22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 HAZİRAN 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kürtaj Yasağı Çoğunluk ve Saygınlık UYUM diye bir araya gelenler anayasa için nasıl bir devlet sistemi üzerinde uzlaştılar, bilmiyoruz. İktidar partisini yönetir görünenlerin ne idüğünü pek bilmedikleri bir başkanlık sistemine heveslendikleri az çok tahmin edilebiliyor. Ama Başbakan’ın aynı konuyu derinliğine düşünmüş olabileceğini söylemek zor. Sadece, Cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlanırken devletin başında olmak istediği kesin. Ne var ki, bir devletin başına geçmek isteyen kişinin devlet sistemleri konusunda sağlam bilgilere sahip olması veya iyi bilenlerce bilgilendirilmesi gerektiği de kesin. Kısmete, piyangoya bırakılamaz bir konu bu. Sayın Başbakan’ın doğal sezgisinden ve keskin zekâsından başka güvenilecek başka şey kalmıyor mu yoksa? iç değilse sezgi ve zekâ bakımından “karizmatik” denebilecek bir üne ulaşmış sayılan bir kişinin, başka bakımlardan eksik yanlarını bu niteliğiyle doldurarak, alışılmış klasik parlamenter sistemden başka sistemlerin devlet başkanına ne gibi dertler açacağını kendiliğinden takdir etmesi beklenir. Hele, o dertlerin ancak Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve son olarak da A. Necdet Sezer gibi kişilerin sağduyulu tutumlarıyla önlendiğini öğrenmişse. Bilmek gerekir ki, üstünkörü seçim kampanyalarıyla bilinçsiz halk yığınlarına seçtirilerek devletin başına getirilmiş bir tek kişiyi yanıltıp ulusal çıkarlara ters düşen yollara çekmek entrikacı kurt yabancılar için çocuk oyuncağı sayılır. ABD taklitçisi olarak başkanlık sistemiyle Güney Amerika ülkelerinin başına seçtirilmiş kişilerin kendi halklarına neler kaybettirdikleri saymakla bitmez. Buna karşılık, parlamenter sistem, kuklaların değil, gerçek karizma sahibi saygıdeğer ulusal değerlerin her şeyi tartıp ölçen deneyimli parlamenter oylarıyla devletin başına geçmesini sağlıyor. Siyasal tarihimizin sağduyusu da, cumhurbaşkanı adaylarının sicillerini Meclis’in tercihinden geçirmeyi gerekli kılar gibi. u örnek, olur olmaz yeni modeller yerine ufak düzeltmelerle parlamenter sistemde karar kılma lehine sayılabilecek bir yığın noktadan yalnızca biri. Ama böylesine önemli tek bir örnek bile klasik modelin sağlamlığına dönmeyi haklı göstermeye yetmiyor mu? Kürtaj yasaklandığı takdirde Türkiye uluslararası istatistiklerde azgelişmiş ülkeler kategorisinde yerini alacaktır. AKP yetkilileri, kürtaj yasağını meşru kılmak için 1983 yılına işaret etmekte, kürtaj serbestisinin askeri darbenin ürünü olduğunu iddia etmekteler. Bu iddia da doğru değil. Binnaz Toprak İstanbul Milletvekili S H on günlerde kamuoyunun gündemine oturan kürtaj yasağını AKP iktidarının giderek dozunu arttıran tahakküm politikalarının yeni bir örneği olarak görüyorum. Aldıkları yüzde elli oyun yüzde yüze tekabül ettiğini tahayyül eden AKP yetkilileri, Meclis yerine sadece kendi partilerinin milli iradeyi temsil ettiği yanılgısıyla ideoloji ve görüşlerinin tüm Türkiye halkı tarafından paylaşıldığı vehmine kapıldılar. Bu vehimden hareketle insan bedeni üzerinde bile söz sahibi olduklarına karar vermiş gözüküyorlar. AKP Türkiye halkını değil, sadece kendi seçmenlerini temsil ediyor. Demokrasilerde halkın tümünü temsil ancak toplumsal muhalefetin de sesini dinleyen iktidar partilerinin iddiası olabilir. Ne yazık ki AKP, bu kategoride bir parti değil. Hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale etmeyecekleri vaadiyle yola çıkan AKP yetkilileri, geldikleri noktada yaşamımızın her alanına karışır olmuşlardır. Kürtaj tartışmasının bu bağlamda değerlendirilmesi gerekir. Başbakan’ın demecinin aksine, kürtajın serbest bırakılması değil, toplu kadın ölümlerine yol açtığı için yasaklanması cinayettir. Kürtaj ile Uludere katliamını eş görmesini, katliamda iktidarın sorumluluğunu unutturmak üzere kurgulanmış siyasi bir taktik olarak değerlendiriyorum. Ancak, kürtaj konusu ile Uludere olayı bir başka bağlamda eşanlamlı görülebilir. Nasıl ki Uludere’de iktidar, yaşam mücadelesi veren fakir çocukların ölümüne neden olmuşsa, kürtaj yasağı da dar gelirli kadınların gene iktidar eliyle ölümüne neden olacaktır. Kürtajın serbest bırakılmasının temel ne deni, orta ve üst sınıf kadınların yasağa rağmen kürtaj yapacak doktor bulabilmelerine ya da kürtajın serbest olduğu ülkelere gidebilmelerine karşın, dar gelirli kadınların tavuk tüyü, örgü şişi, kibrit çöpü, sabun kullanarak kendi kendilerine düşük yapmaya çalışmaları sonucunda ölmeleri ya da hem kendilerini hem de bebeklerini sakatlamaları idi. Ölümlerin yüzde 50’si Çocuk ve anne sağlığı üzerine yıllardır araştırma yürüten Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Akın’ın çalışmaları bu konuda önemli bilgiler içermekte. Araştırmalarına göre, güvenli olmayan yöntemlerle düşük yapan kadınların oranı gelişmiş ülkelerde yüzde 0.4 iken, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 21. Prof. Akın, dünya ölçeğinde hijyenik olmayan koşullarda düşük sonucu her 10 kadından 1’inin öldüğünü belirtmekte. Kürtaj yasağının olduğu yıllarda Türkiye’deki anne ölümlerinin yüzde 50’sinin bu nedenle gerçekleştiğini, oysa bugün sağlıksız koşullarda yapılan düşüklerin anne ölümleri içindeki payının yüzde 50’den yüzde 2’ye düştüğünü söylemekte. Kaldı ki, kürtajın serbest bırakıldığı 1983 yılından bu yana, kürtaj yaptıran kadınların sayısında eskiye göre artış olmadığı da Prof. Akın’ın saptamaları arasında. Kürtaj yasaklandığı takdirde Türkiye uluslararası istatistiklerde azgelişmiş ülkeler kategorisinde yerini alacaktır. AKP yetkilileri, kürtaj yasağını meşru kılmak için 1983 yılına işaret etmekte, kürtaj serbestisinin askeri darbenin ürünü olduğunu iddia etmekteler. Bu iddia da doğru değil. Prof. Akın’a göre bu konudaki çalışmalar çok daha eskiye gitmekte. Nüfus politikasının değiştirilmesi 1950’li yıllarda gündeme gelmiş, 1970’lerden itibaren kürtajın serbest bırakılması tartışılmaya başlanmıştır. Yasanın 1983 yılında yürürlüğe girmiş olmasının darbe ile ilgisi yoktur. Bu konuda kimi AKP yetkililerinin söylemleri muhafazakâr erkeklerin kadın psikolojisini anlamadıklarını, daha da vahimi, kadına karşı şiddete bile duyarsızlıkla yaklaştıklarını göstermekte. Sağlık Bakanı’nın, tecavüz sonucu hamile kalmış kadınların çocuklarını doğurmalarını ve devlet bakımevlerine bırakmalarını önermesi buna bir örnek. Ankara Belediye Başkanı’nın istemeden hamile kalmış kadınları intihara davet eden demeci bir diğeri. Diyanet İşleri Başkanı’nın “fetvasının” ise durup durup Başbakan bu konuda görüş bildirdikten sonra verilmiş olması, bu kurumun ne denli siyasileştiğinin bir göstergesi. Üstelik Diyanet’in, İslamiyette kürtaja karşı herhangi bir yasağın olmadığına dair daha önce verilmiş görüşlerine aykırı. Nitekim, İslamiyette değişik mezhep ve inanışlara göre kürtaj konusundaki tavrın da değişiklik gösterdiği anlaşılmakta. Laiklik tam da bu nedenle önemlidir. Her ülkede değişik inanç grupları olduğu için, laiklik birinin öteki üzerindeki tahakkümünü engellemek için vardır. AKP yetkililerinin laikliğe bağlı olduklarını söylemeleri, laikliğin ruhunu kavramadıkları gerçeğini değiştirmiyor. Ülkemizdeki milyonlarca kadın gibi ben de muhafazakâr politikacıların kendi inanç, namus kavramı ve günah anlayışlarına göre kadınların yaşamları ve bedenleri üzerinde söz sahibi olmalarının Türkiye’deki kadın sorunsalının temel nedeni olduğu kanısındayım. Tüm demokratik ve çağdaş ülkelerde laikliğin en önemli kazanımlarından biri, dini gerekçelerle devletin insan bedeni üzerindeki müdahalesini ortadan kaldırmış olmasıdır. Ne yazık ki ülkemizde bu kazanım, AKP’li siyasi kadrolar tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır. Ölenler ile Ölemeyenler... “Öldürüldü” denilince... Özal’ın mezarını açıp bakacaklar... Kim öldürdü?.. ? Ama 42 derece Urfa sıcağında 350 kişilik yere 1150 kişiyi doldurdular... Havlu kadar yere iki kişi düştüğü için oturma sırayla... Öbür sıra iki günde bir geliyor, banyo sırası değil, uyuma sırası... Sonunda ateş yakıp birbirlerini içine attılar (!) ki yer açılsın... Onları kimin öldürdüğü anlaşılamadığı için “gerekli araştırmanın yapılmakta olduğu” açıklandı... Ne araştıracaksınız?.. Ecel... ? Mesela Ecevit... Başbakan idi... Her gece televizyonda olduğu için, milletin gözü önünde eridi... Hastalığının seyrini herkes gözüyle gördü... Ama “öldürüldü” dediler... Niye eceliyle ölmediğinin sebebi anlaşıldı; öldüreni (!) tutukladılar: Prof. Dr. Mehmet Haberal... ? Diyelim ki Engin Çeber’in cezaevinde işkence kanıtları var... Bedeni yara içinde... Tüm Metris işkence seslerini duydu... Hücrede değil de sanki Beyoğlu’nda öldürülmüş gibi yapanlar bulunamadı... Demek ki kendi kendine işkence yaptı... Belki kendi kafasının üzerine oturmuştur... Ecel yani... ? Muhsin Yazıcıoğlu... Helikopteri düştü, tipiden üç gün gidemediler... “Yerden bile gidilemiyorsa, havadan nasıl gidilir” diye sormak kimsenin aklına gelmedi... Hava izleme sistemine 1.5 milyar yatırıldığı için, ilk sinyali jandarma çavuşunun Çin malı telefonundan aldılar üçüncü gün... Genel kanı: Öldürüldü... ? Çayan Birben... Burnuna biber gazı sıktılar... “Yapmayın, ben astım hastasıyım, ölürüm” dedi... Düştü... Herkesin gözü önünde öldü... “Kesin tanı konulamadı” dediler... Belli ki ecel... ? Gökten ölüm haberleri yağıyor... Durduğu yerde ölenler... Bir türlü ölemeyenler... Artık kim nasıl ölür, siz bilirsiniz... Azrail’den betersiniz nasılsa... Türkiye de Vize Koymalı Prof. Dr. Faruk ŞEN TAVAK Başkanı Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı B 80 yılında Güneydoğu Anadolu’dan Almanya’ya sığınma hakkı isteyen insanlarımız nedeniyle Alman hükümeti 19 tarafından Türklere konulan vize daha sonra 17 Schengen ülkesinin de aldığı ortak bir karar haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Schengen ülke lerinden Avusturya dışında hiçbir ülkeden vize istemezken artık bir Türk vatandaşının Avrupa’ya gitmesi inanılmaz güçlüklerle karşı karşıya kal masıdır. Türkiye bugün akıllı bir politika ile komşu ülkeleri Rusya, Irak, Ukrayna ile ve politik durumumuzun iyi olduğu zamanlar Suriye gibi Arap ülkelerinden vizeyi kaldırırken bu konuda başarısız olduğu ülkelerin başında çok dost olarak gördüğümüz Azerbaycan gelmektedir. Almanya, Türk vatandaşlarına en güç vize veren ülke konumundadır. Federal Alman Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamalarına göre Türkiye’den vize taleplerinin en fazla 3’te biri başarıyla sonuçlandırılmakta ve diğer taleplere vize verilmemektedir. Vize için uygulanan sosyal sigortadan tutun; vize ücreti, tercüme ücretleri, banka kâğıtlarını da oraya koyarsak bir kişinin vize için en azından 200 Avro para harcaması gerekmektedir. rilmesi, böylece vize konusunda kaçak güreşilmesine yol açmaktadır. Bu da hatalıdır. Yapılacak iş Almanlara vize uygulanmasıdır Avusturya’dan Türkiye’ye gelenler vize almak zorundadır. Geçen yıl 4 milyon 800 bin Alman Türkiye’ye gelmiştir. Bu yıl 5 milyon 200 bin Almanın Türkiye’ye gelmesini bekliyoruz. Bu açıdan Alman vatandaşlarından gümrük kapılarında vize almasını istemek Alman halkına da bu konuda uyarıcı bir olay olur. Bu açıdan korkmayalım. Alman turistler bu ucuz turist ülkesi Türkiye’ye kapıda 20 Avro’luk vize de alsa gelmeye devam edeceklerdir. Fakat ister istemez kafalarında neden biz burada vize alıyoruz sorusu gelir ve o zaman Alman kamuoyunda Türklere vize konusunda toplumu da kazanabiliriz. Ancak mütekabiliyet kapsamında vize kaldırılabilir. Türkiye’yi Alman vatandaşlarından vize alarak kendi ülkesinden giden vatandaşlara getirilen vizenin önemini ortaya çıkarabilir. Alman halkına da bu konuda uyarıcı bir olay olur. Almanya’daki Türk sivil toplum örgütleri ve Türkiye’deki kuruluşların bu konuda atak yapmaları ve Alman vatandaşlarından vize istenmesini ortaya çıkarmaları lazımdır. Son Almanya seyahatimde Türk sivil toplum örgütlerinin bu konuya sıcak baktıklarını gördüm. Evet Alman vatandaşları bu yazdan itibaren Türkiye’ye gelişlerinde vize alma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmalıdır bu da ikili görüşmelerde karşılıklı vizenin kaldırılmasını gündeme getirir. Schengen vizesinden ancak eşitlik prensiplerine bağlı kalınırsa kaldırılmasını sağlayabiliriz. Türk Dışişleri’ne bu konuda ciddi görevler düşmektedir. Ayrıcalıklı vize Almanya bu konuda hiçbir şekilde geri adım atmamış ve Türklere vizeyi kaldırmaya yanaşmamıştır. Ayrıca AB’yle tam üyelik görüşmelerine başlayan ülkelerden vize kaldırılırken bunların örnekleri Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan gibi ülkelerdir Ukrayna ve Rusya, Almanya’ya öncelikli vize anlaşmasıyla rahat vize vermektedir. 3 milyona yakın Türk göçmenin yaşadığı bu ülke Türklere vizeyi çok güç vermektedir. Bir ara sporculara, iş dünyasına, bilim adamlarına daha öncelikli vize uygulamaya kalkışmışlar bu da tam bir sonuca erişmemiştir. Biz de kaçak güreşiyoruz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, işadamlarına öncelikli vize verilsin, vize kaldırılsın gibi taleplerde bulunmuş; bu durum Türkiye’de bir kesime öncelik tanınsın diğer kesimlere istediğinizi yapın anlamını ortaya çıkarmaktadır. Almanlar da bunu görmektedirler. En fazla ihracat yapan kişilere yönelik yeşil pasaport ve C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle