24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR HALDUN HÜREL İLE SON KİTABI VE İSTANBUL ÜZERİNE 15 Demirtaş Ceyhun’un ölümünün üzerinden 3 yıl geçti Çok yönlü bir aydın Kültür Servisi Cumhuriyet gazetesi yazarı, öykücü, romancı, araştırmacı ve mimar Demirtaş Ceyhun’un ölümünün üzerinden üç yıl geçti. 1934 yılında Adana’da dünyaya gelen Demirtaş Ceyhun, 1959’da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mimarlık bölümünü bitirdi. Genellikle toplumsal konuların irdelenmesine yönelik eserler veren Ceyhun’un ilk hikâyeleri, 1955 yılında Yeni Ufuklar dergisinde yayımlanmaya başladı. Yazarlığının ilk döneminde kişisel sorunlar üzerine eserler veren Ceyhun’un konulara bakış açısı, cinsel ve ruhsal sorunlara getirdiği farklı yaklaşımlar dikkati çekti. Ancak yazarın günümüzde kitlelerce tanınması, daha sonraları çağdaş içeriği ağır basan, toplumsal gerçeklerin kökenlerine yönelen inceleme eserleri ile oldu. Ceyhun, “Asya” adlı romanıyla 1970 TRT Ödülü’nü, “Çamasan” adlı eseriyle 1973 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. Yazarın ayrıca “Horozlu Ayna” isimli bir çocuk hikâye kitabı da bulunuyor. Ceyhun, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkan Yardımcılığı görevi sırasında özel yüksekokulların devletleştirilmesi için mücadele etmişti. Anayasa Mahkemesi’nin 1971 yılında aldığı kararla 44 yüksekokul devletleştirilmişti. 1984 yılında Aziz Nesin ve Yalçın Küçük’ün de aralarında bulunduğu isimlerle birlikte “Aydınlar Dilekçesi”ni hazırlayanlar arasında yer aldı. Ceyhun aynı zamanda, haftalık Aydınlık’ta köşe yazıları kaleme alıyordu. Zatürree tedavisi gördüğü hastenede, 29 Temmuz 2009 tarihinde hayatını kaybeden Ceyhun’un cenazesi Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verilmişti. Fotoğraf: UĞUR DEMİR Yazla Nişanlı Fransa’nın güneyinde, Sete’de, dün hem en yakını hem de en uzağı olan Yahya Kemal’le birlikte adı geçtiğinden mi ne, bir Ahmet Haşim baharı gelip kondu fikrime. Temmuzda mı diyeceksiniz, temmuzda “gelip kondu”, evet. Ahmet Haşim’in kokulardan ve renklerden ve “envai çeşit” güzellikten oluşan şiirini anımsayınca, “gelip yerleşti” demek onun baharına da haksızlık sayılır. Geldi, kondu, uçtu demeli ve bir “kelebek etkisi” de bulunmalı bunda. Haşim’in şiirini güzle, yazısını baharla düşünmek ilginç, tuhaf, değişik. Acaba insan ikiye bölününce mi birliğe ulaşmaya çalışır? Bölünerek çoğalmak, parçalanarak bütünleşmek. Haşim’in yazısı ve şiiri bunları çağrıştırabilir mi ilk elden? İki büyük mevsimin kapısında durmanın tedirginliği ya da yetersizliği, belki de yetinme isteğidir bu. İkisinden kim, bilir? İki Haşim, iki resim, iki mevsim, iki kim.Haşim’in şiiri “insansız” diye eleştirilir, toplumdan uzak diye. “Acayip” iklimlere, görülmemiş meyvelere, sunulmamış lezzetlere, uzak büyülü kokulara, yedi gökkuşağına değer; göğün, yerin ve suların birbirlerinin sevinciyle boyandıkları renklere, sevindiren ve sürdüren doğaya yakın diye de sevilmeliydi oysa. Hem doğaya yakın olmak insana yakın olmaktan da yakın bir şey değil midir? Asl’olan geldiğimiz ve karışacağımız doğayla barışık yaşayacağımız zamanların şarkısını şimdiden duymak, şiirini bugünden düşlemek, yazısını da bir gelecek olarak anımsamaktır.Haşim’i anımsatan bir şey daha: Sete’de “Voix Vives”, Akdeniz’den Akdeniz’e Şiir Festivali’nde, Metin Cengiz’le “Aynı göğün altında” başlıklı bir konuşma yaptık. Orada, Türkiye’de şiirin doğal bir şey olduğunu, bunun Çingenelerin dans edip şarkı söylemesine benzer bir doğallık olduğunu söyleyince onaylayan gülümsemeler gördüm yüzlerde.Temmuz sonunda Haşim. Baharla sözlü şiir. Yazla nişanlı yazı. Oysa nişanlılık da bir bahar hoşluğu değil midir? Nişanlılık bahardır, nişanlılar baharla sözlenmişlerdir. Bahara söz vermek, birbirine söz vermekten daha hoştur. Yoksa bazı sözler boştur, bazı sözler öyle karanlıktır ki gölgeleri bile yoktur, bazı sözcüklerin güneşin altında takma harfleri düşüverir, bazıları daha yazılıncaya kadar silinir, bazılarının sevinci dile gelmediği, bazılarının sevinci ise yazıya düşmediği içindir. Ben de bahara söz vermiş eski bir nişanlı olarak öyle sevinirim işte. Eski nişanlı için yazda, güzde, kışta, ne zaman söz verdiyse bahar o zamandır, yazın nişanı kendini zamanın ezici ağırlığından kurtarıp bahara taşır ve nişanlılar hep nişanlı kalır. Çingene ruh. Nişanlılık da Çingene eğlencesinden başka bir şey değil bence. Küçük bir ateş yakılır ve o ateşin hiç sönmemesi için ruhlar birer körük gibi açılır, içlerine aşk, sevgi, şefkat, merhamet doldurulur, sonra da bunlarla hafifleyen ruh özgür bırakılır. O ateşse bazen kısalarak, bazen uzayarak yanar durur. Çingenelerin sözünü tutması içinse ateşin hep göz kırpması gerekir. Nişanlılar da Çingene sayılır, her nişanlının içinde bir Çingene yaşar, nişanlıların yalnızca bahara ve ateşe söz vermeleri de bundandır. Hem bahara söz verenler de birbirine gözü gibi bakmazlar mı? Öyleyse baharla sözlü, yazla nişanlılar olarak biz de baharla yetinebiliriz Çingeneler gibi. Hem Çingene ruhlarımız da bahardan başka neyle nişanlı olacaktı ki? ‘İstanbul ağlıyor!’ SİBEL ÇORBACIOĞLU İstanbul’u yürüyerek dolaştıuzmanı olan Haldun Hürel, nız mı? Tek bir caddesinde aşatarihi yarımadanın en ğı yukarı yürümekten değil, her sokağını adım adım dolaşıp önemli sorunlarını 3A olarak ayakkabı eskitmekten söz ediözetliyor; araba, asfalt ve apartman. yoruz… Haldun Hürel, bu şehHürel’e göre İstanbul’un en önemli rin her caddesini, her sokağını karış karış dolaşmış bir İstanbul sorunu ise göç. uzmanı ve âşığı. 70’li yılların efsane grubu 3 Hürel’in üçüncü romanı Hürel’in üyesi, yazar “Kemankeş” de yoldaki kive eğitimci. Çeşitli taplardan. üniversitelerde İstanbul Her kitabında İstanbul’u dersi verilmesini sağlafarklı bir yönden ele alan yan, İstanbul’un tarihini Hürel, derslerinde olduğu değil, öyküsünü anlatan gibi kaleminde de oldukça bir eğitimci. Onun öğrenrahat bir dil kullanıyor. cilerinden olma şansını “Benim kitaplarımdaki yakalayamadıysanız üzüldil kravatlı değildir” dimeyin, âşığı olduğu bu yor ve gençlerin tarih ile şehre dair araştırdığı, bilolan kopukluğunu didakdiği ne varsa, bunları kitik ve dil ezberlemişliğe taplarıyla ölümsüzleştiribağlıyor: “Tarih sadece yor. yenenler ve yenilenlerin “İstanbul’u Geziyohikâyesi değildir. Karlofrum Gözlerim Açık”, ça Antlaşması’nın madde“İstanbul’un Alfabetik lerini kim hatırlıyor? Ama Öyküsü”, “Anlat İsbize deselerdi ki, 1699’da tanbul”, “Çocukların Karlofça Antlaşması’nın İstanbul’u”, “Fatih imzalandığı Kanlıca’daki Sultan Mehmet’in İsAmcazade Yalısı’nda o gütanbul’u”, “Mimar nün şerefine buraya klasik Sinan’ın İstanmüzik orkestrası geldi ama bul’u”, “Burası İsOsmanlılar klasik müziği hiç tanbul” adlı kitaplara sevmedi, aynı şekilde Avusimzasını atan Hürel’in “Burası İstanturya’ya bir mehter takımı gitti, işbul”unun ikinci kitabı, geçtiğimiz te o zaman bunlar benim aklımda günlerde Kapı Yayınları’ndan çıktı. kalırdı.” Ama kitaplar gelmeye devam edecek; Hürel’in İstanbul serisi kitapların“İstanbul’un Alfabetik Öyküsü”nün dan en inceleri 500 sayfa civarında. ikincisi yolda, “Efsanevi İstanbul Bu kadar bilgiye ulaşmanın sırrı ise Tarihi Yarımadası” 290.’ıncı sayfa“sokağın dili”ni çözebilmek. Hürel sında, “Haldun Hürel’in Not Deftezamanının büyük bir çoğunluğunu İsrindeki İstanbul” ise hazırlık aşamatanbul sokaklarında dolaşarak, araştısında. İstanbul kitapları dışında “Ölerarak geçiriyor, kitaplardan edindiği rek Yaşıyorum” ve “Prenses Maria” adlı iki de romanı yayımlanan bilgileri de sokaktan öğrendikleriyle ? Bir İstanbul âşığı ve bir potada eriterek kitaplarını yazıyor. Yeni kitabında tarihi yarımadayı her yönüyle ele alacağını anlatan Hürel, buradaki en önemli sorunu 3A olarak özetliyor; araba, asfalt ve apartman. “Biz ne yazık ki kentimizi arabaya kurban ettik, insan hiç düşünülmedi” diyor ve ekliyor: “İstabul ağlıyor!” İstanbul’un en önemli sorununun ise göç olduğunu söylüyor: “Göçle gelen insan şehre uymak yerine şehri kendine uydurmaya çalışıyor, bu çok yanlış.” Şehri saran çirkin yapılar arasında kalan tarihi eserleri büyüteçle arayıp bulmak geSAHTE TABLO DAVASINDA CHRISTIE’S’E KÖTÜ HABER rektiğini söyleyen Hürel, bu eserlerin görünür hale getirilmesinin, üzerlerine birer tanıtıcı levha konulmasının ve yasal uyarılarKültür Servisi la korumaya alınmasının Dünyanın en zengin önemini ısrarla tekrarlıisimlerinden, petrol yor. “Topyekun bir onadevi Viktor Vekselrım şart” diyor ama, bu berg’ün satın aldığı onarımlar günümüzde tablonun sahte olduğu komedi olarak nitelendişüphesi üzerine İngilrilebilecek onarımlardan tere Yüksek Mahkedeğil elbette… mesi, ünlü müzayede evi Christie’s’in 2.7 entsel dönüşüm milyon sterlin (yaklamış olmasıydı. İstanbul’da süregelen kentsel dönüşık 7.75 milyon TL) ceza Vekselberg’in davasına şüm projeleriyle ilgili düşüncelerini ödemesine karar verdi. bakan mahkeme, bu iddiasorduğumuzda, Haldun Hürel kriteri Vekselberg, 2005’de ları haklı buldu ve Chrisdiyebileceğimiz estetik ve uyuma geLondra’da yapılan müza tie’s’in tablonun bedelinin liyor söz: “Kentsel dönüşüme Fikiryedede Rus sanatçı Boris yanı sıra masraflar için de tepe dışında sıcak bakmıyorum. FiKustodiev’in “Odalisque” 1 milyon sterlin (yaklaşık kirtepe zaten ucube yapılardan (Odalık) adlı çalışmasını, 2.87 milyon TL) ödemesioluşmuş bir semt haline geldi, buratahmin edilenin 10 katında ne karar verdi. Davada, da güzelleştirme yapılabilir. Ama bir bedelle, 1.7 milyon ster Christie’s’in ihmaline veya Sulukule, Ayvansaray, Yalı Mahalline (yaklaşık 4.88 milyon tabloyu yanlış tanıttığına lesi, Tarlabaşı, buralara dokunulTL) satın aldı. Ancak Vek dair iddialar dikkate alınmaması lazım. Evlerdeki uyum, esselberg’in sanat fonunda madı ancak “kanıtlar doğtetik ve pozitif unsurlar gözetilerek çalışan uzmanlar, resmin rultusunda tablonun Kusyenilenebilir.” orijinalliği konusunda şüp todiev’in olmadığı” hükMimarlardan çok şikâyetçi Hürel: heye kapıldı. Şüphenin çı müne varıldı. “Mimarlık donmuş bir müziktir, kış noktası, 1919 tarihli Tablo, Christie’s müzamüziğin ahengini bize hissettirmelitablodaki imzanın, 1927’de yede evinde ilk olarak 1989 kullanılmaya başlanan bir yılında 19 bin sterline (yakdir. Artık İstanbul’da güzel binalar alüminyum bazlı renklen laşık 54.5 bin TL) satılçok azaldı, olanları da yok ediyodirici içeren bir boya ile atıl mıştı. ruz. Mimarlarımızın biraz ders çalışması lazım.” 2.7 milyon sterlin ceza K Çamlıca’ya cami projesi aldun Hürel’in Çamlıca’ya yapılması planlanan cami ile ilgili görüşleri net: “Benim düşünceme göre, Çamlıca Tepesi’nde böyle bir esere gerek yok. Oraya harcanacak parayla İstanbul için çok daha farklı, faydalı işler yaptırılabilir. Böylesine anıtsal bir eser, eski anıtsal camileri çağrıştıracağından her H kesin gözünde bir yarışma sembolü haline gelebilir. Hiçkimse de hiçbir eseriyle Mimar Sinan’la boy ölçüşemeyeceğine göre, bu yarışmada yenilecektir. Eserlerin büyük olması onu kıymetli kılmaz, varlık nedeni ve estetiği önemlidir.” Hürel için “Neden Çamlıca?” sorusu da önemli: “Eskiden yapılan eserler neden 300 metre ileride değil de yapıldıkları yerdeler? Bunu anlamak için şunları bilmek gerekir: Keçi eti ve elma. Keçi eti yazın en sıcak günlerinde en geç bozulan ettir, elma ise kışın en soğuk haftasında en geç donan meyvedir. Eskiden bunlarla deney yapılırdı. Gelişigüzel bina yapılmazdı. Çamlıca’ya yapılacak bir eserin siluetinin, Çamlıca dağının topografik konturlarına uygun düşüp düşmeyeceğini bile dikkate almak gerekir.” Bir çocuk daha okusun diye 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 0212 275 52 44 www.yekuv.org yekuv@yekuv.org Vakıflar Bankası Osmanbey Şubesi 00158007287986476 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle