17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 7 MAYIS 2012 PAZARTESİ Fransa’ya Solun Geri Dönüşü Fransa’yla Bundan Sonra EĞER sondaj tahminleri doğru çıkarsa, önümüzdeki yıllar boyunca ortalıkta “Sarkozy’siz bir Fransa” olacak demektir. Dış ilişkilerdeki bazı sorunların bundan ötürü veya bu sayede büyük değişiklik geçireceğini düşünmek yanlış olur elbet. Örneğin, “Ermeni soykırımı” denen o bitmez tükenmez konuda Fransa’nın bilinen tutumu kolay değişmez. Çok önceden belli oldu ki, “diyaspora”dan hayli yüksek nasibini almış olan Fransa’da sağ kadar sol politikacılar da oy hesaplarını bu sorunu göz önünde tutarak yapmayı hep sürdürecekler. Ermeni kökenli seçmenler, yalnız sayıca değil başka “marifet”lerce de Türk kökenlilerden ağır bastıkça aynı durum sürüp gideceğe benzer. ma, dikkat: Ankara bundan sonra Ermenistan ve Fransa’yla ilişkilere değişik bir gözle bakıp bazı yanlışları düzeltebilirse, bu izlenimler ve varsayımlar da değiştirilebilir. Örneğin, Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorununun barışçı bir çözüme bağlanmasını Batı dünyası ve Avrupa Birliği çerçevesinde çözmeye çabalamak yerine şimdiki Rusya ile Türkiye arasındaki yeni ilişkilerin sıcaklığını bu açıdan kullanmaya ağırlık verilseydi daha tatmin edici sonuçlara varılabilirdi. Aynı biçimde, soykırım konusunu gerçekliği tartışmalı birtakım protokollere bağlamak ve ABD’yi bu bakımdan devreye sokmak yerine, sorun diyasporaların pençesinden kurtarılıp akademik araştırma zeminine çekilseydi Fransa’daki oy dengesizliği telafi edilebilirdi. ma, cumhuriyetçi siyasal felsefe açısından Fransa ile Türkiye arasındaki temel ideolojik yakınlığın Ankara’daki çeşitli iktidarlarca değerlendirilememiş olmasındaki büyük başarısızlığa göre yine de devede kulak kalıyor bütün bunlar. Son zamanlarda derinliksiz İslamcı tutuculuklar ile yüzeysel Amerikancı özenişler arasında gidip gelen bir siyasal zümrenin eline düşmüş bir Türkiye, Fransa’yla doğru dürüst kültürel ilişkiler kurabilseydi siyasal düşünce açısından birazcık daha sağlam bir zeminde ilerleyebilirdi. Bu da olmadı. Oradaki bir iktidar değişikliği, hiç değilse bu kopukluğu gidermeye yarayabilir belki. 1979 yılında Sosyalist Parti’ye katılan Hollande’ın siyasi kariyerindeki çizgiyi belirlemek için 1990’da henüz genç bir parlamenter iken “sermaye ve varlıkların daha yüksek düzeyde vergilendirilmesi” yolundaki çağrısını ve 2007 kampanyası sırasında söylediği “zenginleri sevmem” sözlerini anımsamak yeterlidir. Doç. Dr. Gökhan GÜNAYDIN Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı vrupa, uzun yıllardır Fransa başkanlık seçimi kadar heyecanlı ve tüm dünya basınının ilgi odağı olan bir seçim yaşamamıştı. 22 Nisan’da gerçekleştirilen ilk turun ardından ikinci tur seçimler dün (6 Mayıs 2012 Pazar) yapıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sosyalistlerin yalnızca Mitterand’ı Elysee Sarayı’na gönderebildikleri düşünüldüğünde, 1995’ten beri süren bir özlemin varlığından söz edilebilir. 2002 yılında Lionel Jospin ve 2007 yılında Sergolene Royal’in yenilgilerinin ardından 2012 yılında François Hollande’ın başarısının Fransız sosyalistler açısından önemi daha da fazla ortaya çıkmaktadır. Dominic StrausKahn’ın adının bir seks skandalına karışmasıyla devre dışı kalması sonrasında 2011 yılı Ekim ayında Sosyalist Parti’nin başkan adayı olarak seçilen Hollande, seçimlerin ilk turunda yüzde 28.6 oy alarak ilk sıraya yerleşmiş ve yüzde 27.1 oranında oy alabilen Sarkozy’yi ikinci sıraya ityüsde 18.1 ile üçüncü, sol aday JeanLuc Melenchon yüzde 11.1 ile dördüncü ve nihayet merkezi temsil eden François Bayrou yüzde 9.1 ile beşinci olmuşlardı. 19811995 arasındaki uzun Mitterand döneminden sonra Chirac ve Sarkozy başkanlıklarını yaşayan Fransa ve belki de Fransa’yla birlikte tüm Avrupa, nefesini tutup ikinci turu beklemeye başladı. İlk iki adaydan az oy alarak yarış dışı kalan adayların oylarının son turda hangi adaya yöneleceği, derin tartışmaların konusu oldu. A zenine getirdiği emek karşıtı düzenlemeleri ortadan kaldırmak Hollande’ın öne çıkan söylemleri arasında. Başkanlıktan sonra, sosyalistlerin, yeşillerin ve komünistlerin desteğini alarak haziran ayında yapılacak parlamento seçimlerinde de çoğunluğu alacağına kesin gözüyle bakılıyor. Halen sosyalistler 22 bölgeyi tüm büyük şehirleri kontrolleri altında tutmaktadırlar. rançois Hollande’ın kimliği ve sol söylemi 1954 doğumlu olan ve 1979 yılında Sosyalist Parti’ye katılan Hollande, Fransa’da devlet adamı ve siyasetçi yetiştirmesi ile ünlü ENA’dan (Ecole Nationale d’Administration) 1980 yılında mezun oldu. 1981’de Correzo’da Jacques Chirac’a karşı seçim kaybeden, 1988’de parlamenter olan, 1994’te Sosyalist Parti’nin ekonomi sekreteri olan Hollande, 1995’te Lionel Jospin’in seçim kampanyasında sözcülük görevini üstlenmiştir. Hollande, 2001’de Tulle kentinin belediye başkanı olduktan sonra, 2011 Haziranı’nda sosyalistlerin başkan adayı olarak seçilmişti. Hollande’ın kariyerindeki siyasi çizgiyi belirlemek için, 1990’da henüz genç bir parlamenter iken “sermaye ve varlıkların daha yüksek düzeyde vergilendirilmesi” yolundaki çağrı ve çabaları yanında, 2007 kampanyası sırasında söylediği “zenginleri sevmem” sözlerini anımsamak yeterlidir. İngiltere’nin eski başbakanı Tony Blair’in politikalarda sağ ve sol arasında bir fark kalmadığı yolundaki söylemine karşılık Hollande kendini “ciddi solcu” olarak tanımlıyor. Piyasalara verdiği “ben tehlikeli değilim” mesajı, Fransa’nın AAA olan kredi notunun Moody’s tarafından negatif izlemeye alınması kapsamında değerlendiriliyor ve Mitterand’ın 1980’lerin başlarında yaptığı şekilde, sanayinin ya da bankaların devletleştirilmesinin söz konusu olmayacağının altı çiziliyor. Bu da Avrupa sosyalizminin pratikleri ile Latin Amerika arasındaki farkın vurgulanması açısından önemli bir gösterge sayılıyor. Fransızların Avrupa’da Brüksel ve Berlin’den gelen baskı ve yönlendirmelerden et F tiği nefret, Hollande’ın kampanyasında somutlaşmış durumda. Sarkozy’nin Avrupa Birliği liderliğinde Merkel’in gölgesinde kalması, ekonomik kararların Merkel tarafından domine edilmesi, Sarkozy’nin AB içinde Fransa etkisini yükseltmek için denediği “Akdeniz Birliği” çabalarının ölü doğması, Sarkozy karşısında Hollande’ın elini güçlendirmiş durumda. Buna karşılık Sarkozy’nin yükselen aşırı sağcı akımdan yararlanmak için Fransa’nın göçmen politikasını etnik ve dini temellere dayalı olarak yeniden gözden geçirecekleri iması, Hollande tarafından oldukça net bir şekilde reddedildi. Sosyalistler, insan hakları vurgusu yaparak, din ve etnisite temelinde insanların ayrımcı muameleye tabi tutulamayacağını güçlü bir şekilde vurguladılar. Osmanlı’nın Tiyatroya Bakışı... stanbul’da Şehir Tiyatroları için belediye ile sanatçılar arasında yeni bir kavga sürüyor. Kavgaya Başbakan da görüşleriyle katılarak, Devlet Tiyatroları’nın da Şehir Tiyatroları’nın da özelleştirilmesinden yana olduğunu açıkladı, hatta bir Bakanlar Kurulu ön kararı ile ilk adımı atmış oldu. Sanatı içlerine sindiremeyen kimi siyasetçiler sanatçıları sindirme yolunu denerler. Kısacası bu kavga ne ilktir ne de sonuncu olacaktır. Burada biraz eskilere dönerek Sultan Abdülmecit’in (1823 1861) yaptırdığı Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu örneği üzerinden Osmanlı’nın tiyatroya bakışına eğilelim. 16 yaşında tahta çıkan, 38 yaşında hayatını kaybeden ve Osmanlı Devleti’nin son dört padişahının babası olan Sultan Abdülmecit, kısa ömrüne bir de tiyatro binası sığdırmıştı. Doğal ki önemli olan, binadan çok, yenilikçi padişahın görgüsü ve anlayışı ile tiyatro, opera ve baleye bakışıydı. İstanbul Ansiklopedisi’ndeki bilgilerden de (1) yararlanarak, bugün artık izi bile kalmamış olan Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu’na bakalım. Sultan Abdülmecid’in operaya meraklı olduğu ve ara sıra Beyoğlu’ndaki Naum Tiyatrosu’na gittiği biliniyor. 1844’te açılan Naum Tiyatrosu 1846’da yanmış ve Sultan Abdülmecid’in desteğiyle onarılmış. O tiyatronun yerinde bugün Çiçek Pasajı var. Sultan, Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırdıktan sonra onun yakınında, Gümüşsuyu’nun saraya bakan yamacında bir tiyatro kurmaya karar vermiş. Avrupalı iki mimarın projesine göre inşa edilen binanın iç tasarımı Paris Operası’nın dekoratörü Charles Séchan’a ait. İstanbul’ da altı yıl kalacak olan Séchan, daha önce de Dolmabahçe Sarayı’nda padişahın dairesinin iç düzenlemesini üstlenmiş ve bu hizmeti nedeniyle bir nişanla da ödüllendirilmiş (2). Görkemli tiyatro salonunda, kırmızı kumaş kaplı koltuklarla döşeli bir parter ile localar, birinci katta yine localar, en üstte de saray kadınları için önü kafesli büyük bir bölüm bulunuyor. Sahne zamanın en gelişmiş araçları ile donatılmış. Tiyatroda ayrıca, diplomatik davetler için bir yemek salonu var. Devlet eliyle yaptırılmış ilk tiyatronun resmi açılış tarihi 12 Ocak 1859. Açılışta padişahın yanı sıra şehzadeler, saray halkı, sadrazam, nâzırlar ve yabancı elçiler hazır bulunmuşlar. Naum Tiyatrosu ekibi tarafından Luigi Ricci’nin “Scaramuccia” (Skaramuş) operasının iki perdesi sergilenmiş. Perde arasında orkestranın kemancısı Padovani kendi bestesi bir parçayı çalmış, temsil “Chasse de Diane” balesi ile sona ermiş. Daha sonraları, Naum Tiyatrosu sanatçıları sık sık davet edilerek saray tiyatrosunda da temsiller vermişler. Bu temsillere saray ve hükümet erkânı, elçiler ve Beyoğlu sosyetesinin ileri gelenleri de eşleri ile birlikte davet edilirmiş. Gayrimüslimler eşleri ile parterde otururken, harem kadınları, temsilleri kafes arkasından seyrederlermiş. Saray tiyatrosu açıldıktan sonra, Muzıkai Hümayun Mektebi talebeleri, saray orkestrası ve saraydaki amatörler, eskiden sarayın sahne haline getirilmiş bir odasında verdikleri temsilleri artık saray tiyatrosuna taşımışlar. Böylece tiyatro aynı zamanda Muzıkai Hümayun Mektebi’nin uygulama sahnesi haline gelmiş. Saray tiyatrosunun, İstanbul’un sanat hayatına birçok yenilik getirdiği, orada resim sergisi bile açıldığı kaynaklarda anlatılıyor. Tiyatroda müzikli oyunların yanında Türk sanatçılar da sahne almışlar. Türkçe tiyatro eserleri yazılmış ve oynanmış. İlk Türk tiyatro eseri olan “Şair Evlenmesi”ni de Şinasi, saray tiyatrosunda oynanmak üzere yazmış. Abdülmecid’in ölümünden sonra tahta çıkan Abdülaziz de o tiyatroda oyunlar seyretmiş, ancak 28 Mart 1863 gecesi Türk oyuncuların verdikleri bir temsilden sonra tiyatro çalışmalarının durdurulduğu biliniyor. Aynı yıl çıkan bir yangında tiyatronun içi yanmış, bir daha tamir edilmemiş. Bir süre tütün deposu olarak kullanılan bina uzun zaman harap bir halde kalmış. 1939’da da AyaspaşaDolmabahçe yolu düzenlenirken güzergâh üzerinde kaldığı için yıktırılmış. Bu tiyatronun bir küçüğü daha sonra Sultan 2. Abdülhamit tarafından Yıldız Sarayı’nda yapılmış. O tiyatro bugün korunmuş durumdadır. Son bir iki not ekleyelim: Klasik Batı müziği Kanuni döneminde saraya girmiş. İstanbul’da ilk kez 1524’te bale gösterisi düzenlenmiş. Ayrıca dünyadaki ilk büyük bale gösterisi de 1581’de İstanbul’daki Fransız Sarayı’nda yer almış. İşte, birkaç örnekle Osmanlı’nın tiyatroya bakışı... (1) Suha Umur, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu” maddesi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul 1994. (2) Séchan’ın o tarihte Fransa’ya ilettiği görüşlerini “Türkler İnce Zevkten Anlamıyor” başlıklı yazımda aktarmıştım. Bkz.www.doganhasol.net İ Doğan HASOL ollande ile yeni uluslararası ilişkiler dönemi Seçimlerden sonra Hollande’ın ilk yurtdışı gezisini, daha önce hiç tanışmadığı Merkel’le görüşmek için Berlin’e gerçekleştireceği bildiriliyor. Hollande daha sonra 1819 Mayıs’ta yapılacak G8 Zirvesi için Camp David’e ve 2021 Mayıs’ta yapılacak NATO zirvesi için Chicago’ya gidecek. Bu geziler, Euro Bölgesi krizi ve Afganistan’daki askeri varlıklar konusunda Sarkozy’den hayli farklı düşünen Hollande’ın, MerkelObama karşısındaki tutumunun ilk işaretlerini taşıyacak… H A vrupa’da sol rüzgâr ve etkileri Fransa, Avrupa’da solun yükseldiği tek ülke değil. İngiltere’de İşçi Partisi yerel seçimlerde muhafazakârlara karşı ciddi bir seçim başarısı kazanmış durumda. Almanların da Merkel’in politikalarına veda etmeye hazırlandıkları biliniyor. Bu durum, Avrupa’da sıradan yurttaşın, yıllardır uygulanan sağmuhafazakâr politikalarla derinleşen çelişkilere duyduğu reaksiyonu gösteriyor. Türkiye, 2011 itibarıyla yılda 104 milyar dolar dış ticaret açığı, 77 milyar dolar cari açık veren bir ülke. 13 milyon yoksul ve 3 milyon işsizin yanında, adaletsizlik ve eşitsizliklere duyulan isyan yükseliyor. İnsan hakları ihlallerinin sıradanlaştığı ve komşularımızın deyişiyle dış politikanın emperyalizmin taşeronu niteliğine evrildiği dönem sonlandırılmalıdır. Bunun için gereken ise, nitelikli, kapsayıcı ve umudu yeşerten bir sol program yanında, bu programa uygun kadroların etkinüretken çalışmalarıdır. Uluslararası eksende dayanışmanın yükseleceği dönem, zorlukların hafifletilmesine katkı koyabilecektir. A A eni sosyal demokrat / sol yaklaşımlar Avrupa solunun yeni sosyal demokrasi dili sosyalistlerin seçim stratejisini belirledi. Hollande kampanyasını eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet temaları üzerine kurdu. Kamunun ekonomideki etkili rolünü yeniden tanımlamak, Fransa’nın kamu maliyesi ve rekabetçilik sorunlarına odaklanmak, büyük şirketlerin vergi yükünü olması gereken düzeye taşımak, bankacılık alanını reorganize etmek, sosyal harcamaları arttırmak, ilk planda 60 bin yeni öğretmen alımı gerçekleştirmek, Sarkozy’nin haftalık 35 saat çalışma ve emeklilik dü Y Enkaz Kadınları ve Tiyatro Yüksel PAZARKAYA İkinci Dünya Savaşı sona erdiği gün, başta Berlin, Almanya’nın hemen hemen bütün kentleri birer enkaz yığınıydı. Çoğunluk kadın, hayatta kalanlar için ama bu enkaz yığınları arasında yaşam devam ediyordu. Kadınlar, hemen elden ele uzatarak enkazı kaldırmaya başladı. Enkaz içinde girilebilecek bodrum katları, ayakta kalan tek tük binalar ise elbette karda kışta başı bir çatı altına sokmanın yanında iki işte kullanıldı: Tiyatro ve okul. Karın doyuracak ekmeği henüz bulamayan Almanlar, savaş sonrası ilk iş olarak oda ve bodrum tiyatrolarını gerçekleştirdiler. Aynı mekânlarda çocuklara okul, yetişkinlere halk okulu (Volkshochschule) kurdular. Çünkü Alman halkı, 60 milyondan fazla insanı yok eden İkinci Dünya Savaşı felaketinden sonra, yaşamı ve varlığını sürdürmek istiyordu. Ama iki ayaklı ot olarak değil, us ve zekâ yetenekli çağdaş bir insan olarak. Okul ve tiyatro çağdaşlığın beşiğidir. Elbette okul ve tiyatroya, çağdaşlığı yok etmek için siyasi ve çıkarcı mihraklar el atıp yozlaştırmazlarsa. Tiyatro, bunun eğitimini almış ve meslek sürecinde kendini süreğen yetiştirmeyi boşlamamış insanların işidir yani sanatçıların. Ancak onlar bu işi, toplumun bütünü için en üstün nitelikte yapma çabası içindedirler. Onların sanat ve toplum, insan ve insancıl değerler dışında bir tasaları olamaz. İnsanlık tarihine baktığımız zaman, nerede uygarlık yeşermişse, orada tiyatro vardır. Köy seyirliği de uygarlık göstergesidir, Anadolu’nun her yanında kalıntılarına kalıtçı olduğumuz on bin, on beş, yirmi bin kişilik amfitiyatrolar da. O büyük uygarlıkların tanıklarıdır bu tiyatrolar ve o büyük uygarlıklar bu tiyatrolar sayesinde boy atmıştır. Eski çağlarda kent nüfusunu düşündüğümüz zaman, on beş, yirmi bin kişilik amfitiyatrolara çoluk çocuk bütün halkın doluştuğunu, orada yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak tiyatroyla bütünleştiğini anlamak kolay. Bizim meddah, orta oyunu ve Karagöz de ileri uygarlık demektir. Bu geleneksel seyirliklerimizin yanı sıra Batı anlamında tiyatro ile antik tiyatroların anavatanı olarak tanışmamız ne yazık ancak 19. yüzyılın ortalarında Tanzimat ile başlamış, Ahmet Vefik Paşa gibi tutkunlar sayesinde yol almıştır. Ama tiyatronun bir uygarlık okulu, uygarlık yuvası olduğunu ancak Cumhuriyet ile anlamaya başladık. Büyük kurucu ve kurtarıcı Atatürk’ün Cumhuriyetin ilk kuşak sanatçıları için sözleri belleklerimize kazınmıştır. Tiyatromuzun bugüne gelmesi, büyük ve yüce gönüllü sanatçıların çabalarıyla olanak bulmuştur. Anısı önünde sevgi ve saygı ile eğildiğim Muhsin Ertuğrul, 1927 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki ilk Hamlet temsiline yalnızca dokuz seyircinin geldiğini yazmış ve anlatmıştı. O sanatçı kuşaklar yalnız tiyatromuzu geliştirmek için büyük ceht ve cefaya katlanmamışlar, aynı zamanda, daha da önemlisi, seyirci yetiştiren birer okul olmuşlardır. Sözü uzatmayayım, özerk, özgür ve özgün sanatın olmadığı toplum ilkel kalmaya yargılıdır. Okul eğitimi düzeyi dört yılla sınırlanan ve tiyatrosuna baltayla girilen bir toplum uygar olamaz, çağdaş uygar hiç olamaz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle