi perşembe günü saat 9.00’dan pazar günü saat 17.00’ye kadar mesai saatleri sürecinde oy vermeleri sağlanabilir ve TC vatandaşlarının ilk defa yerlerinde oy kullanmaları gerçekleştirilebilirdi. 2012 yılında Avrupa Birliği sınırları içinde yaşayan takriben 2 milyon 440 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı seçimlerde oy verebilecek statüdedir. Türkiye’nin 3. seçim bölgesi olan İzmir’in seçmen sayısına yakın bir kitleye Avrupa’da sahibiz. İzmir’den 2007 yılında, 24 milletvekili Ankara’ya gönderilirken, 2015 seçimlerinde; Avrupa Birliği sınırları içinde yaşayan 2 milyon 440 bin Türk’ün de öngörülen bölgelerde aktif ve pasif seçim haklarını kullanarak Ankara’ya 24 milletvekili gönderme şansı olabilirdi. Türk Hava Yolları ve diğer şirketler AB ülkeleri ile ciddi bir uçuş ağı kurmuş bulunmaktadırlar. Avrupa Birliği’nde kendi ülke sınırları dışında göçmen nüfusu bulunduran İtalya, Avusturya ve Fransa, ABD, Kuzey Avrupa ülkeleri gibi ülkeler bu sorunu diplomatik temsilciliklerde seçim yaparak gerçekleştiriyorlar. Bu konuda ciddi çalışmalar yapılmalıdır. ABD, Kanada, Avustralya gibi ülkelerde yaşayan Türklerin nüfusu ciddi bir şekilde tanımlanmalıdır. Bu nüfus AB dışında kalan sayıları bilinen İsviçre ve Norveç’te yaşayan vatandaş sayısına ilave edilir. Takriben 1 milyon 300 bin olan bu sayının 450 500 binin Türk olduğundan hareket edilir. Takriben 4 5 milletvekili ise bu bölgelerden seçilir. Maalesef dünyada bilimde, sanayide, yaratıcılıkta, yapıcılıkta, sanatta ileri gitmiş, gelişmiş hiçbir İslam devleti yok. İslam ülkeleri hep geri kalmış ve gelişmemiş ise bunun en birinci nedeni, düşünmeyi desteklemeyen, ezbere prim veren din ağırlıklı eğitim sistemleridir. Prof. Dr. Aysel EKŞİ Emekli öğretim üyesi S T T ayın Başbakan, 17 Eylül 1994 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde “Türkiye’de bütün okulların imam hatip okulları olması” özlemini ifade etmişti. Her fırsatta da bu okullara ne kadar çok önem verdiğini biliyoruz. Ben doğrusu merak ettim, imam hatip okullarının özelliği nedir, bu okullarda acaba öğrenci hangi dersleri okuyor, bunu bilmek istedim ve Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler dergilerini inceledim. Derginin 2012 Ağustos tarihli 2659. sayısında, 4+4+4 adıyla ünlenen yeni eğitim yasasına göre okulların haftalık ders programları belirlenmiş. Yeni eğitim yasasına göre imam hatip ortaokulunun hiçbir sınıfında tarih dersinin olmaması dikkatimi çekti. 5, 6, 7 ve 8’inci sınıflarda tarih dersi ve devrim tarihi diye bir ders yok. Yalnız 8’inci sınıflarda haftada 2 saat “TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” dersi görülüyor. Ortaokul yılları boyunca hiç tarih dersi öğrenmeyecek olan öğrenci, haftada 2 saat Hazreti Muhammet’in hayatını okuyacak. Temel din bilgileri, Kuranıkerim, din kültürü ve ahlak bilgisi, Arapça dersleri haftada 11 saat ediyor. Dünya tarihini, Türkiye tarihini, Türkiye’nin kuruluşunu ve devrimlerini öğrenmeyen öğrenciye acaba 8’inci sınıfa geldiği zaman “Atatürkçülük” dersi adı altında ne öğretilecek? arihi gerçeklere haksızlık Okul yıllarında tarih derslerinin olup olmaması neden ilgimizi çekiyor? Bazı AKP’liler ve özellikle Sayın Başbakan tarihi gerçeklere karşı haksızlık yapabildiği için dikkatimizi çekiyor; Cumhuriyetin ilk T dönemlerine objektif bakamadıkları için dikkatimizi çekiyor. Ve sonunda Sayın Başbakan’ın “Türkiye’de bütün okulların imam hatip okulları olması” özlemi, hızla gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Hem de öyle hızla ki 30 Mart 2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeni eğitim yasası ele alınmış, bu yasanın içeriğinden halkın haberi ilk kez o zaman olmuştu, tam 5 ay sonra, eylül ayında, bu köklü değişimin uygulanmaya başlayacağı anlaşılıyor. Bu yasanın ilginç bir gelişim hikâyesi var. Milli Eğitim komisyonunlarında görüşülüp tartışılması gereken taslak, komisyonlarda gereğince tartışılamadı, en kritik aşamada muhalefet parti milletvekilleri tekme tokat komisyonlardan dışarı atıldı. TBMM’deki AKP çoğunluğu “Bu yasa derhal çıkacak!” talimatını veren Başbakan Tayyip Erdoğan’dan başka kimseyi dinlemedi. TBMM Genel Kurulu’nda alelacele oylama yapılıp yasa kabul edildi. CHP, yasanın şekil bakımından iptali ve yürürlüğün durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ise de son oylamada gerekli sayıyla kabul kararı verildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi başvuruyu şekil yönünden reddetti. Bu yasa çocuklarımıza ne getiriyor? İlkokul dördüncü sınıfı bitiren öğrencinin karşısına iki seçenek çıkarıyor. Bilişsel gelişimi açısından 10 yaşındaki çocuktan bir tercih yapması beklenemeyeceğine göre, çocuğun annesi, babası, belki öğretmenler, belki mahalleli karar verecek; çocuğun ya imam hatip okulunda eğitime geçmesini isteyecek ya da normal ortaokul ve lisede eğitimine devam etmesini seçecek. Ortaokul ve lisede eğitimine devam edecekse, bu kez karşısına seçmeli dersler konusu çıkacak. Gene anne, baba, belki öğretmenler, belki mahalleli karar verecek; ya Kuranıkerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı dersini seçecek ya da bazı seçmeli dersleri tercih edebilecektir. Bu seçimlik derslerin ne olacağı, yeterli eğitici bulunup bulunmayacağı belirsiz. Ama bildirilen bir şey var: Seçimlik ders için sınıf açılması koşulu, o dersin en az 12 öğrenci tarafından istenmiş olmasıdır. Seçimlik dersler için yeterli istekli yoksa seçimlik dersler sınıfı açılmayacak ya da öğrenci yakındaki bir başka okulda açılması olası seçimlik derslere devam edecektir. Hangi veli, haftanın belli saatlerinde çocuğunun bir başka okula gidip gelmesine ve böylece seçimlik derse başka okulda devam etmesine izin verir? Hiç kuşku yok ki bu usulle, öğrencilerin en büyük çoğunluğunun Hz. Peygamberin hayatı ve dini amaçlı derslere devam etmesi amaçlanmaktadır. Normal okula giden öğrenciler zaten din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri almaktadır. Büyük olasılıkla bu dersler de aynen devam edecektir. Böylece normal eğitim kurumlarına da din ağırlıklı eğitim yerleştirilecektir. Ve inançları temel alan, ezbere dayalı eğitim, “bizim milli eğitimimiz” olacaktır.. Kore’ gibi Uzakdoğu ülkeleri, Hindistan, ABD; Kanada ve Batı Avrupa ülkeleri devletleri, aklı ve düşünmeyi temel alan, nitelikli eğitim için planlarprogramlar yapıyor, uygulamalar gözleniyor, bilimsel yöntemlerle ölçülüp aksamanın olduğu yerde daha yenisi düzenleniyor. Öğrenci büyük yarışa böyle hazırlanıyor. Ülkemizde ise yıllarını eğitime harcamış, bilgi ve uluslararası deneyim sahibi bilim insanlarımızın görüşü alınmadan, tartışılmadan, plansız, köksüz bir eğitim yasası uygulanmaya açılıyor. Din bir inanç meselesi olarak eğitimin içine sokuluyor. İnançlar tartışılamıyor. Ünlü Alman filozof Nietzsche, “İnanç, gerçeği bilmek istememektir” diye tarif etmişti. Acaba eğitim sistemimiz gerçeklerin bilinmesine karşı mı duruyor?.. T ağdaşlığı benimsemenin cezası Ülkemizde çocukların eğitimi, ülkemizin geleceğine yön verecek temel unsurlar olmalıydı. Gelecek kuşaklarımızın güçlü ülkeler tarafından ezilmemesi için, onlara duygusal yasalar yerine, ülkemiz ihtiyaçlarına uygun gerçekçi eğitim fırsatları sunabilmeliydik. Eğitim yasaları çocuklarımızı dünya çocukları ile yarışa hazırlamalıydı. Oysa bu yeni eğitim yasası Atatürk ilkelerini içine sindirmiş, çağdaşlığı benimsemiş kuşaklardan intikam almak için çıkarılıyor. Ve masum Türk çocuklarının geleceği bu intikam uğruna 90 yıl geriye götürülmeye çalışılıyor... Bunun vebali bugünkü iktidarda ve yöneticilerindedir Bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Maalesef dünyada bilimde, sanayide, yaratıcılıkta, yapıcılıkta, sanatta ileri gitmiş, gelişmiş hiçbir İslam devleti yok. İslam ülkeleri hep geri kalmış ve gelişmemiş ise bunun en birinci nedeni, düşünmeyi desteklemeyen, ezbere prim veren din ağırlıklı eğitim sistemleridir. Ben şahsen gelecek kuşaklarımıza böyle bir eğitim sistemini miras bırakmanın acısını yaşıyorum. Ç ümrükten mal kaçırır gibi Türkiye’de eğitim alanındaki en büyük sorunlarımızın başında, okulöncesi eğitim yetersizliğinin ve ezbere dayalı, niteliksiz eğitimin geldiği biliniyor. Gelişmiş ülkeler düzeyinde eğitimin düzenlenmesi için köklü değişiklikler yapılmasının zorunlu olduğu her çevrede ve her fırsatta dile getirildi. Bizim tüm ihtiyacımızın sorgulayıcı, araştırıcı, yaratıcı eğitim olduğu görüşü hep vurgulandı. Şimdi eğitim bünyesinde hızla tamamen farklı bir yaklaşımın yerleştirilmekte olduğu dikkat çekici... Türkiye eğitim konusunda gümrükten mal kaçırır gibi büyük bir acele ile bir eğitim yasası çıkarırken, Çin, Japonya ve G C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle