22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 AĞUSTOS 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Sanal Arsa Rantı Dahası da Var Hasat mevsiminde, tarımın durumunu sorgularsanız ne çıkar karşınıza? Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Turhan Tuncer’in yaptığı kısa özet, son 10 yılın tarımın üzerinden biçerdöver gibi geçtiğini gösteriyor: “Tekel içki ve sigara özelleştirildi, satın alanlar fabrikaları kapattı, TİGEM arazileri özel sektöre kiralandı, şeker fabrikaları satışa çıkarıldı, Atatürk Orman Çiftliği talan edildi. Tarım arazileri ve meraların amaçları dışında kullanılmasının yolu açıldı; yabancıların edinebileceği taşınmaz miktarı artırıldı, 2B’ler ile Hazine’ye ait tarım arazilerinin satışına olanak veren yasalar yapıldı. Akarsularımız ve derelerimizin önü HES projeleriyle kesildi. Desteklenmediği için topraktan geçimini sağlayamayan 2 milyon çiftçi üretimden koptu ve tarım istihdamı yüzde 37.6’dan yüzde 25.2’ye düştü. Alıntı, Orhan Veli’nin çıkardığı Yaprak gazetesinin 15 Kasım 1949 tarihini taşıyan 14. sayısından: “Geçen ayın son günü Ankara Üniversitesi merasimle yeni ders yılına başladı. Cumhurbaşkanı ile Diyanet İşleri Başkanı sürekli alkışlar arasında salona girdikten sonra rektör, Amerikan kolejlerinde görmeye alıştığımız cüppe ve püsküllü şapkası ile kürsüye çıktı. Böylece memleketimizin ‘yakında küçük bir Amerika olacağına’ bir kere daha inandık. Rektör uzun demecinde, güzel Üretimin yetersiz kalması nedeniyle tarımsal ithalatta patlama yaşandı. Son 10 yılın 7’sinde tarım ürünleri ithalatı, ihracatı geçti. 2011’de 1.9 milyar dolarlık hububat ithalatı; 1.7 milyar dolarlık yağlı tohum ve meyveler, sanayi bitkileri ve hayvan yemleri ithalatı, 1.6 milyar dolarlık hayvansal ve bitkisel yağlar ithalatı ve 1 milyar dolarlık canlı hayvan ithalatı yapıldı. Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) içeren ürünlerin ithalatına izin verildi, tohumculuğumuz çokuluslu şirketlerin egemenliği altına girdi, et ithalatına kapı açıldı ve hayvancılığımız bitme noktasına getirildi.” Daha ne olsun? Ama dahası var... Turhan Tuncer, son günlerde sakıncalı gıdalarda yaşanan patlamayı da yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüyor: “Güvencesiz gıda dönemi!” “Ankara’da bazıları nasıl yolunu buluyor?” diye bir soru takıldıysa aklınıza, yanıtı aşağı yukarı şöyledir: İmara açılacak bölgelerdeki araziler önceden belirlenir, daha çok tarla olarak geçen topraklar belli çevrelerce tek elde toplanır. Bu iş için Türkiye’nin değişik yerlerinde, örneğin Diyarbakır’da, Adıyaman’da, Antalya’da etkin olan cemaatlerin, şıhların ve şeyhlerin paraları imara açılacak tarlalara yatırılır. Sonra bu tarlalardan imar geçirilir, bölgeye üniversite, lüks konut, alışveriş merkezi yapılacağı yönünde söylenti yayılır. Tarlaların (arsaların) rayiç bedelleri bir anda fırlar. Daha önce edinilmiş olan eldeki tarlalar yüksek fiyattan arsa olarak satışa çıkarılır. 50 milyon lira yatırılan bir tarla, kısa sürede arsa olarak iki katı kâr sağlar. Ankara’da şu anda imara açılan arsaların, kentin önümüzdeki 50 yıllık gereksinimi Giyotindeki Kelle Kimin? VIRGINIA/ABD 17’nci yüzyıldan kalma adliye binasının ahşap merdivenlerine oturdum, yandaki boş alanda sergilenen giyotine başlarını sokan çocukları seyrediyorum. Amerika Birleşik Devletleri tarihinin yazıldığı yerlerden Williamsburg’dayım. Aynı anda iki kafayı birden uçuran giyotinle oyun oynanması tuhafıma gidiyor. Koloni dönemi giysileri içinde müze bileti satan genç kız, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin Benjamin Waller tarafından 25 Temmuz 1776’da bu merdivenlerde okunduğunu söylüyor. Günümüz Amerika’sının kurucuları, George Washington’dan Thomas Jefferson’a kadar hukuk, askerlik, ekonomi bilen, bildiğini de sindirmiş insanlar. Ordularının başında savaş tekniğini bilen askerler var. Bağlamlar çok farklı da olsa, tıpkı 1923’teki gibi, burada da temelleri atan kadro donanımlı seçkinlerden oluşuyordu. ??? Bugüne gelip “Arap Baharı”nın Amerikan destekli özgürlük ayaklanmalarına bakalım. Libya ve Mısır filmini gördük. Libya’da Kaddafi’nin azgın bir güruh tarafından linç edilme sahnesi çoğumuz için insanlık ayıbıydı. Sırada Suriye var. 15 gün kadar önce Gaziantep’in Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey Kilis’ten Kuzey Suriye’ye girdi. Kendisini karşılayanlara “Komutanınız nerede?” diye sordu. Özgür Suriye Ordusu’nun o bölgedeki komutanı 20’li yaşlarında, liseden terk, hiçbir askeri eğitim almamış bir genç adamdı. Yeni Suriye’yi herhalde bu komutanlar kuramayacak... Geçici dönemin ardından Libya’da bu hafta gördüğümüz gibi, orası için de Amerika’dan gönderilecek birini arayacaklar. ??? Williamsburg’da bağımsızlık mücadelesi verilen yıllarda önemli bir işlev gören matbaa ve ciltevini de gezdik. Fikirlerin yayılmasında, ulus bilinci oluşmasında matbaanın etkisi büyük. Bunu düşününce, matbaanın icadından sonra ilk Türkçe/Osmanlıca kitabı basmak için 250 yıl geçmesini beklemiş olmak, acı acı yutkundurur insanı. 25 Temmuz 1776’ya geri dönersek bugün tarihi bir park olarak korunan koloni döneminin Williamsburg’una bir köprüden yürüyerek vardık. Köprünün üzerinde attığınız her adımda yere çakılı bir levhaya basıyorsunuz. Bu levhaların her birinde bir tarih ve o tarihten önce farklı konularda neyin ne olduğunu anlatan birer yazı var. İşte bu levhaların birinde 17’nci yüzyılda en yeni haberin bile bir hafta öncesine ait olduğu yazılı. Nitekim 4 Temmuz 1776’da Bağımsızlık Bildirgesi’nin Filedelfiya’da ilan edilmesiyle güneydeki Williamsburg’da okunması arasında 21 günlük bir zaman dilimi var. Az ama öz ve sindirilmiş bilgiymiş o zamanlar dolaşımda olan. Günümüzde ise saniyeden daha kısa zamanda ulaşan yalan yanlış bilgiler yönetiyor bizi. Çağ, Facebook ve Twitter devrimleri zamanı. Her an devreye sokulabilen anlık haberlerle ilerliyoruz. 1776 gibi 1923 de liderlik vasfına sahip insanların mücadelesiydi. Gerçek bağımsızlık ve özgürlük, bugünkü gibi bir günlük şöhretlerle kazanılmaz. Onun için de Arap Baharı, hazin bir kukla tiyatrosundan başka bir şey değil. Sahnenin orta yerindeki giyotinde uçan kelleler belki de bizim. karşılayacak düzeyde olduğunu söylersek, bazılarının bulduğu yolun ne denli uzun olduğu anlaşılır herhalde... Milli İhtiyacımızı Cevaplandırdık şeyler söyledi. İlk önce üniversitelerin bir tarihçesini yaptı. ‘İlmin nakline’ hizmet eden eski üniversite ile ‘yeni ilim elde etmeye çalışan” modern üniversite arasındaki farkları belirtti. Memleketimizde bu müessesenin hangi ihtiyaçlar karşısında kurulduğunu anlattıktan sonra üniversitenin gayesi üzerinde durdu. Sayın rektöre göre ‘üniversitenin ana kanunlarından biri, yeni ilmi hakikatler peşinde koşan araştırıcı ilim adamları yetiştirmektir’. Bu sözü canı gönülden tasdik edip üniversite acaba bu ödevini nasıl başaracak diye kendi kendimize sormaya vakit kalmadan, sayın rektör bu yıl bir ilahiyat fakültesinin açıldığını müjdeledi ve dedi ki: ‘Bu fakülte üniversitenin milli ihtiyaçlarımızı cevaplandırma üzere kuruluyor.’ Bunu duyunca, başımızdan aşağı soğuk sular dökülmüş gibi, donup kaldık. Demek, bugünkü milli ihtiyaçlarımızın başında din alimleri yetiştirmek, gençlere metafizik bilgiler vermek geliyormuş. Öyle ya, müsbet bilimlerde dünyaya nam salmış bilginlerimiz bol bol var, ileri bir teknik seviyesine de eriştik. Şimdi tekniğin ‘kuru maddiyatçılığı’ndan bunalan ruhlarımızı metafizik aleminin derin sükunetinde dinlendirmek istiyoruz.” O günden beri milli ihtiyaçlarımızı cevaplaya cevaplaya bugünlere geldik. Bugün artık bütün okullar ilahiyat! Oyun İleri demokrasicilik oyununda el ele tutuşulur, döne döne hoplanırken hep bir ağızdan nakarat söylenir: “Al gülüm, ver Recep’im... Al Recep’im, ver gülüm.” Metin Erksan’ın Ardından SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Türk sinemasının dünyaya açılmış bir mihenk taşıydı Metin Erksan. Sinema anlamında tecrübenin az olduğu, yokluğun hüküm sürdüğü zamanlarda, yok imkânlarla var etti “Susuz Yaz”ı. Ve o film Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü alıp uluslararası arenada ödül kazanan ilk filmimiz olarak Türk sinema tarihine geçti, altın harflerle. En olgun çağında bıraktı yönetmenliği; 53 yaşındaydı. Üretkenliğinin zirvesindeyken elini eteğini çekti mesleğinden ve küstü biraz da… Son 30 yılını hiç film yapmadan geçirdi. Bu 30 yıl, başta Türk ve aynı zamanda dünya sineması için önemli bir kayıptı. Tutku, Erksan’ın kişiliğinin yapı taşlarındandı. Kendi kişiliğinden söküp aldığı tutkuyu Türk sinemasına taşıdı. Ölümüne kara sevdalar, hırs, melankoli, yalnızlık onun filmlerinde yaşayan kadınların ve erkeklerin ruhlarına işlemişti. Kendi muhalif yapısı, kendi özgür ruhu, anarşist, Doğulu ve Batılı, yenilikçi ve gelenekçi kişiliği idi kamera karşısında konuşan ve konuşturan. “Yılanların Öcü”, “Sevmek Zamanı”, “Acı Hayat” hep bu çok yönlülüğün cesur ürünleri olarak doğdu. Aykırı duruşundan beslendi; kimi zaman hırsı kimi zaman öfkesi itici gücü oldu; yarattığı eserlerle birlikte arkasından gelenlere bıraktığı yol... İnsanın karanlık ve gerçek taraflarının peşinden koştu filmlerinde. Toplumcu gerçekçilik damarı onun çektiği filmlerde başladı atmaya. Kendine güvenen, fikirlerine güvenen ve yetersiz imkânlara rağmen sinemaya emek veren, edebiyatla sinema arasına, tecrübesiyle, cesareti, azmi ve sinema sevgisiyle kurduğu köprüyü kendinden sonraki nesillere de yol yapan bir sanatçıydı. İçinde yaşadığı toplumun sorunlarını düşündüğü, bunları perdeye yansıttığı, kitlelere ulaştırdığı için sansürlenen ama yine de mücadelesini veren, yine sansürlenen, her dönemde, her yönetim altında sansürlenen bir düşünce adamı, Anadolu topraklarının yetiştirdiği bir bilge idi. Rahat uyusun. İstanbul Karacaahmet’teki cemevi için geldi. Cemevi binasının mimari açıdan gerçekten de yeterli olmadığı, estetik açıdan tatmin etmediği konusunda hemfikir olduğumuzu varsaysak bile ülkeyi yönetenlerin toplumun parçası olan insanların kendi inançları doğrultusunda kutsal saydıkları bir mekân hakkında rahatlıkla bu kelimeyi kullanmasının ayrıştırıcı bir işlevi vardır ve bu, kindar tohumları sulamak anlamına gelir. Çünkü bir ülke başbakanı toplumun her kesimine eşit mesafede durmayı bilmelidir. Örneğin Alevilerin cemevlerinin mimari yapısıyla ilgili eleştiride bulunabiliyorsa aynı şeyi kendi yolunun ibadet evi olan camilerin mimarileri için de yapmalıdır… Eleştirileri gerçekleştirmeden önce bu binaların hangi şartlar altında, hangi kısıtlı imkânlarla ve baskılar altında alelacele inşa edildiği de düşünülmeli, eleştiriler tarihi gerçekler dikkate alınarak dile getirilmelidir. Ve bu binaları güzelleştirmek amacıyla çalışmalar yapılmalıdır. İnşa aşamasından önce açılan mimari proje yarışmaları camiler için olduğu kadar toplumda var olan diğer inançlara ait ibadethaneler için de düzenlenebilmelidir. Farklılıklarımız dışlanıp yok edilmek yerine korunup toplumsal zenginliklerimiz olarak kabul edilmelidir. Tek milli spor olarak futbolu gördük, futbola değer verdik. Sahip olduğumuz güçlü, hiddetli, coşkulu, dinamik taraftar ruhu olimpiyatlarda da kendini gösterdi diyemedik. Nüfusumuzun yarısı gençlerden oluşuyordu. Ama genç sporcularımızı teşvik etmekten, onları başarıya götürecek yolda önlerindeki engelleri kaldırmaktan çok, dolmuşta giydikleri şort için onları kınadık; başkalarının kınamasına, saldırmasına izin verdik. Gerçek anlamda bir spor politikamız hiçbir zaman olmadı. Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını sevmedik, desteklemedik, ilgilenmedik. Ve şimdi sonuca 2012 Londra Olimpiyatları’nda hep beraber şahitlik ediyoruz. [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI BULMACA [email protected] SEDAT YAŞAYAN Olimpiyat Üzerine HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Kars’taki İnsanlık Anıtı’ndan sonra yeni bir ucube tanımlaması da yine Başbakan Erdoğan’dan C MY B C MY B badethanelerin Mimarisi İ 1/ Ağızdaki 1 kokuları gidermek için 2 çiğnenen ba 3 harlı bir mad 4 de... Alan öl5 çüsü birimi hektarın kısa 6 yazılışı. 2/ Şa 7 manist Türk 8 lerde doğal nesnelerde bu 9 lunduğuna inanılan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ruhlara verilen ad... 1 MA N D O L A F Resim yapmakta 2 E T A K A Ş A R kullanılan kömür ka 3 S E N S E N R E lem. 3/ Ezgi... “O 4 T H E Y E L A N yer” anlamında kul5 İ S A L T İ K O lanılan sözcük. 4/ 6 Z A R İ F P A L Beyinde önemli ha7 O D S İ N A O sara neden olan hasT İ R A J talıklar geçirmiş yaş 8 A S Ş İ L İ lı kimselerde görü 9 A K İ K len bir hastalık. 5/ Çabuk davranma alışkanlığında olan, canı tez... Notada durak işareti. 6/ Bir soru sözü... “Süsen” de denilen, güzel çiçekli bir süs bitkisi. 7/ Düzgün sarılmış halat yumağı... Karışık renkli. 8/ “Ben gelmedim dava için / Benim işim için” (Yunus Emre)... Amasya ilinde, Hitit uygarlığına ait önemli buluntuların ortaya çıkarıldığı höyük. 9/ İnternette, bir kullanıcının kendisini simgelemesi için seçtiği grafik ya da resim... Türkmenistan’ın plaka imi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Geceleyin ateş çevresinde davul, zurna eşliğinde oynanan bir halk oyunu... Suudi Arabistan’ın plaka imi. 2/ Sıkıntı verme, üzme...Bir köşeden karşı köşeye doğru kesilmiş ya da katlanmış olan. 3/ Bir ilimiz... Düz ve geniş arazi. 4/ Uranyum ve kalsiyumun, hidratlı doğal sülfatı. 5/ Günlük yaşama ait küçük ve geçici belgeleri toplama şeklindeki koleksiyonculuk. 6/ Çıplak vücut resmi... Kars’ın doğusundaki ünlü eskiçağ kenti... Siper, hendek. 7/ Briçte roberi oluşturan iki bölümden her biri... Tabut. 8/ Konya’nın Akşehir ilçesine özgü, dövülmüş buğday ve etle yapılan bir yemek... Ortadoğu’da “Ölüdeniz” de denilen bir göl. 9/ Temel, esas... Kasların istemsiz kasılması. SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle